hâdıraten
: hazır olan
|
hâdıren
|
: hazır olarak
|
hâdırı
|
: hazır olan, bulunan
|
hadîsen
|
: söz, konuşulan kelâm
|
hadîsin
|
: söz
|
hadîsu
|
: söz, haber, aktarılan olay, kıssa
|
hâdiu-hum
|
: onlara hile yapan
|
hâdiyen
|
: hidayete erdiren
|
hadmen
|
: haksızlık yapılması, hakedilenin azaltılması, eksiltilmesi hadım edilmesi
|
hâdû
|
: yahudiler
|
hâfe
|
: korktu
|
hâfe makâmî
|
: makamımdan korkan
|
hâfe makâmî
|
: makamımdan korkan
|
hâfet
|
: korktu
|
haffet
|
: hafif geldi
|
hâfîdatun
|
: alçaltan, alçaltıcı
|
hafiyyen
|
: (çok) lütufkâr
|
hafîyyin
|
: gizli olarak
|
hafiza
|
: korudu
|
hafîzan
|
: muhafız olarak
|
hâfizâtun
|
: muhafaza edendir, koruyucudur
|
hâfizâtun
|
: muhafaza edendir, koruyucudur
|
hafîzen
|
: muhafız, gözetici, kontrol edici
|
hafîzin
|
: hafîz olanlar (üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar)
|
hâfizîne
|
: koruyanlar, bilenler (bilgiyi muhafaza edenler, bilgi sahibi olanlar)
|
hâfızîne
|
: hıfzeden, hafaza melekleri
|
hâfızîne
|
: gözeticiler
|
hâfizû
|
: koruyucu, gözetici olun
|
hâfizû
|
: koruyucu, gözetici olun
|
hâfizû
|
: koruyucu, gözetici olun
|
hafîzun
|
: hafizdir, en iyi koruyandır, muhafaza edendir
|
hafîzun
|
: koruyan
|
hafîzun
|
: muhafaza eden, gözeten
|
hafîzun
|
: muhafaza eden, saklayıp koruyan
|
hafîzun
|
: hafizdir, en iyi koruyandır, muhafaza edendir
|
hâfızun
|
: muhafız (gözleyici)
|
hâfizûne
|
: koruyanlar, koruyan kimseler, koruyucular
|
hâfû
|
: korktular
|
hâhunâ
|
: orada, işte burada
|
hâ-hunâ
|
: burada
|
hâibîne
|
: bozguna uğrayanlar
|
hâifen
|
: korkarak
|
hâifîne
|
: korkanlar, korku içinde olanlar
|
hâinete el a'yuni
|
: gözlerin hainlikleri
|
hâka
|
: kuşattı, sardı
|
hâka bi
|
: kuşattı, sardı
|
hakeme
|
: hüküm verdi
|
hakemen
|
: bir hakem
|
hakemtum
|
: siz hakemlik yaptınız, hüküm verdiniz
|
hâkezâ
|
: böyle, bunun gibi
|
hakîmen
|
: hakîm, hüküm ve hikmet sahibi
|
hakîmin
|
: hikmet sahibi, hüküm sahibi olan
|
hakîmun
|
: hakîm, hüküm ve hikmet sahibi
|
hakîmun
|
: hakîm, hüküm sahibi, hikmet sahibi
|
hakîmun
|
: hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir
|
hakka
|
: hak, gerçek, bihakkın, tam gerektiği gibi
|
hakka tukâti-hî
|
: O'nun hak takvası ile, bi hakkın takva, en üst derece takva
|
hakka-hu
|
: onun hakkı
|
hakkan
|
: hak: hak olan, gerçek olan
|
hakkat
|
: hak oldu, gerçekleşti
|
hakkın
|
: hak: haklı
|
hakku el yakîni
|
: Hakk'ul yakîn'dir (yakîn olan haktır, kesin olarak gerçektir)
|
hakkun
|
: hak, gerçek
|
halâ
|
: gelip geçmiş olan
|
halâife
|
: halifeler
|
halaka
|
: yarattı
|
halaka el insâne
|
: insanı yarattı
|
halaka es semâvâti
|
: semaları yarattı
|
halaka-hâ
|
: onu yarattı
|
halaka-hu
|
: onu yarattı
|
halaka-hum,
|
: onları yarattı
|
halaka-hunne
|
: onları (ikisini) yarattı
|
halaka-ke
|
: seni yarattı
|
halaka-kum
|
: sizi yarattı
|
halaka-nî
|
: beni yarattı
|
halaknâ
|
: biz halkettik, yarattık
|
halaknâ-hu
|
: onu yarattık
|
halaknâ-hum
|
: onları halkettik, yarattık
|
halaknâ-kum
|
: yarattık sizi
|
halakte-hu
|
: sen onu halkettin, yarattın
|
halakte-nî
|
: beni yarattın
|
halaktu
|
: ben yarattım
|
halaktu-ke
|
: seni yarattım
|
halakû
|
: halkettiler, yarattılar
|
halâlen
|
: helâl olan
|
halâti-ke
|
: senin teyzen
|
halefe
|
: arkasından geldi
|
halesû
|
: ayrıldılar, bir kenara çekildiler
|
halesû
|
: ayrıldılar, bir kenara çekildiler
|
halet
|
: gelip geçti (geçmişten beri devam eden)
|
halev
|
: yalnız kaldılar, başbaşa kaldılar
|
halev
|
: gelip geçti
|
halfe-hâ
|
: onun arkasında
|
halfe-hum
|
: onların arkası
|
halfi-him
|
: onların arkalarında
|
halfun
|
: sonraki nesil
|
hâliden
|
: ebedi kalacak olanlar
|
hâlideyni
|
: (ikisi) devamlı kalacak olanlar
|
hâlidîne
|
: ebedî kalıcı olanlar (kalacaklar)
|
hâlidîne fîhâ
|
: onun içinde ebedi kalacak olanlar
|
hâlidun
|
: ebedî olan, devamlı kalacak olan
|
hâlidûne
|
: ebedî, sonsuz, devamlı kalacak olanlar
|
halîfeten
|
: halife
|
hâli-ke
|
: dayın
|
hâliku
|
: yaratan, yaratıcı
|
hâlikun
|
: yaratan, yaratıcı
|
halîlen
|
: dost
|
halîmen
|
: halîm
|
halîmun
|
: halim, yumuşak, sakin, ceza vermekte acele etmeyen
|
hâlisaten
|
: ... a has olarak, halis, özel olarak
|
halka
|
: yarattı
|
halka es semâvâti
|
: semaların yaratılışı
|
halka-hu
|
: onun (kendi) yaratılışı,
|
halka-hum
|
: onlari yarattı
|
halkan
|
: halkoluş, yaratılış bakımından
|
halkı
|
: yaratılış
|
halkı-hi
|
: onun yaratması
|
halkın
|
: halketme, yaratma, yaratış
|
halku allâhi
|
: Allah'ın yaratması
|
hâmânubni (hâmânu ibni)
|
: Haman inşa et, bina yap
|
hamein
|
: (organik) dönüşüme uğramış
|
hamelet-hu
|
: onu yüklendi, taşıdı
|
hamelnâ
|
: taşıdık
|
hamîden
|
: hamd edilen, övgü ve hamde layık olan
|
hâmideten
|
: kurumuş olarak
|
hamîdin
|
: hamîd, hamdedilen, lâyık-ı veçhile övülen, çok sena edilen
|
hâmidîne
|
: sönmüş hale gelmiş olanlar
|
hamîdun
|
: çok övülen, kendisine çok hamdedilendir
|
hamietin
|
: bulanık, çamurlu
|
hamîmen
|
: hamim, kaynar su
|
hamîmin
|
: samimi dost, yakın dost
|
hâmiyeten
|
: çok sıcak, kızgın
|
hâmiyetun
|
: kızgın, yakıcı
|
hamiyyete el câhiliyyeti
|
: cahillik duygusu, cahiliyet taassubu
|
hamle-hâ
|
: onu taşıdı (taşıdığı)
|
hamlin
|
: yük
|
hammâlete
|
: taşıyan
|
hamren
|
: şarap, üzüm
|
hamsetun
|
: beş
|
hamsîne
|
: elli (50)
|
hamtın
|
: acı, buruk
|
hanîfen
|
: Allah'ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun O'na ulaşmasının ve Allah'a teslim olmanın farz olduğuna inanan
|
haracen
|
: darlık, sıkıntı
|
haracû
|
: çıktılar
|
haracun
|
: zorluk, güçlük
|
haradan
|
: ölüme götüren hastalık
|
haraka-hâ
|
: onu deldi
|
haramen
|
: haram, hürmet edilip yasaklanan
|
harâmun
|
: haram
|
haraste
|
: şiddetli istedin, çok istedin
|
harastum
|
: hırslı oldunuz, çok gayret ettiniz
|
harece
|
: çıktı
|
harecin
|
: bir güçlük
|
harec-te
|
: sen çıktın
|
harectum
|
: siz çıktınız
|
haremen
|
: harem olan, hürmet edilen
|
harîrun
|
: ipek
|
harrame
|
: haram kıldı
|
harre
|
: yere kapandı
|
harre
|
: (yüksekten) düştü
|
harremallâhu
|
: Allah haram kıldı
|
harreme
|
: haram kıldı
|
harreme-hâ
|
: onu hürmete lâyık kıldı
|
harremnâ
|
: haram kıldık, yasakladık
|
harrikû-hu
|
: onu yakın
|
harrû
|
: yere kapandılar
|
harse
|
: ekin, : ekinler hasat, kazanç
|
harse-kum
|
: sizin tarlanız
|
harsi-hi
|
: onun hasatı, onun kazancı
|
harsun
|
: tarla
|
hârûnu
|
: Harun
|
hârûte ve mârûte
|
: Harut ve Marut, iki meleğin isimleri
|
hasabu
|
: yakacak, yakıt
|
hasâran
|
: ziyan, hüsran, derece kaybı
|
hasâren
|
: hasar, zarar ziyan
|
hasbiyallâhu (hasbiye allâhu)
|
: Allah bana yeter
|
hasbu-hu
|
: onun hasbu, ona kâfi gelen, ona
|
hasbu-hum
|
: onlara yeter
|
hasbunâ allâhu
|
: Allah kâfidir
|
hâşe
|
: hayır
|
haseden
|
: haset, çekememezlik
|
hasefe
|
: yere geçirdi
|
hasefnâ
|
: yere geçirdik, yerin dibine batırdık
|
hasenen
|
: güzel
|
haseneten
|
: hasene, hayır, iyilik, güzellik
|
hasenetun
|
: hayır, iyilik
|
haserâtin
|
: hasara uğrayan
|
haşere
|
: topladı
|
haşerte-nî
|
: beni haşrettin
|
hashasa el hakku
|
: hak (gizli iken sonradan) ortaya çıktı
|
hashasa el hakku
|
: hak (gizli iken sonradan) ortaya çıktı
|
|