Yalvarmaların, gözyaşlarının, ricaların yararı olmadı. Tanrı da en az insanlar kadar duygusuz olmalı ki ettiğim duaları
işitmiyor. Yarın akşam saat dokuzda anlaşma imzalanacak. Ama kalbim sana ait, Maximilian.
Bu akşam dokuza çeyrek kala kapıda seninle buluşacağım.
Karın
Valentine De Villefort
NOT:
Bu arada sanırım yarın evleneceğimi
büyükbabamdan gizliyorlar.
Maximilian haberi aldıktan sonra gerekli bütün hazırlıkları yapmaya başladı. Villefortların bahçesine
iki merdiven saklamış, arabayı hazırlatmıştı. Yanlarında hiçbir uşak olmayacaktı, arabadaki ışıkları da
sokağı geçene kadar yakmayacaklardı.
Sonunda vakit geldi. Maximilian, Villefortların evine giderek arabayı sakladı. Kendisi de çalıların
arasında gizli bir yer bularak beklemeye başladı. Yavaş yavaş hava karardı. Saat dokuzu vurmuştu.
Valentine’den ses seda yoktu. Saat onu vurduğunda Maximilian hâlâ Valentine’in ayak eslerini işitmeyi
bekliyordu. Sonra aklına bir fikir geldi: Valentine gelirken yolda bayılmış olabilirdi. Bu düşünce onu
öylesine endişelendirdi ki bütün tehlikeyi göze alıp saklandığı yerden çıkarak eve doğru koşmaya başladı.
Tam eve yaklaştığı sırada, ayın aydınlattığı bahçede Doktor d’Avrigny ile Bay Villefort’u ağaçlığa doğru
yürürken gördü. Hemen bir çalılığın arasına saklandı. Bir süre sonra Maximilian iki adamın arasındaki
konuşmayı işitti:
“Ah doktor, nedir bu başımıza gelenler! Beni avutmak için boşuna uğraşmayın, bu çok ağır bir darbe
oldu benim için. Arka arkaya iki ölüm… bu çok fazla…”
Bu sözleri işiten Maximilian’ın tüyleri ürperdi. Villefortların evinde biri daha mı ölmüştü?
“Sizi buraya avutmak için çağırmadım,” dedi doktor, “tersine, uyarmak için çağırdım…”
“Ne demek istiyorsunuz?” dedi savcı tedirgin bir halde.
“Yalnız mıyız?”
“Evet, ama bu kadar tedbir neden?”
“Size söylemem gereken bir sır var,” dedi doktor.
Morrel dehşete düşmüş bir şekilde bir elini kalbine bastırmış, merakla doktoru dinlemeye çalışıyordu.
“Bayan Saint-Meran yaşlı olmasına yaşlıydı, ama son derece sağlıklı bir kadındı,” diye başladı söze
doktor.
“Evet, ama üzüntüden öldü.”
“Dostum, üzüntü öldürür, haklısınız, ama bir günde, bir saatte, on dakikada değil. Kayınvalideniz
zehirlenmiş!”
“Ne?”
“Bütün belirtiler bunu gösteriyordu. Bayan Saint-Meran’a, büyük olasılıkla yanlışlıkla, yüksek dozda
striknin verilmiş.”
“Ama bu nasıl olur?”
“Kayınvalidenizi benden başka kontrol eden oldu mu?”
“Hayır.”
“Hiç düşmanı var mıydı? Onun ölümünden çıkarı olacak herhangi biri?”
“Hayır. Valentine onun varisiydi, ama böyle bir şeyin düşüncesi bile çirkin.”
“Kimseyi suçlamak istemiyorum Bay Villefort, büyük olasılıkla bir kaza olmuştur. Sözgelimi, Bay
Noirtier’yle ilgilenen uşak Barois, onun ilacını yanlışlıkla kayınvalidenize vermiş olamaz mı?”
“İyi ama babamın ilacı Bayan Saint-Meran’ı neden zehirlesin ki?”
“Kimi hastalıklarda zehir ilaç etkisi yapar, felç de bunlardan biridir. Son üç aydır babanıza brusin adlı
bir sıvı veriyorum; felçli bir insan bu sıvının altı damlasına dayanabilir, ama aynı miktar sıradan bir
insanı öldürmeye yeter.”
“Öyle bile olsa, Barois Bayan Saint-Meran’ın odasına hiç girmez ki…”
“Bilemiyorum, ama bu iş kazayla değil de bilerek yapılmışsa, gözünüzü açık tutmanızı öneririm. Savcı
olan sizsiniz, gereken araştırmaları yapın dostum. Bu arada bu aramızda kalsın.”
“Sağ olun doktor, her şey için teşekkürler!”
Böyle dedikten sonra, Villefort eve koştu. Doktor da gitti. Maximilian sonunda saklandığı yerden
çıkarak derin bir soluk aldı ve işittiklerinden sonra Valentine’in ne halde olduğunu düşünerek
endişelenmeye başladı. O sırada evin açık pencerelerinden birinden bir ağlama sesi duydu. Sanki biri
kendisine sesleniyor gibiydi. Hemen saklandığı yerden fırlayarak çiçek bahçesini geçti ve açık duran
kapıdan eve girdi. Görülmeden merdivenlere ulaştı. Yarı açık bir kapıdan gelen ışık ve ağlama sesleri
ona yardımcı oldu. Kapıyı açıp içeri girdi.
Beyaz örtüyle kaplı bir yatağın üzerinde yaşlı kadının cesedi yatıyor, yanı başında da Valentine
hıçkırıklarla ağlıyordu. Valentine’i o halde görmeye dayanamayan Maximilian elinde olmadan içini
çekerek yatağa doğru yaklaştı. Valentine onu gördüğüne şaşırmamıştı.
“Buraya kadar gelmeyi nasıl başardın?” dedi Valentine. “Hoş geldin demek isterdim, ama seni ilk
karşılayan ölüm oldu…”
“Valentine, sekiz buçuktan beri gelmeni bekliyorum,” dedi Morrel titreyen bir sesle. “Sen gelmeyince o
kadar endişelendim ki duvardan atlayıp soluğu burada aldım…”
“Seni görecek olurlarsa mahvoluruz. Görünmeden çıkabileceğin tek yer büyükbabamın odasından
açılan kapı. Beni izle!”
Valentine koridoru geçip Noirtier’nin odasına giden merdivenleri indi. Maximilian da parmak uçlarına
basarak onu izledi.
Evde olup bitenlerden haberdar olan Bay Noirtier Valentine’i görünce çok sevindi.
“Büyükbabacığım,” dedi Valentine soluk soluğa, “büyükannemi de yitirdikten sonra bu dünyada beni
seven bir tek siz kaldınız. Yardımınıza ihtiyacım var!”
Bay Noirtier yardıma hazır olduğunu belirten bakışlarla baktı Valentine’e.
“O halde bu genç adama bakmanızı istiyorum,” dedi Valentine.
Bay Noirtier biraz şaşırarak Morrel’e baktı.
“Bu genç adam, Marsilya’nın en dürüst tecimenlerinden olan Bay Morrel’in oğlu Maximilian
Morrel’dir. Onu tanıdığınıza eminim.”
Noirtier ‘evet’ anlamında başını salladı.
Valentine büyükbabasının önünde diz çöktü. “Büyükbabacığım, bu adamı seviyorum ve ondan başkasına
ait olmak istemiyorum. Beni başka bir adamla evlendirecek olurlarsa kederimden ölürüm!”
Bay Noirtier düşünceli bakışlarla bir Valentine’e bir de Morrel’e baktı.
“Bay Morrel’i seviyorsunuz, öyle değil mi?”
Noirtier yine ‘evet’ anlamında başını salladı.
“O halde babamın isteklerine karşı bizi korur musunuz?”
Noirtier zeki bakışlarını Morrel’e dikti. Bu şu anlama geliyordu: “Olabilir.”
Maximilian yaşlı adamın ne demek istediğini anladı.
“Küçükhanım,” dedi Valentine’e dönerek, “Bay Noirtier’yle birkaç dakika yalnız kalmama izin verir
misiniz?”
Bay Noirtier de bakışlarıyla Valentine’e çıkmasını söylüyordu. Valentine kalkıp büyükbabasını öptükten
sonra iki adamı yalnız bırakarak odadan çıktı.
Morrel, Valentine’in ona büyükbabası ile arasındaki her şeyi anlattığını göstermek için sözlüğü alıp
yaşlı adamın yanına koydu. Sonra da Valentine’le nasıl yakınlaştıklarını, onu ne kadar çok sevdiğini,
Valentine’in de kendisiyle evlenmekten başka bir şey istemediğini ve birlikte kaçmayı düşündüklerini
anlattı. Sözlerini bitirdiğinde Bay Noirtier’nin gözlerinde memnun olmadığını belirten bir bakış vardı.
“Planımızı onaylamıyor musunuz?” diye sordu Morrel.
“Hayır onaylamıyorum,” dedi Noirtier gözleriyle.
“O halde ne yapmamı öneriyorsunuz? Bu evliliğe göz mü yummalıyım?”
Noirtier hareketsiz duruyordu.
“Anlıyorum, beklememi istiyorsunuz,” dedi Morrel. “Ama beklediğimiz her an kötü sona daha da
yaklaşacağız. İnanın bundan daha iyi bir kurtuluş yok bizim için.”
Yaşlı adam “hayır” anlamında başını salladı.
“Peki ne yapacağız, işi talihe mi bırakacağız?”
“Hayır.”
“Siz mi yardım edeceksiniz?”
“Evet.”
“Peki ya evlilik anlaşması?”
Noirtier bir şey söylemeden gülümsedi.
“İmzalanmayacak mı demek istiyorsunuz?”
“Evet” anlamında başını salladı yaşlı adam.
“O halde size güvenip planlarımdan vazgeçeceğim. şimdi sizi yalnız bırakmamı ister misiniz?”
“Evet,” dedi yaşlı adam.
Morrel, tıpkı torununun yaptığı gibi yaşlı adamı alnından öperek odadan çıktı. Barois onu bekliyordu;
Valentine kendisine gerekli emirleri vermişti. Maximilian’ı geçitten geçirip bahçeye çıkardı. Bahçeye
çıktıktan sonra Morrel duvardan atlayıp kendisini beklemekte olan arabaya binerek evine döndü. Hemen
kendini yatağa attı ve bütün gece deliksiz bir uyku uyudu.
|