İçimizde Bir Yer



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə26/31
tarix24.01.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#80440
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   31
İçimizde Bir Yer - Ahmet Altan

Generalin Kızı.
Aradan uzun yıllar geçti, birçok olay oldu ama ben hep
aynı günü hatırlarım; defalarca yaşanan, o sıradan, sakin
günü.
Köşkün açık balkon kapılarından, uzaktaki durgun yaz
denizi görünüyor.
Vakit, sabahtan öğleye dönmeye hazırlanıyor, meyve
bahçesindeki ağaçların yapraklarında sıcak bir günün taze
buğusu, ağaçların kökleri hâlâ gölgeli ve serin, incir kokusu
diğer meyvelerin kokularını bastırıyor, sol yandaki geniş
bağda sararmaya hazırlanan üzümler, bahçenin girişini, iki
yandan birbirlerine kavuşan dallarıyla bir tünele çeviren
bodur vişne ağaçları yan yana dizilmişler, köşkün önündeki
çiçek tarhında hercaimenekşeler sarı mor menevişleriyle
hemen seçiliyor, oymalı demirden uzun ayaklan üstünde
duran işlemeli camlarıyla havagazı fenerleri, dallarını genişçe
açmış atkestanesi.
Ortalık o kadar sessiz ki, arka bahçedeki dut ağacından
düşen iri bir dutun yere çarptığında çıkardığı ses duyuluyor.
Salona açılan odaların kapıları kapalı.
Kapılardan biri açılıyor, bana etekleri kendinden rüzgârlı
gibi görünen iri kahverengi benekli bej emprimeden
elbisesiyle o, mutfağa doğru hızla yürüyor, sinirli bir enerjisi,
öfkeli bir telaşı var, öğlen yemeği için hazırlık yapılıyor,
dereotu kokuyor mutfak.
Onun her geçişinde ben eteklerindeki rüzgârı hissediyorum.


Köşedeki sedirde, başına örttüğü ipek örtünün iki ucunu
koyu nefti elbisesinin omuzlarına bırakmış cicianne her
zamanki gibi elindeki Kuran'ı okuyor sessizce, dudaklarının
kıpırdadığını görüyorum.
Kuran okuyan yaşlı kadın, generalin karısı.
Salonu telaşla geçen kadın, generalin kızı.
Generalin kızı, benim babaannem.
O zamanlar, benim bugünkü yaşımdan daha genç.
Öldüğü akşam gene o sakin günü ve onun yürüyüşünü
hatırladım.
Yanlış bir hayatı yaşıyormuş gibi mutsuz bir hali vardı hep.
Gençliğinde at binmiş, keman çalmış, sanırım okuduğu
romanlardakine benzer bir hayatın hayallerini kurmuş ama
umduğu hayatı yaşayamamıştı.
Şiirler yazardı.
O gece, onun birkaç saat önce öldüğü odanın biraz
ötesindeki salonda toplanıp geçmişten konuştuğumuzda
birden, anlattığı hatıraların hep babasıyla ilgili olduğunu,
annesinden, kocasından, kardeşinden pek bahsetmemiş
olduğunu fark ettim.
Babasına hayrandı.
Generalin kızıydı o, emirberlere, seyislere, uşaklara,
ayaklanmalara, çatışmalara, savaşlara alışkındı; Atatürk'ün,
evlerine nasıl geldiğini, babasına müstakbel terfiini, "Paşa
yeni yıldızını hazırla" diye nasıl haber verdiğini, Çanakkale
Savaşı'nda emrindeki topçulara bir tepeye çıkıp nasıl hedef
ayarı yaptırdığını anlatmaktan hoşlanırdı.


"Dedem şapka devriminde bir de kadın astırmış galiba
babaanne, öyle mi?" sorusuna sinirlenir, "Hadi oradan koca
kafa" diye terslenirdi.
Anlattığı hatıralar "paşalarla" doluydu, komşu köşkler bile
"filanca paşanın" köşkü olarak anılır, komşular "filanca
paşanın refikası, kerimesi, mahdumu" olarak tanıtılırdı.
Prusya eğitimi almış, öfkesi burnunda, sert ve disiplinli
babasından sonra bir daha, gençliğindeki fırtınalı ve görkemli
hayatı yaşayamamıştı.
Kocası, Galatasaray mezunu bir hukukçuydu, çok
yakışıklıydı ve karısından ziyade, kendisini bin bir mihnetle
yetiştirmiş olan annesine bağlıydı. Gençliğinde Çamlıca'daki
evinden Anadolu'ya adam kaçırıp idama mahkûm olmuştu
ama evlendiğinde bir bürokratın durgun hayatını yaşamaya
başlamıştı.
Galiba babaannem de gençlik hayallerine sığınmıştı.
İçinde bir oyunculuk vardı.
Bir duygudan bir duyguya çok çabuk geçer, aslında o
duygulardan hiçbirini tam hissetmediğini, onları oynadığını,
çevresindekileri de önemsiz seyirciler olarak gördüğünü
düşündürürdü bana.
Bütün çevresini o yönetir, hayatın her ânını denetlemek
ister, itirazla karşılaştığında sertleşirdi, insanların ondan
çekindiklerini görmüştüm; o ise sadece, aile içindeki babasına
benzeyen dikbaşlı öfkeli erkekler karşısında geriler, birden
otoriter halini terk edip, "Ben nereden bileyim evladım"
diyerek yaşlı bir kadına dönüşürdü.
Köşk kadınlarının çoğu gibi çevreye karşı çok sert,
yalnızca "paşa"ya karşı çok yumuşak ve başı eğikti, "paşanın"


dışındakiler önemli insanlar değillerdi, onlara, gerekirse
yardım edilir ama onların istekleri, arzulan, duyguları pek
kaale alınmazdı.
Sahnenin ortasında daima "paşa" ve onun sevgili kızı
dururdu.
Paşa, sahneyi terk ettiğinde geriye yalnızlık, mutsuzluk ve
kırık hayaller kalmıştı.
Hiç kahkaha attığını görmemiştim.
Bir şeylerden yakınırdı, eksik bir hayatın getirdiği bir
mutsuzluğu, küçük yakınmalarıyla parçalayarak tahammül
edilebilir bir hale dönüştürdüğünü düşünmüştüm daha
sonraları.
General babanın disiplinli eğitimi ve mutsuz bir kadınlığın
açılarıyla namusa çok önem verirdi, kız torunları, "generalin"
gölgesini kendi hayatlarındaki baskıyla yaşamışlardı ve
yaşlandığı yıllarda birgün, "generalin kızının" bir zamanlar
"bir genelevde çalışmış bir fahişe olduğunu" yazan pankartlar
siyasi miting meydanlarına asılmış, bu afişler haber olarak
gazetelere yazılmıştı.
Oğlunun fikirlerine düşman olanlar intikamlarını artık
yaşlanmış olan o kadından almışlardı.
Yaşadığı ülkenin utanç verici gerçeğini belki de ilk kez o
zaman fark etmiş, iktidarın parçası bir generalin kızı olmak ile
ünlü bir muhalifin annesi olmanın iki ayrı hayat biçimi
yarattığını, canı gerçekten yanarak öğrenmişti.
Pek sık yapmadığı bir şeyi yapmış, ağlamıştı.
Sonra ağır ağır yaşlanmıştı.
Şiirlerindeki tutkulu, ihtiraslı mısraların yerini tanrı sevgisi
almaya başlamıştı.


Anlattığı hatıralarda general babasının yanı sıra şeyh olan
dedesine de yer açmıştı.
Yaşlanıyordu ama ihtiyarlamıyordu.
Seksen beş yaşındayken birgün onun yalnız başına
yürüyüşten döndüğünü görmüştüm, gene hayata ve çevresine
hâkimdi, sahne belki biraz daralmıştı ama o kendi sahnesinde
hâlâ tek başına bir yıldızdı.
Kendi iktidarını yaşlı bir kraliçe gibi korur, hükmedip
yönetirdi.
O, kendi hayatının Sarah Bernhardt'ıydı. Hayat, kendi
yazdığı bir piyes gibi olmalı, onun istendiği gibi
oynanmalıydı, oyunda onun istemediği bir aksaklık olmamalı,
başka artistler sahnenin önüne fazla geçmemeliydi.
Zaten kolay kolay da kimse onun olduğu yerde pek öne
çıkamazdı.
"Paşa dedeye" benzeyenler ancak bu ayrıcalığa zaman
zaman layık görülebilirdi.
Sonra birgün onu zor bela hastaneye yetiştirdik, durumu
ciddiydi ama onu götürdüğümüz hastanede yer bulamıyorduk,
başka bir yere taşımamız mümkün değildi, uğraş savaş bin bir
güçlükle ona, pek de kendine uygun görmediği bir yatak
sağlayabilmiştik.
Kendisine gelir gelmez evine dönmek istemişti.
Kendi hayatına, kendi sahnesine, kendi gerçeğine.
Evine getirdik.
Kendi geçmişinin kokusunu taşıyan odasında, kendi
yatağına yattı.
Uzun yolculuğuna kendi odasında hazırlandı.


Bir akşamüstü acılı kadın bir sesi, "Annemi kaybettik biraz
önce" dedi.
Generalin kızı ölmüştü.
İstendiği gibi yaşanılmamış bir hayat bitmişti.
Koyu yeşil bir mezarlıkta, dedemin yanına bıraktık onu.
O eski köşk yok artık, o meyve bahçesi, ağaçlar, bağ, geniş
gölgeli atkestanesi yok.
Her şey geçti.
***



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin