Kitabın Orijinal Adı: The Third Eye



Yüklə 0,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/15
tarix09.04.2020
ölçüsü0,91 Mb.
#30801
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   15
lobsang rampa Üçüncü Göz


94 
Bunun nerelerde ve nasıl kullanıldığı konusunda epey çalış­
malarım oldu. Kristal kürelere bakıp bazı olayları görebil­
mekte öyle sanıldığı gibi sihirli hiçbir şey yoktur. Tıpkı bir 
mikroskop ya da teleskop, doğa yasalarından yararlanarak, 
normal olarak gözle görülmeyen şeyleri nasıl görünür hale 
getirebiliyorsa, kristal küreler de aynı görevi görürler. Üçün­
cü Göz için bir odak noktası meydana getirirler sadece. Kris­
tal kürenin yalnızca ona sahip olan kimse tarafından kulla­
nılması gerekir. Bazı kimseler en iyi cins bir kristalle çalı­
şırlarken, diğerleri camdan bir küreyi tercih edebilirler. Bu 
arada bir kâse su ya da simsiyah bir disk kullananlar da var­
dır. Kullandıkları küre neden yapılmış olursa olsun, uygula­
nacak prensipler aynıdır. 
İlk hafta boyunca oda zifiri karanlıktı. Bundan sonraki 
hafta, içeriye ancak bir parıltılık ışık verildi; hafta sonu yak­
laştıkça içeri verilen ışık da artırılıyordu. On yedinci günde 
içerisi tamamen aydınlıktı ve üç lama tahta parçasını çıkar­
mak üzere yeniden bir araya geldiler. Çok basit bir işlemdi 
bu. Bir önceki akşam, yüzümü otlardan yapılmış bir kremle 
sıvamışlardı. Sabah olunca lamalar yanıma geldiler, bundan 
önce yapmış oldukları gibi, biri başımı dizlerinin arasına aldı 
ve operatör tahtanın dışarıya çıkmış olan ucunu bir aletle 
tuttu. Ani ve şiddetli bir çekiş ve işte hepsi bu kadardı. Al­
nımda çok ufak bir noktacık kalmıştı sadece ve Lama Ming­
yar Dondup bunun üzerine otlardan yapılmış kompres koyup 
tahta parçasını gösterdi bana. Başımın içinde durduğu süre­
de abanoz gibi kararmıştı. Operatör lama ufak bir mangala 
birkaç çeşit tütsüyle birlikte tahta parçasını yerleştirdi. Tah­
tadan ve tütsülerden çıkan duman birbirine karışarak yavaş 
yavaş tavana doğru yükselirken, eğitimimin ilk aşaması da 
sona ermiş oluyordu. O gece kafamda olağanüstü hızlı bir de­
vinim hissederek uyudum. Eskisinden farklı gördüğüme göre 
acaba Tzu nasıl görünürdü şimdi bana? Ya babam, annem? 
Fakat böylesi soruların yanıtı yoktu şimdilik. 
Sabah olunca lamalar tekrar gelip, dikkatle incelediler 
beni. Söylediklerine göre, ben de diğerleriyle birlikte dışarı 
95 

çıkabilecektim artık. Fakat günümün yarısını, bana yoğun 
bir sistemle kısa sürede çok şey öğretecek olan Lama Ming-
yar Dondup ile birlikte geçirecektim. Günün öteki yarısında 
da dersler ve ayinlere katılmam gerekiyordu. Kısa bir süre 
sonra hipnotizma yöntemleri de girecekti eğitimime. O anda 
ilgilendiğim tek şey yemek yemekti. Son on sekiz gün içinde 
bana verilen çok az yemekle idare etmeye çalışmıştım ve 
şimdi de bunu telafi etmeye kararlıydım. Sadece karnımı do­
yurma düşüncesine dikkatimi vererek aceleyle dışarı çıktım. 
İçine kızgın kırmızı benekler karıştırılmış mavi bir dumanla 
sarılı, yumurta gibi bir şekil yaklaşıyordu bana doğru. Kor­
ku içinde, tiz bir ses çıkararak gerisin geri odaya daldım. Di­
ğerleri şaşkınlık içinde yüzümdeki dehşet dolu ifadeye bakı­
yorlardı. "Koridorda yanan bir adam var" diyebildim. Lama 
Mingyar Dondup koşarak dışarı çıktı, hemen geri döndüğün­
de gülüyordu. "Lobsang, yalnızca bir şeye sinirlenmiş bir te­
mizlikçi o. Çok mükemmel biri olmadığından, manyetik ala­
nı dumanlı mavi renkte, kırmızı benekler ise açıkça görülen 
kızgınlık belirtileri. Şimdi o çok istediğin yemeği yemek üze­
re tekrar gidebilirsin." 
Çok iyi tanıdığım, ama yine de bu şekilleriyle hiç gör­
memiş olduğum çocuklarla karşılaşmam epeyi eğlenceliydi. 
Şimdi onları oldukları gibi görebiliyor ve asıl düşüncelerinin 
ne olduğunu anlayabiliyordum. Birkaçının bana duyduğu iç­
ten sevgi, kimilerinde kıskançlık ve diğerlerinin ilgisizliği; 
her şey apaçıktı. Bu iş aslında sadece bazı renkleri görüp her 
şeyi anlamak değildi; bu renklerin ne ifade ettiklerini anla­
yabilmek için de eğitilmeliydim. 
Rehberim ve ben, ana kapılardan içeri girenleri rahatça 
izleyebileceğimiz kapalı bir bölmeye oturduk. Lama Mingyar 
Dondup, "Şu gelene bak Lobsang, kalbinin üzerinde titreşen 
şu ince renk çizgisini görebiliyor musun? O renk ve titreşim­
ler adamın akciğerinden rahatsız olduğunu gösteriyor." "Şu­
na bak, şu durmadan yer değiştiren şeritlere, belli aralıklar­
la ortaya çıkan beneklere bak. Bu bizim Tüccar Kardeşimiz, 
belki şu saf rahiplerin paralarını nasıl alabilirim diye düşü-
96 
nüyor Lobsang, bunu daha önce de yapmıştı, hatırlıyorum 
onu. İnsanlar bazen para için ne kadar önemsiz hasisliklere 
tenezzül ediyorlar!" diye ders veriyordu. Yaşlı bir rahip iler­
lerken Lama, "Bu adama çok dikkatli bak Lobsang. İşte ger­
çekten tertemiz bir insan, fakat Kutsal Yazılarımız'a sözcüğü 
sözcüğüne, harfi harfine uyan bir kimse. Başının çevresinde­
ki halenin sanhğındaki şu lekeleri görebiliyor musun? Bu 
onun henüz olayları kendi başına değerlendirebilecek kadar 
gelişmemiş olduğunun bir işareti" dedi. Ve bu böylece günler­
ce sürdü. Üçüncü Göz'ün gücünü, özellikle bedence ve kafaca 
hasta olan kimselerde kullanıyorduk. Bir akşam üzeri Lama 
"Daha sonra sana istediğin zaman Üçüncü Göz'ü nasıl kapa­
tabileceğini göstereceğiz; çünkü her an insanların kusurları­
nı görmek istemeyeceksin, bu dayanılmaz bir sıkıntı olur. 
Şimdilik, tıpkı diğer iki gözünü kullandığın gibi bunu da sü­
rekli olarak kullan. Sonra sana Üçüncü Gözünü de istediğin 
zaman nasıl kapatabileceğini öğreteceğiz, tıpkı diğer gözleri­
ni istediğinde açıp, kapatabildiğin gibi" dedi. 
Eskiden kalma yazılarımıza göre, binlerce yıl önce, bü­
tün kadınlar ve erkekler Üçüncü Gözleri'ni kullanabiliyorlar-
mış. O günlerde tanrılar dünya yüzünde dolaşıyor ve insan­
larla birlikte yaşıyorlarmış. Sonra insanlar tanrıların yerleri­
ne göz koymuşlar ve insanların görebildiği her şeyin tanrılar 
tarafından daha da iyi görülebileceğini unutarak, onları öl­
dürmek istemişler. Bunun cezası olarak da, insanın Üçüncü 
Gözü kapatılmış. Yüzyıllar boyunca, normal olarak gözle gö­
rülmeyen şeyleri görebilme yeteneğine sahip ancak birkaç 
kişi doğmuş. Bu kimseler, yerinde bir uygulamayla bu yete­
neklerinin gücünü kat kat artırabilirler, tıpkı bana yapılan 
operasyon gibi. 
Bir gün Soylu Reis beni yanına çağırttı, "Oğlum, insan­
ların pek çoğundan esirgenmiş olan bu özelliğe sahipsin 
artık. Onu asla kendi çıkarların için değil, yalnızca diğerleri­
ne iyilik getirecekse kullan. Öteki ülkelerde dolaştığında, 
herhangi bir konuda seni bir sihirbaz gibi kullanmak isteye­
cek insanlarla karşılaşacaksın. 'Bize bunu kanıtla, şunu ka-
97 

nıtla' diyecekler sana. Fakat, oğlum senden böyle bir şeyi 
asla yapmamanı istiyorum. Bu yetenek senin diğer insanla­
ra yardım edebilmeni kolaylaştırmak içindir, kendini zengin­
leştirmen için değil. Bu özel görme duyunla ne görürsen gör, 
ki çok fazla şey göreceksin, eğer bu gördüklerin diğerlerine 
zarar verecek ya da onların hayat çarklarını etkileyecek bir 
şeyse, sakın açıklama. Çünkü oğlum, insan kendi yolunu 
kendisi seçmelidir. Hastalara, ıstırap çekenlere yardım et, 
tamam, fakat bir insanın yolunu neyin değiştirebileceğini 
söyleme" dedi. Soylu Reis çok okumuş bir kimse olup, Dalay 
Lama'nın doktoruydu. Benimle görüşmesini bitirmeden önce 
de, birkaç gün içinde beni görmek isteyen Dalay Lama tara­
fından çağırtılacağımı söyledi. Lama Mingyar Dondup'la bir­
likte birkaç haftalığına Potala'da konuk olacaktım. 
98 

POTALA 
Lama Mingyar Dondup, bir Pazartesi sabahı, Potala'yı 
ziyaret edeceğimiz günün kararlaştırılmış olduğunu söyledi. 
Ziyaret hafta sonu yapılacaktı. "Hazırlanmalıyız Lobsang, 
onun yanına çıkarken gerçekten kusursuz olmamız gerekir." 
Dalay Lamaya takdim edilecektim, onun "huzuruna" çıkışım 
eksiksiz ve doğru olmalıydı. Sınıfımızın yakınında bulunan 
ve kullanılmayan ufak bir tapınakta, Dalay Lama'nın kendi 
büyüklüğünde bir heykeli vardı. Oraya gittik ve kendimizi 
Potala'da, onun huzuruna kabul için hazır bekliyor farzettik. 
"İlk önce benim nasıl yaptığıma bak Lobsang. Odaya böyle, 
gözlerin yerde gir. Buraya kadar yürü, Dalay Lama'ya bir 
buçuk metre kalana dek. Sonra selâm vermek üzere dilini dı­
şarı çıkar ve dizlerinin üzerine çök. Şimdi çok dikkatli bak; 
kollarını böyle tut ve öne doğru eğil. Bir defa, bir defa daha 
ve sonra üçüncü bir defa. Kafan öne eğik, diz üstü çök, sonra 
ipek eşarbı onun ayaklarının üzerine koy, aynen böyle. Başın 
öne eğik, yeniden eski duruşuna geç ki o da senin boynuna 
kendi eşarbını takabilsin. Gereksiz bir telaş göstermemek 
için kendi kendine ona kadar say, sonra kalk ve arkaya, sana 
en yakın olan boş mindere doğru geri geri yürü." Lama, uzun 
deneyimlerin verdiği rahatlıkla bunları gösterirken, ben de 
hepsini taklit ettim. Devam etti: " Burada ufak bir hatırlat­
ma, geri geri yürümeye başlamadan önce, en yakınında bulu­
nan minderin yerini çabuk ve göze batmayacak bir bakışla 
sapta. Minder topuklarına takılıp da başını arkaya vurma­
man için; böyle bir anda judo gösterisinde bulunmanı istemi-
99 

yoruz. Böyle heyecanlı bir anda insanın ayağının takılıp düş­
mesi çok kolaydır. Şimdi, bunları benim kadar rahat yapabi­
leceğini göster bana." Odadan dışarı çıktım ve Lama ellerini 
çırparak içeri girmem için işaret verdi. Aceleyle girdim içeri­
ye, ancak hemen durduruldum: "Lobsang! Lobsang! Kendini 
yarışta mı sanıyorsun? Şimdi daha yavaş ol bakalım. Kendi 
kendine Om-ma-ni-pad-me-Hum diye mırıldanarak adımları­
nı ayarla! O zaman Tsang-po Ovası'nda dörtnala koşturan 
bir yarış atı yerine ağırbaşlı bir genç rahip olarak girersin 
odaya." Bir kez daha dışarı çıktım; bu sefer biraz daha ağır­
başlı girdim içeri ve heykele doğru ilerledim. Tibet usulü se­
lâm vermek üzere dilimi dışarıya çıkartarak dizlerimin üze­
rine çöktüm. Her üç eğilişim de bir kusursuzluk örneği olma­
lıydı. Onlardan gurur duyuyordum. Fakat Tanrım! Eşarbı 
unutmuştum! Böylece, her şeye yeni baştan başlamak üzere 
bir kez daha dışarı çıktım. Bu sefer doğru yaptım ve mera­
sim eşarbını heykelin ayakları dibine bıraktım. Sonra geri 
geri yürüyüp, hiç tökezlemeden, lotus duruşunda oturmayı 
başardım. 
"Şimdi ikinci kısma geçiyoruz. Tahta fincanını giysinin 
sol koluna gizlemen gerekecek. Oturduğun zaman sana çay 
ikram edilecek. Fincan, giysinin koluyla kolun arasına sıkış­
tırılmış biçimde, şöyle tutulur. Eğer gerektiği kadar dikkat-
liysen fincan yerinde durur. Şimdi fincan giysinin kolunda 
olmak üzere, eşarbı da unutmadan bir kez daha deneyelim." 
O hafta ben artık otomatik bir biçimde hareket edene dek 
her sabah prova yaptık. İlk başlarda eğildiğim zaman fincan 
düşer ve tangırdayarak bir süre yuvarlanırdı yerde. Fakat 
kısa bir süre sonra işin ustalığına vardım. Cuma günü Soy­
lu Reis'in karşısına çıkmam ve ona hazır olduğumu göster­
mem gerekiyordu. Reis gösterimin, "Kardeş Mingyar Don-
dup'un eğitimime değerli bir katkısı" olduğunu söyledi. 
Ertesi sabah, Cumartesi sabahı, karşı tarafa, Potala'ya 
gitmek üzere manastırın bulunduğu tepeden aşağıya indik. 
Ana binalara yakın, ayrı bir tepenin üzerinde olmasına kar­
şın bizim manastır Potala bölgesinin bir parçasıydı. Bizim 
100 
tıp manastırımız, tıp okulu olarak bilinirdi, Soylu Reisimiz 
ise Dalay Lama'nın tek doktoruydu. Aslında o kadar gıpta 
edilecek bir konumda değildi, çünkü onun görevi bir hastalı­
ğı tedavi etmek değil, sağlığı korumak, hastalanmayı önle­
mekti. Bu nedenle, herhangi bir ağrı ya da sağlık bozukluğu, 
doktorun görevindeki başarısızlığına bağlanırdı. Yine de 
Soylu Reis kendi istediği zaman gidip Dalay Lamayı muaye­
ne edemezdi. Ancak o hastalanıp da kendisini çağırtırsa gi­
debilirdi yanına. 
Fakat bu Cumartesi, doktorun meselelerini düşünecek 
durumda değildim, kendi derdim kendime yeterdi. Bizim te­
penin eteğine geldiğimizde, Potala'ya doğru döndük ve heye­
canlı gezgin ve hacılar kalabalığı arasından yolumuza devam 
ettik. Bu insanlar, bizim Dalay Lama adını verdiğimiz En 
Değerli Kişi'nin evini görmek üzere Tibet'in dört bir yanın­
dan gelmişlerdi. Eğer onu şöyle bir görebilseler, kendilerini 
uzun yolculuklarının ve katlandıkları zorlukların karşılığını 
fazlasıyla almış hissederek geri dönerlerdi. Bazı hacılar, bu 
ziyareti yapabilmek için, yaya olarak aylarca yol katederler-
di. Burada çiftçilere, ufak eyaletlerden gelmiş soylulara, ço­
banlara, tüccarlara ve hastalıklarına bir çare bulmak umu­
duyla Lhasa'ya gelmiş hastalara rastlamak mümkündü. 
Hepsi birden yolu adeta istila etmişler, Potala'nın eteğinin 
çevresinde altı millik bir çember oluşturmuşlardı. Bir kısmı 
toprağın üzerine boylu boyunca uzanmıştı; arada sırada 
şöyle bir doğrulup sonra yeniden yatıyorlardı tozların içine. 
Bu arada hastalar ve güçsüzler de arkadaşlarının desteği ya 
da iki değnek yardımıyla aksaya aksaya geziniyorlardı orta­
lıkta. Bol miktarda da satıcı vardı; bir kısmı seyyar bir man­
galda sıcak tereyağlı çay, bir kısmı da çeşit çeşit yiyecek satı­
yordu. Her tarafta tılsımlar ve "Yeniden bedenlenmiş bir aziz 
tarafından takdis edilmiş" muskalar satılıyordu. Cahiller 
için basılmış yalan yanlış yıldız falları satan yaşlı adamlar 
da vardı. Yolun biraz aşağısında, neşeli bir grup, Potala anısı 
olarak elle dönen dua değirmenleri satmaya çalışıyordu. Bu 
arada seyyar yazıcılar da belli bir ücret karşılığında, kendile-
101 

rine para veren adamın Lhasa'yı ve oradaki tüm kutsal yer­
leri ziyaret ettiğini onaylayan bir belge veriyorlardı. Bunlara 
harcayacak zamanımız yoktu. Bizim hedefimiz Potala'ydı. 
Dalay Lama'nın özel evi büyük yapının tepesindeydi; 
çünkü hiç kimse onun bulunduğu yerden daha yüksek bir 
yerde oturamazdı. Binaların dışından yükselen kocaman bir 
merdiven, tâ tepeye kadar çıkar. Burası bir merdivenden 
çok, basamaklardan oluşmuş bir sokağı andırır. Yüksek dü­
zeydeki memurların çoğu, yürümek zahmetinden kurtulmak 
için atlarına binerek çıkarlardı yukarıya. Yolumuz boyunca 
pek çoğuna rastladık bunların. Yukarılarda bir yerde, Lama 
Mingyar Dondup durarak parmağıyla bir yeri işaret etti: 
"Eski evin işte şurada Lobsang, bak hizmetkârlar avluda ko­
şuşturup duruyorlur." Baktım; neler hissettiğimden hiç söz 
etmemek herhalde daha iyi olur. Annem atına binmiş, kendi­
sine eşlik eden hizmetkarlarıyla birlikte tam avludan çık­
mak üzareydi. Tzu da oradaydı. Hayır, o andaki düşüncele­
rim sadece bana ait olmayı sürdürmeli. 
Potala, küçük bir dağın üzerinde, kendi içine kapanık 
bir kasabadır. Tibet'in dini ve siyasal tüm devlet işleri bura­
dan yürütülür. Bu bina ya da binalar grubu, ülkenin yaşa­
yan kalbi, tüm düşüncelerin odak noktasıdır. Bu duvarların 
arasında, içlerinde altın külçeleri, çuvallar dolusu değerli 
taşlar ve yüzlerce yıl öncesine ait garip eşyalarla dolu hazine 
evleri vardır. Halen orada bulunan binalar aşağı yukarı üç 
yüz-üç yüz elli yıllıktır; ancak bunlar çok daha önceleri ora­
da bulunan bir başka yapının temelleri üzerine kurulmuşlar­
dır. Çok eskiden dağın tepesinde zırhlı bir kalenin olduğu 
söylenir. Aslında bu volkanik dağın içinde, çok derinlerde 
koca bir mağara vardır ve bu mağaradan bir sürü geçit yayı­
lır dağın içine; hatta bunlardan birinin sonunda da bir göl 
vardır. Burayı gören, hatta buranın varlığından haberi olan 
sadece birkaç kişi, çok ayrıcalıklı birkaç kişidir. 
Fakat biz şu anda dışarıda, sabah güneşinin altında, 
basamaklardan yukarıya doğru ilerliyorduk. Tahta dua de­
ğirmenlerinden çıkan çatırtılar geliyordu her yerden. Bun-
102 
lar, Tibet'te bulunan yegâne tekerlek çeşididir; çünkü çok ön­
ceden yapılmış bir kehanete göre, tekerlekler ülkeye girdi­
ğinde, barış dışarı çıkacaktır. Nihayet tepeye ulaştık. Dev 
gibi muhafızlar, çok iyi tanıdıkları Lama Mingyar Dondup'u 
görünce altın kapıyı ardına kadar açtılar. Sonra, Dalay 
Lama'nın bundan önceki Bedenleri'ne ait türbelerinin ve 
şimdi oturduğu özel evinin bulunduğu yere kadar tırmanma­
yı sürdürdük. Evin girişini yak öküzü yününden yapılmış, 
kestane renginde geniş bir perde örtüyordu. Yaklaşmamız 
üzerine perde yana çekildi ve yeşil porselenden ejderlerin 
beklediği geniş bir salona girdik. Duvarlara, bazı dini olayla­
rın ve eskiden kalma efsanelerin tasvir edildiği, hepsi birbi­
rinden güzel bir sürü kilim asılmıştı. Alçak sehpaların üze­
rinde, bir koleksiyoncunun kalbini coşturacak parçalar, mito­
lojideki çeşitli tanrı ve tanrıçaların ufak heykelcikleri ile 
emayeden yapılmış süs eşyaları vardı. Yine perde ile örtül­
müş bir girişin yanındaki rafın üzerinde, Soyluların Kitabı 
duruyordu. Açıp kendi ismimi bulmak istedim orada, çünkü 
bugün, burada kendimi çok ufak ve önemsiz hissediyordum. 
Daha sekiz yaşındayken kurulacak tek bir düşüm dahi kal­
mamıştı. Üstelik, ülkedeki En Yüksek Kişi'nin beni niçin 
görmek istediğini de merak ediyordum. Aslında bunun epey 
olağanüstü bir olay olduğunu da biliyordum; bana kalırsa 
bunun ardında sadece daha çok çalışma, katlanılacak daha 
çok sıkıntı vardı. 
Kırmızı giysiler içinde, boynuna altın renginde ipek bir 
atkı sarmış olan bir lama, Lama Mingyar Dondup'la konuşu­
yordu. Görünüşe göre benim rehberim burada ve her yerde, 
herkes tarafından gerçekten çok iyi tanınıyordu. Konuşmala­
rını duydum: "Kutsal Kişi Hazretleri onunla çok ilgileniyor 
ve özel olarak yalnız konuşmak istiyor." Rehberim döndü ve 
bana, "İçeri girmenin zamanıdır Lobsang. Sana kapıyı göste­
receğim ve sonra tek başına gireceksin içeri; tüm hafta bo­
yunca yapmış olduğumuz gibi bunun da yalnızca bir deneme 
olduğunu düşün" dedi. Kolunu omuzlanma doladı ve beni bir 
kapının önüne götürdü. "Endişe etmen için hiçbir neden yok, 
103 

haydi, gir içeri" diye fısıldadı. Beni içeri göndermek için sır­
tımdan hafifçe itekledi ve durup baktı arkamdan. Kapıdan 
içeri girdim ve orada, uzun bir odanın en dibinde En Değerli 
Kişi, Onüçüncü Dalay Lama oturuyordu. 
Safran renginde, ipekli bir yastığın üzerine oturmuştu. 
Giysisi sıradan bir lamanınki gibiydi fakat başında, uçları 
omuzlarına dek sarkan, uzun sarı bir şapka vardı. İçeri gir­
diğimde elindeki kitabı yere bırakmak üzereydi. Başımı eğip, 
ona bir buçuk metre yaklaşana dek ilerledim, sonra dizleri­
min üzerine çöktüm ve üç kez eğildim. Lama Mingyar Don-
dup odaya girmeden önce ipek eşarbı bana vermişti; onu En 
Değerli Kişi'nin ayakları dibine bıraktım. Öne doğru hafifçe 
eğildi ve kendi eşarbını, her zaman yapılan biçimde boynu­
ma dolamayıp, bileklerimin üzerine bıraktı. Korku içinde 
kalmıştım, geri geri en yakın mindere doğru yürümem gere­
kiyordu ve hepsinin de oldukça uzakta, duvarların yanında 
olduklarını görmüştüm. Dalay Lama ilk kez konuştu: "O yas­
tıklar senin arka arka yürümen için oldukça uzaktalar, geri 
dön ve karşılıklı konuşabilmemiz için birini al getir." Dediği 
gibi yaptım, bir yastık alıp geri döndüm. "Onu buraya koy ve 
otur önüme" dedi. Ben yerleştikten sonra konuşmaya başla­
dı: "Şimdi genç adam, senin hakkında çok iyi şeyler duydum. 
Sen kendiliğinden olağanüstü görüş gücüne sahipsin. Üçün­
cü Gözünün açılmasıyla da bu gücün daha da kuvvetlendi­
rilmiş oldu. Senin son bedenlenmen hakkında kayıtlar var 
bende. Ayrıca astrologların geleceğin için bulundukları keha­
netler de var. Başlangıçta biraz sıkıntı çekeceksin, fakat so­
nunda başarıya ulaşacaksın. Dünya üzerinde pek çok yaban­
cı ülkeye, şimdiye dek daha ismini bile duymamış olduğun 
ülkelere gideceksin. Hayal edemeyeceğin biçimde zulüm, 
yıkım ve ölüm göreceksin. Bunlar uzun sürecek ve zor ola­
cak, fakat önceden haber verildiği gibi sonunda başarıya ula­
şacaksın." Yedi yaşımdan beri yapmış olduğum ve sözcüğü 
sözcüğüne hepsini bildiğim bütün bunları bana niçin anlattı­
ğını bilmiyordum. Tibet'te doktorluk ve operatörlük öğrene­
ceğimi, sonra da Çin'e gidip bütün bu konular üzerinde yeni-
104 
den eğitim göreceğimi de biliyordum. Fakat En Değerli Kişi 
konuşmasını sürdürüyordu: "Ben Hindistan ve Çin'de bulun­
dum, bu ülkelerde daha büyük gerçekleri tartışabilir insan; 
bununla birlikte pek çok Batılı ile karşılaştım. Onların de­
ğerleri bizimkilerden farklı, onlar ticaret ve altına taparlar. 
Bilim adamları da sana, 'Bize düşünceyi gösterin. Ortaya çı­
karın, onu yakalayalım, tartalım, asitlerle deneyler yapalım. 
Bize onun molekül yapısını, kimyasal reaksiyonlarını söyle­
yin. Kanıt, kanıt, bir kanıt olması gerek' derler ve kendileri­
nin kuşku içindeki ters davranışlarının, bu kanıtı bulabilme­
leri için var olan her şansı ortadan kaldırdığının farkına bile 
varmazlar. Ama dur, şimdi biraz çay içelim." 
Gonga hafifçe vurdu ve odaya giren hizmetkâr, onun 
verdiği emir üzerine, az sonra çay ve Hindistan'dan getiril­
miş, oraya özgü bazı yiyecekler taşıyarak geri döndü. Ben 
yerken En Değerli Kişi konuşuyordu, bana Hindistan'ı ve 
Çin'i anlattı. Çok sıkı çalışmamı istediğini ve bunun için 
bana özel öğretmenler seçeceğini söyledi. Artık kendimi daha 
fazla tutamazdım, patladım: "Hiç kimse benim öğretmenim­
den, Lama Mingyar Dondup'dan daha çok şey bilemez." Da­
lay Lama şöyle bir baktı bana ve sonra başını arkaya doğru 
atarak kahkahalarla gürledi adeta. Belki de başka hiç kimse, 
muhakkak ki sekiz yaşında başka hiçbir çocuk onunla bu şe­
kilde konuşmamıştı. Bundan hoşlanmış görünüyordu. "De­
mek Mingyar Dondup'un iyi olduğunu düşünüyorsun, öyle 
mi? Bana onun hakkında gerçekten ne düşündüğünü söyle, 
dövüş horozu seni!" "Efendim!" diye karşılık verdim, "bende 
herkeste olmayan olağanüstü bir görüş gücü olduğunu söyle­
diniz. Lama Mingyar Dondup şimdiye dek görmüş olduğum 
en mükemmel insan." Dalay Lama güldü ve yanındaki gonga 
yeniden vurdu. İçeri giren lamaya, "Mingyar Dondup'a bura­
ya gelmesini söyleyin" dedi. 
Lama Mingyar Dondup içeri girdi ve En Değerli Kişi'yi 
eğilerek selâmladı. "Bir minder getir ve otur Mingyar" dedi 
Dalay Lama. "Bu genç adam senin nasıl bir insan olduğunu 
açıklamış bulunuyor; benim de tamamen katıldığım bir de-
105 

ğer yargısı bu." Lama Mingyar Dondup benim yanıma otur­
duğunda, Dalay Lama devam ediyordu, "Lobsang Rampa' 
nın eğitiminin tüm sorumluluğunu kabul etmiş bulunuyor­
sun. Bunu istediğin gibi plânla ve herhangi bir yetki belgesi 
gerekirse bana başvur. Ben de onu arada sırada göreceğim." 
Sonra bana dönerek, "Genç adam, çok iyi bir seçim yaptın, 
Rehberin eski bir dostum benim ve Yüksek Olaylar Bilimi 
konusunda da gerçek bir usta." Birkaç söz daha söylendi, 
sonra ayağa kalktık, eğildik ve odadan dışarı çıktık. Lama 
Mingyar Dondup'un pek belli etmemekle birlikte çok mem­
nun olduğunu görebiliyordum. "Birkaç gün daha burada ka­
lacağız ve binaların az bilinen kısımlarını araştıracağız" de­
di. "Aşağıda bazı koridorlar ve odalar var ki geçen iki yüz yıl 
boyunca hiç açılmamış. Bu odalardan Tibet tarihi hakkında 
oldukça çok şey öğreneceksin." 
Dalay Lama'nın oturduğu yerde, lamalık mertebesin­
den daha aşağıda kimse yoktu. Hizmet gören lamalardan 
biri yanımıza yaklaşarak, her ikimiz için de burada, binanın 
tepesinde birer oda ayrılmış olduğunu söyledi ve odalarımızı 
gösterdi. Tam karşıda uzanan Lhasa'nın ve vadinin manza­
rasıyla heyecandan titredim. Lama, "Kutsal Kişi Hazretleri 
buraya istediğiniz zaman girip çıkabilmeniz ve hiçbir kapı­
nın size kapalı kalmaması için emir verdi" dedi. 
Lama Mingyar Dondup'a göre bir süre yatıp dinlenme­
liydim. Sol bacağımdaki derin yara bana hâlâ acı veriyordu 
ve topallayarak yürüyordum. Bir ara sakat kalmamdan bile 
endişe edilmişti. Bir saat kadar dinlendikten sonra Rehbe­
rim odaya geldi; çay ve yiyecek getirmişti. "Şu içi boş oyukla­
rı doldurmanın tam zamanıdır Lobsang. Burada iyi yemek­
ler yiyorlar, biz de yararlanalım bundan." Yemeğe başlamak 
için beni teşvik edecek başka şey söylemesine gerek yoktu. 
Yemeği bitirdikten sonra Lama Mingyar Dondup önde, ben 
arkada odadan çıkıp, düz damın tâ öteki ucunda bulunan bir 
başka odaya gittik. İçeri girdiğimizde müthiş bir şaşkınlıkla 
pencerelerin yağlı bezle değil, dışarısını apaçık gösteren bir 
hiçlikle kaplı olduğunu gördüm. Elimi uzattım ve büyük bir 
106 
ihtiyatla bu şeffaf hiçliğe dokundum. Şaşırdım, soğuktu, he­
men hemen buz kadar soğuktu ve üstelik kaygandı. Sonra 
birdenbire uyandım: Cam! Bu maddeyi böyle ince bir tabaka 
halinde daha önce hiç görmemiştim. Uçurtma iplerimizin 
üzerine cam parçaları sürerdik, fakat bu camlar kalındı ve 
içinden bakıldığında arkasını berrak bir şekilde göstermezdi. 
Renkliydiler onlar, fakat bu, su gibiydi sanki. 
Şaşıracağım şeylerin, hepsi bundan ibaret değildi. La­
ma Mingyar Dondup az sonra pencereyi ardına kadar açıp, 
deriyle kaplı, çalgıya benzeyen pirinçten bir boru aldı eline. 
Bir ucunu çekince, her biri birbirinin içinden çıkan dört boru 
daha çıktı ortaya. Yüzümdeki ifadeye kahkahalarla gülen 
rehberim, tüpün bir ucunu camdan dışarı çıkarıp, yüzünü de 
öbür ucuna yaklaştırdı. Anlaşılan bir müzik aletiydi bu, fa­
kat borunun ucunu ağzına değil, gözüne doğru yaklaştırmış­
tı. Biraz daha oynadıktan sonra, "Bunun içinden bak Lob­
sang. Sağ gözünle bak ve sol gözünü de kapalı tut" dedi. Bak­
tım ve şaşkınlıktan neredeyse donakaldım. Atına binmiş bir 
adam, borunun içinden bana doğru geliyordu! Hemen yana 
fırladım ve dehşetle çevreme bir göz attım. Lama Mingyar 
Dondup'tan başka hiç kimse yoktu görünürlerde ve o da kah­
kahalarla sarsılıyordu. Bana büyü yapmış olduğunu düşüne­
rek kuşkulu bakışlarla baktım ona. "Kutsal Kişi Hazretleri, 
sizin Yüksek Olaylar Bilimi ustası olduğunuzu söylemişti" 
dedim, "fakat öğrencinizle alay etmeniz gerekiyor mu?" Bu­
nun üzerine daha da çok gülerek, eliyle yeniden bakmamı 
işaret etti. Büyük bir kuşku içinde istediğini yaptım, daha 
değişik bir manzara görmem için de boruyu hafifçe oynatmış­
tı. Bir teleskop! Daha önce hiç görmemiştim; fakat tüpün 
içinden atını bana doğru hızla koşturan bu adamın hayalini 
de hiç unutmadım: Bir Batılı, Yüksek Olaylar Bilimi'yle ilgili 
bir ifade hakkında "Olanaksız!" sözcüğünü kullandığı zaman 
sık sık aklıma gelir bu; öyle bir olay o an için de bana göre 
gerçekten "olanaksız"dı. Dalay Lama Hindistan'dan döner­
ken beraberinde birkaç tane de teleskop getirmişti ve bunlar­
la çevredeki manzaraları izlemekten büyük bir zevk alırdı. 
107 

Bu odada ayrıca hayatımda ilk kez bir aynaya baktım ve 
orada gördüğüm korkunç varlığı, bir an kesinlikle tanıyama­
dım. Alnının orta yerinde kocaman kırmızı bir yara izi bulu­
nan, pembe yüzlü küçük bir oğlan, yadsınamayacak heybette 
bir burun gördüm. Daha önceleri sudaki yansımalarımı gör­
müştüm, fakat bu çok açıktı. O zamandan bu yana da pek 
fazla ilgilenmedim aynalarla. 
Tibet'in cam, teleskop ya da ayna gibi şeylerin olmadığı 
garip bir ülke olduğunu düşüneceksiniz tabii, fakat orada ya­
şayan halk zaten böyle şeyleri istemezdi aslında. Biz tekerle­
ğin ülkeye girmesini de istemezdik. Tekerlek sürat ve sözde 
uygarlık için yapılmıştır. Biz, ticari yaşamın hızı içinde, dü­
şünceyle ilgili olaylara zaman kalmadığını daha çok önceden 
fark etmiştik. Maddi dünyamız telaşsız ve rahat adımlarla 
ilerliyor, böylelikle kendi aslımızla ilgili bilgiler gelişip yayı-
labiliyordu. Biz olağanüstü görme duyusunun, telepatinin ve 
metafizikle ilgili diğer olayların gerçekliğine binlerce yıl önce 
varmıştık. Bununla ilgili olarak, bazı lamaların karların 
içinde çırılçıplak oturup, yalnızca düşünce gücüyle çevrele­
rindeki karları eritebildiklerinin tümüyle doğru olduğunu 
söylemek istiyorum. Bu gibi olaylar ise yalnızca heyecan ara­
yanları hoşnut etmek için sergilenmez. Yüksek Olaylar Bili­
mi ustaları olan kimi lamaların kendiliklerinden havaya 
yükselebildikleri gerçektir, fakat güçlerini asla deneyimsiz 
izleyicileri eğlendirmek için ortaya koymazlar. Tibet'te bir 
öğretmen, ilk önce öğrencisinin böyle güçler karşısında güve­
nilebilir bir kafaya sahip olup olmadığından emin olmalıdır. 
Bu nedenle de, metafizik güçler asla kötüye kullanılmazlar, 
çünkü bu konuda yalnızca doğru insanlar eğitilirler. Bu güç­
lerin sihirle hiçbir biçimde ilişkileri yoktur; bunlar sadece 
doğa yasalarından yararlanılarak elde edilen sonuçlardır. 
Tibet'te, en iyi şekilde gelişebilmeleri için bir toplum 
içinde yaşamaları gereken kimi insanların yanı sıra, bazı in­
sanlar da yalnızlığı yeğlerler. Bu ikinciler, çoğu zaman uzak­
larda bulunan manastırlara giderek, bir münzevi hücresine 
kapanırlar. Bu hücreler, çoğunlukla bir dağın yamacına ku-
108 
rulmuş küçük odalardır. Ses geçirmemeleri için duvarlar iki 
metreye yakın bir kalınlıktadırlar. Münzevi, kendi isteği üze­
rine odaya kapandığında, giriş duvarla örtülür. Herhangi bir 
ışık ya da eşya yoktur içeride, taştan yapılmış boş bir kutu­
dur burası. Günde bir kez, ışık geçirmemesi için çift kapılı 
yapılmış ve ses geçirmez bir bölmeden içeri yiyecek verilir. 
Münzevi ilk seferinde burada üç yıl, üç ay ve üç gün kalır. 
Yaşamın ve insanın doğası üzerine meditasyon yapar. Ne 
olursa olsun, hiçbir nedenle fiziksel bedeni içinde bu hücreyi 
terk edemez. Burada kaldığı son ayda, içeriye ince bir ışık 
girmesini sağlamak için damda çok ufak bir delik açılır. Bu 
delik, münzevinin gözlerinin ışığa yeniden alışabilmesi için 
her gün biraz daha genişletilir. Aksi takdirde, dışarıya çıktı­
ğı anda gözleri kör olur. Çoğu kez bu adamlar, dışarı çıktık­
tan yalnızca birkaç hafta sonra yeniden hücrelerine geri dö­
nerler ve ölene dek de orada kalırlar. Bu, sanılabileceği gibi 
öyle verimsiz ve değersiz bir varoluş biçimi değildir. İnsan 
bir ruh, bir düşünce, başka bir dünyaya ait bir varlıktır ve 
ancak bedenle olan tüm bağlarını kopardığı zaman özgür 
kalıp bir ruh olarak dünyayı dolaşabilir ve düşünceleriyle 
öteki insanlara yardım edebilir. Biz Tibetliler, düşüncenin 
elektrik dalgaları olduğunu biliriz. Madde yoğunlaşmış ener­
jidir. Ayrıca, bir maddeye, dikkatle odaklanmış ve kısmen yo­
ğunlaşmış düşünceyle hareket kazandırabilirsiniz. Düşünce 
bir başka biçimde kontrol edildiğinde, telepati ortaya çıkar 
ve bu da, örneğin uzakta bulunan bir kimsenin belirli bir 
davranışta bulunmasına neden olabilir. Yoğun sis yüzünden 
pilotun pistin nerede olduğunu bile göremediği bir zamanda, 
uçağın yere inmesini sağlamak için bir mikrofona konuşup 
yol gösteren adamın davranışını olağan sayan böyle bir dün­
yada telepatiye inanmak çok mu güçtür? Aynı şey, yanılması 
mümkün olan bir makineyi kullanmak yerine, biraz eğitimle 
ve kuşkuya hiç yer vermeyen telepati yoluyla da yapılabilir. 
Benim gizli güçler alanındaki gelişmem, tümüyle karan­
lıklar içinde uzun bir inzivayı değil de, münzevi olmak iste­
yen pek çok kişi için uygun düşmeyen başka bir yol gerektir-
109 


di. Eğitimim, doğrudan doğruya Dalay Lamanın emirleriyle 
özel bir amaca yöneltilmişti. Bu gibi olaylar bana hipnotizma 
yöntemlerinin yanı sıra, bu özellikteki bir kitapta tartışması 
yapılamayacak başka bir sistemle öğretildi. Ben sadece, sıra­
dan bir münzevinin tüm yaşamı boyunca edinebileceği bilgi­
lerden daha fazlasının bana verilmiş olduğunu belirtmekle 
yetineceğim. Potala'yı ziyaretim, bu eğitimin ilk aşamasıyla 
ilgiliydi, fakat bundan daha sonra söz edeceğim. 
Teleskopla büyülenmiştim adeta; çok iyi bildiğim bu 
yerleri inceleyebilmek için de oldukça sık kullandım onu. La­
ma Mingyar Dondup, bu işe sihirin karışmadığını, sadece 
olağan doğa yasalarından yararlanıldığını anlayabilmem 
için, tüm esaslarını en ufak noktasına dek açıkladı. 
Yalnızca teleskop hakkında değil, fakat her türlü olayın 
niçin meydana geldiği, açıklayıcı nedenlerle izah edilmişti 
bana. İlgili yasaların açıklaması yapılmadan, herhangi bir 
olay hakkında, "Oh! Bu sihirdir!" diyemiyordum artık. Bu zi­
yaretimiz sırasında bir gün tamamen karanlık bir odaya gir­
miştik. Lama Mingyar Dondup, "Şimdi sen burada dur Lob-
sang ve şu karşındaki beyaz duvara dikkatle bak" dedi. Son­
ra yağ kandilinin alevini söndürüp, pencerenin kepengiyle 
oynadı ve o anda, önümdeki beyaz duvarda Lhasa'nın bir 
resmi belirdi; fakat her şey tersine dönmüştü! Çevrede baş 
aşağı dolaşan adamları, kadınları ve yak öküzlerini görünce 
şaşkınlıkla haykırdım. Resim aniden titredi ve yine bir anda 
her şey doğruldu. "Işığın kırılması" hakkındaki açıklama ka­
famı her şeyden çok karıştırmıştı; insan ışığı nasıl kırabilir­
di? Kavanoz ve testilerin sessiz bir ıslıkla nasıl kırılabilecek-
lerini göstermişlerdi bana, oldukça basit bir olaydı bu ve 
üzerinde fazla düşünmeye değmezdi, fakat ışığı kırmak da 
neydi? Bir başka odadan, ışığın camdan yapılmış birkaç dili­
min arkasına gizlenmiş olduğu bir lambadan ibaret olan alet 
getirilene kadar anlayamadım bu işi. Ardından, ışığın nasıl 
kırıldığını gördüm ve bu olaydan sonra da başka hiçbir şey 
beni hayrete düşürmedi artık. 
Potala'nın kiler odaları, harikulade heykeller, tarihi ki-. 
110 
taplar ve dini konuları işleyen enfes duvar resimleriyle ağzı­
na dek tıklım tıklım doluydu. Bunların arasından ancak bir 
iki tanesini görebilmiş olan birkaç Batılı da, bunları yakışık­
sız şeyler olarak nitelendirmişlerdir. Birbirine sıkı sıkı sarıl­
mış bir kadın ve bir erkek ruhunu tasvir eden bu resimlerin 
anlamı, müstehcen olmaktan çok uzaktır. Üstelik hiçbir Ti­
betli de onlara bu gözle bakmaz. Bu kucaklaşan iki çıplak fi­
gürün vermek istediği şey ise Bilim ve Güzel Yaşam'ın oluş­
turduğu birliğin sonsuz ve yüce sevincini insana duyurmak­
tır. Kutsal sembolleri olan, haça çivilenmiş, eziyet çeken bir 
adama ibadet eden Hristiyanlar'ı ilk gördüğüm zaman had­
dinden fazla dehşete düşmüş olduğumu itiraf etmeliyim. Ya­
zık ki hemen hepimiz, diğer ülkelerin insanlarını da kendi öl­
çülerimizle değerlendirme eğilimindeyiz. 
Yüzyıllar boyu, o zamanın Dalay Lama'sı için çeşitli ül­
kelerden armağanlar yağmıştır Potala'ya. Bu armağanların 
hemen hepsi bu odalarda korunmuştu ve ben de bu eşyalara 
Üçüncü Gözümle bakıp, bunların nasıl bir olayla buraya ge­
tirildikleri hakkında edindiğim psikometrik sonuçlarla hayli 
güzel vakit geçirdim. Ben o eşyaya bakarak elde ettiğim bil­
gileri açıkladıktan sonra, Rehberim okuduğu bir kitaptan ba­
na doğru olayı ve olaydan sonra olanları anlatıyordu. Onun, 
gitgide artan bir biçimde sık sık, "Çok doğru Lobsang, bu işi 
gerçekten çok iyi başarıyorsun" demesi de çok sevindiriyordu 
beni. 
Potala'dan ayrılmadan önce yeraltı tünellerinden birini 
ziyaret ettik. Diğerlerini daha sonra bir başka gün görece­
ğimden, şimdilik bu tüneli ziyaret edebileceğimi söylediler. 
Yanımıza aldığımız alev alev yanan meşalelerin ışığında, bü­
yük bir dikkatle, sanki sonu yokmuş gibi görünen basamak­
lardan aşağıya inerek, pürüzsüz kayalardan oluşan geçitler­
den adeta kayarak ilerledik. Anlattıklarına göre bu tüneller 
yüzlerce yıl önce, volkanik bir hareket sonucu oluşmuşlardı. 
Duvarlar, bana tümüyle yabancı olan sahnelere ait garip tab­
lolar ve resimlerle süslenmişti. Beni en çok ilgilendiren şey, 
geçitlerden birinin sonunda bulunduğu ve kilometrelerce bir 
111 

alanı kapladığı söylenen o gölü görebilmekti. Nihayet gittik­
çe genişleyen bir tünele girdik. Az sonra, meşalelerin ışığının 
erişemediği kadar yükseklerde bir yerde, tavan ansızın kay­
boldu. Bir metre kadar daha ilerledikten sonra bir su kena­
rında durduk. Ömrümde hiç böyle bir şey görmemiştim. Su 
koyu renkte ve gayet durgundu; onu görmemizi neredeyse 
olanaksız kılan karanlıkta, bir gölden çok, dipsiz bir kuyuyu 
andırıyordu. Durgun yüzünü kırıştıran tek bir dalgacık, ses­
sizliği bozan tek bir çıt yoktu. Üzerinde ayakta durduğumuz 
kaya parçası da su gibi simsiyah, meşalelerin ışığı altında 
parlıyordu. Az ötemizde, duvarın üzerinde de bir başka pırıl­
tı vardı. Oraya doğru yürüdüğümde bunun kayanın içinde, 
belki beş-altı metre boyunda ve neredeyse benim boyuma ya­
kın kalınlıkta bir altın damarı olduğunu gördüm. Bir zaman­
lar fazla ısıyla kayadan aşağı erimeye başlamış ve sanki al­
tından yapılmış bir mumun yağı gibi aktığı yerde topak to­
pak soğumuştu. Sessizliği Lama Mingyar Dondup bozdu: 
"Bu göl kırk mil ötede Tsang-po Nehri'ne karışıyor. Yıllar ön­
ce bir grup serüvenci rahip, tahta bir salla iki de kürek yap­
mışlar. Sala bir yığın meşale yerleştirip sahilden ayrılmışlar. 
Millerce kürek çekip çevreyi incelemişler; sonra da suyun, 
duvarları ve tavanı göremeyecekleri kadar genişlediği bir 
yere gelmişler. Hafif hafif kürek çekerek, nereye gittiklerini 
bilmeden suyun üzerinde bir süre öylece sürüklenmişler." 
Söylediklerini hayalimde canlandırarak dinliyordum. 
Lama devam etti: "Hangi tarafın ön, hangi tarafın arka oldu­
ğunu bilemeyip kaybolmuşlar. Sonra sal aniden sarsılmış, 
meşalelerini söndürüp onları mutlak bir karanlıkta bırakan 
sert bir rüzgâr başlamış. İlk önce pek sağlam olmayan tekne­
lerinin Su Şeytanları'nın pençesine düştüğünü sanmışlar. 
Sonra birden dönmeye başlamışlar, başları dönmüş, hasta­
lanmışlar. Tahtaları birbirine bağlayan halatlara sarılmış­
lar. Sal bu zorlu devinim içinde ufak dalgalarla yıkanıyor-
muş, baştan aşağı ıslanmışlar. Ardından hızları artmış, san­
ki onları ölümlerine doğru sürükleyen insafsız bir devin pen­
çesine tutulmuş gibi hissetmişler kendilerini. Böyle ne kadar 
112 
gittiklerine dair hiçbir şey bilmiyorlarmış. Görünürlerde en 
ufak bir ışık dahi yokmuş. Karanlık, hayatlarında hiç görme­
dikleri ölçüde katı ve kesin bir siyahlıkmış. Gıcırtılar, sür­
tünme sesleri, sersemletici bir rüzgâr ve sıkıştırıcı bir basınç 
varmış. Devrilen saldan aşağı yuvarlanıp suya gömülmüşler. 
Birkaçı bir solukluk hava almaya ancak vakit bulabilmiş. 
Geri kalanlar ise bu kadar talihli değillermiş. Sonra bir ışık 
görmüşler, yeşilimsi ve belli belirsiz; bu ışık gittikçe artmış. 
Bir topaç gibi dönmeye başlamışlar, savrulmuşlar, sonra ani­
den pırıl pırıl bir gün ışığına doğru sürüklenmişler. 
İçlerinden ikisi, bitkin ve kanlar içinde, yan boğulmuş 
bir halde kıyıya ulaşmayı başarabilmiş. Diğer üç kişiden hiç­
bir iz yokmuş. Yarı ölü, yarı diri bir halde saatlerce yatmış­
lar kıyıda. Sonunda bir tanesi çevresine şöyle bir göz atabile­
cek kadar doğrulmuş; az ötede Potala görünüyormuş. Çevre­
lerinde, otlayan yak öküzleriyle dolu yeşil çayırlar varmış. 
İlk anda ölmüş olduklarını ve burasının Tibet Cenneti oldu­
ğunu düşünmüşler. Yaklaşan ayak seslerini duymuşlar ve 
tepelerinden kendilerine bakan bir çoban görmüşler. Çoban 
salın başıboş yüzen enkazını görüp, belki işe yarar düşünce­
siyle onu almaya gelmişmiş. Bu iki rahip en sonunda çobanı 
kendilerinin birer rahip olduklarına ikna edebilmişler; çün­
kü giysileri tamamen parçalanmışmış. O da sonunda sedye 
almak ve yardım istemek üzere Potala'ya gitmeye razı ol­
muş. O günden sonra da bu gölün gizli yerlerini keşfetmek 
üzere hemen hiç kimse bir girişimde bulunmamış; fakat bi­
zim meşalelerimizin ışığının eriştiği yerin az ötesinde birkaç 
tane ada olduğu biliniyor. Bunlardan bir tanesi bulunmuş. 
Orada ne olduğunu daha sonra gittiğimizde görürsün." 
Bütün bunları teker teker kafamda canlandırarak, bir 
sal bulup gölü keşfedebilmeyi istedim. Rehberim yüzümdeki 
ifadeyi inceliyordu; aniden gülüp, "Evet, orayı keşfetmek ger­
çekten büyük bir zevk olur" dedi, "fakat astral seyahatle ora­
ya gidip incelemeler yapabileceğimize göre, bedenlerimizi ni­
çin boşu boşuna kullanalım? Birkaç yıl içinde benimle birlik­
te bu yeri keşfedebilecek bir duruma geleceksin ve buradan 
113 

öğrendiklerimizi de mevcut bilgilerimize ekleyeceğiz. Fakat 
şimdilik, çalış oğlum, çalış. Her ikimiz için de." 
Meşalelerimizin alevleri daha bir aşağılarda titreşmeye 
başlamıştı; bana sanki kısa bir süre sonra geçitlerin karanlı­
ğında, bir kör gibi el yordamıyla ilerlemek zorunda kalacağız 
gibi geliyordu. Geri dönerken, nasıl aptallık edip de yanımı­
za yedek meşaleler almamış olduğumuzu düşündüm. Lama 
Mingyar Dondup bu düşüncemi aynı anda hissetmişti; az 
ötedeki bir duvara yöneldi. Gizlenmiş hücre gibi bir yerden 
birkaç meşale daha çıkarttı ve bunları neredeyse sönmeye 
yüz tutmuş olan meşalelerimizle yaktı. 
"Burada her zaman için yedek meşale bulundururuz 
Lobsang, aksi takdirde insanın karanlıkta yolunu bulabilme­
si çok zor olur. Haydi, şimdi gidelim." 
Arada sırada soluğumuzu yenilemek ve duvarların üze­
rindeki resimleri incelemek üzere ufak molalar vererek, 
eğimli geçitlerden yukarı doğru güçlükle ilerliyorduk. Bu şe­
killeri anlamıyordum; devleri andıran figürler ve kafamın al­
madığı çok garip makineler vardı. Rehberime bakınca, onun 
bu resimlerin hiç de yabancısı olmadığını ve tünellerde sanki 
kendi evindeymiş gibi rahat rahat gezindiğini görebiliyor­
dum. Buraya daha sonra yapacağım ziyaretleri düşünmeye 
başladım, çok gizemli bir hava vardı burada. Düşüncelerim 
Rehberim'in sözleriyle kesildi: "Lobsang! Yaşlı bir adam gibi 
mırıldanıyorsun. Birkaç adımlık yol kaldı şurada, neredeyse 
gün ışığına çıkmak üzereyiz. Yukarıda dama çıkıp, rahiple­
rin su yüzüne çıktıkları bölgeyi bulmak için teleskopla ince­
leriz çevreyi." 
Dışarı çıkıp da dama ulaştığımızda, niçin atla kırk mil 
gidip o yeri bizzat görmediğimizi düşündüm. Lama Mingyar 
Dondup bana, görülecek pek fazla bir şeyin olmadığını, teles-
kobun gösteremeyeceği bir şeyin ise hiç olmadığını söyledi. 
Gölden çıkış noktası su düzeyinin çok altındaydı ve bundan 
önceki Dalay Lama'nın emriyle olay yerine dikilmiş bir ağaç 
kümesinden başka bu noktayı belirleyen herhangi bir işaret 
yoktu. 
114 

Yüklə 0,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin