: kalplerin içine
|
fî kulûbi-him
|
: kalplerinin içinde, kalplerinde vardır
|
fî kulûbi-him
|
: onların kalplerinin içinde, kalplerinde
|
fî kulûbi-him(u)
|
: kalplerinin içine, kalplerine
|
fî kulûbi-kum
|
: kalplerinizde
|
fî kulûbi-nâ
|
: kalplerimizde
|
fî kuren
|
: beldelerde, şehirlerde
|
fî lahni el kavli
|
: sözlerdeki gizli mânâ, ima
|
fî lebsin
|
: kuşku içinde
|
fî leyletin
|
: gecede
|
fî mâ
|
: şeyin içinde
|
fî mâ fealne
|
: yaptıkları şeylerde
|
fî mâ lekum bihî
|
: onun hakkında sizin ..... yoktur
|
fî mâ leyse lekum
|
: onun hakkında sizin ..... yoktur
|
fî ma'rûfin
|
: maruf bir iş konusunda
|
fî mesâkini
|
: meskenlere
|
fî mevcin
|
: dalgalar içinde
|
fî milleti-nâ
|
: bizim dînimize
|
fî miryetin
|
: şüphe içinde, kuşku içinde
|
fî nâdî-kum
|
: toplantılarınızda
|
fî nefsi
|
: nefsinde
|
fî nefsi-hi
|
: nefsinde, kendinde
|
fî nefsi-hî
|
: nefsinde, kendi içinde
|
fî nufûsi-kum
|
: nefslerinizde olanı (niyetinizi)
|
fî rabbi-hi
|
: onun Rabbi hakkında
|
fî rahli
|
: yükün içine
|
fî rahlihi
|
: onun yükünde, yükü içinde
|
fî rahmeti-hi
|
: rahmetinin içine
|
fî rahmeti-hî
|
: rahmetinin içine, rahmetine
|
fî rahmetin
|
: rahmetin içine
|
fî ravdatin
|
: bahçede
|
fî reybin
|
: şüphe içinde
|
fî reybin
|
: şüphe içinde
|
fî rihâli-him
|
: onların yüklerinin içine (heybelerine)
|
fî ru'yâye
|
: rüyamı, rüyam hakkında
|
fî salâti-him
|
: onların namazlarında
|
fî sarretin
|
: çığlık atarak
|
fî sebîli
|
: yolda
|
fî sebîlî
|
: benim yolumda
|
fî sebîli allâhi
|
: Allah'ın yolunda (Allah yolunda)
|
fî sebîli-hî
|
: onun yolunda, kendi yolunda
|
fî sebîlillâhi (sebîli allâhi)
|
: Allah'ın yolunda
|
fî şekkin
|
: şüphe içinde
|
fî şe'nin
|
: bir şe'n, ayrı bir tecelli, yeni bir oluş üzerindedir
|
fî sevâi
|
: ortasında
|
fî şey'in
|
: bir şeyde
|
fî şikâkin
|
: ayrılık içinde
|
fî sitteti eyyâmin
|
: altı gün (için)de
|
fî şiyai
|
: grupların, toplumların içine
|
fî sudûri
|
: göğüslere
|
fî sudûri-him
|
: sadırlarında, göğüslerinde
|
fî sudûri-kum
|
: gönlünüzde, içinizde, hayalinizde
|
fî suhufi
|
: sayfalarında
|
fî sunbuli-hi
|
: kendi başağında
|
fî tebâbin
|
: kayıp içinde, hüsranda
|
fî tekallubi-him
|
: onları dönüp dolaşmaları esnasında
|
fî uhrâ-kum
|
: sizin arkanızdan
|
fî umemin
|
: ümmetler içinde
|
fî ummetin
|
: bir ümmetin içine
|
fî umniyyeti-hî
|
: onun dileğinin, temennisinin içine
|
fî unukı-hî
|
: onun boynunda
|
fî vucûhi
|
: yüzlerinde
|
fî vucûhi-him
|
: onların yüzlerinde
|
fî yetâme
|
: yetimler hakkında, konusunda
|
fî yevmeyni
|
: iki günde
|
fî yevmin
|
: gün içinde, günde
|
fî yûsufe
|
: Yusuf için, Yusuf hakkında, Yusuf'a
|
fî zâlike
|
: işte bunda vardır
|
fî zikrî
|
: beni zikretmekte, benim zikrimde
|
fî zılâlin
|
: gölgeliklerde
|
fî zulelin
|
: gölgede, gölgeler içinde
|
fî zurriyyetî
|
: soyumu
|
ficâcen
|
: geniş yollar, iki dağ arasındaki geniş geçit yerleri
|
fîd dunyâ (fî ed dunyâ)
|
: dünyada
|
fidâen
|
: fidye alarak (bedel karşılığı)
|
fidyetun
|
: bir fidye, bedel, ödeme
|
fidyetun
|
: fidye
|
fidyetun
|
: fidye
|
fieten
|
: topluluk, grup
|
fieteyni
|
: iki topluluk, iki fırka, iki grup
|
fietin
|
: bir topluluk
|
fietun
|
: grup, topluluk, kimseler
|
fî-ha
|
: onun hakkında: orada, içinde(oraya)
|
fî-hâ ezvâcun
|
: orada eşler
|
fî-hâ hâlidûne
|
: orada devamlı kalacak olanlar
|
fî-hâ harîrun
|
: orada ipektir
|
fîhâ min esâvira
|
: orada bileziklerden
|
fîhesmuhu (fîhâ ismu-hu)
|
: orada onun ismi
|
fîhesmullâhi (fîhâ ismullâhi)
|
: içinde Allah'ın ismi
|
fîhi
|
: onun içinde, orada, onun hakkında
|
fî-hî
|
: onun hakkında
|
fî-hi (el âkıfu fîhi)
|
: orada (yerliler)
|
fîhi el kulûbu
|
: kalplerin
|
fî-hi nârun
|
: onun içinde ateş vardır (bulunur)
|
fîhi tahtelifûne
|
: onun hakkında ihtilâf ettiğiniz
|
fî-hi tahtelifûne
|
: hakkında ihtilâf ettiğiniz, ayrılığa düştüğünüz
|
fî-him
|
: onların içinde, onlar hakkında, onlara karşı
|
fî-him
|
: onlar için, onlar hakkında, onlar uğruna
|
fî-himâ
|
: orada, o ikisinde
|
fî-himâ
|
: ikisinde var
|
fî-himâ
|
: ikisinde vardır
|
fî-hinne
|
: onlar hakkında
|
fî-kum
|
: sizin içinizde, sizin aranızda
|
fîl âhireti
|
: ahirette
|
fîl ardı
|
: yeryüzünde
|
fîl ardı (fî el ardı)
|
: yeryüzünde
|
fîl fulki (fî el fulki)
|
: gemi içinde, gemide
|
fîl hayâti ed dunyâ
|
: dünya hayatında
|
fîl kitâbı (fî el kitabı)
|
: kitapta
|
fi'le el hayrâti
|
: hayırlar işleme (yapma)
|
fîllâhi (fî allâhi)
|
: Allah hakkında, Allah yolunda
|
fîllezîne (fî ellezîne)
|
: o kimseler hakkında
|
fîmâ
|
: içinde, o şeyde, hakkında
|
fî-mâ
|
: o şey hakkında
|
fî-mâ kuntum
|
: sizin ... olduğunuz şeyde
|
fîme
|
: nerede, ne işte
|
fî-nâ
|
: içimizde, aramızda
|
firâku
|
: ayrılık, ayrılma
|
firâşen
|
: döşek, yatak
|
fir'avne
|
: firavun
|
fir'avnu
|
: firavun
|
firkın
|
: fırka, parça
|
firkın
|
: fırka, parça
|
fîs semâvâti
|
: göklerde
|
fısâlen an
|
: sütten kesme
|
fitnete
|
: fitne
|
fitnete-kum
|
: fitnenizi
|
fitneten
|
: fitne (imtihan) olarak (olsun diye)
|
fitneti
|
: fitne
|
fitnetun
|
: fitne, imtihan deneme
|
fıtrata allâhi
|
: Allah'ın fıtratı
|
fityetun
|
: gençler
|
fuâde-ke
|
: senin kalbindeki idrak hassasını (fiziğin ötesine açık idrak)
|
fuâdu
|
: kalbi, gönlü
|
fucciret
|
: kabarıp kaynaştı, fışkırtılıp akıtıldı
|
fucûre-hâ
|
: onun fücuru
|
fuddılû
|
: üstün kılındılar
|
fukarâe
|
: fakirler
|
fulânen
|
: filân kişi, o kişi
|
furâtun
|
: tatlı, susuzluğu gideren
|
furâtun
|
: tatlı
|
furkâne
|
: furkan
|
furûce-hum
|
: ırzlarını
|
furûce-hum
|
: onların ırzları, ırzları, namusları
|
furûce-hunne
|
: (onların) ırzları
|
furusin
|
: yataklar, döşekler
|
furutan
|
: haddi aşarak
|
fussilet
|
: tafsil edildi, açıklandı
|
fusûkun
|
: fısktır
|
futihat
|
: açıldı
|
futintum
|
: imtihan olundunuz
|
futinû (fetene)
|
: işkenceye uğratıldılar (işkence etti)
|
futûnen
|
: sınavlar
|
fuzzia
|
: dehşete kapıldı
|
gaberatun
|
: toz bürünmüş, tozlu, toza toprağa bulanmış
|
gadabe allâhi
|
: Allah'ın gadabı, öfkesi, azabı
|
gadabî
|
: benim gazabım
|
gadabun
|
: bir gazap
|
gadabun
|
: gazap, öfke
|
gadâe-nâ
|
: sabah kahvaltımız
|
gadavte
|
: sabah erken
|
gadavte
|
: sabah erken
|
gadbâne
|
: öfkeli olarak, öfkeyle
|
gaden
|
: yarın
|
gaden
|
: yarın
|
gadiba
|
: gadaplandı, öfkelendi
|
gadibe
|
: gazaplandı, öfkelendi
|
gadıbe
|
: gadaplandı
|
gafera lehu
|
: onu bağışladı
|
gafere
|
: mağfiret etti, günahları sevaba çevirdi
|
gafernâ lehu
|
: ona mağfiret ettik
|
gâfilen
|
: gâfil, bilmeyen
|
gâfilen
|
: gâfil, bilmeyen
|
gâfilûne
|
: gâfil olanlar (habersiz iken)
|
gâfilûne
|
: gâfil olanlar (habersiz iken)
|
gâfiri
|
: mağfiret eden
|
gafletin
|
: gaflet
|
gafûr
|
: gafur, mağfiret eden
|
gafûran
|
: gafur, bağışlayan, mağfiret eden
|
gafûran
|
: gafur, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
|
gafûren
|
: mağfiret edici, bağışlayıcı
|
gafûren
|
: gafûr (mağfiret eden)
|
gafûren
|
: mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
|
gafûrun
|
: gafûr olan, mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
|
gafûrun
|
: gafûr olan, mağfiret eden
|
gafûrun
|
: gafûr olan, mağfiret eden
|
gafûrun
|
: gafûr, mağfiret eden
|
gafûrun
|
: gafur, mağfiret eden, bağışlayan
|
gafûrun
|
: gafur olan, mağfiret eden
|
gafûrun
|
: gafûr, mağfiret eden
|
|