şâhısatun
: göz kırpamaz, gözleri açık kalır, gözleri büyür
|
sahretin
|
: kaya
|
sâhûne
|
: gaflette olanlardır
|
sâhûne
|
: gâfil olanlar
|
saîden
|
: toprak
|
sâigan
|
: içimi kolay, boğazdan kolay geçen
|
sâigun
|
: boğazdan kolay geçen, içimi kolay
|
sâihâtin
|
: oruç tutan, Allah yolunda hicret eden kadınlar
|
saıka
|
: bayıldı, öldü
|
sâıkaten
|
: şimşek, yıldırım
|
sâıkati
|
: şimşek, yıldırım
|
sâıkatu
|
: şimşek, yıldırım
|
sâikun
|
: sevkeden
|
sâilun
|
: soran, isteyen, talep eden, talep sahibi
|
saîren
|
: sair, alevli ateş, cehennem
|
şâirun
|
: bir şairdir
|
şâırun
|
: şairdir
|
sâkay-hâ
|
: bacakları, ayakları
|
sakfen
|
: tavan
|
sâkibun
|
: delip geçen, kayıp giden
|
şâkileti-hi
|
: onun (kendi) şekli, durumu, hüviyeti, karakteri
|
sakîmun
|
: hasta, bitkin
|
sâkinen
|
: sakin, sabit
|
şâkiran
|
: şükredilen, şükrün karşılığını veren
|
şâkiren
|
: şükreden
|
şâkiren
|
: şükreden
|
şâkirun
|
: şakir, şükrün karşılığını mükâfat olarak veren
|
şâkirun
|
: şakir, şükrün karşılığını mükâfat olarak veren
|
şâkirûne
|
: şükredenler
|
sâkıtan
|
: düşen
|
şakıyyen
|
: şâkî
|
şakıyyun
|
: şâkîdir (bedbaht) (cehennemde kalacaklar)
|
şakkan
|
: yararak, yarışla, öyle bir yarışla
|
sakket
|
: vurarak
|
sâkkû
|
: ayrılık çıkardılar, muhalefet ettiler
|
salaha
|
: salih oldu, salâha ulaştı
|
salâte-hu
|
: salatını, namazını, duasını
|
salâti
|
: namaz
|
salâti
|
: namaz
|
salâti-him
|
: onların namazları, namazları
|
salavâti-him
|
: onların namazları
|
salâvâtun
|
: salâvât
|
salden
|
: sert, çorak, verimsiz kaya halinde
|
sâli
|
: yaslanan, giren
|
sâlihan
|
: nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi
|
sâlihan
|
: salih amel, nefsi ıslâh edici amel
|
sâlihan
|
: salih amel, nefs tezkiyesi
|
sâlihayni
|
: iki salih kul
|
sâlihîne
|
: salihler
|
sâlihun
|
: Salih
|
sâlisin
|
: üçüncü
|
sallâ
|
: namaz kıldı
|
sallû
|
: salat edin
|
sallû-hu
|
: onu (ateşe) yaslayın, atın
|
salsâlin
|
: toprak (inorganik maddeler) ve su karışımından meydana gelmiş, zamanla sıcakta suyu uçup kurumuş ve içinde havanın dolaşabileceği, sese dönüşebileceği boşluk olan cisim (Al-i İmran-59, Rahmân-14)
|
salsâlin
|
: inorganik halden, organik hale dönüşmüş nemli toprak
|
sâlû
|
: yaslananlar, girenler
|
sâlû
|
: atılacak olanlar
|
sâmidûne
|
: gafletle eğlenceye dalanlar
|
şâmihâtin
|
: yüksek
|
sâmiran
|
: gece toplanıp görüşenler
|
san'ate
|
: sanat, yapmak
|
sanaû
|
: onların yaptığı
|
sanaû
|
: yaptılar
|
şânie-ke
|
: sana buğzetti
|
sâniye ıtfi-hî
|
: ona yan çizer, kibirlenip onu eğip büker
|
sar'â
|
: yere serilmiş
|
şarâben
|
: içecekler, şaraplar
|
şarâbun
|
: içilen şey
|
şarâbun
|
: içecek
|
sarafe-kum
|
: sizi geri çevirdi
|
sarfan
|
: uzaklaştırmak
|
sarhan
|
: kule, yüksek kule
|
sarhun
|
: bir köşk
|
şâribûne
|
: içecek olanlar
|
şâribûne
|
: içeceksiniz
|
sârikûne
|
: hırsızlar
|
sârımîne
|
: devşiriciler, devşirecek olanlar
|
şarkıyyen
|
: şark (doğu) tarafı
|
sarrafnâ
|
: anlattık, açıkladık
|
sarraf-nâ
|
: biz (tekrar tekrar) açıkladık
|
sarrafnâ-hu
|
: onu paylaştırdık, açıkladık
|
sarsaran
|
: şiddetli sesle gelen soğuk fırtına
|
sarsaren
|
: kulaklarını patlatan
|
sarsarin
|
: kasıp kavuran çok gürültülü dondurucu rüzgâr
|
şâtıı el vâdi
|
: vadi tarafı
|
şatra
|
: yön, taraf
|
şatra-hu
|
: onun tarafına, o tarafa
|
saûden
|
: ateşten dağ, sarp yokuş
|
sâvâ
|
: müsavi, aynı seviye
|
savâffe
|
: saf halinde duranlar
|
savâmıu
|
: (rahiplerin) mabetleri, manastırlar
|
sâviyen
|
: yerleşen, ikâmet eden, uzun süre kalan
|
savmen
|
: oruç (konuşmama orucu)
|
savti
|
: ses
|
sa'ye-hâ
|
: onun çalışması
|
sa'yehu
|
: onun emeği
|
sa'ye-kum
|
: sizin çalışmalarınız, sizin çabalarınız
|
sa'yen
|
: koşarak
|
sayhaten
|
: bir sayha, şiddetli ses dalgası
|
sa'yu-hum
|
: onların çabası, onların çalışması
|
sa'yu-kum
|
: sizin çabalarınız
|
se
|
: yakında, olacak
|
se âtî-kum
|
: size getireceğim
|
se estagfiru
|
: mağfiret dileyeceğim
|
se etlû
|
: tilâvet edeceğim, okuyacağım
|
se nefrugu
|
: yakında ilgileneceğiz
|
se nektubu
|
: biz yazacağız (yazıyoruz)
|
se neşuddu
|
: kuvvetlendireceğiz, arttıracağız
|
se nudhilu-hum
|
: onları dahil edeceğiz, koyacağız
|
se nudhılu-hum
|
: yakında onları dahil edeceğiz, koyacağız
|
se nuîdu-hâ
|
: onu döndüreceğiz
|
se nulkî
|
: biz salacağız (vereceğiz)
|
se numettiu-hum
|
: onları metalandıracağız, faydalandıracağız
|
se nurâvidu
|
: isteyeceğiz, istemeye çalışacağız
|
se nurî-him
|
: onlara göstereceğiz
|
se nu'tî-him
|
: ileride, yakında onlara vereceğiz
|
se tecidûne
|
: siz bulacaksınız
|
se tecidu-ni
|
: beni bulacaksın
|
se tezkurûne
|
: yakında zikredeceksiniz, hatırlayacaksınız
|
se tezkurûne-hunne
|
: onları zikredeceğinizi, hatırlayacağınızı
|
se tezkurûne-hunne
|
: onları zikredeceğinizi, hatırlayacağınızı
|
se- tubsıru
|
: göreceksin
|
se tuglebûne
|
: yakında yenileceksiniz
|
se unebbiu ke
|
: sana haber vereceğim
|
se- uslî-hi
|
: yakında onu sürükleyip yaslayacağım, atacağım
|
se yaglibûne
|
: gâlip gelecekler
|
se yahşuru-hum
|
: onları yakında haşr edecek, toplayacak
|
se ya'lemûne
|
: yakında bilecekler, öğrenecekler
|
se yec'alu
|
: kılacak, verecek
|
se yedhulûne
|
: dahil olacaklar, girecekler
|
se yekfî-ke-hum
|
: onlara karşı sana kâfidir
|
se yekfurûne
|
: inkâr edecekler
|
se yekûlûne
|
: diyecekler
|
se yudhılu-hum
|
: onları dahil edecek, koyacak
|
se yuhzemu
|
: hezimete uğratılacak
|
se yusîbu-hum
|
: onlara isabet edecek
|
se yutavvekûne
|
: boyunlarına dolanacak
|
se yu'tî-hi
|
: ona verilecek
|
seâ
|
: çalıştı
|
şeâire allâhi
|
: Allah'ın şiarları, emirleri, farzları
|
şeâirillâhi (şeâiri allâhi)
|
: Allah'ın nişaneleri, alâmetleri, işaret ettiği yerler
|
şeâirillâhi (şeâiri allâhi)
|
: Allah'ın nişaneleri, alâmetleri, işaret ettiği yerler
|
seaten
|
: genişlik, bolluk
|
seatin
|
: genişlik, bolluk, geniş imkânlar
|
seav
|
: çalıştı, çaba harcadı
|
se-âvî
|
: ben sığınacağım
|
seb'a
|
: yedi (adet)
|
sebaka
|
: geçti
|
seb'an
|
: yedi, yedili
|
seb'an
|
: yedi (7)
|
seb'atu
|
: yedi (7) adet
|
seb'atun
|
: yedi
|
sebbeha
|
: tesbih etti
|
sebbih
|
: tesbih et
|
sebbih(ı)
|
: tespih et
|
sebeben
|
: sebep, vesile
|
sebeben
|
: bir sebep
|
sebeka
|
: geçti
|
sebeka-kum
|
: sizden önce geçmiş olanlar
|
sebekat
|
: geçti (daha önce oldu)
|
sebekû-nâ
|
: bizi geçtiler, bizden önce geçtiler
|
sebhan
|
: (geçim) meşguliyeti, önemli işler
|
sebhan
|
: yüzerek, akarak giden
|
seb'ı
|
: yedi (adet)
|
sebîle
|
: yol
|
sebîle er reşâdi
|
: irşad yolu
|
sebîle-hu
|
: kendi yolunu
|
sebîle-ke
|
: senin yolun (Sıratı Mustakîm, sana ulaştıran yol)
|
sebîlen
|
: sebîl, yol
|
sebîle-nâ
|
: bizim yolumuz
|
sebîli
|
: yol
|
sebîlî
|
: sebîl, yol
|
sebîli allâhi
|
: Allah'ın yolu
|
sebîli allâhi
|
: Allah'ın yolundan
|
sebîli-hi
|
: onun yolu
|
sebîlillâhi (sebîli allâhi)
|
: Allah'ın yolu
|
sebîlillâhi (sebîli allâhi)
|
: Allah'ın yolu
|
sebîlin
|
: yol
|
sebîlin
|
: bir yol
|
sebîlun
|
: bir yol, sorumluluk
|
sebkan
|
: yarışarak
|
seb'un
|
: yedi (adet)
|
seb'un
|
: yedi (7)
|
seb'ûne
|
: 70
|
secâ
|
: zifiri karanlık çöktü (gecenin karanlığının en derin, en sessiz zamanı)
|
seccâcen
|
: dökülen, şarıl şarıl akan
|
secede
|
: secde etti
|
secedû
|
: secde ettiler
|
şecera
|
: çekiştiler
|