Eylül 2016 İstanbul/Türkiye


Kaynakça Cebecioğlu, Ethem, “Hoca Ahmed Yesevî”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakül-



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə50/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   59

Kaynakça

Cebecioğlu, Ethem, “Hoca Ahmed Yesevî”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakül-



tesi Dergisi, Ankara 1993, c. XXXIV, ss. 87-132.

Demirci, Mehmet, Türkistan Notları -Yesevî Diyârında 6 Ay-, Kubbealtı Neşri-

yatı, Istanbul 1996.

Hoca  Ahmed  Yesevî,  Divan-ı  Hikmet,  Haz:  Hayati  Bice,  Türkiye  Diyanet  Vakfı 

Yayınları, Ankara, 2015.

Kartal,  Abdullah,  “Çağdaş  Araştırmalarda  Tasavvufun  Kavramsal  Sorunları:  Bir 

Ilmi Kendi Metinleri Bağlamında Anlamak”, I. İslami İlimlerde Terminoloji Sorunu 

Sempozyumu, Ankara, 2006, ss. 549-566.

Konur, Himmet, “Makamlar ve Haller”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sa: IX, 

Izmir 1995, ss. 319-328.

Köprülü,  Fuat,  Türk  Edebiyatında  İlk  Mutasavvıflar,  DIB  Yayınları,  Ankara 

1991. 

Kur’an-ı Kerim



Özköse, Kadir, “Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet”, Tasavvuf İlmî ve Akademik 

Araştırma Dergisi, sayı: 16, (yıl: 2006), ss. 293-312.

Şener, H. Ibrahim, “Yesevî Hikmetlerinin Kaynağı Olarak Âyetler Üzerine Bir De-

ğerlendirme”, Yesevîlik Bilgisi, (Haz: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatçı), MEB Yayınları, 

Ankara 2000, ss. 199-210.

Tahralı,  Mustafa,  “Ahmed  Yesevî’nin  Divan-ı  Hikmetinde  Dinî-Tasavvufi  Unsur-

lar”,  Yesevîlik  Bilgisi,  (Haz:  Cemâl  Kurnaz-Mustafa  Tatçı),  MEB  Yayınları,  Ankara 

2000 ss. 186-198.

Tatçı,  Mustafa,  “Ahmed  Yesevî,  Hacı  Bektâş-ı  Velî  ve  Yunus  Emre’de  Dört  Kapı 

Kırk Makam”, Yesevîlik Bilgisi, (Haz: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatçı), MEB Yayınları, 

Ankara 2000, ss. 303-310.

Uludağ, SüleymanDört Kapı Kırk Eşik, Dergâh Yayınları, Istanbul 2009.


Ahmet Yesevi (Ö. 1166) Düşüncesinde  

Ahlak Felsefesinin Temel Kavramları



İbrahim MARAŞ

*

Islam öncesi ve Islâmî dönem Türk düşüncesinin en önemli ortak yanla-

rından birisi ahlâkî ilkelerdir. Ciddi bir toplumsal yapı kurmanın ve bunun 

devamlılığını sağlamanın en önemli yolu ahlâkî normların topluma yerleşmiş 

olmasıdır. Islam öncesi Türk toplumunda ahlâkî kurallar töreyle, yani ilâhî 

bir kaynakla ilişkilendirilmiştir. Bu ilahi veya metafizik kaynak, ahlâkî norm-

ların  ya  da  Türk’ün  töresinin,  bizim  anladığımız  manada  gelenek,  görenek 

veya uylaşım dediğimiz daha yerel bir çizginin ötesinde evrensel karakterini 

ortaya  koymaktadır.  Işte  bu  yüzdendir;  birey,  toplum,  devlet  ve  kut  sahibi 

yönetici tarafından oluşturulacak yeryüzü nizamı (sonraki dönemde nizam-ı 

âlem), sağlamış olduğu bu ahlâkî nizamla bir bakıma erdemli yöneticiye da-

yalı erdemli bir devleti de meydana getirecektir. Söz konusu erdemli devletin 

kurucu unsuru olan ve özellikle de yöneticisinde bulunması gereken temel 

ahlâkî erdemlerden ilki; insanın, kendisinin, toplumun ve hayatın manasını 

hakiki bir şekilde anlamasını sağlayan aklî, gerçekçi bakış açısına sahip ol-

masıdır. Ikincisi, insanın insan olarak yaşamasını sağlayan ve özellikle onun 

istek ve arzularında ifrat ve tefrit arasında orta yolu tutmasına imkân veren 

iffet olgusudur. Üçüncüsü, insanı hayvan cinsinden ayıran ve onu yekdiğerini 

düşünebilen merhamet sahibi canlı yapan, aynı zamanda onu dimdik ayakta 

durdurmakla kalmayıp haksızlıklar karşısında da göz kırpmadan mücadeleye 

yönlendiren  cesaret,  yiğitlik  ve  kahramanlık  olgusudur.  Nihayet  dördüncü-

sü ve sonuncusu, ilk üç ilkenin de toplumsal hayata intibakını sağlayan ve 

toplumsal hayatın temeli olan adalet ilkesidir. Dünya ve öteki dünya denge-

sini kurmuş olan Türk toplumunun, kısa zamanda büyük topluluklar halinde 

*

  Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Ilahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğretim 



Üyesi, ibrahimmaras@gmail.com

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 569


Islâmî hayata uyum sağlamasının arkasında yatan sebep de budur. Meşhur 

Mutezilî bilgin Cahız (ö. 869)’ın henüz Türklerin kalabalık gruplar halinde 

Müslüman olmadan önce oldukça erken bir tarihte yazdığı eserde aktardığı 

kayıtlar ve Göktürk (Orhun) yazıtlarındaki ifadeler bunun en bariz gösterge-

leridir. 

Cahız (ö. 869)’ın, eserinde, Islam’ı kabul etmeden hemen önceki dönem-

deki Türkler; vatan sevgisi, sözünde durma, vefa, insaf, anlayış, ağırbaşlılık, 

edep, cesaret, kahramanlık, cömertlik, adalet, yaltaklıktan ve ikiyüzlülükten 

hoşlanmama, riyadan uzak durma, büyüklenmeme, alçak gönüllülük, misa-

firperver olma, gayrı meşru ilişkiden nefret etme vb. birçok erdemlerle va-

sıflandırılmaktadır

1

.  Yine  Göktürk  (Orhun)  yazıtlarında  Türk  kağanlarının 



bilgili (bilge, hakim), cesur, adaletli, ilkeli olmasından bahsedilmekte ve böy-

le  erdemli  olduğu  için  milletinin  de  erdemli  olduğu  kaydedilmektedir.  Illi, 

töreli, Tanrı’dan kut almış olan bu “bilge” kağanlar, Tanrı tarafından seçilmiş 

yarı Tanrı insanlar değil, bilakis Tanrı nizamını ve dolayısıyla evrensel ahlâkî 

değerleri yaydıkları ve toplumu ve dünyayı mutlu kıldıkları için Tanrı’ya bağ-

lanmışlardır

2

.

Yukarıdaki kısa izahlardan anlaşılacağı üzere Türk düşünürlerinin ilk Is-



lâmî eserlerinin tasavvufî ve felsefî olmakla birlikte yoğun ahlâkî ve toplum-

sal  içerikli  olması  ve  bu  ahlâkî  eserlerin  çoğunun  Türkçe  kaleme  alınması 

oldukça dikkate değerdir. Tarihsel süreçte Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i, 

Edip  Ahmet  Yüknekî’nin  Atabetü’l-Hakayık’ı,  Ahmet  Yesevî’nin  Divân-ı  Hik-



met’i ve Sufi Danişmend’in Mir’atü’l-Kulûb adlı eseri başta olmak üzere ahlâk 

felsefesini ele alan yüzlerce mensur ve manzum eser yazılmıştır. Bunlar ara-

sında Arapça olarak yazan ve yine erdemli devlet ve erdemli toplum üzerinde 

duran Fârâbî, Ibn Sina vb. büyük Türk düşünürlerini de sayabiliriz. Bu sayı-

lanlar arasında; hem yazdığı Türkçe manzum hikmetler ve diğer çalışmalar, 

hem yetiştirdiği alperenler hem de hikmetlerinin ulaştığı coğrafyanın genişli-

ği açısından en dikkat çekici olanlardan birisi, Türkistan’ın Pîri Hoca Ahmet 

Yesevi’dir.

Hoca Ahmet Yesevi, gerek hikmetlerinde gerekse diğer eserlerinde Islam 

ahlâk felsefesinin teorik (felsefî) ve pratik (amelî) diyebileceğimiz iki yönü 

1

  Bkz. Câhız, (2002), Türklerin Faziletleri-Fezâilü’l-Etrâk, Haz. ve Terc. Ramazan Şeşen, ISAR Yay., 



Istanbul 2002, s. 53-114.

2

  Bkz. Orhun Âbideleri, Çev. Muharrem Ergin, Ist. 2003.



570  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

üzerinde de durmuş ve teorik ahlâkın temel unsurlarını ve en ağır konularını, 

kavramlarını büyük bir incelik ve ustalıkla işlemiştir. Ahmet Yesevi, ahlâkın 

tanımı, kaynağı, ilkeleri, söz konusu ilkelerin bilinmesi, hayata tatbiki ve bir-

birleriyle ilişkileri, ahlâkî hürriyet, sorumluluk ve sorumluluğun temellendi-

rilmesi, erdemli birey ve erdemli toplumun oluşturulabilmesi için yapılması 

gerekenler, ideal ahlâkı kendinde yaşatan ariflerin toplumsal sorumlulukları, 

toplumsal  erdemsizlikler  vb.  konularda  birçok  fikirler  ileri  sürmüştür.  Biz 

burada Hoca Ahmet Yesevi’nin ahlâk anlayışını onun kullandığı bazı temel 

ahlâkî kavramlar etrafında incelemeye çalışacağız.

Türk Islam ahlâkının en önemli simalarından olan Hoca Ahmet Yesevi, 12. 

asırdan başlayarak Türk dünyasının her tarafında ve Balkanlarda düşünceleri, 

hikmetleri ve bilhassa Türkçeyi din dili olarak yaygınlaştırmasıyla etkili ol-

muş, en ağır ahlâkî, felsefî ve tasavvufî konuları sade bir dille anlatabilmeyi 

başarmıştır. Türkçe olarak kaleme alınan anlaşılması kolay manzum hikmet-

leri dilden dile dolaşmış ve ezberlenmiştir. Onun “hikmet”lerinin ne zaman 

toplandığı bilinmemekle beraber, el yazmaları halinde elden ele, dilden dile 

dolaşmış ve sonraları Divan-ı Hikmet ismiyle defalarca basılmıştır. Bu incele-

memizde, henüz tahkikli bir neşrinin maalesef elimizde olmadığı Divan-ı Hik-



met’in Hayati Bice tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 

basılan 6. baskısı (Ankara 2010) ile editörlüğünü Mustafa Tatçı’nın yaptığı 

Hoca  Ahmet  Yesevi  Uluslar  Arası  Türk-Kazak  Üniversitesi  yayımı  (Ankara 

2016) olan baskıyı kullandık. Ancak bu ikinci nüsha da yine Hayati Bice’nin 

Türkçeleştirmesi ile basılmıştır. Bu arada şunu da öğrenmiş bulunmaktayız 

ki, Divan-ı Hikmet’in istinsah tarihi ve müstensihi belli şimdiye kadar bilinen 

en eski nüshası (H. 1061/M. 1650) olan Mısır nüshası Mehmet Mahur Tulum 

tarafından filolojik bir şekilde hazırlanmış ve baskıya hazır hale getirilmiştir. 

Döneminde çok iyi bir eğitim almış olan Hoca Ahmet Yesevî, felsefî, ah-

lâkî, tasavvufî ve kelâmî konuları herkesin anlayacağı bir üslûpla dillendirmiş 

ve adeta bütün zamanlara bir gönül köprüsü kurmuştur. Ahmet Yesevî, Islam 

dininin ve tasavvufun ahlâk temelli öğretiminde önde gelen isimlerinden ol-

muştur. Onun ahlak anlayışında en çok üzerinde durduğu kavram, muhabbet 

ve aşk kavramlarıdır. O, söz konusu bu iki kavramı, öncelikle var oluşun kay-

nağı olarak görmektedir. Şu hikmet bunu açıkça göstermektedir:


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 571


“Allah söyledi: “Rahmetimden aşkı yarattım”,

Onun için aşıkları çok ağlattım, 

Dert ve bela, mihnetlere bel bağlattım,

Belim bağlayıp aşk yolunda ölmeyim mi?”

3

Hoca Ahmet Yesevi, Allah aşkını, klasik Islam düşüncesinde olduğu gibi,  



insan hayatının ve ahlakın temeline koyarak hareket etmekte ve yaratılan her 

şeye Yaratan’dan ötürü aynı muhabbet ve aşkla bakma tavrını benimsemek-

tedir. Kâfir dahi olsa onu incitmenin yanlışlığını vurgulayan Yesevi’ye göre 

bir insanda eğer can, kalp varsa muhabbet ve aşk da olmak zorundadır, aksi 

takdirde bu kişilerde kalbin varlığından söz edilemez. Dolayısıyla kelimenin 

tam manasıyla insan olmak, muhabbet sahibi olmak demektir. Kendisinden 

önceki Islam filozoflarından Ibn Miskeveyh’in insanın bir ünsiyet varlığı ol-

masına  yaptığı  vurguyu

4

  adeta  devam  ettiren  Yesevi,  bunu  bir  hikmetinde 



şöyle ifade etmektedir:

“Muhabbetin şarabından tatmayanlar,

Bayezid gibi her gün özünü satmayanlar,

Bu dünyanın izzetinden geçmeyenler,

Hayvandırlar, belki ondan beter dostlar.”

5

Hoca Ahmet Yesevi hikmetlerinde en sık geçen kavramlardan olan muhab-



bet ve aşk, çeşitli şekillerde yeni kavramlar halinde de kullanılmıştır. Meselâ, 

muhabbet  câmı  (muhabbet  şarabı)

6

,  muhabbet  davası  (sözde  muhabbet)



7

muhabbet deryası



8

, muhabbet (aşk) ateşi

9

 ve aşk dükkanı



10

 vb. Bütün bu kav-

ramlar aşk ve muhabbet kavramının önemini ve derinliğini ifade etmek için 

çeşitlendirilmiştir. 

3

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, ed. Mustafa Tatçı, Hoca Ahmet Yesevi Uluslar Arası Türk-



Kazak Üniversitesi Yay., Ankara 2016, s. 360.

4

  Ibn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, Çev. A. Şener-I. Kayaoğlu-C. Tunç, Ankara 1983, s. 120-



124. 

5

  Hoca Ahmet YeseviDivan-ı Hikmet, s. 176.



6

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 202, 293, 302.

7

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 242.



8

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 246, 251, 265.

9

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 76, 270, 299.



10

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 52, 57.



572  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Ahlâkın aşk ile temellendirilmesi önemli bir konudur. Başta Fârâbî, Ibn 

Sina ve Ibn Miskeveyh olmak üzere birçok filozof, aşkın varoluşsal bir ger-

çeklik olduğunu savunmuşlar ve Allah aşkının ahlâkın yegâne temeli oldu-

ğunu, gerçek haz ve mutluluğun zirvesine ancak O’na duyulan aşk ile ulaşı-

labileceğini iddia etmişlerdir. Çünkü filozoflar açısından Allah, hem Aşk’ın 

kendisi, hem Âşık, hem de Maşuk’tur. Tıpkı Yesevi gibi, bunu göstermenin 

en iyi yolu dünya hayatında gerçekleştirilen erdemli hareketlerdir

11

. Aşk an-



cak böyle tecelli etmiş olacaktır. Aşk cevherini içinde iradi olarak taşıyan tek 

varlık olması hasebiyle insana büyük görev düşmektedir. Işte bu görev, güzel 

ahlâkın  tecellisidir.  Dolayısıyla  ahlâkın  hem  dünyevî  hem  de  metafizik  bir 

boyutu söz konusudur. Çağdaş düşünürlerimizden Hilmi Ziya Ülken de, aşk 

ahlâkı  üzerine  yazdığı  eserde,  aynı  doğrultuda:  “Sevgi  ahlâkı,  menfaate  ve 

tatmine köle olmayan, dıştan veya sırlardan gelen hiçbir emre boyun eğme-

yen, yalnız içten gelen mutlak emirlere, ruhun kudretine bağlı olan ahlâktır, 

insanlık ahlâkıdır.”

12

 demektedir. 



Yesevi’nin  “aşk”  ve  “muhabbet”  sahibi  “âşık”ını  daha  iyi  anlayabilmek 

için  bir  başka  kavrama  daha  bakmak  lazımdır.  Bu  kavram  “irfan”  ve  “ârif” 

kavramlarıdır. Bu kavram da Yesevi öncesi Islam düşüncesinde yerleşmiş bir 

kavramdır. Özellikle Ibn Sina, el-İşarat ve’t-Tenbihat’ta zahid, abid ve arif dere-

celerinden insani kemal dereceleri olarak bahsetmekte ve arif’i en üstte gör-

mektedir


13

. Yesevi’nin hikmetlerinde de aynı durum söz konusudur. Klasik 

tasavvuf teorisinde şeriat, tarikat ve hakikat veya marifet üçlemesinin üçün-

cüsüne denk gelen bu kavram, ahlâkî mükemmelliğe hem bilgi hem de amel 

açısından ulaşmış insan tipini temsil etmektedir. Şu hikmet bunu en güzel 

şekilde ifade etmektedir:

“Şeriattır aşıkların efsanesi,

Arif aşık tarikatın inci tanesi,

Nereye gitse Cananıdır, hem-hanesi(her an her yerde O’nunladır)

Bu sırları arş üstünde gördüm ben işte”

14

.

11



  Fazla  bilgi  için  bkz.  Hüseyin  Karaman,  “Islam  Ahlak  Filozofları”,  İslam  Ahlak  Esasları  ve 

Felsefesi, Ed. Müfit Selim Saruhan, Ankara 2013, s. 171-190.

12

  Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlakı, Ankara 1971, s. 72-73.



13

  Ibn  Sina,  el-İşârât  ve’t-Tenbihât,  Çev.  Ali  Durusoy-Muhittin  Macit-Ekrem  Demirli,  Istanbul 

2005, s. 182-190. 

14

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 75.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 573


Sadece yukarıdaki bu hikmet bile arifin şeriat ve tarikat mertebelerini aşan 

yapısına işaret etmektedir. Yesevi bununla da kalmamakta abid ve zahid, ba-

zen de alim derecelerine yönelik eleştirilerde bulunmaktadır. Meselâ bunlar-

dan birinde, alimlerle ariflerin dini anlamadaki kıyaslaması verilmekte ve dini 

Arapça ve Arap kültürü merkezli anlayarak Türkçe’yi din dilinden dışlayan 

alimlere karşılık ariflerin gönül dilinin Türkçe’ye nasıl izin verdiğini açıkça 

savunmaktadır.

“Hoş görmemekte alimler sizin dediğiniz Türkçe’yi,

Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini,

Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur,

Manasına yetenler yere koyar börkünü...”

15

Bir başka örnekte zahid, abid ve aşık (arif) üçlemesini aynen Ibn Sina’daki 



sıralamayla veren Ahmet Yesevi, şöyle demektedir:“Zahid olma, abid olma, aşık 

ol/Mihnet cekip aşk yolunda sadık ol

16

. Yesevi, bu sözleriyle tıpkı Ibn Sina gibi, 



ahlâktaki en yüksek mertebenin amaçlanmasını, gerçek ahlâkî amelin, cenne-

ti kazanmak ve cehennemden kaçınmak da dahil, hiçbir maksat gütmeksizin, 

sadece ve sadece, aynı zamanda O’nun bir sıfatı da olan, iyilikleri ve güzellik-

leri yeryüzünde gerçekleştirmekle gerçekleşeceğini savunmaktadır. O halde 

Yesevi için arif, istediği her şeyi O’nun için ister. Çünkü arif, Allah’ın zatının 

yüceliğini, güzelliğini fark etmiş, hatta bunu fark etmekle de kalmamış yer-

yüzündeki erdemlerin bir beklenti ve korkudan uzak bir şekilde yalnızca aşkla 

ve sadece erdem ve güzellik olduğu için yapılması gerektiğinin farkına var-

mıştır. Arif olmayan zahid ve ariflerin zühdü ve ibadeti ise, ona göre herhangi 

bir mükafaat, beklenti veya korku, ceza kaygısıyladır. Burada şunu da söyle-

mek mutlaka gereklidir ki, arif, aynı zamanda zahid ve abiddir. Yesevi’nin şu 

beyitleri çok açık bir şekilde söz konusu görüşleri izah etmektedir:

“Zahid kullar takva eyleyip namaz kılar,

Nasib eylese orada varıp huriler kucaklar,

Aşık kullar Mansur gibi candan geçer,

Kurban olur darağacı üstünde canan için.

Haramdır aşıklara başkası Huda’dan,

15

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 169.



16

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 279.



574  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Hatadır taleb eylese her iki cihan.

Muhabbetsiz taatların heves rüzgarı,

Mağrur olma dünya, ukba, rıdvan için.”

17

Aşık ve arif kavramlarının aynı manada kullanıldığı hikmetlere dikkatlice 



bakıldığında ahlâkî epistemolojinin izlerine de çok rahat rastlayabiliriz. Yese-

vi, Hallac-ı Mansur’un “Ene’l-Hak” sözünü yorumladığı uzun bir hikmetinin 

sonunda Hallac-ı Mansur’un bu sözünün anlaşılabilmesi için “Hakke’l-Yakîn” 

denilen  en  üst  bilgi  düzeyine  erişmek  gerektiğinden  söz  etmekte  ve  gözle 

görerek  bilmek  diyebileceğimiz  duyusal  bilgiyi  (ayne’l-yakin)  en  alt  sıraya, 

burhanî bilgi diyebileceğimiz aklî bilgiyi (ilme’l-yakîn) onun üstüne ve niha-

yet yine aklî bilginin bir derecesi olarak görebileceğimiz irfanî bilgiyi en üst 

dereceye koymaktadır:

“Kul Hoca Ahmed Hakk sözünü söyleyip geçti,

Aynel-yakin tarikatta bozlayıp (göz yaşı dökerek) geçti,

İlmel-yakin Şeriatı közleyip (yakıp) geçti,

Hakkel-yakin hakikatından söyledim ben işte.”

18

Hoca Ahmet Yesevi’nin aşk kavramıyla ilgili olarak üzerinde durduğu bir 



diğer konu da aşksızlık veya sözde aşk, yani yalan aşk kavramıdır. Insanın bir 

aşk varlığı olduğunu defalarca dile getiren Yesevi, “Aşksızların hem canı yok, 



hem imanı”

19

, “Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın / Aşksız insan hayvan cinsi, 



bunu dinleyin

20

 ve “Aşksız kişi insan değildir anlasanız / Muhabbetsizler şeytan kav-



mi dinleseniz, Aşktan başka sözü eğer söyleseniz / Elinizden iman-İslam gitti olmalı.” 

diyerek ilahi aşkın manasını yeterince özümseyemeyen sahte âşıkların insanî 

nefs mertebesine eremediklerini ve dinlerini üç beş kuruşa sattıklarını, yani 

sağlam bir din anlayışına sahip olamayacaklarını da vurgulamaktadır: 

“Heveskarlar aşıkım deyip, yolda kalan;

Dinlerini değersiz pula satar dostlar.”

21

17

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 286; ayrıca bkz. s. 132, 172, 215, 217, 306, .



18

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 74.

19

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 189.



20

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 144

21

  Aynı yer.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 575


Zorlamaya  dayalı,  şekli  bir  dindarlığın  tam  karşısında  yer  alan  Yesevî, 

adeta bir sosyolog gibi, yarı göçebe bir toplum halinde yaşayan Türklere en 

uygun bir dille, hikmet denilen Türkçe şiirlerle, hitap ederek onları erdemli 

olmaya çağırmaktadır. O hikmetlerinin, “defter-i sâni”nin, yani onun hikmet-

lerinin veya hikmetlerinden oluşan Divan-ı Hikmet’inin Kur’an’ın özü olduğu-

nu da açıkça ifade etmektedir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, o şekilci 

hukukçulara karşı olduğu gibi, şekilci olmadıklarını iddia ederek kendilerini 

sufi diye adlandıran ama gerçekte sufilik özentisinden ve bir başka şekilcilik 

tarzından öteye gidemeyen kişilere de karşıdır. Onun için bazı hikmetlerinde 

aynen şöyle demektedir:

“Ey gönül işledin günah asla pişman olmadın

Sufiyim deyip laf edip yarin talibi olmadın (gerçek dostun isteklisi olmadın)

Yazık ömrün geçti bir an giryan olmadın (Allah için ağlamadın)

Sufi-nakş oldun veli, asla Müslüman olmadın”

22

 

Hoca Ahmet Yesevi’nin ahlâk anlayışında insana verdiği değer ve kâmil 



insan anlayışı öne çıkmaktadır. “Yetmiş iki millete bir gözle bakmak” şeklin-

de ifadesini bulan anlayış, kendisinden sonra da onun yolundan giden Yunus 

Emre, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Hacı Bayram Veli gibi pek çok düşünüre il-

ham vermiştir

23

. Onun hikmetlerinde ve ondan nakledilen rivayetlerde en çok 



göze çarpan bir husus da insanın gelişim merhaleleridir. Ona göre bir insan, 

eğer gerçek anlamda insan, yani erdemli bir insan olmak istiyorsa önce kalb-i 

selim sahibi olmalıdır. Kalb-i selim sahibi olmak ise kolayca gerçekleşebilecek 

bir husus değildir. Bunun için dört deryadan, okyanustan geçmek gereklidir. 

Yesevî, okyanus geçme olayını gemi örneğiyle anlatmaya çalışmaktadır. Buna 

göre söz konusu deryaların ilki, dünya deryası, bunu geçebilecek gemi zühd 

gemisi, yoldaki yiyeceği ise kanaattir. Bu yolculuğun bilgisinin veya rehberi-

nin horlanıp küçümsenmek ve nihayet gemiyi demir atacak bir yere götüren 

şeyin de sabır olduğu açıklanmaktadır. Yesevî’nin ikinci olarak zikrettiği mer-

22

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 240. 



23

  Yesevi’nin bu konudaki bir hikmetinde şöyle geçmektedir: 



“Sünnet imiş, kafir de olsa, verme zarar,

Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikayetçi,

Allah şahid, öyle kula “Siccin” hazır,

Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte”. Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 46.

576  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

tebe halk deryasıdır, bu deryanın gemisi ümidi kesmek ve uzlet, gemiyi sakin 

bir limana götüren şey de halkın boş işlerinden ayrılıktır ve nihayeti halvettir. 

Üçüncü mertebe şeytan deryasıdır ki, bunun da gemisi zikir, yiyeceği tesbih, 

demir atacak yeri korku ve ümit ve nihayeti muhabbettir. Yesevî’nin dördün-

cü ve son aşama olarak zikrettiği derya, nefs deryasıdır. Bu deryanın da ge-

misi açlık ve susuzluk, yiyeceği aşk, demir atma yeri zevk ve nihayeti şevktir. 

Işte bütün bu mertebeleri geçtikten sonra, yani insan olma özelliğinin farkına 

vardıktan sonra tarikat yoluna girilebileceğini belirten Yesevî, bunlarsız sufî 

olmaya çalışmanın ahmaklık olduğunu da söylemektedir

24

.



Yukarıda bilgilerin tam karşılığı hikmetlerde de tekrarlanmaktadır. Burada 

özellikle üzerinde durmamız gereken kavram nefs ve can kavramlarıdır. Bu 

iki kavramı aynı manada kullanan Ahmet Yesevi, insani nefsin klasik ahlâk 

düşüncesindeki tanımında yer alan güçlerine atıfta bulunarak arzu (şehvet), 

öfke  (gazap)  ve  akıl  (hikmet)  güçlerinden  bahsetmektedir.  Onun  hikmet-

lerinde  sık  sık  köpek  nefis,  kafir  nefis  gibi  nitelemeler  kullanılmaktadır

25



Bunun dışında nefsin kötülüğe meyyal olan kısmı için “heva” kavramına da 



yer veren Yesevi, çoğunlukla bu manadaki nefsi heva ile birlikte kullanmakta-

dır


26

. Nefsin erdemsizliklerini hevaya bağlayan Yesevi, hevayla birlikte; hırs, 

men-menlik (bencillik, benliğini öne çıkarma), benlik, tekebbür ve riya gibi 

erdemsizlikleri bir arada sıralamaktadır.

Klasik  Islam  düşüncesinde  yer  alan  “ölmeden  önce  ölmek”

  27


  anlayışı 

onda da yer almakta ve bir bakıma arzu ve öfke güçlerinin akıl gücü tarafın-

dan kontrol altına alınmasından bahsedilmektedir. Onun yukarıda bahsetti-

ğimiz derya geçme benzetmesi de bunu anlatmaktadır. Bir hikmetinde bunu 

daha  açıklıkla  ifade  eden  Yesevi,  arifliğe  ya  da  bir  başka  deyişle  hakimliğe 

açılan kapının arzu ve öfke gücünü akıl gücünün emrine vermekten geçtiğini 

vurgulamaktadır:

24

  Necdet  Tosun,  “Yesevîliğin  Ilk  Dönemine  Ait  Bir  Risâle:  Mir’âtü’l  Kulûb”,  (1  997),  İLAM 



Araştırma Dergisi, c. II, sayı: 2, s. 41-86.

25

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 60, 140, 160, 163, 180, 238, 245, 301, 304



26

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 59, 78, 83, 89, 126, 140, 160, 234, 235, 245, 256, 259. 

Meselâ, bir hikmetinde, “nefs ve heva azdı, yorulup kaldım” derken, bir diğerinde “hırs, heva, 

nefs yolunu bırakmak gerek” ifadesini kullanmaktadır.

27

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 63, 66, 204, 278.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 577


“Otuz üçte saki olup mey paylaştırdım,

Şarap kadehini ele alıp doyasıya içtim,

Ordu hazırlayıp şeytan ile ben vuruştum,

Allah’a hamdolsun, iki nefsim öldü dostlar.”

28

Yukarıdaki hikmette geçen iki nefs tabirinden iki nefs bulunduğu fikri çı-



karılmamalıdır. Çünkü Islam düşüncesinde nefs, insanî nefs söz konusu ol-

duğunda ne maddidir, ne de tam olarak melekîdir. Melekî nefisle ortak yanı 

aklî olması, hayvanî ve bitkisel nefisle ortak yanı da istek ve öfke gücünün 

bulunmasıdır. Insan bu yönüyle madde ve manayı özünde birleştiren çift ku-

tuplu bir varlıktır. Aslolan metafizikî yanı olduğuna göre insan, Yesevilik dü-

şüncesinde ilahi bir varlıktır. 

Hoca Ahmet Yesevi, nefs kavramıyla aynı manada can kavramını da kullan-

maktadır


29

. Ancak zaman zaman can kavramını filozofların nefs-i natıka’sın-

da olduğu gibi aklî nefs manasında da kullanmaktadır. Menakıbını anlattığı 

hikmetinde; altmış iki yaşına girdiğinde Allah’ın nurunun tecellisi sayesinde 

baştan ayağa gafletlerden kurtulduğunu, “can”ının, dilinin (gönlünün), aklı-

nın ve şuurunun Allah demeye başladığını belirtmektedir. Hikmetin hemen 

devamında 63 yaşında kendisine “yere gir! Ben senin (aynı anda) can ve Ca-

nan’ınım, canını ver” diye bir nida işittiğini söylemektedir

30

. Buradaki ben-



zetmede  candan  geçip  Canan’ı  (Canlar  Canı)  bulma,  yani  nefs-i  natıka’nın 

ilahi  kaynağının  bilincine  varma  hususu  zikredilmektedir.  Nefsin  olgunluk 

mertebelerini  aşmasını,  yani  nefsin  çeşitli  makamları  geçmesini  birtakım 

isimlerle  anan  Yesevi,  dört  makamdam  bahsetmektedir.  Buna  göre  ilk  ma-

kam nefsin kendi sıfatlarından sıyrıldığı yokluk makamı (La La mertebesinde 

olmak), ikincisi Allah’ın ismini zikrederek O’ndan başkasını tavsif etmemek 

(illa mertebesinde olmak), Üçüncüsü her şeyi O’na has kılmak (lillah merte-

besinde olmak), dördüncüsü kendi benliğinden geçip sadece O’nun varlığının 

bilincine ermektir (fenafillah mertebesinde olmak) ve nihayet beşincisi, fena-

fillah  makamında  kalabilmektir  (bekabillah  mertebesinde  olmak)

31

.  Nefsin 



bu  tevhid  mertebelerini  aşan  kişinin  kamil  insan  olabileceğine  işaret  eden 

Yesevi, ariflik ve marifet makamını da bu noktada kabul etmekte ve ahlâkî 

28

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 56.



29

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 49, 62, 120.

30

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 62-63.



31

  Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 49, 246.



578  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

erdemlerle donanmış bu kişinin yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu 

ve ahlâkın esas amacı olan Tanrı’ya benzemenin bu şekilde gerçekleşeceğini 

vurgulamaktadır:

“Nam ve nişan hic kalmadı, “La... La...” oldum;

Allah zikrini diye diye “...illa...” oldum;

Halis olup, muhlis olup “...lillah” oldum;

“Fenafillah” makamına gectim ben işte.”

32

Görüldüğü gibi Hoca Ahmet Yesevi, ahlâk felsefesinin pratik yönünü hik-



metlerinde devamlı olarak işleyen ve bunu yaparken de teorik ahlâk anlayı-

şına işaret eden kavramları sıklıkla kullanan önemli bir Türk düşünürüdür. 



Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin