|
|
səhifə | 40/100 | tarix | 24.05.2020 | ölçüsü | 1,08 Mb. | | #31493 |
| Arab Azer1
kâlehbitâ (kale ihbitâ)
: "ikiniz inin" dedi
|
kâlellezîne (kâle ellezîne)
|
: dediler o kimseler
|
kâlet
|
: dedi (kadın)
|
kâlet huve
|
: o ... dedi
|
kâlet imre'etu el azîzi
|
: azîzin hanımı dedi
|
kâlet rabbi
|
: Rabbim dedi
|
kâletâ
|
: ikisi söyledi, dedi
|
kâle'tûnî
|
: bana getirin dedi
|
kâlezheb (kâle izheb)
|
: "git" dedi
|
kâlihûne
|
: (ızdıraptan) yüzleri ekşimiş asık olanlardır
|
kalîlen
|
: az, biraz: azıcık, pek az
|
kalîlen mâ
|
: ne kadar az, pek az
|
kalîletin
|
: az, pek az
|
kalîlin
|
: az
|
kalîlun
|
: pek az: biraz, pek
|
kalîlûne
|
: az (sayıları az)
|
kalle
|
: az
|
kâlû
|
: dediler: dediler ki
|
kâlu ittehaze
|
: "edindi" dediler
|
kâlû ûd'u
|
: dua et dediler
|
kâmileten
|
: tam, tamamı
|
kâmiletun
|
: tamamı
|
kâmileyni
|
: tamamen, tam olarak iki
|
kamîsa-hu
|
: onun gömleği
|
kâmû
|
: ayakta kaldılar oldu, idi
|
kâne
|
: oldu, idi, dır, dır
|
kâne allâhu
|
: Allah oldu
|
kâne el bahru
|
: deniz(ler) oldu
|
kâne hillen
|
: helâl idi
|
kânet
|
: oldu: idi, , ...dır
|
kânet mirsâden
|
: mirsad oldu, görünür oldu, rasad edilen yer, gözleme yeri oldu
|
kânet ta'melu
|
: yapıyorlardı
|
kânetâ
|
: idi, olmuştu
|
kânitâtun
|
: kanitindir, saygılı ve itaatkârdır
|
kâniten
|
: kanitin olan, yönelen
|
kânitîne
|
: Allah'ın huzurunda huşû içinde ve
|
kânû
|
: onlar oldular
|
kânû ya'melûne
|
: yapmış oldukları
|
kânû-hum
|
: onlar idiler
|
kanûtun
|
: ümitsiz olur
|
karae-hu
|
: onu okudu
|
karâren
|
: karar yeri, yerleşmeye uygun mekân
|
karârin
|
: karargâh, yerleşme mekânı
|
kardan
|
: kredi, borç
|
karhun
|
: kerih bir şey, sıkıntı, bozgun, yara
|
kâriatun
|
: büyük bir musîbet (ceza), felâket
|
karîben
|
: yakın, yakın olan
|
karîbun
|
: en yakın olandır
|
kârihûne
|
: kerih görenler, hoşlanmayanlar
|
karînen
|
: yakın arkadaş, arkadaşlık
|
karînu-hu
|
: onun yakını, yakınında olan
|
karînun
|
: yakınlık (dostluk, arkadaşlık, arkadaş )
|
karnen
|
: bir nesil
|
karrebe-hû
|
: onu yaklaştırdı
|
kârûnu
|
: Karun
|
karyeten
|
: bir ülke, bir karye, bir kasaba
|
karyetin
|
: bir karye, bir kasaba, bir ülke
|
kasam-nâ
|
: biz kırdık döktük, yok ettik
|
kasasan
|
: takip ederek
|
kasasnâ
|
: (kıssa ettik) anlattık
|
kasasnâ-hum
|
: onları kıssa ettik, anlattık
|
kasdu es sebîli
|
: sebîlin (yolun) tayini
|
kasemnâ
|
: kısımlara ayırdık, paylaştırdık
|
kasemun
|
: yemin
|
kaset
|
: katılaştı
|
kaset
|
: kasiyet bağladı, katılaştı
|
kâşifâtu
|
: gideren
|
kâsıfen
|
: kasıp kavuran, şiddetle deviren (kasırga)
|
kâşifetun
|
: kâşif, keşfeden, açan, açacak olan
|
kâşifû
|
: giderenler, kaldıranlar
|
kâsirâtu
|
: bakışlarını yalnız eşlerine hasreten
|
kasıyyen
|
: uzak
|
kasveten
|
: kasvetli, katılaşmış
|
kata'tum
|
: siz kestiniz
|
katele
|
: öldürdü
|
kâtele
|
: savaştı
|
katele-hu
|
: onu öldürdü
|
kâtele-hum allâhu
|
: onu görüyoruz
|
kâtele-hum(u)
|
: onları öldürsün, helâk etsin, kahretsin
|
katelnâ
|
: biz öldürdük
|
katelte
|
: sen öldürdün
|
kateltu
|
: öldürdüm
|
kateltumû-hum
|
: onları öldürdünüz
|
kâtelû-kum
|
: sizinle savaşan
|
kateratun
|
: kara, karanlık
|
kâtıaten
|
: kat'i olarak, kesinlikle
|
kâtiben
|
: bir kâtip, bir yazıcı
|
kâtibîne
|
: kâtipler, kaydediciler, yazıcılar
|
kâtibû-hum
|
: onlarla mukatebe yapın
|
kâtibun
|
: kâtip, yazıcı
|
kâtilû
|
: savaşın
|
katle-hum
|
: onların öldürülmesi
|
kattaa
|
: parçalandı
|
katûren (katere)
|
: çok cimri (fazla sıktı, daralttı)
|
kaû
|
: (yere) kapanın
|
kaû
|
: yere kapanın (düşün)
|
kavâmen
|
: ikame eden
|
kavîyen
|
: kavî olan, güçlü olan
|
kaviyyun
|
: kuvvetli, güçlü
|
kavle
|
: söz (söylenen bir söz, bir şey söyleme, bir şey deme)
|
kavle
|
: söz
|
kavle el hakkı
|
: Hakk'ın
|
kavle ellezîne
|
: onların sözlerini
|
kavle-hum
|
: onların sözleri
|
kavlen
|
: söz, söz olarak
|
kavlî
|
: sözlerimi
|
kavli-him
|
: onların sözleri
|
kavlin
|
: söz
|
kavlu-hu
|
: onun sözü
|
kavlu-hum
|
: onların sözü, sözleri
|
kavlun
|
: söz
|
kavlu-nâ
|
: bizim sözümüz
|
kavme
|
: bir kavim
|
kavme hûdin
|
: Hud kavmi
|
kavme sâlihın
|
: Salih kavmi
|
kavme-hu
|
: onun kavmi, kendi kavmi
|
kavme-hum
|
: onların kavimleri, kendi kavimleri
|
kavme-hum
|
: kendi kavimlerinden
|
kavme-hum
|
: onların kavimleri
|
kavme-ke
|
: senin kavmin
|
kavmen
|
: kavim: bir kavim, topluluk
|
kavmi (kavmî)
|
: benim kavmim
|
kavmi nûhın
|
: Nuh'un kavmi
|
kavmi-hî
|
: onun kavmi, kendi kavmi
|
kavmi-him
|
: onların kavimleri
|
kavmi-him
|
: onların kavmi
|
kavmin
|
: kavim, toplum
|
kavmittebiûni
|
: (kavmi ittebiû-ni)
|
kavmu
|
: kavim
|
kavmu
|
: kavim
|
kavmu lûtin
|
: Lut kavmi
|
kavmu nûhın
|
: Nuh'un kavmi
|
kavmu tubbein
|
: Tubba kavmi (Yemen'de bir kavim)
|
kavmu-hu
|
: onun kavmi
|
kavmu-ke
|
: senin kavmin
|
kavmun
|
: kavim, topluluk, toplum
|
kavmu-nâ
|
: bizim kavmimiz
|
kavseyni
|
: iki yay (bir yaydaki kabza ile uç arası)
|
kayyimen
|
: kayyum olarak, kıyâmete kadar devam ederek
|
kayyimetun
|
: temel, değişmez hükümler yazılı
|
kazefnâ-hâ
|
: biz onu (onları) attık
|
kâziben
|
: yalancı
|
kâzibetin
|
: yalancı
|
kâzibûne
|
: tekzip edenler, yalanlayanlar
|
kâzımîne
|
: korkmuş olarak, korkuyla
|
ke
|
: gibi, aynı, bir, eşit
|
ke bâsitı
|
: açan gibidir
|
ke de'bi
|
: gibi, benzer, durumu gibi
|
ke ed dihâni
|
: erimiş yağ gibi
|
ke ehadin
|
: birisi gibi
|
ke el a'lâmi
|
: koca dağlar gibi
|
ke el a'mâ
|
: âmâ, kör olan kimse (göremeyen) gibi
|
ke el cibâli
|
: dağlar gibi
|
ke el ferâşi
|
: kelebekler, pervaneler gibi
|
ke el ıhni
|
: renkli yünler gibi
|
ke el unsâ
|
: kız gibi
|
ke ellezî
|
: o kimse gibi
|
ke ellezîne
|
: o kimseler gibi, onlar gibi
|
ke emsâli
|
: sanki gibi
|
ke enne
|
: sanki, gibi
|
ke ennehâ
|
: o gibidir
|
ke ennehu
|
: sanki o, onun gibi
|
ke enne-hu
|
: onun gibi
|
ke enne-hu
|
: o sanki, o gibi
|
ke enne-hum
|
: sanki onlar
|
ke ennemâ
|
: sanki, gibi
|
ke heşîmi
|
: kuru ot gibi
|
ke hey'eti
|
: heykeli gibi, taslağı, benzeri
|
ke lemhin
|
: bir anlık gibi
|
ke mâin
|
: su gibi
|
ke men
|
: kimse gibi
|
ke meseli
|
: gibi, misal, durum
|
ke misli-hi
|
: onun misli gibi, onun eşi gibi
|
ke remâdin
|
: kül gibi
|
ke sayyibin
|
: yağmur gibi
|
ke şeceretin
|
: bir ağaç gibi
|
ke serâbin
|
: serap gibidir
|
ke tayyi
|
: dürüldüğü gibi
|
ke zulumâtin
|
: karanlıklar gibidir
|
kebair
|
: büyük
|
kebâira
|
: büyükler
|
kebâire el ismi
|
: günahların büyükleri
|
kebîren
|
: büyük, yaşlı: büyük olan
|
kebîreten
|
: zor, güç
|
kebîretun
|
: büyük, zor, ağır
|
kebîru
|
: büyük olan
|
kebîru-hum
|
: onların büyüğü
|
kebîrun
|
: büyük
|
kebîrun
|
: onların altıncısı
|
kebîrun
|
: büyük (çok)
|
kebure
|
: büyük oldu, ağır geldi
|
keburet
|
: çok büyük, büyük oldu
|
kedhan
|
: cehd ile cihad ederek, gayret edip çabalayarak
|
keenne
|
: gibi
|
keenne-hâ
|
: gibi
| |
Dostları ilə paylaş: |
|
|