Tablo 18. Olguların demografik verileri (devamı)
190
N.C. 259750 73 E 75 172
Üroloji
var
191
A.T. 41166 60 E 80
170
Üroloji
yok
192
D.B. 127678 78 E 73 171
Üroloji
yok
193
İ.T. 88891
79
E 83
170
Üroloji
yok
194
V.P. 48998 61
E 85
165
Üroloji
yok
195
E.E. 260407 28 E 85
174
Genel Cerrahi
yok
196
Y.N. 215311 51 E 95 167
Genel Cerrahi
yok
197
K.Ö. 260642 20 E 65 169
Genel Cerrahi
yok
198
G.U. 228809 29 E 75 167
Genel Cerrahi
yok
199
M.A.Y. 258130 78 E 85 167
Genel Cerrahi
yok
200
R.Ş. 115846 66 E 55
165
Plastik Cerrahi
yok
201
M.S. 249954 70 E 80 168
Plastik Cerrahi
var
202
H.K. 213745 53 E 59 166
Ortopedi
yok
203
G.Ö. 17691 48 K 75
160
Ortopedi
yok
204
N.S. 259611 20 K 68 162
Ortopedi
yok
205
H.B. 230664 70 K 60 156
Ortopedi
yok
206
E.M. 21993 50 E 72
168
Ortopedi
yok
207
M.M. 260877 71 E 40 165
Ortopedi
yok
208
H.Y. 227107 44 E 60 170
Ortopedi
yok
209
B.E. 257660 30 E 90 174
Üroloji
yok
210
S.G. 227737 46 K 70 158
Üroloji
yok
211
H.İ.S. 259009 20 E 85 175
Üroloji
yok
212
A.Ç. 261078 50 E 100
172
Üroloji
yok
213
R.A. 262167 65 E 82 168
Üroloji
yok
214
H.S. 26948 78
E 73
170
Üroloji
yok
215
İ.U. 49336
77
E 65
170
Üroloji
yok
216
M.K. 251722 53 E 73 170
Üroloji
yok
217
C.U. 228048 74 E 90 173
Üroloji
yok
218
T.D. 242596 21 E 64 171
Üroloji
yok
219
M.D. 253351 21 E 50 175
Üroloji
yok
220
M.K. 148520 54 E 63 173
Üroloji
yok
221
M.Ş. 260818 65 E 56 170
Üroloji
yok
41
Tablo 18. Olguların demografik verileri (devamı)
222
S.K. 257600 76 E 80 172
Üroloji
yok
223
A.B. 261431 60 E 60 171
Üroloji
yok
224
Ş.Ş. 244927
59 E 72
171
Üroloji
yok
225
Y.T. 262301 68 E 97 174
Üroloji
yok
226
M.Ç. 156527 73 E 55 168
Üroloji
yok
227
Z.G. 238432 67 E 70 170
Üroloji
yok
228
K.Ü. 257613 21 E 60 169
Üroloji
yok
229
N.E. 57183 68 E 70
175
Üroloji
var
230
H.K. 263872 54 K 80 159
Ortopedi
yok
231
F.S. 155820
48 E 80
173
Ortopedi
yok
232
P.Ç. 237454 62 K 70
157
Ortopedi
yok
233
N.İ. 244801
69 E 70
168
Plastik Cerrahi
yok
234
Y.A. 53748 39 E 70
178
Plastik Cerrahi
yok
235
Y.K. 247503 40 E 78 175
Genel Cerrahi
var
236
R.Ç. 231936 52 E 72 172
Üroloji
yok
237
R.L. 263120 42 E 75 165
Üroloji
yok
238
M.Ş. 232285 66 E 66 168
Üroloji
yok
239
E.Ö. 83887 28 E 63
170
Üroloji
yok
240
M.E. 263231 56 E 87 172
Üroloji
var
241
İ.O. 68356
60
E 67
165
Üroloji
1
242
H.K. 238325 80 E 58 165
Üroloji
yok
243
R.A. 264382 73 E 72 168
Üroloji
yok
244
Y.Y. 243219 70 E 70 170
Üroloji
yok
245
S.K. 255141 39 K 67 160
Üroloji
var
246
H.Y. 127789 60 E 56 168
Üroloji
var
247
R.Ö. 253552 70 E 105
170
Üroloji
yok
248
L.S. 263895
73 E 85
170
Üroloji
yok
249
E.Y. 267291 34 E 84 174
Üroloji
yok
250
S.B. 179436 56 E 60
168
Üroloji
yok
251
H.F. 205879 67 E 93 172
Üroloji
yok
252
A.A. 252853 45 E 82 172
Üroloji
yok
253
İ.I. 30549
35
E 70
168
Plastik Cerrahi
yok
42
Tablo 18. Olguların demografik verileri (devamı)
254
H.Y. 205840 74 K 70 163
Ortopedi
yok
255
S.G. 121861 53 E 60 167
Ortopedi
yok
256
S.K. 251994 35 K 80 164
Kadın doğum
yok
43
TARTIŞMA
Spinal anestezi en sık uygulanan rejyonal anestezi tekniği olmasına rağmen anestezi
sonrası özellikle enfeksiyon, spinal nörotoksisite, post spinal baş ağrıları ve yaşamı tehdit
eden komplikasyon olasılıkları ile de klinisyenlerin her zaman korkulu rüyası olmuştur.
Günümüzdeki teknolojik gelişmelerle bu sorunların önemli bir kısmına çözüm bulunabilmiştir
(6).
Fransa’da 1997 yılında spinal anestezi komplikasyonları konusunda yapılan geniş serili
bir tarama, spinal anestezi kaynaklı ciddi komplikasyon insidansına ilişkin önemli bulgular
ortaya koymuştur. Spinal anestezi uygulanan 640 olgudan, 26 tanesinde kardiyak arrest, 6
olguda ölüm, 5 olguda kauda ekina sendromu, 19 olguda ise radikulopati olmak üzere 40
olguda ciddi komplikasyonlar belirlenmişken, günümüzde yeni iğne tipleri, uygulama
tekniklerinin gelişmesi, komplikasyonlara ilişkin gerekli önlemlerin alınması ve erken
müdahaleler ile bu tür bulgulara pek rastlanmamaktadır (35).
Spinal anestezi sonrası özellikle baş ağrısı, daha az rastlanan görme bozukluğu, bulanık
ve çift görme, kulak çınlaması, işitme kaybı, idrar yapamama, sırt ve bel ağrısı, bağırsak
şikayetleri, cinsel aktivitede azalma gibi komplikasyonların görülme sıklıkları ve nedenleri ile
ilgili birçok çalışmada farklı sonuçlar bulunmuştur.
Amerikan Anestezistler Derneği (American Society of Anesthesiologists-ASA)
Kapanmış Tazminat Projesi, ameliyathanede uygulanan rejyonal anestezi yükümlülük
davalarının en sık nedenlerini tanımlamış, 20 yıllık bir dönemde (1980-1999) tüm dava
konularının %18’ini rejyonal anestezi uygulamalarının oluşturduğunu saptamıştır. Rejyonal
anestezi davalarının içinde epidural anestezi komplikasyonları (%42) ile karşılaştırıldığında
spinal anestezi komplikasyonlarının (%34) daha az olduğu görülmektedir (5).
44
Üniversitemizde retrospektif olarak yaptığımız bu çalışmada 256 olgu değerlendirilerek,
16 PSBA’sı (%6,9), 5 sırt ve bel ağrısı (%1,95), 3 idrar yapamama (%1,17), 2 bağırsak
şikayetleri (%0,78) ve 1 cinsel aktivitede azalma (%0,59) olmak üzere toplam 27
komplikasyon geliştiği belirlendi. Çalışmamızda oran olarak komplikasyon sayısı yüksek gibi
görünmekle birlikte ölüm, kardiyak arrest, kauda ekina sendromu gibi ciddi, yaşamı tehdit
eden problemler belirlenmedi.
Yapılan birçok çalışmada spinal anestezi uygulama aralığı olarak L
2-3
ve
L
3-4
kullanılmışken (36,37) bazı çalışmalarda ise daha çok L
4-5
ya da L
5
-S
1
aralığından girişim
tercih edilmiştir (38). Özetle, spinal anestezi medulla spinalisin bitimini takiben güvenli kabul
edilen bütün aralıklardan uygulanabilmektedir ve aralık tercihi ile anestezi sonrası karşılaşılan
komplikasyonlar arasında doğrudan bir ilişki olabileceği konusunda literatürde bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Bizim çalışmamızda uygulamaların %73,4’ü L
4-5
, %26,6’sı L
3-4
aralığından
yapılmış ve belirlenen komplikasyonlar da kullanılan aralığın sayısal oranına paralel, başta
PSBA olmak üzere daha çok L
4-5
aralığı uygulamalarında ortaya çıkmıştır (%87,5 L
4-5
; %12,5
L
3-4
).
Spinal anestezi’de kullanılan iğnenin dura kılıfında açtığı delikten BOS’un sızıntı yolu
ile kaybı sonucu BOS basıncında azalmaya bağlı olarak geliştiği kabul edilen ve olguları
rahatsız eden PSBA önemli bir komplikasyondur. Oluşumunda en önemli etkenin kullanılan
iğne tipi ve kalınlığı olduğu kabul edilmektedir (38).
Geniş gauge iğnelerin kullanımına bağlı olarak daha önceki yıllarda PSBA’sı insidansı
%66 iken, 1956’da 22 ve 24 gauge iğnelerin kullanıma girmesi ile insidans %11 olarak tespit
edilmiş ve PSBA’nı önlemek amacıyla iğne çaplarının küçültülmesi yanında iğne ucu
tasarımının da etkili olabileceği düşünülmüştür (39-41). Literatürde kalem uçlu ve küçük çaplı
iğnelerin PSBA insidansını azaltığını gösteren birçok çalışma bulunmaktadır (42,43). Farklı
çalışmalarda PSBA’nın 22 gauge iğne ile %40, 25-gauge iğne ile %25 (44,45), 26 gauge iğne
ile %2-12 ve 29 gauge iğne ile %2’den az insidansa sahip olduğu bildirilmektedir (37,45,46).
Jeanjean ve arkadaşları (47) 24-gauge iğne ile yaptıkları çalışmada PSBA insidansını %0,08,
Despond ve arkadaşları (48) 27-gauge iğne ile %9,3, Frenkel ve arkadaşları (49) 25-gauge
iğne kullanarak yaptıkları çalışmada ise %3,5 oranında belirlemişlerdir. Bizim çalışmamızda
tüm hastalarda tek tip 22-gauge Quincke iğne kullanılmış ve PSBA insidansı %6,9 olarak
saptanmıştır. Yukarıda adı geçen çalışmalara dikkat edecek olursak kullanılan iğne çapı ile
baş ağrısı arasında doğrudan tek başına bir paralellik olmadığı açıktır. 22-gauge iğne ile %40,
24-gauge iğne ile %0,08 görülmesine karşılık 27-gauge ile %9,3 görülmesi bu konuda farklı
etmenlerin de rol oynayabileceğini göstermektedir (44,48,49).
45
Birçok çalışmada PSBA insidansının farklı oluşunun olguların cinsi (bayan), yaş (genç),
hamilelik, intraoperatif pozisyon, erken mobilizasyon, iğnenin çapı ve tasarımı, iğnenin
pozisyonu, lokal anestezik ajanın yoğunluğu, opioid ilave edilmesi, intraoperatif sedasyon
sağlanması ve olgunun psikosomatik durumu ile ilgili olabileceği bildirilmiştir (42,50-53).
Yaşlılarda fiziksel duyarlılığın azalmasına bağlı ağrı eşiğinin yükselmesi ve beyin kan
damarlarındaki azalmış elastisite nedeniyle PSBA daha az görülmektedir. Obstetrik olgularda
ise, doğum sırasındaki dehidratasyon, doğumu takiben kan volümündeki hızlı değişiklikler,
doğum sırasındaki intraabdominal basınç değişiklikleri ve doğum sonrası uygun sıvı
replasmanı yapılamaması nedeniyle daha fazla görüldüğü bildirilmektedir (54).
Jeanjean ve arkadaşları (47) 50 yaş altı olguda 24-gauge iğne ile yaptıkları çalışmada
PSBA insidansını %0,08 olarak bildirmişler, yaş, cinsiyet ve verilen lokal anestezik miktarları
ile baş ağrısı arasında anlamlı bir ilişki saptamamışlardır. Pjevic ve arkadaşları (55), 20-45 yaş
arası 776 olguda 25-gauge iğne ile yaptıkları çalışmada PSBA insidansını %3,5 olarak tespit
etmiş ve genç olgularda daha çok görülmesini istatistiksel olarak anlamlı bulmuşlardır.
Frenkel ve arkadaşları (49) çalışmalarında 19-30 yaş arası 202 genç olguda 25-gauge iğne ile
%3,5 oranında PSBA saptamışlar, Chan ve arkadaşları (56) da 101 hastada 25-gauge iğne ile
yaptıkları çalışmada %13,9 oranında PSBA saptamış ve bu olguların yaş ortalamasını 33,6
olarak tespit etmişlerdir. Biz çalışmamızda, bazı araştırmacıların (55,56) sonuçları ile benzer
şekilde baş ağrısı gelişen olgularımızın yaş ortalamasının 34,81 olduğunu dikkate alarak
PSBA’nın genç olgularda daha fazla olabileceği sonucuna vardık. Bu sonuç spinal anatomide,
sinir fizyolojisinde ve kardiyovasküler reflekslerde yaşla ilgili değişikliklerden kaynaklanıyor
olabilir.
Despond ve arkadaşları (48), 18-45 yaş arası olgularda 27-gauge iğne ile yaptıkları
çalışmada PSBA insidansını genel olarak %9,3, kadınlarda daha sık (%20) erkeklerde daha az
(%5,5) olarak tespit etmişlerdir. Jeanjean ve arkadaşları (47) ile Hafer ve arkadaşları (41) da,
PSBA ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki olmadığını belirtmişlerdir (41,47). Bu çalışmalara
benzer şekilde, istatistiksel olarak PSBA ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki tespit
edilmemesine rağmen klinik olarak çalışmamızda PSBA gelişen 16 olgudan 15’i erkek 1’i
kadın idi. PSBA’nın kadınlarda daha fazla görüldüğünü ifade eden çalışmaların aksine
erkeklerde daha fazla saptamamızın nedeninin olgu cinsiyet dağılımımızda çoğunluğun erkek
oluşundan kaynaklandığını düşünmekteyiz.
İğne çapı, yaş, cinsiyet dışında PSBA insidansını etkileyen bir diğer faktör
mobilizasyon zamanıdır. Yapılan bazı çalışmalarda araştırmacılar proflaktik olarak uygulanan
yatak istirahatinin PSBA insidansını azaltmaya faydalı olmadığını saptamışlardır (49,57,58).
46
Cook ve arkadaşları (59), 102 olgu ile yaptığı çalışmada olguların bir kısmına 4 saat
diğer kısmına 24 saat yatak istirahati uygulamış ve ilk grupta %11,6 diğer grupta %11,9
oranında PSBA tespit ederek aralarında anlamlı fark olmadığını belirlemiştir.
Andersen ve arkadaşları (60), 50 yaş üstü TUR uygulanan 112 erkek hasta ile yaptığı
çalışmada bir gruba 24 saat yatak istirahati, diğer gruba erken mobilizasyon uygulamış,
erken mobilizasyon uygulanan grupta %11, 24 saat yatak istirahati uygulanan grupta %14
oranında PSBA saptamıştır. İki grup karşılaştırıldığında baş ağrısı başlangıç zamanları
arasında fark saptanmamış olmasına rağmen, araştırmacı erken mobilizasyonun PSBA’nın
önlenmesinde klinik olarak etkinliğini belirtmektedir.
Hafer ve arkadaşları (41), PSBA oranını yaptıkları çalışmada %9,4 olarak tespit
etmişler, uzun yatak istirahati uygulanan olgularda PSBA insidansında azalma olmadığını
fakat olguların yatak istirahatine tam olarak uyup uymadıklarının mutlaka değerlendirilmesi
gerektiğini bildirmişlerdir. Frenkel ve arkadaşları (49) yaptıkları çalışmada proflaktik
postoperatif immobilizasyonun PSBA insidansı üzerine etkisi olmadığını saptamışlardır.
Bizim çalışmamızda PSBA görülen olguların %75,5’nin ilk 12 saatte mobilize olduğu,
baş ağrısı gelişen ve gelişmeyen olgular arasında ilk ayağa kalkma zamanları arasında anlamlı
bir fark olmadığı saptanmıştır. İstatistiksel olarak bir fark tespit edilmemesine karşılık klinik
olarak yukarıdaki çalışmaların tersine, baş ağrısı görülen olguların çoğunun erken mobilize
olduğu belirlenmiştir.
Çalışmamızda baş ağrısı gelişen ve gelişmeyen olgular arasında istatistiksel anlamlı bir
fark bulunamasa da klinik olarak baş ağrısı gelişen olguların 14 (%87,5)’üne ameliyathanede
hiç kolloid verilmediği, 1000 cc kolloid verilen olgularda ise hiç baş ağrısı görülmediği
belirlendi. Verilen kolloid miktarı ile PSBA arasında doğrudan bir ilişkiyi gösteren çalışmaya
rastlamasak da, kolloid verilmeyen olgularda %87,5 oranında belirlenen PSBA’ya karşılık
1000 cc kolloid verilen olguların hiçbirinde PSBA görülmemesi kolloid kullanımının PSBA
insidansını azaltmakta etkili olabileceğini düşündürdü.
Spinal anestezi’den sonra en yaygın şikayet olan sırt ve bel ağrısı baş ağrısından daha
fazla görülmekte ve görülme sıklığı %2.5 ile %54 arasında değişmektedir (51,52,61-63).
Ancak ağrının iğne şekli ve çapıyla ilişkisinin olup olmadığı konusunda değişik görüşler
vardır (52). Pittoni ve arkadaşları (64) 22-gauge kalem uçlu iğne ile (%14,5), 25-gauge kalem
uçlu iğneye (%5,9) göre daha fazla oranda bel ağrısı gözlemlemişler ve bunun nedeninin fazla
deneme ile değil iğne çapı ile ilgili olduğunu belirtmişlerdir. Shutt ve arkadaşları (65) bel
ağrısı ile iğne deneme sayısı arasında herhangi bir ilişki bulamamışlar, 25-gauge kalem uçlu
iğne kullanımı sonrası bel ağrısı insidansını %8 olarak saptamışlardır. Genç hastalarda 24-
47
gauge kalem uçlu iğne ile Seeberger ve arkadaşları (66) şiddetli bel ağrısı insidansını % 11
olarak rapor etmişler ve bel ağrısı oluşumu için iğnenin çapının kalın olması yanında iğne
tasarımı ve deneme sayısının da önemli olduğunu bildirmişlerdir. 24-gauge kalem uçlu iğne
kullanan Tarkkila ve arkadaşları (52), Lim ve arkadaşları (67) ise bel ağrısı insidansını sırası
ile % 2 ve % 35.7 olarak rapor etmişlerdir. Frenkel ve arkadaşları (49), Geurts ve arkadaşları
(37), Tarkkila ve arkadaşları (52) 25-gauge keskin uçlu iğne ile bel ağrısı insidansını sırasıyla
%12,4, %12,5 ve %14,6 olarak bildirmişlerdir. Lynch ve arkadaşları (63), Geurts ve
arkadaşları (37), Lim ve arkadaşları (67) ise 29-gauge keskin uçlu iğne kullanarak sırası ile
%2,5, %10 ve %32,1 olarak bulmuşlar, nedenini kullanılan kılavuz iğne yanında deneme
sayısının fazla olmasına bağlamışlardır. 22-gauge iğne kullanılan bizim çalışmamızda bel
ağrısı oranı %1,95 olarak bulundu. Belirlenen bu oranın diğer çalışmalara göre daha düşük
bulunmasının nedeninin, tam tesbit edilemese de spinal anestezinin doğru pozisyonda, iyi bir
teknik ve daha az travmatize bir yöntemle uygulanmasından kaynaklanabileceği düşünülebilir.
İdrar retansiyonu spinal anestezinin postoperatif komplikasyonlarından biridir. Frenkel
ve arkadaşları (49) 19-30 yaş arası 202 genç erkek hasta ile 25-gauge iğne ve hiperbarik
bupivakain kullanarak yaptıkları çalışmada idrar retansiyonunu %2,5 insidansta saptamışlardır.
NgKO ve arkadaşları (68) 18-40 yaş arası 80 hasta ile yaptıkları çalışmada %2,5 oranında
idrar retansiyonu görmüşlerdir. Bu çalışmada hiperbarik bupivakain ve tetrakain kullanılmış
ve istatistiksel anlamlı olmasa da tetrakain grubunda idrar retansiyonun daha fazla görüldüğü
tespit edilmiş. Bu da tetrakain ile oluşan sensorial bloğun daha uzun süreli olmasına
bağlanmış. Biz çalışmamızda idrar retansiyonu oranını hiperbarik bupivakain kullanımı ile
%1,17 olarak belirledik. Bu çalışmalardan farklı olarak 22-gauge iğne kullanarak idrar
retansiyonu oranını daha az bulmamız kullanılan lokal anestezik (sensorial bloğun daha kısa
sürdüğü), olgu sayısı gibi etkenlerden kaynaklanıyor olabilir.
Spinal anestezi sonrası nadir de olsa görülebilen bir diğer komplikasyon ise bağırsak
şikayetleridir. T
5
-L
1
düzeyinde splanknik sempatik blokaj ile ince bağırsaklarda kontraksiyon
ve sfinkterlerde gevşeme olmaktadır (68). Çalışmamızda sadece iki olgu bağırsak
şikayetlerinden bahsederken, 81 yaşındaki olgu operasyon öncesinde de var olan bu durumun
sonrasında arttığını bildirdi. İki olguda da blok uygulama aralığının L
4-5
olması muhtemel bir
sempatik blokaja bağlı bağırsak şikayetlerinin görülebileceğini düşündürmektedir.
Diplopi, bulanık görme ve görme kaybı gibi nervus abdusens paralizisine bağlı
komplikasyonlar için Thomke ve arkadaşları (27) 1/5800, Follens ve arkadaşları (69) 1/400
insidans saptamışlardır. Geri dönüşümlü bu komplikasyonun spinal anestezi uygulanmasından
önce olgulara anlatılması ve bu komplikasyona ilişkin olgunun postoperatif mutlaka kontrol
48
edilmesi gerekmektedir. Bizim çalışmamızda diplopi, bulanık görme ve görme kaybı gibi
komplikasyonlara rastlanmamıştır.
Yine nadir görülen diğer bir komplikasyon olan işitme kaybı için Malhotra ve
arkadaşları (34) 23-gauge Qincke iğnelerin, 26-gauge iğnelerle karşılaştırıldığında ortalama
işitme duyusunu azalttığını saptamışlardır. Ok ve arkadaşları (70) 20-40 yaş arası 60 olgu ile
22 ve 25 gauge iğne kullanarak yaptıkları çalışmada gençlerde işitme kaybına ve
3. ,4. ,5. ,6. ,7. ve 8. kranial sinirlere ait patolojik herhangi bir bulguya rastlamamışlardır.
Gültekin ve arkadaşları (71), 25’i 30 yaş altı , 25’i 60 yaş üstü 50 olguda 25-gauge iğne
kullanarak yaptıkları çalışmada düşük frekanslı duyma kaybını genç yaş grubunda daha fazla
saptamışlar, konuşma frekansında fark belirlememişlerdir. Geçici duyma kaybının genç
olgularda daha fazla olması nedeninin dural ponksiyon sonrası BOS kaybının bu yaş
grubunda daha fazla olmasına bağlı olabileceğini düşünmüşler, PSBA nın yaşlılarda daha az
görülme nedeninin de daha az BOS kaybı ile ilgili olabileceğini belirtmişlerdir. Genç
olgularda spinal anestezi sonrası işitme kaybı yönünden de daha fazla risk olduğu, bu nedenle
BOS kaçağının iyi belirlenmesi ve komplikasyonların atlanabileceği düşünülerek daha
yakından denetlenmeleri gerektiğini söylemişlerdir. Malhatro ve arkadaşları (72) ise 30 hasta
ile 23-26 gauge iğne ile yaptıkları karşılaştırmalı çalışmada 23-gauge iğne kullanımı ile
duyma kaybının daha az olduğunu bildirmişlerdir. Çalışmamızda; işitme kaybı, kulak
çınlaması belirlenen olgumuz olmamıştır.
Spinal anestezinin nadir görülen komplikasyonlarından biri de cinsel aktivite azalmadır.
Literatürde bu komplikasyona dair fazla çalışma olmamasına rağmen Eckstein ve arkadaşları
(73)’nın 1016 olgu üzerinde yaptığı geniş retrospektif çalışmada sadece 9 hastada cinsel
aktivitede azalma tespit edilmiş, bu çalışma sonucunda cinsel aktivitenin azalmasında spinal
anestezinin bir etken olmadığı kabul edilmiştir. Çalışmamızda 1 olguda cinsel aktivitede
azalma belirlenmiş, orşiektomi operasyonu sonrası, gelişen bu problemin oluşumunda spinal
anestezi mi yoksa yapılan operasyonun mu etkin rol oynadığı konusunda karar verilememiştir.
Çalışmamızda, üniversitemiz ameliyathanesinde 01.05.2006-15.11.2006 tarihleri
arasında spinal anestezi uygulanmış 256 olgunun postoperatif baş ağrısı ve diğer
komplikasyonlar açısından retrospektif olarak incelenmesi ile; 16 olguda post spinal baş ağrısı,
5 olguda sırt-bel ağrısı, 3 olguda idrar yapamama, 2 olguda bağırsak şikayetleri ve 1 olguda
cinsel aktivitede azalma olmak üzere toplam 27 komplikasyon geliştiği belirlendi.
Kliniğimizde ilk kez yapılan bu retrospektif çalışma ile belirlediğimiz
komplikasyonları literatür verileriyle karşılaştırdığımızda PSBA ve diğer komplikasyonlar
oranlarının düşük olduğunu saptadık. Uygulanan teknik, doğru olgu seçimi, bilgi ve el
49
becerisinin yanında uygun iğne kullanımı gibi birçok etkenin rol oynadığı spinal anestezi
uygulamalarının kliniğimizde standart değerler ölçüsünde gerçekleştirilebildiğini
düşünmekteyiz. Daha ince çaplı iğneler kullanılarak, kolloid sıvı desteği ile daha sorunsuz
uygulamalar yapılabileceği görüşündeyiz.
|