Kitabın Orijinal Adı: The Third Eye



Yüklə 0,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə11/15
tarix09.04.2020
ölçüsü0,91 Mb.
#30801
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15
lobsang rampa Üçüncü Göz


164 
havaya. Halatı tutan rahipler çok deneyimliydiler bu işte. 
Uçurtma iyice yükselebilsin diye ipi hemen boşalttılar. İpin 
ucunu sıkı sıkı tutan rahiplerden biri elbisesini kemerinin al­
tına sıkıştırarak üç metre kadar tırmandı ipe, uçurtmanın 
kaldırma gücü ölçülüyordu şimdi. Sonra onu bir başkası da­
ha izledi ve ipe tırmanan bu iki kişi, bir üçüncünün daha tır-
manabilmesi için biraz daha yükseldiler. Rüzgâr iki yetişkin 
adam ve bir küçük çocuk için yeterliydi, fakat üç yetişkin 
adamı taşıyacak güçte değildi. Uçurtma Şefı'ne göre yeterli 
değildi bu. Bunun üzerine rahipler uçurtmanın yükselen ha­
va akımlarına kapılmaması için büyük bir dikkat sarf ederek 
halata asıldılar. Halatın üzerindeki rahiplerle uçurtmayı 
aşağıya çekecek olan rahiplerden başka herkes iniş alanın­
dan uzaklaştı. Uçurtma, göğün verdiği özgürlüğü tattıktan 
sonra yeryüzüne dönmek için epey isteksiz görünerek, kanat­
larına asılmış iki rahiple birlikte aşağıya doğru indi. 
Uçurtma Şefinin verdiği talimata uyarak, sırıklarda 
bulunan yarıkların arasına küçük tahta takozlar sokup, ipek 
kumaşı her tarafından iyice gerdik. Kanatlar yerlerinden çı­
karılarak, biraz daha değişik bir açıyla yeniden takıldı ve 
uçurtma bir daha denendi. Bu defasında üç yetişkin adamı, 
hatta onlarla birlikte bir de küçük çocuğu rahatça taşıyabili­
yordu. Uçurtma Şefi, bu hava akımının yeterli olduğunu, yal­
nız uçurtmayı bu kez de alt tarafına insan ağırlığında bir taş 
bağlanmış olarak denememiz gerektiğini söyledi. 
Bir yığın rahip, hava akımı boyunca göğe yükselen 
uçurtmayı elden kaçırmamak için bir kez daha asıldılar hala­
ta. Hava akımları pek dengeli değildi. Uçurtma bir aşağı, bir 
yukarı sıçrıyor, sağa sola sallanıyordu. Az sonra orada, yuka­
rılarda olacağımı düşündükçe garip bir şeyler hissediyordum 
midemde. Çok geçmeden uçurtma aşağıya çekildi ve ilk yük­
seldiği yere doğru taşındı yeniden. Ardından bu işlerde dene­
yimli bir lama bana dönüp, "Yukarıya ilk önce ben çıkaca­
ğım, sonra sıra senin olacak, dikkatle izle beni," dedi. Uçurt­
manın altında bulunan kızakların yanma gittiğimizde, "Aya­
ğımı buraya, tahtanın üzerine nasıl koyduğuma iyi bak. Her 
165 

iki kolunu şu arkandaki çubukların üzerinde birleştirecek­
sin. Havaya yükseldiğinde dümeni tut ve halatların gördü­
ğün gibi kalınlaştırılmış şu birleşme noktasına otur. Yere 
inerken de, toprağa iki buçuk-üç metre kalınca aşağıya atla. 
İniş için en emin yoldur bu. Şimdi ben uçacağım, sen de sey­
redeceksin" diye ekledi. 
Halatın ucuna atlar bağlanmıştı bu kez. Lama işaret 
verir vermez ileri doğru, dörtnala sürüldüler. Uçurtma öne 
doğru kaydı, hava akımına çarptı ve bir anda fırladı yukarı. 
Uçurtma bizim bulunduğumuz yerden otuz metre, aşağıdaki 
kayalardan da sekiz-dokuz yüz metre kadar yükseldiği za­
man, lama halattan aşağı, düğüm yerine doğru kaydı, salla-
na sallana oturuyordu orada. Bir grup rahip, uçurtma iyice 
yükselebilsin diye halata asılıyor ve sonra birden salıveriyor­
du. Yukarıdaki lama halata sıkı bir tekme vurarak işaret ve­
rince, rahipler uçurtmayı aşağı çekmeye başladılar. Bu koca­
man şey de, bütün uçurtmalar gibi sallana sallana, döne dö­
ne, yavaş yavaş aşağıya indi. Altı metre, üç metre. Lama bu 
sırada elleriyle ipe tutunarak aşağıya sarkmıştı, kendini bı­
raktı ve yere çarpar çarpmaz bir takla atarak ayaklarının 
üzerinde dikildi. Elleriyle elbisesinin tozunu silkelerken ba­
na dönüp, "Şimdi sıra senin Lobsang. Neler yapabileceğini 
göster bakalım bize" dedi. 
Beklediğim an gelip çatmıştı sonunda, ama şu anda 
uçurtmayla uçmayı pek öyle istediğim yoktu aslında. Aptal­
ca bir fikir diye düşünüyordum, bir kere çok tehlikeli. Kendi­
sinden çok şey beklenen bir hayata son vermek için de tuhaf 
bir yol! Ancak sonra hakkımda yapılmış olan kehanetleri dü­
şünerek teselli ettim kendimi, ama pek de kanmadım bu te­
selliye. Eğer ölecek olsaydım ne olacaktı, astrologlar yanıl­
mış olacaklardı! Ama onlar hiçbir zaman böyle bir yanılgıya 
düşmemişlerdi bugüne dek. Uçurtma şimdi yerdeydi. Titre­
melerini istediğim ölçüde önleyemediğim bacaklarım ona 
doğru adeta sürüklendi. Doğrusunu söylemek gerekirse tir 
tir titriyorlardı! Kazıkların üzerinde ayağa kalkıp, kollarımı 
ancak uzanabildiğim çubuğun arkasında kenetleyip, "Hazı-
166 
nm" dedim. Ama sesim pek öyle inandırıcı çıkmamıştı. Doğ­
rusunu isterseniz hiç bu kadar hazırlıksız olmamıştım haya­
tımda. Zaman durmuştu sanki. Atlar dörtnala fırladıkların­
da insanın içini ezen bir yavaşlıkla gerildi ip. Sonra uçurt­
manın kafesinden gelen hafif bir titreme ve beni tutundu­
ğum yerden neredeyse fırlatıp atacak ani bir silkinme oldu. 
"İşte yeryüzündeki son anım" diye düşünerek gözlerimi yum­
dum. Aşağı yukarı korkunç savruluşlar, zıplayışlar midemi 
fena halde bulandırmıştı. Sonra gözlerimi zorla, bir an için 
açabildim ve dehşetle yumdum yeniden. Yerden otuz metre 
kadar yükselmiştim. Midem çok fenaydı, aşağıda bulunanla­
rın üzerine kusmamak için gözümü açtım, ilk uygun yerde 
boşaltacaktım içimdekileri. Fakat gördüğüm manzara öyle 
nefisti ki, bir anda tüm sıkıntımı, bulantımı unuttum ve 
aşağı inene dek de artık hiçbir rahatsızlık hissetmedim. 
Uçurtma bir aşağı, bir yukarı sallanıyor, yükseliyor, hiç dur­
madan yükseliyordu. Çok uzaklarda uzanan vadileri, derin 
uçurumları görebiliyordum. Alçalan güneşin ışıkları bir göle 
vuruyor, çok uzaklarda bulunan sular, erimiş altın gibi, göz 
kamaştırıcı bir renkte parlıyordu. Başımın üzerindeki uçurt­
manın, rüzgârın başıboş girdaplarına büyük bir zerafetle baş 
eğdiğini görünce, derslerini öğrenmek ve sonra da huzura 
kavuşmak için bu dünyaya bağlanmış biz ölümlülerle, gök­
lerde özgürce gezen tanrılar arasındaki farkı daha iyi anla­
dım. 
Şiddetli bir çekiş ve silkinmeyle kendime geldim. Mide­
mi karşıdaki sivri tepeye asılı bırakmıştım sanki. Sonra ni­
hayet aşağı bakabildim. Kırmızı, kahverengi küçük benekler 
halindeki rahipler yavaş yavaş büyüyorlardı. Aşağıya çeki­
yorlardı beni. Yüzlerce metre aşağıdaki vadiden, kabara ka­
bara bir ırmak akıp gidiyordu. Hayatımda ilk kez ayaklarım 
yerden kesilmiş, bu kadar yükseklerde bulunuyordum. Bu 
ufacık ırmak bile daha bir değer kazanmıştı gözümde. Evet 
böyle çağlaya köpüre akacak, öteki ırmaklarla birleşecek ve 
en sonunda tâ uzaklardaki Bengal Körfezi'ne kavuşacaktı. 
Hacılar onun kutsal suyundan içeceklerdi. Ben ise şu anda 
167 

bu suyun kaynağının üzerinde, yükseklerde bir yerde uçu­
yor, kendimi tanrılarla birlikte hissediyordum. 
Uçurtma çılgınca oraya buraya savruluyordu şimdi, 
aşağıdakiler daha bir güçle asıldılar halata. Birdenbire, dü­
mene inip oturmayı unutmuş olduğumu hatırladım. Uçmaya 
başladığımdan beri hep kızağın üzerinde ayakta durmuş­
tum. Ama bu şekilde inemezdim yere. Ellerimi, sımsıkı ya­
pışmış olduğum yerden çözdüm ve bacaklarımı halata dola­
yarak aşağı kaydım. Yere altı metre kadar yaklaşmıştım, da­
ha fazla vakit yitirmeden halatı sıkıca tutup kendimi aşağı 
sallandırdım ve yere iki buçuk metre kalınca kendimi bırak­
tım. Bir takla atıp doğrulduğumda, karşımda Uçurtma Şefi' 
ni buldum. "Aferin delikanlı" dedi şef, "gerçekten iyi bir gös­
teriydi. Hatırlayıp da dümene inmekle akıllılık ettin, aksi 
takdirde bu unutkanlığın iki kırık bacağa mal olurdu sana. 
Şimdi başkaları denesin, sen sonra tekrar çıkarsın." 
Benden sonra uçan genç rahip, benden daha başarılıy­
dı, hiç gecikmeden indi dümene. Ardından yere mükemmel 
bir iniş yaptıktan sonra ayağa kalktı, birkaç adım ilerledi ve 
yemyeşil bir yüzle, yüzüstü devrildi yere. Parmaklarını sım­
sıkı geçirmişti toprağa. Uçurtmaya binecek olan üçüncü ra­
hip fazlasıyla emindi kendinden, bitmez tükenmez övünmesi 
yüzünden de pek fazla sevilmezmiş arkadaşları arasında. Bu 
işte üç yıllık bir geçmişi varmış ve kendisini de bugüne dek 
gelmiş geçmiş en iyi "havacı" olarak görürmüş. Bindiği 
uçurtma belki yüz elli metre kadar yükseldi yerden. Ancak 
rahip dümene doğru kayacağı yerde, uçurtmanın içine girdi; 
fakat bir ara ayağı kaydı ve uçurtmanın kuyruk kısmından 
aşağı sarktı. Uçurtmanın arkasındaki orta kirişe bir eliyle 
sımsıkı yapışmıştı, birkaç saniye tek eliyle asılı kaldı orada. 
Kirişi öteki eliyle de tutmaya uğraşıyor fakat bir türlü başa-
ramıyordu. Bir ara uçurtma hızla yükseldi ve rahibin eli, 
tuttuğu kirişten kurtuldu. Giysisi kan kırmızı bir bulut gibi 
çırpınıp titreyerek, beş yüz metre aşağıdaki kayalara doğru, 
döne döne düşmeye başladı. 
Bu olay işin heyecanını biraz soğutmuştu, fakat uçuşa 
168 

son verecek kadar değil tabii. 
Uçurtma aşağı indirilerek sıkı bir kontrolden geçirildi. 
Sonra yine ben çıktım yukarı. Bu defa, uçurtma havada üç 
metre kadar yükseldiğinde dümene indim. Çok derinlerde 
bir kayanın üzerine boylu boyunca yayılmış, kırmızı bir yığın 
halindeki cesedi geri getirmek üzere, dağın yamacından aşa­
ğı inen rahipleri görebiliyordum. Yukarı baktığımda, uçurt­
manın içinde durabilen bir kimsenin, uçurtmanın yönünü de­
ğiştirebileceğini ve yükselip alçalmasını bir dereceye kadar 
kontrol altına alabileceğini anladım. Rahip arkadaşın hangi 
amaç uğruna öldüğü anlaşılıyordu şimdi. "Bunu Rehberim'le 
tartışmalıyım" diye düşündüm. 
Tam bu anda, sanki düşüyormuşum gibi son derece ra­
hatsız edici bir hisse kapıldım; öyle çabuk, öyle beklenmedik 
bir histi ki bu, neredeyse bırakıveriyordum kendimi. Aşağı­
daki rahipler çılgın gibi sarılmışlardı halata. Havanın karar­
ması sonucu kayaların soğumaya başlamasıyla, vadideki 
rüzgârın gücü de azalmıştı. Kayaların arasındaki hava akımı 
hemen hemen tamamıyla durmuştu. Yere üç metre kala ken­
dimi bıraktım, fakat uçurtma da üstüme düştü. Orada kaya­
ların üzerinde, kafam uçurtmanın ipekli kumaşını delmiş, 
tam bir şaşkın gibi oturuyordum. O kadar hareketsiz, o ka­
dar derin düşüncelere dalmıştım ki, diğerleri yaralandığımı 
zannederek telaşla geldiler yanıma. Lama Mingyar Dondup 
merakla dikilmişti başıma. "Eğer uçurtmanın tam ortasında 
bir kiriş olsaydı" dedim, "ona tutunarak durabilir ve uçurt­
mayı az da olsa kontrol altına alabilirdik." Uçurtma Şefi de 
duymuştu beni. "Evet delikanlı, haklısın, fakat bunu kim de­
nemek ister ki?" "Ben," diye karşılık verdim, "eğer rehberim 
izin verirse isterdim." Bir başka lama gülümseyerek bana 
döndü, "Sen artık kendi haklarına sahip bir lamasın Lob-
sang, kimseye sorman gerekmez ki" dedi. "Oh, evet gerekir" 
diye yanıtladım, "Ne biliyorsam Lama Mingyar Dondup öğ­
retti bana ve daha da öğretiyor, bunun için söz hakkı onun." 
Uçurtma Şefi uçurtmanın kaldırılışına nezaret ettikten 
sonra beni kendi odasına götürdü. Burada çeşit çeşit uçurt-
169 

ma vardı. Bir tanesi bir kuşu andıran, uzunca bir şeydi. 
"İnsan boyunda bir uçurtmayı uzun yıllar önce uçurumdan 
aşağı bıraktılar. İçinde bir de adam vardı, şöyle bir yirmi mil 
kadar uçtuktan sonra bir dağın yamacına çarptı. O günden 
sonra da bu türde bir şey yapmadık hiç. İşte senin kafanda 
canlandırdığın tipte bir uçurtma. Burada, ortada bir destek 
var ve şurada da tutunacak bir çubuk. Evvelce yapılmış bir 
örnek var elimizde, tahta kısımları hazır, ambarın ötesinde­
ki kullanılmayan küçük depoda duruyor. Onu deneyecek bi­
risini bulamadım henüz ve ben de bu iş için sanırım biraz 
ağırım." Hemen hemen yüz otuz beş kilo geldiğinden, alçak 
gönüllü klasik bir ifade kullanmıştı. Bu sırada içeri Lama 
Mingyar Dondup girdi ve hemen söyledi düşüncelerini: "Bu 
akşam bir horoskop yapacağız, Lobsang ve yıldızlar ne diyor 
bir bakacağız." 
Gece yarısı ayini için davulların gümbürtüsüyle uyandı­
rıldık. Tam yerimi alırken, tütsü bulutlarının ardında küçük 
bir dağ gibi beliren, koca bir şekil yaklaştı yanıma. Uçurtma 
Şefi'ydi bu. "Horoskobu yaptınız mı?" diye fısıldadı. "Evet" 
dedim, "yarın değil öbür gün uçabileceğim." 
Tapınağın ana bölümünde, parlak renkli kutsal resim­
lerle süslü duvarların arasında, lotus duruşunda oturuyor­
duk. Her birimiz Soylu Buda'nın canlı birer heykeliydik san­
ki. Yerden yirmi beş-otuz santimetre yüksekliğinde, kare 
şeklinde minderlerin üzerinde, birbirine bakan çift sıralar 
halinde oturuyorduk. İlk önce günlük ayin yapıldı, müzik bil­
gisi ve gür bir sesi olduğu için şef seçilmiş olan rahip, ilk ila­
hileri söyledi. O bitirdikten sonra biz de davulların ve o tatlı 
sesli zillerin çınlayışıyla verilen işaret üzerine, tekdüze bir 
sesle onun söylediği ilahilere karşılık verdik. Bir manastır­
daki disiplinin, söylenen ilahilerin berraklığı ve çalınan mü­
ziğin güzelliğiyle ölçülebildiğine inandığımızdan, ilahilerimi­
zi elimizden geldiğince iyi söylemeye çalışıyorduk. Günlük 
ayin sona erdikten sonra, on dakikalık bir ara verildi. Biraz 
sonra, o gün dünyadan ayrılmış olan rahip için bir ayin daha 
yapılacaktı. 
170 
Davulların gümbürdemesiyle yeniden toplandık. Her­
kesten yüksek bir yerde oturan şef, Tibet'in Ölüler Kitabı, 
Bardo Thö Dol'dan bir pasaj okudu. "Bugün bu dünyadaki 
hayatından ayrılan rahip Kemphel-la'nın gezinen ruhu! Bi­
zim aramızda dolaşma, çünkü sen bugün ayrıldın bizden. O! 
Rahip Kempel-la'nın gezinen ruhu, Kaybolmuş Ülkelerden 
geçip, Büyük Gerçeğe giden yol boyunca sana yardımcı olsun 
diye bir tütsü çubuğu yakıyoruz." Biz gençler tiz seslerimizle, 
daha yaşlı rahipler ise çok kalın bas seslerle, Şefin okuduğu 
ilahiye karşılık olarak ilahiler okuduk. Rahipler ve lamalar, 
ayin sırasında karşılıklı sıralar halinde otururlar, ellerinde 
bulunan binlerce yıllık kutsal sembolleri aşağı yukarı sallar­
lardı. "O! Gezinen ruh, bize gel ki sana yol gösterelim." İlahi­
ler susunca, ağaçlardan yapılmış nefesli çalgılar, davullar, 
ziller ve sedef kabuk borulardan oluşan bir orkestra kutsal 
müziği çalardı. Tersine çevrilmiş bir insan kafatası, kanı 
temsil eden kırmızı renkte bir sıvıyla doldurulmuş, elden ele 
dolaşıyordu."Senin kanın toprağın üzerine döküldü, şimdi 
boş gezen bir ruhsun artık. Gel ki sana yol gösterelim." Par­
lak safran rengine boyanmış pirinç taneleri doğuya, batıya, 
kuzeye, ve güneye savruldu. "Gezinen ruh nerelerde dolaşı­
yor? Doğuda mı? Yoksa kuzeyde mi? Batıda mı? Yoksa gü­
neyde mi? Tanrıların yiyeceğini yeryüzünün dört bir yanına 
savurduk, fakat sen onu yiyemiyorsun, sen öldün çünkü. Gel, 
gezinen ruh, gel ki seni kurtaralım, sana yol gösterelim." 
Kalın deriden yapılmış baş davul, yaşayan bir bedenin 
gümbürtüsüyle hayatın doğal ritmini çalıyordu. Buna bede­
nin öteki organlarının seslerini anlatan diğer enstrümanlar 
da katıldılar. Atar ve toplar damarlarda akan kanın hışırtısı, 
ciğerlerdeki soluğun boğuk fısıltısı, oradan oraya karışan be­
den salgılarının çağıltısı, bedenin kendine has müziğini yara­
tan bir sürü gıcırtı, tiz sesler ve gümbürtüler. Sonra davul­
dan gelen bir gümbürtü ve bütün sesler durdu bir anda. 
Hayat bitmiş, ölüm aniden gelmişti. "O! Eski rahip, şimdiki 
ruh, telepat lamalarımız sana yol gösterecek. Korkma, dinle. 
Söylediklerimizi anla ki seni kurtaralım. Ölüm yoktur, gezi-
171 

nen ruh, gerçek hayat hiç bitmez. Ölüm bir doğuştur ve seni 
yeni bir doğuş için buradan kurtarmak üzere çağırıyoruz. 
Ayin bitince hızlı adımlarla yeniden yataklarımıza dön­
dük. Sabah olduğunda, Uçurtma Şefi'nden bir mesaj aldım. 
Depodaki uçurtma üzerinde çalışacağım söylüyor ve beni ya­
nına çağırıyordu. Rehberimle birlikte, Şefin eski bir depoda 
bulunan atölyesine gittik. Başka ülkelerden gelmiş tahta yı­
ğınları odanın bir kenarını boydan boya kaplamıştı. Duvarla­
ra bir sürü uçurtma plânı asılmıştı. Benim kullanacağım 
özel model ise tavanda bulunan bir kirişe bağlanıp aşağı sar-
kıtılmıştı. Biz gelince Uçurtma Şefi bir ipi çekti ve uçurtma­
nın yere indiğini hayretle izledim; bir çeşit makara tertibatı 
yapılmıştı. Sonra tarif ettiği şekilde uçurtmanın içine tır­
mandım. Kutu biçimindeki ana bölmenin zemininde, üzerin­
de ayakta durabileceğim bir sürü destek vardı. Uçurtmayı 
baştan aşağı inceledik. Üzerinde bulunması gereken ipek 
k u m a ş çıkarılmıştı. Şef uçurtmayı yeni bir top ipekli kumaş­
la kendi elleriyle kaplayacağını söyledi. İki yandaki kanatlar 
öteki uçurtmalarda olduğu gibi düz değil, avuç içi aşağıya 
dönük, hafif yumulmuş bir el biçimindeydi; uzunluğu ise ne­
redeyse dört metreyi buluyordu. 
Uçurtma ertesi gün dışarı çıkarıldı, rahipler bu kadar 
güçlü bir hava akımına karşı onu zaptetmeye çalışırken epey 
yorulmuşlardı. Nihayet uçurtmayı yerine yerleştirdiler ve o 
anda ne kadar önem taşıdığımın gayet iyi farkında olan ben, 
kutuya bindim. Uçurtmayı genellikle olduğu gibi atlar değil, 
rahipler havalandıracaktı bu kez, hem biraz da kontrol çalış­
ması yapmış olurlardı. Seslendim, "Tra dri; them-pa" (Hazı­
rım, çekin). İlk sarsıntı tutunduğum sırıktan geçerken bağır­
dım. "O-na-döa!" (Hoşçakalın). Ani bir silkelenmeden sonra 
uçurtma bir ok gibi fırladı havaya. İyi ki sağlam tutunuyor-
muşum diye düşündüm, yoksa bu akşam da benim başıboş 
gezinen  r u h u m u ararlardı. Halbuki bu beden daha bir süre 
için kullanılabilirdi. Aşağıdaki rahipler, büyük bir ustalıkla 
kullandıkları halatla oynadılar, uçurtma yükseldikçe yüksel­
di. Üzerinde Rüzgâr Tanrıları'na yazılmış dualar bulunan 
172 
eşarbı, bağlı olduğu taşla birlikte fırlattım aşağı. Uçurtma 
Şefi deneylere başlamam için duyduğu sabırsızlıkla dans edi­
yordu aşağıda. Bunu görünce, "Eh, artık başlasam iyi olur" 
diye düşündüm ve sonra kutunun içinde dikkatle hareket 
ederek, uçurtmanın yüksekliğini ve yönünü ayarlayabileceği-
mi anladım. Kendimden fazlasıyla emin ve dikkatsiz olmuş­
tum. Kutunun arka tarafına doğru ilerlediğim anda uçurtma 
taş gibi düşmeye başladı. Ayaklarım takozdan kaydı ve elle­
rimden aşağıya, uçurtmadan bir kol boyu uzaklıkta, boşlukta 
sallanmaya başladım. Elbisem başımın çevresinde çırpınıyor, 
kırbaç gibi saklıyordu. Büyük bir güçle kendimi yukarı çekip, 
yerime oturdum. Uçurtma artık düşmüyordu, yeniden yük­
seldi. Bir anda giysimi başımdan indirip düzelttim, nihayet 
çevremi görebiliyordum. Eğer kafası traş edilmiş bir lama ol­
masaydım, hiç kuşkusuz saçlarım dimdik olurdu. Yerden 
otuz metre kadar yukarıdaydım. Sonra aşağı indiğimde ba­
na, uçurtmanın yere on beş metre kalana dek düştüğünü ve 
ancak o zaman düşüşü kontrol altına alabildiklerini söyledi­
ler. 
Bu ince havadaki oksijen azlığından soluk soluğa kal­
mış bir halde, bir süre sımsıkı yapıştım sırığa. Göz alabildiği­
ne uzanan kayalık bölgelere bakarken, çok uzaklarda, nokta­
lardan oluşan bir çizginin yavaş yavaş ilerlediğini gördüm. 
Bir an öylece hiç anlamadan baktım, sonra kafamı toparlaya­
bildim. Evet! Bitki toplama grubunun geri kalan kısmı, 
yavaş yavaş ilerliyordu bu terk edilmiş arazide. Büyük nok­
talar, küçük noktalar, uzunca noktalar vardı. Adamlar, ço­
cuklar, hayvanlar diye düşündüm. O kadar yavaş, öyle ıstı­
rap verici bir tereddütle ilerliyorlardı ki! Aşağıya indikten 
sonra grubun bir iki gün sonra yanımızda olacağını haber ve­
receğimi düşünmek büyük zevk verdi bana. 
Kayaların soğuk mavisini, toprağın kırmızılı sarılı sıcak 
rengini, çok uzaklarda parıldayan gölleri bu kadar yüksek­
ten seyretmek gerçekten büyüleyiciydi. Tâ aşağıda, acı rüz­
gârlardan korunmuş derin ve sıcak vadide, yosunlar, diken­
ler ve bitkilerden oluşan bir halı vardı sanki. Babamın çalış-
173 

ma odasındaki halıya ne kadar da benziyordu! Vadinin orta­
sından küçük bir dere akıyordu. Babamın halısının üzerine, 
içinde temiz su bulunan bir kavanozu devirdiğim günü ha­
tırladım. Evet, babamın eli gerçekten çok ağırdı! 
Manastırın ardında kalan arazi dağlıktı, güneşin önün­
de siyah birer siluet gibi duran sivri tepeler ufka dek birbiri 
ardı sıra yükseliyorlardı. Tibet gökyüzü çok berraktır, insan 
dağların izin verdiği kadar uzağı görebilir, bir kere görüş 
mesafesini kısaltacak buharlaşma yoktur. Görebildiğim ka­
dar uzaklıkta, aşağıdaki rahiplerden ve bitmez tükenmez bir 
zahmetle bize doğru ağır ağır ilerleyen ve güçlükle seçilebi­
len beneklerden başka hareket eden hiçbir varlık yoktu. Bel­
ki beni görebilirlerdi burada. Fakat uçurtma yine sarsılmaya 
başladı; rahipler aşağıya çekiyorlardı beni. Bu çok değerli 
deney uçurtmasının zarar görmesini önlemek için yoğun bir 
dikkat gösteriyorlardı. 
Yere indiğimde, içten bir sevgiyle bana bakmakta olan 
Uçurtma Şefi, o güçlü kollarını öyle bir hararetle omuzları­
ma doladı ki kemiklerimin kırılacağını sandım. Kimse araya 
girip tek bir sözcük dahi söylemiyordu. Şefin yıllardır birta­
kım teorileri vardı, fakat hiç kimse bunları uygulamaya ya­
naşmamıştı. Koca gövdesi ile kendisinin uçması da olanak­
sızdı. Soluk almak için durduğu aralarda ben konuşuyor ve 
ona bu işi çok sevmiş olduğumu, o uçurtmaları yapmaktan, 
denemekten ve seyretmekten ne kadar zevk alıyorsa, benim 
de uçmaktan o kadar zevk aldığımı anlatıyordum. "Evet, 
evet, Lobsang, şimdi, eğer sadece bunu şuraya aktarırsak ve 
şu desteği oraya koyarsak, çok daha iyi olacak. Hımm, uçurt­
mayı içeri alalım ve hemen üzerinde çalışmaya başlayalım. 
Şöyle yapınca yana kaydı dedin, öyle mi?" O günden sonra 
her uçuşun ardından bir değişiklik yapıldı uçurtmada ve ben 
her gün uçtum. Her anını seviyordum uçmanın. Benden baş­
ka hiç kimsenin bu özel uçurtmayla uçmasına, hatta ayağını 
içine bile atmasına izin verilmiyordu. Uçurtmada yapılan de­
ğişiklikler içinde en yararlı bulduğum, beni uçurtmaya bağ­
layan emniyet kemeriydi! 
174 
Grubun geri kalan kısmı manastıra varınca, uçurtma 
uçurmaya iki-üç günlük bir ara verildi. Yeni gelenleri topla­
yıcılar ve paketleyiciler olarak gruplandırmamız gerekiyor­
du. Deneyimi az olan rahipler yalnızca üç cins bitki toplaya­
caklardı. Yedi kişilik gruplara ayrıldıktan sonra, bu bitkile­
rin çok bol bulunduğu bölgelere gönderildiler. Yedi gün bo­
yunca her grup, toplayacağı bitkilerin kaynaklarını taradı, 
Sekizinci gün bitkilerle birlikte geri döndüler, otlar kocaman 
bir ambarda yere serildi. Bu işte çok deneyimli olan lamalar, 
bitkilerde bir hastalık olmadığından ve bunların istenilen 
türde olduklarından emin olmak için, hepsini tek tek elden 
geçirdiler. Bazılarının taç yaprakları koparılarak kurutuldu. 
Bir kısmının kökleri rendelendi ve saklandı. Bu arada diğer 
bir kısmının da, daha getirilir getirilmez silindirler arasında 
ezilerek özleri çıkarıldı. Çıkan sular, sıkıca kapatılmış kava­
nozlara konuldu. Tohumlar, yapraklar, saplar ve taç yaprak­
ları iyice kurutulduktan sonra teker teker temizlendi ve deri 
torbalara konuldu. Torbanın üzerine içindeki bitkinin adı ya­
zılır, su sızmaması için ağzı burulur ve deri suya daldırılıp 
çıkarılır, sonra da güçlü güneş ışığına bırakılırdı. Deri, bir 
günde kuru bir tahta parçası kadar sertleşirdi, öyle ki açmak 
için sıkıca burulmuş olan ağzını bir yere vurup kırmak gere­
kirdi. 
İlk birkaç günden sonra, zamanımı bitki toplama ve 
uçurtma uçurma arasında ikiye böldüm. Toplanan bitkilerin 
büyük bir kısmı Doğu ülkelerinin çoğunda iyi tanınırdı, fa­
kat diğerleri Batı dünyasınca bilinmeyen ve bu yüzden de 
Latince adları bulunmayan şifalı otlardı. Bitkiler üzerinde 
bildiklerimin bana çok yararı oldu, fakat uçmayla ilgili öğ­
rendiklerim de bunlardan aşağı kalmazdı. 
Sonraları bir kaza daha oldu. Rahiplerden biri nasıl uç­
tuğumu, neler yaptığımı dikkat ve merakla izliyordu. Bir 
gün sıradan bir uçurtmayla uçarken, herhalde benim yaptık­
larımı kendisinin de yapabileceğini düşünmüş olacak ki, ku­
tunun içine tırmandı. Fakat bir ara uçurtma şöyle bir silkele­
nip yana yattı ve rahip tahtaları parçalayarak uçurtmadan 
175 

dışarı uçtu. Elbisesi başının çevresine dolanmış, firil fırıl dö­
nerek aşağı düşüyordu; onunla birlikte bir de eşya sağanağı, 
fincan, tespih ve çeşitli muskalar geliyordu ama artık ihtiya­
cı yoktu bunlara. Sonra döne döne derin uçurumdan aşağı 
gitti. Az sonra, bedeninin kayalara çarparken çıkardığı sesi 
duyduk. 
Bütün güzel şeyler çok çabuk son buluyor. Günler çalış­
ma, hem de ağır bir çalışmayla geçiyordu ama üç aylık gezi 
yine de çok çabuk sona erdi. Bu dağlara yapmış olduğumuz 
çok güzel birkaç geziden ilkiydi. İsteksiz isteksiz birkaç par­
ça eşyamızı topladık. Uçurtma Şefi benim için özel olarak 
yapmış olduğu ve istediğim zaman içinde uçabileceğim çok 
güzel bir uçurtma armağan etti bana. Ertesi gün, yuvaya 
dönmek üzere yola çıktık. Geldiğimizde olduğu gibi, yine bir­
kaçımız atlara binip çabuk yolu tercih ettik; rahipler ise ço­
cuklar ve yüklü hayvanlarla birlikte yine o sakin ve acelesiz 
yürüyüşleriyle arkadan geleceklerdi. Demir Dağa geri dön­
mekten memnunduk, fakat yeni dostlarımızdan ve dağların 
hüyük özgürlüğünden ayrılmış olduğumuza da gerçekten üz­
gündük. 
176 

Yüklə 0,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin