lâyık olan hüsn-i sülûkünün devâm u terakkîsi ve aksi hâlâtın men‘ u ıslâhı” şek-
linde açıklanarak bütün tekke ve zaviyelerde şeriat ve tarikat âdabına göre
ıslah olunacak hususlar yine bu mecliste ele alınabildiği belirtiliyordu (13.
madde). Ayrıca, nizamnâmede zikredilen maddelerin üzerine ilavelerin
icap etmesi durumunda Şeyhülislamlık makamının yetkili olduğu belirtili-
yordu (14. madde). Aynı zamanda, Meşihat makamı meclisin azalarını hem
şahsen hem de sayı olarak belirleme yetkisine sahip kılınıyordu (17.
madde). Bununla beraber bir tekkenin şeyhlik makamına tayin olunacak
zevatın öncelikle vakfiye esaslarına göre belirlenebilmesi garanti altına
alınıyordu (15. madde). Son olarak, “cesim ve mühim maddeler zuhurunda”
ileri gelen şeyhlerden gerekli görülenler meclise çağrılabiliyor ve bu sayede
onların da görüşlerinin alınması sağlanıyordu (16. madde).
İ l k N i z a m n â m e n i n T a d i l E d i l m e s i
Nizamnâmenin son maddesinde de belirtildiği gibi meclis azalarının
sayı ve kimliklerinin tespiti Şeyhülislamlık makamına bırakılmıştı. Nite-
kim, yukarıda da ifade edildiği üzere belli zaman aralıklarında gerekli deği-
şiklikler icra edilmişti
38
. Ayrıca, meclisin kuruluşundan beş yıl sonra sadece
sorumluluk sahası taşrayı da kapsayacak şekilde genişletilmişti. Böylelikle,
taşrada bulunan tekkelerdeki meşihat değişikliklerinin ilk önce mecliste ele
alınması ve daha sonra Evkâf-ı Hümâyun Nezareti’ne mazbata olarak su-
nulması için zemin hazırlanmış oluyordu
39
.
1891 senesinde ilk nizamnâmenin tam anlamıyla ihtiyacı karşılama-
ması, bazı maddelerin açık hükümler ihtiva etmemesi ve uygulamada bu
yüzden görülen aksaklıklar “esbâb-ı mûcibe” olarak öne sürülerek mevcut
diği gibi Çelebi’nin atamalarına kolay kolay Şeyhülislam bile karışamamaktadır. Bu
durum Meclis-i Meşâyih Nizamnâmesinde dahi teminat altına alınmıştır ama meclise
iddia edildiği gibi tamamen değil fakat belli oranda yetki verilmiştir. İlerleyen yıllarda
bu mesele nasıl cereyan etmiştir? O, ayrı bir tartışma konusudur. Yukarıdaki iddianın
siyak ve sibakından kopuk olarak bir benzeri için bkz. Abdülbaki Gölpınarlı, Mev-
lana’dan Sonra Mevlevilik, İstanbul 1992, s. 247.
38
Bkz. 32 nolu dipnot.
39
BOA, Bab-ı Ali Evrak Odası Ayniyat Defteri (BEO.AYN.d), nr. 1077, s. 215, 8 Mayıs
1871 (17 Safer 1288).
T ü r k K ü l t ü r ü İ ncelemel eri D ergisi
55
nizamnâmede tadil yapılmasına karar verilmişti
40
. Örneğin, 5. madde “Tev-
cih-i Cihât Nizamı” tarafından fes edilmişti. 7. maddenin gereğinin tam
manasıyla yerine getirilememesi ve daha sonradan meclise imtihan yapma
yetkisi verildiği halde yine de ehil olmayan kişilerin şeyh olmalarına göz
yumulmuş olması gibi gerekçeler sunularak tadilatın gerekliliği açıklanmış
oluyordu. Bu tadil faaliyetinin genel olarak meclisin “mu‘amele-i dahili-
yesi”, yani iç işleyişi kapsamında tanımlandığı görülmekteydi.
Bu düzenleme ile, aslında meseleye verilen önem bir kez daha vurgu-
lanmış oluyordu. Nitekim, “turuk-i aliyyeye müte‘allik hususâtın selâmet-i
cereyânı hakikaten ehemm u elzem ve bu maksadın te’mîn u istihsali içün
meclisin medâr-ı icraâtı ta‘limâtın tevfîk-i muâmelede rehber-i savâb ol-
ması emr-i gayr-i mübhem olduğu” vurgulanmıştı. Bu noktada, yeni ni-
zamnâmenin doğru bir rehber olabilmesi için ilk nizamnâmeye kıyasla, bir
takım profesyonel düzenleme ve değişiklikler yapılması icap ediyordu.
Buna göre, ilk maddede meclisin bir nazır, bir reis ve yeterli miktar âzâ ile
birlikte bir kâtipten müteşekkil olduğu belirtiliyordu. İstanbul’da kurulan
meclisin bütün imparatorluk topraklarındaki tekkelerden sorumlu olduğu
açık bir şekilde ifade edilmiş oluyordu
41
(2. madde). Daha önceden çoğun-
luğa göre karar verilirken, yeni nizamnâmede de aynı durum söz konu-
suydu. Ancak, üyelerin eşit oranda oy beyan etmesi üzerine, kararın nazırın
bulunduğu tarafa göre verilmesi kararlaştırılıyordu (4. madde). Böylelikle,
son kararın devletin atamış olduğu bir memura göre şekilleneceği anlaşıl-
maktaydı.
Bu değişiklikten önemli ölçüde 5. madde etkilenmişti. Gerek “Tevcih-
i Cihât Nizamnâmesi”
42
gerekse meselenin ehemmiyeti üzerine 5-10. mad-
40
BOA, Şura-yı Devlet (ŞD), 2569/21, lef 3, 11 Şubat 1891 (2 Receb 1308). Burada genel
anlamıyla, tadilatın ilk nizamnâmenin devamı olduğu halde, ayrı ve geniş hükümle-
rinden dolayı ikinci nizamnâme olarak adlandırılmasında da bir beis olmasa gerektir.
41
Bu hususa dair nizamnâmenin esbâb-ı mucibesinin izah edildiği yerde, taşralarda
kurulması düşünülen meclisler için daha önce Edirne ve Bursa gibi şeyh ve dervişleri
çok olan iki ana merkezde bu uygulamanın yapıldığı ve çok güzel neticelerin alındığı
vurgulanmaktaydı (Aynı belge).
42
16 Mart 1870 (13 Zilhicce 1286) tarihinde Tevcih-i Cihât Nizamnâmesi çıkarılmıştı.
Buna göre, Meclis-i Meşâyih nizamnâmesinin 5. maddesi fesh olacak noktaya gelmişti.
Bunun üzerine, Meclis-i Meşâyih azaları toplanarak bu mesele üzerine müzakerede
bulunmuşlar ve bir fezleke hazırlamışlardı. Çünkü bu nizamnâmeye göre birden fazla
çocuğu olan meşâyihin küçük çocuklarının mağdur olması ihtimali mevcuttu. Zira,
M u h a r r e m V A RO L
56
delerde tekke meşihatlerine olan atamalar esaslı bir şekilde ele alınmıştı.
Bahsi geçen nizamnâmeye uygun bir şekilde, bu atamaların yapılmasına
hukuki zemin hazırlanmıştı. Yine, tekke şeyhliği tayinlerinde ehliyet ve
liyakat esasının ideal anlamda vurgulandığı görülen maddelerde, birden
fazla çocuğu olan şeyhlerin vefatları durumunda büyük evladın söz konusu
nitelikleri haiz olarak meşihate geçmesine imkân hazırlanmıştır. Bununla
birlikte, diğer aile üyelerinin de mağdur olmamalarına özen gösterilmişti.
Vekâleten şeyh olacak zatın vasıfları da bu bağlamda ele alınmıştı. Ayrıca,
burada dikkati çeken bir diğer husus ise tekke şeyhliği atamasında kardeş-
ler arasında “ashab-ı rütbe” ve “sanâyi‘-i hasîsede” bulunan evlâda şeyhli-
ğin verilmeyeceğinin belirtilmiş olmasıydı. Yani, bir şeyhin şeyhlikten
başka bir statüsünün olup olmaması veya hafif işlerde ve mesleklerde çalı-
şıp çalışmaması tayinler için belirleyici bir faktördü.
Nizamnâmenin 11. maddesinde ise, tekke şeyhliğine atanacak olan
adayın hangi tarikattan olursa olsun makama geçmeye hakkı olup olmadı-
ğının tespiti, meclisin yapacağı şifâhî sınava bırakılıyordu. Bu sınav ise dinî
ilimler ve adayın mensup olduğu tarikatın “usûl ve füru‘undan” sorulacak
olan sorulardan oluşuyordu. Böylece, bu düzenleme ile bütün şeyh atamala-
rının tek bir merkezden “belli kriterler” temel alınarak belirlenmesi kararı
alınıyordu.
Bunlardan başka, eski nizamnâmenin 9. maddesi genişletilip biraz
daha vâzıh hale getiriliyordu. İstanbul’daki tekkelerde şeriat ve tarikat âda-
bına aykırı durumlar zuhur ettiği zaman öncelikle bu davranışın şeyhten
çıkması halinde, o tekkenin şeyhi meclise celp edilip şiddetli bir şekilde
uyarılması gerektiği belirtiliyordu. Şayet, şeyh hâlâ bu davranışına devam
ederse bu sefer Şeyhülislamlık’tan ağır bir uyarı yazdırılması tasarlanı-
yordu. Buna rağmen, söz konusu halin tekerrür etmesi halinde, âyin yap-
tırmaktan men edilmesi ve belli bir süre zarfında başka münasip bir şeyhin
söz konusu nizamnâme ile evlerini tekke haline getirmiş şeyhlerin çocukları arasında
daha sonra problemlerin ve sıkıntıların olması kuvvetle muhtemeldi. Bununla bera-
ber, “meşîhat-ı turuk-i aliyye öyle tevârüs eder bir şey olmayıp irşâd-ı sâlikine kâfi bir
ulûm-i şer‘iyye ve kemâlât-ı insaniyyeye mevkûf olmak hasebiyle öyle mücerred
verâset sebebiyle nâ-ehil uhdesine meşihat tevcihi caiz olmayacağına binaen” şeklin-
deki ifadeler ile tekke idaresinin sıradan bir miras gibi algılanmaması gerektiği üze-
rinde durulmuştu (BOA, İrade, Mesail-i Mühimme [İ.MSM], 42/1752, lef 1, 24 Aralık
1871/11 Şevval 1288).
T ü r k K ü l t ü r ü İ ncelemel eri D ergisi
57
oraya atanabilmesi ön görülüyordu. Yine de bu şeyh ıslah olmaz ise, bu kez
şeyhliği üzerinden alınabiliyor ve 5. maddeye göre başka bir şeyhe meşihat
tevcih edilebiliyordu. Fakat bu aykırı haller bir halifeden yahut dervişten
sudur eder ise, o şahıs da meclise çağrılabilip uyarılabilirdi. Devam etmesi
durumunda ise bu kez hırka ve tâcının kendisinden alınmasına hükmedili-
yordu (13. madde). İlk nizamânede olduğu gibi burada da Mevlevîlerin
kısmî muafiyetleri devam ettiriliyordu (14. madde)
Bir diğer önemli değişiklik ise, bir takım kişilerin bazı cami, mescit,
türbe ve kendi hanelerinde zikir ayinlerinde bulunmalarından kaynaklanan
bir düzenleme idi. Aslında, bu devlet-tekke ilişkilerinde önemli bir kırıl-
mayı ihtiva etmekteydi. Daha önceleri, tekke şeyhlerinin pek çoklarının
kendi evlerini tekke haline dönüştürdükleri devlet yetkilileri tarafından
fiilî bir durum olarak kabul edilmişken, bu kez bizzat Şûrâ-yı Devlet, söz
konusu hususla ilgili yapılmış düzenlemenin (17. madde) tekrar ele alınma-
sını isteyerek bir anlamda da devletin konu hakkındaki hassasiyetini göste-
riyordu. Buna göre, yeni nizamnâmenin bu maddesinde meşihati bulunma-
yan cami, mescit, türbe ve hanelerde zikir yapılması yasaklanıyordu. An-
cak, Meclis-i Tedkikât-ı Şer’iye’nin uyarısı üzerine zikir kelimesinin biraz
açılması gerekiyordu. Bu kelimenin tekkelerde icra edilen ayin anlamı ta-
şımasına rağmen yine de daha sarih bir şekilde izah edilmesi gerektiğine
dair not düşülerek, zikir ifadesi “âyin-i tarîkat-ı aliyye” şeklinde değiştirili-
yordu
43
. Bu düzenlemenin, tadil kararının alındığı dönem olan II. Abdülha-
mid devrine ait yapısal özellikler gösterdiği söylenebilir
44
.
43
BOA, ŞD 2569/21, lef 2, 22 Mart 1891 (11 Şaban 1308).
44
Bu kararın alınmasından 3-4 yıl önce yaşanan bir hadiseden hareketle, 17. maddenin
şekillenmesinin aslında dönemin koşulları gereği olduğu fikrini güçlendirir. Kasım-
paşa’da Küçük Piyale Paşa mahallesinde Bahriye yüzbaşılarıdan Hafız Mehmed Efen-
dinin hanesinde âyin-i şerif icra etmekte olduğu haber alınmıştı. Hanede böyle muka-
bele-i şeriflere müsaade edilmediğinden bahisle “tekâyâ ve zevâyâ müfettişi” hazırla-
dığı raporda bu işin mahzurlu olduğunu ifade etmişti. “… tekâyânın gayri mahallerde
cemiyetle âyin-i şerîf icrâsı mehâziri dâ‘i olarak mümâileyh ise Bahriye zâbitânından
bulunmuş idüginden bu babda kendisine tenbihât-ı ekîde husûsu” Meclis-i Meşâyih
tarafıdan beyan edilmişti. Söz konusu maddenin fiilî olarak bu dönemde cârî olduğu
anlaşılmaktadır. (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Mektubi (MKT) nr. 540, s. 50, 22 Ni-
san 1887/28 Receb 1304). 1917 yılında neşredilen Meclis-i Meşâyih’in son nizamnâme-
sinde tekkelerin resmî ve hususî diye ikiye ayrılması aslında söz konusu maddenin II.
Abdülhamid dönemine has bir uygulama olduğunu pekiştirir. Daha sonraki dönemde
M u h a r r e m V A RO L
58
2. maddede temas edildiği gibi meclis bütün imparatorluk toprakla-
rındaki tarikatlara ait tekkelerden sorumlu idi. Bu yeni düzenlemedeki 18-
21. maddeler taşradaki Meclis-i Meşâyih teşkilatlanmasına dair hükümler
içeriyordu. Buna göre, özellikle şeyhleri ve dervişleri yoğun olan bölge-
lerde, oradaki kâdı ve müftünün riyaseti altında benzer bir meclisin kurul-
ması düşünülüyordu. Bu meclislerin üyeleri ise mahalli “hâkimü’ş-şer’i
tarafından” Meşihat makamına sunulması ve oradan onaylanması gereki-
yordu. Orada da boşalan tekkelere şeyh seçiminde merkezdeki usûle benzer
bir yöntemin takibi öngörülüyordu. Yirmi soruyu geçmemek kaydıyla ya-
pılan sınavda en çok “isbât-ı ehliyet” gösteren adaylara dair mazbatalar
ilgili evrakları ile birlikte merkeze gönderilmesi gerekiyordu. Son karar ise
merkezdeki Meclis-i Meşâyih’den veriliyordu. Aynı zamanda, taşrada vefat
edip arkasında bir veya birden fazla evlat bırakan şeyhlerin meşihatleri
hakkındaki hüküm ise söz konusu talimatnâmenin 7. maddesine dayandı-
rılıyordu.
Son olarak, Meşihat makamının zamanın şartları gereği ve ihtiyaç ha-
linde nizamnâmeye ilavelerde bulunacak son merci olduğu bir kez daha
tescil ediliyordu. Genel olarak, meclis faaliyete geçtiği zamandan bu yana,
fiilî olarak yaşanan değişimler bağlamında geliştirdikleri farklı uygulama-
ları yazıya aktarma imkânı bularak, Meşihat’in yönlendirmesi ile yeni bir
nizamnâme elde etmiş oluyordu. Görüldüğü üzere, Şeyhülislamlığın sıkı
kontrolü ile başlayıp yine aynı şekilde bitirilen bu talimatnâmenin tekke-
leri merkezî devlet şemsiyesi altına aldığı çok açıktır. Nitekim, bu durumu
merkezî otoritenin taşradaki tarikatları kontrol etme çabasından anlamak
da mümkündür.
S o n u ç
Meclis-i Meşâyih, Osmanlı Devletinin 19. yüzyıl boyunca geliştirdiği
modern bürokratik yapılanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan otoriter-
merkeziyetçi oluşum ile geleneksel anlamda Osmanlı siyasal ve sosyal haya-
tında yadsınamaz roller üstlenmiş tarikat yapılarının girdiği etkileşiminin
bir sonucudur. Şüphesiz, bu etkileşimde devlet denetleyici, şekillendirici ve
bir olgu olarak kabul edilen hususi tekkelerin denetim mekanizması içerisine dahil
edilmeye çalışıldığı anlaşılmakla beraber, II. Abdülhamid döneminde yasaklanma
yoluna girildiği anlaşılmaktadır.
T ü r k K ü l t ü r ü İ ncelemel eri D ergisi
59
tayin edicidir. III. Selim’den itibaren, devlet-tekke ilişkilerinin genel bir
düzenleme çerçevesinde ele alındığı bugün artık bilinmektedir. Bununla
beraber, II. Mahmud zamanında ise tekkelerin bir merkezden idaresi ve
tekkelere ait işlerin belli bir düzen içerisinde yapılmasının sağlam temelleri
atılmıştı. Bu durumda, devlet için ciddi bir tehlike olarak beliren Yeniçe-
rilerin kurumsal tarikatı olan Bektaşiliğin büyük bir kararlılıkla yasaklan-
masının çok mühim rolü mevcuttu. Zaten, Evkâf-ı Hümâyun Nezareti’nin
kurulması ile ekonomik özerklik anlamında devlete daha bağımlı hale ge-
len tekkeler, Şeyhülislamlık makamı tarafından ayrı bir ihtimamla denet-
lenmeye başlamıştı. Bu süreç zarfında Meclis-i Vâlâ’nın tekkelere yönelik
meselelerin görüşülüp sonuçlandırıldığı yüksek bir meclis olduğu hatırla-
nacak olursa, memleket siyasetine yön veren bir kurum içerisinde tarikat
işlerinin büyük bir titizlik ve dikkat ile ele alındığı görülmekteydi.
Bugüne kadar konuya dair yapılan çalışmalarda 1917 yılı gibi geç bir
tarihte yayınlanmış olan Meclis-i Meşâyih’in son nizamnâmesi kullanılmış-
tır. Meclisin teşekkülünden yarım asır sonra hazırlanmış ve şartların etki-
siyle bir hayli olgunlaştırılmış olan metin hiç şüphe yok ki meclisin son
dönemdeki pozisyonunu göstermesi açısından gayet önemlidir. Ancak,
meclisin kurulduğu yıllardaki ilk nizamnâmenin ise bulunamaması hem
nizamnâme hem de kurumsal açıdan meclisin geçirdiği evrelerin tespit
edilmesini zorlaştırmıştır. Bununla birlikte, son nizamnâmedeki bir takım
maddelerin ilk nizamnâmede olabileceği ön kabulleri ise bazı yanlış değer-
lendirmelere sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla, burada takdim edilen Meclis-
i Meşâyih’e ait ilk iki nizamnâme ile meclisin hangi anlayış ile kurulup
geliştiği ve farklı süreçlerde bu gelişimin nasıl bir seyir takip ettiğini göz-
lemlemek mümkün olacaktır.
M u h a r r e m V A RO L
60
(E
K
I)
M e cl i s- i Me ş ây ih Nizâm nâ me sid ir
Dostları ilə paylaş: |