2.2.2 Kentsel mekan-birey i
lişkisi
Kentsel mekan
yalnızca fiziksel değil zihinsel
ve toplumsal anlamlar barındıran bir
bütündür. Bu
anlamlar bireylerin deneyimleri aracılığıyla inşa edilir.
Kentsel mekan
11
deneyimleri indirgenemeyen, öngörülemeyen
ve açık uçlu yaşantılardır. Kentsel
mekan
ve birey bu anlamda daha önce de belirttiğimiz üzere birbirlerini var ederler,
üretirler. K
arşılıklı ve sürekli değişen bir ilişki söz konusu
dur. De Certeau ve Raban
kentsel mekan ve birey
arasındaki ilişkinin
bu
zenginliğine ve hiç bir zaman tekrar
etmeyen anlar içeren kentsel mekan
deneyiminin potansiyellerine odaklanırlar.
De Certeau (2009) kensel mekan
ı metinle; kent kullanıcısı olan yayayı da metnin
okuyucusu il
e ilişkilendirir. Yaya
,
seçimleri doğrultusunda kentte yürür; böylelikle
öznel bir okuma yapmış olur.
De Certeau, y
ayaların bazı sokaklara girmekten
vazgeçip, bazı sokaklarda uzun uzun vakit geçirmesini, metnin
b
azı kısımlarının
daha sessiz bir tonda
, bazı
bölümlerinse daha vurgulu
okunmasına benzetir
. Her
yaya her seferinde
farklı bir okuma yaptığından,
metin yayalar tarafından tekrar
tekrar
yazılmış
; kentsel peyzaj tekrar tekrar
örülmüş olur
. De Certeau böylelikle
kentsel deneyimin hem biricikliğine hem de çoğulluna vurgu yapmış olur.
Raban (1974) ise kentin
“
plastik
”
ve
“akışkan”
bir y
aradılışa sahip
olduğunu düşünü
r.
Kent,
bireylere kendi istekleri ve iradeleri doğrultusunda davranma ve istedikleri
kimliğe bürünme gibi bir özgürlü
k sunar.
“İster beğenin, ister beğenmeyin, kent sizi
kendisini yeniden yaratmaya, içinde yaşayabileceğiniz bir kalıba dökmeye davet
eder. Kendinizi de. Kim olduğunuza bir karar verin, kent çevrenizde
yine sabit bir
biçim alacaktır” (sf.9
-10). Kentteki bireyler iradeleri ve hayal
güçleri aracılığıyla kenti
biçimlendirme olanağı
na sahiptirler. Bu nedenle kent
“yumuşak, esnek,
so
nsuzcasına açık”tır;
doğasında “yoğrulabilir olmak” vardır.
Bireyler kenti
hayalgüçleri ve iradeleri ile, kent ise bireyin aldığı pozisyon karşısındaki dire
nciyle
bireyleri şekillendirir
.
Raban’ın bu görüşü çalışmanın ke
ntsel mekan-
birey arasında
devingen ve karşılıklılık ilkesine dayalı bir ilişki olduğu düşüncesi ile paralellik taşır.
Raban’a
(1974)
göre kent disiplin altına alınama
yacak kadar kompleks bir
yapıya
sahiptir, bu nedenle kenti anlamak için objektif ve bilimsel bilgiler kadar bireylerin
öznel
bakışlarına,
deneyimlerine ve
duygularına
da
başvurmak gerekir.
“
Hayal
ettiğimiz biçimiyle kent, yanılsamaların, efsanelerin, özlemlerin, karabasanları
n
yum
uşak kenti;
haritalarda ve istatiklerde, kentsel sosyoloji, demografi ve mimari
monografilerde varolan katı kent kadar, hatta belki daha da faz
la gerçektir
”
(sf.9-10).
2.3 Affekt
Affekt ( affect)
kavramı
temel olarak felsefe ve psikoloji disiplininde ortaya
çıkan
ancak son yıllarda siyaset bilimi, antropoloji, şehir sosyolojisi
gibi insan bilimleri ve
sosyal bilimler alanları tarafından sıklıkla kurcalanmakta olan bir kavramdır
. Affektin
12
önceden
yalnızca
teknik
bir terim olduğu ancak daha sonra bir çok açılı
ma gebe bir
kavrama dönüştüğünü öne sürmek yanlış olmaz.
Affektin çeşitli
alanlardaki karşılıklarını ve açılımlarını incelemeden önce kavramın
Türkçe karşılığını aramakta fayda vardır. Bu noktada
karşımıza en çok “duygulanım”
sözcüğü
çıkar. Duygulanım ise
TDK’a göre şu karşılıkları alır:
Duygulanım:
1.
İsim
.Etkilenme, duygulanma
2. Felsefe.
Duyarlığın harekete geçişi
3. Felsefe.
Bir ruh durumunun dış sebeplerle değişmesi
4. Felsefe.
Tutkudan daha düzenli anca daha güçsüz olan seçkin bir eğilim
5. Ruh bilimi.
İste
nç
1
ve anlıktan
2
ayrı görülen duygusal tepkiler gösterme durumu
.
Özden “
Türkçemiz ve Ps
ikiyatri’de Dil S
orunu
”
(1997)
adlı makalesinde affekt
kavramının özellikle de psikiyatri literatüründeki Türkçe karşılığı konusunda bazı
karışıklıklar olduğunu öne süre
r ve
gözlemlediği bu karmaşık durumu kavramın
yapılmış belirli tanımlamaları ve çelişen kullanımları üzerinden özetler.
Bunlardan ilki
olan Uzman (1935)
affekt kavramına “teessürde bozukluk” başlığı altında değinir.
(Özden, 1997’de atıfta bulun
ul
duğu gibi)
.
Özden’e
(1997) göre teessür,
dışşal
olayların kişide uyandırdığı tepkime olarak tanımlanabilir. TDK’a gö
re teessür
“duygulanım” anlamın
a gelir. Adasal (1976) affekti
“
d
uygusal yaşam”
olarak,
Arkonaç (1983) ise gene
“duygulanım” olarak kullanı
r. Öztürk (1994) affekti,
duygulanım başlığı altında “dıştan ve içten gelen uyaranlara duygular ile tepki
verebilme yetisidir” diye tarif
etmektedir. Yüksel
’e (1996)
göre affekt
“hastanın
dışarıdan izlenen emosyonlarını ifade eder. Daha çok anlık emosyonel
yaşantılardır”
. DSM-III ( Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders)
(1980) teknik teriml
er sözlüğünde ise affekt “Bir şahsa bakıldığı andaki o şahıs
tarafından ifade edilen ve gözlemlenen emosyon” olarak açıklanmaktadır
. Son
olarak DSM-I
V’de
(1994) affekt
“subjektif olarak yaşanan duygu halinin
(emosyon)
ifadesinin gözlemlenebilir davranış kalıbıdır” diye tarif edilmektedir
(Özden, 1997
’de
atıfta bulun
ul
duğu gibi
).
Özden’e göre bu açıklamalarda çoğunlukla karşımıza çıkan
duygulanım kelimesi ile
iletilmek istenen temel anlam; etkileyicilik, etkilenme, etki
altında kalma, etkilenmiş olma halleridir.
Ancak
Özden aynı zamanda t
eknik bir terim
olan affekt için
yapılan tarifler karşısında
,
sözlük karşılığı etkilenme olan duygulanım
sözcüğünün “yetersiz ve cılız” kaldığını ifade eder. Çünkü İngilizce’de affekt sözcüğü
hem isim hem fiildir.
Affektif sıfat, duygulanım ise isimdir. Özden’e göre isim
1.
İstenç: İ
rade (TDK)
2. Anlık: Anlama gücü (TDK)
13
olan
duygulanım
kimi yerde fiil yerine kimi yerde isim yerine kullanarak bir dil bilgisi
hatası
na sebebiyet vermektedir. Özden,
yabancı terimleri
anadile çevirip kullanma
konusunda en katı
ülke olan
Almanya’da bile psikiyatri kitaplarında affekt
sözcüğünün aynen kullanılması
ndan hareketle
ve duygulanım sözcüğünün
yete
rsizliğinden ötürü sözcüğün
orijinal adı ile kullanılması gerektiğin
i öne sürer
(Özden, 1997).
Bu çalışmada
benzer bir tavır sergilenmiş ve affekt yerine “duygulanım” ya da
“etkilenme” sözcükleri kullanılmamıştır. Bunun nedeni bu
sözcüklerin affektin
aşağıda değinilecek çeşitli disiplinlerdeki açılımlarını karşılamak açısından yetersiz
kalacakları düşüncesi ve Özden’in öne sürdüğü gerekçelerdir.
Bu noktada Özden’in
isim olan bir
sözcüğün
hem sıfat hem de fiil olarak kullanılması eleştirisine karşılık
“duygulanım” isminin sıfat hali olarak “duygulanımsal”, fiil hali olarak “duygulanmak”
sözcüklerinin kullanılabileceği
tezi öne sürülebilir. Ancak bu noktada da bu
kelimelerin çağrışım gü
çlerinin
yeterli olmayacağı ve çalışmayı
hedeflenen noktalara
yönlendireme
yeceği
endişesi hakim olmuştur.
Sonuç olarak,
kavramın Tü
rkçe
psikoloji ve psikiyatri literatüründe varolduğu biçimi ile yani “affekt” olarak
kullanılması tercih edilmiştir.
Modern psikolojide affekt
kavramı temel olarak bir duygunun ya da hissin
deneyimine
karşılık gelir
ve modern psikolojinin ABC
’si sayılan
affektif,
bilişsel
ve
davranışsal olarak adlandırılan üç
alanından birini temellendirir
(APA Dictionary of
Psychology, 2006). Temel olarak affekt
kavramı
bir uyarana içgüdüsel olarak verilen
tepki olar
ak tanımlanabilir.
Çalışmanın odaklarından biri olan fiziksel çevre
-bir
ey etkileşimi bağlamında affekti
tanımlamak ve açmak için çevre psikoloji
si
bağlamında ele alınmış affekt
tanımlamalarına başvurulabilir.
Göregenli
’ye
(2010)
göre “İnsanların yaşadıkları
yerle ilgili olarak hissettikleri olumlu ya da olumsuz duygularına ilişkin tepkileri affekt
öğesini oluşturur
.
Yani affekt insanların, yaşadıkları sosyal
-
fiziksel çevreye ilişkin
genel duygusal tepkilerinin bir
bütün olarak temsil edilişidir”
(s.158). Affektif süreçleri
duyuşsal süreçler olarak tercüme eden Ünlü’ye göre ise bu süreçler
,
“
çevre ile ilgili
duyumsamalar ve heyecanlardan oluşan imgelerle birlikte oluşan motivas
yonlar,
arzular ve değerleri kapsamaktadır”
(Ünlü, 1998, s.21).
İnsanların çevrele
rine
nasıl
tepki verdikleri sorusuna cevap arayan Ajzen ve Fishbein (1981) bu soruyu
yanıtlamak için
psikolojinin çok eski üçlüsüne (age old triology) yani -önceden
belirti
ldiği üzere
- affekt-
biliş
-
davranış kategorilerine başvurabileceğini öne sürerler.
Y
azarlara göre bu üçlü içerisinde affekt “heyecansaldır, genel duygusal tepkiler
bütünü” anlamına gelir. Ancak ilave olarak “değerlendirici” bir tepkidir; bunun nedeni
14
affektin “pozitif ve negatif bir değerle birleşme özelliğine sahip olması” olarak
tanımlanabilecek bir “birleşme değeri” ya da “bağdeğer” olma özelliği içermesidir.
Kısacası
affektif tepkiler sadece fiziksel
çevreye ilişkin anlamlar barındı
rmaz;
“fiziksel çevrenin, birey ve çevreden kaynaklanan uyaranların buluşma noktası
nda
ele alınmasına imk
an
sağlar” (
Göregenli
, 2010’da atıfta bulun
ul
duğu gibi)
. Affektin
bir bağdeğere sahip olması ve çevre ve birey arasında bir buluşma noktası
oluşturması, kavramın diğer disiplinlerdeki açılımlarında vurgu yapılan “ilişkisel
olma” “dolaşımda olma hali” ve “
d
önüştürücü olma”
( transformative)
özelliği ile
ortaklık taşır
ki bu özellikler
kavramın çalışma için
bir temel
olmasının başlıca
nedenleridir.
Son yıllarda affekt kavramına olan odaklanma s
osyal ve insan bilimlerinde
“
affektif
dönüş”
(“
affective turn
”)
olarak adland
ırılan bir kırılmaya neden olur
. Affekt teorisinin
bilinen ilk kaynağı olarak Spinoza’dan başlayan ve çoğunlukla Deleuze’in eserleri
üzerine inşa edilmiş olan bu odaklanmanın neden
lerini Hardt, özellikle feminist teori
içinde yer alan ve bedene o
daklanan çalışmalar ve duyguların keşfi olarak g
örür
(Hardt, 2007). Duygusal ve bedensel (somatik) olana, derinde yatana, görülmeyen
ve kolaylıkla tanımlanamayan
a vurgu yapan affekt teorisi, sosyal bilimlerde ve insan
bilimlerindeki geleneksel ve mesafeli
objektif yaklaşımları tartışmaya açar.
Spinoza
’a
göre affekt
“
dürtüler, güdüler, duygular ve sezgile
r”
i kapsayan genel bir
kavramdır
ve üçe ayrılır:
zevk ( laetitia),
acı
ya da üzüntü ( tristitia) ve arzu
( cupiditas)
ya da iştah
( appetite). Affekt,
aklı da
içerecek biçimde bedende,
başka bir
bedenle etkileşim sonucun
da
meydana gelen ve bedenin eylem gücünü arttıran
veya azaltan
değişimlerdir
(Spinoza, 2001). Hardt
(2007)’
a göre Spinoza affektlerin
gücünü iki paralel gelişme seti üzerinden kavrar.
A
klın düş
ünme gücü ve
geliştirdikleri
nin, bedenin eyleme geçme gücü ile paral
el olduğunu ifade eder.
Ancak
bu,
aklın
beden
in eyleme geçmesine karar verdiği
veya beden
in aklın düşünmesine
karar verdiği anlamına gelmez
.
Tam tersine, Spinoza aklın ve be
denin otonom
ya
pılar olduğunu
ancak paralel olarak
ilerlediklerini veya geliştiklerini düşünür.
Sonrasında affekti kurcalayan Deleuze ve Guattari ve devamında Massumi, kavramı
Spinoza
’
dan türetirler ancak ondan
farklı olarak duygu ve affekt arasında keskin bir
ayrım yap
arlar.
Flatley’e (2008)
göre de
affekt,
duygu ile arasındaki fark üzerinden
anlaşılabilir. Duygu içeride olan ve dışa vurulan bir şey iken, affekt daha ilişkisel ve
d
önüştürücü
(transformatif) bir şeye işaret eder. Kişinin duyguları
(emosyonları)
vardır, ancak kişi insanlar ya da objeler tarafından etkilenir (affekt edilir). Affektler
(‘
mood
’ların aksine) her zaman bir nesne veya nesnelerle ilişkili olarak deneyimlenir.
Başka bir deyişle affektler varolmak, zuhur etmek için nesnelere ihtiyaç duyarlar. Bu
15
anlamda yönelimlidirler ( intentional) ancak yönelimli
olmaları
bir nesne-özne
karışıklığı yaratır.
Tomkins
’e
göre nesne ile affekt arasında “akışkan bir ilişki” vardır.
Affekt nesnede mi kök buluyor yoksa affekt nesneyi mi üretiyor, anlamak zordur. Bu
akışkan ilişki, affektin nerede gerçekleştiği
veya affekt
in gerçekleştiği
anda hala
nesne-
özne ayrımının mümkün olup olmadığı sorularını cevaplamayı güçleştirir
(Flatley, 2008).
Akalın’a
(2007) göre Deleuze affektin duygu
lardan farklı, bir çeşit bedenl
e
r arası
anlam yaratma aracı olarak düşünülmesi gerektiğini
savunur.
Massumi’ye
(2002)
göre de “affekt bedenin bir deneyim halinden bir başkasına geçerken yaşadığı
bir
yoğunluk ile bu geçiş sırasında bedensel kapasitelerde oluşan artma ya da
eksilmelerdir
” (Akalın
, 2007
’de atıfta bulunduğu gibi
).
Kısacası ister
nesne-beden
arasında olsun ister beden
-beden ya da beden-çevre
arasında olsun
, affekt genel
olarak
dolaşımda olan ve öteki ile akışkan bir ilişki
içerisinde olan bir
şeydir.
Affekt tam da bu potansiyelleri
nedeniyle oldukça zor bir kavramdır. Akalın’a
(2007)
göre bunun nedeni affektin
“
s
omut, sayılabilir ya da görünür bir şey olmaktan
ziyade, bir
dolaşım hali” olmasıdır; bir “firarilik durumu”nu ifade etmesidir.
“Görünenden, tutulabilirlikten, anlamlamadan
( signification)
”
her zaman biraz fazla
kalma halidir, bu nedenle de k
elimelelerin yetersizliğini vurgular. Bu açıdan affekt,
“kelimelerin tam olarak yakalayamadığı bir şeyi düşünmenin bir yoludur”
(s.114).
Hardt’a göre affektlere ilişkin zorluğun temeli gerektirdikleri sentezde; karmaşık bir
nedensellik yaratmalarında yatar. Çünkü affektler beden ve akla eşit olarak aittirler
ve hem mantığı hem de tutkuları içerirler. Affekt
ler
bizi bir nedenselliğe götürür
ler
ancak karmaşık bir nedensellik sunarlar çünkü
nedensellik ilişkinin iki tarafına da
aittir. Bir başka deyişle, affektler hem bizim dünyayı etkileme (affekt etme)
gücümüzü ve hem de onun tarafından etkilenme (affe
kt edilme) gücümüzü
aydınlatırlar
(Hardt, 2007).
Affektin akışkan bir ilişkiselliğe sebeb
iyet vermesi,
karmaşık bir nedensellik
sunması,
dolaşımda olması ve
dönüştürüc
ü
olması gibi özellikleri;
dinamik bir
yapıya
sahip old
uğuna işaret eder;
bu nedenlerden ötürü affekt, kentsel mekan-birey
etkileşimini
anlamak için
zihin açıcı bir kavramsal ara
ç olabilir. Affektin kentsel
mekan
ın devingen,
öngörülemez ve indirgenemeyen deneyimini anlamak için iyi bir
kavramsal araç ol
abileceği
düşüncesi çalışmanın temellerinden birini oluş
turur.
Affektin birey ile fiziksel çevre a
rasında bir buluşma noktası yaratması
ve ç
eşitli
affektlerin
çeşitli
dışşal uyarıcılar aracılığıyla tetiklendiği
göz
önünde
16
bulundurulduğunda kentsel
mekan
ın ve mimarlığın affekt ürettiği
önermesi yerinde
bir önermedir.
Mimarlık
-
affekt ilişkisini
sorgulayanlardan biri olarak Eisenman affekti geleneksel
anlamı
ile
kullanır ve mimarlıkta affektin önemine vurgu yapar.
Eisenman (1993) da
psikolojideki çoğu affekt tanımlamasına benzer bir tanımlama yapar; affekt çok
basitçe bir fiziksel çevreye verilen duyusal tepkidir. Eisenma
n “
affect
” ve “
effect
”
i
kıyaslar; ona göre
bu iki kavram
İngilizce’d
e sözcük olarak
benzeyen ancak aslında
oldukça farklı anlamlar ifade eden iki
sözcüktür. Etkin olma (effect) bir nedenden ya
da etmenden kaynaklanan bir
şeydir;
m
imarlıkta bir nesne ile onun işlevi ya
da
anlamı ile olan ilişkisidir ve bu anlamda Batı mimarlığını son
iki yüz
yıldır domine
eden bir düşüncedir. Fransız Devrimi’nden beri
mimarlık, politik, sosyal ve ekonomi
k
anlamda, etkin olmak
ile uğraşmıştır.
Eğer iyi ise
etkindir (effektiftir)
: eğer iyiyse
daha fazla insana hizmet sunar. Etkin olmaya
dair en net örnek modern mimarlığın
yararcı öğret
is
i olan: “form fon
ksiyonu izler
”dir. Bu öğr
eti sosyal olarak uygulanabilir
ve
canlı olan bir programın incelikle işlenmesi halinde iyi bir mimari sağlayacağını
iddia eder. Öte yandan, affekt
in iyi olma durumuyla zaruri bir ilişkisi yoktur.
Affekt ve
etkin olma (effect) bir
çok bağlamda karşılaştırabilir
. Eisenma
n aradaki farkı
anlamak için ö
zellikle de aracılı
(mediated) çevreler
in incelenebileceğini öne sürer:
Ö
rneğin ben yabancı bir ülkede ders verdiğim zaman, herkes
benim kelimelerimin teknik bir
tercümesini kulaklıkla dinler. Bu deneyim
, mekan
ın ‘şimdi ve burada’lığından farklıdır:
kulaklıklar canlı sesimin affektini yok eder; duygusunu, canlılığını
ve ruhunu. Bu esnada
çevirmen dinleyiciye çaresizce benim ne demek istediğimi anlatmaya çalışır. Ve
önemli olan
kesinlikle
ne demek istediğim
dir
. Dinleyici söylediğimi
anl
amak zorunda olduğunu
hisseder…Fakat ben varlığımı; affektimi hissetmelerini isterim. Tıpkı
derslerimdeki dinleyiciler
gibi, dünyanın her bir yanında kulaklıkla müzik dinleyerek yürüyen insanlar da
mekanda
(space
) olmanın affektini kaybederler. Aracısız (
unmediated) uyarana verilen bireysel tepkinin
kaybı bu
fenomeni
n sonuçlarından biridir
. (Eisenman, 1993, s.43)
Eisenma
n’a göre başlangıcı 15 yy.’a tekabül eden “mekanik paradigma” boyunca
mimarlık güçlü bir iletişim ortamı/aracıdır (
media) ve hem affektif hem de effektiftir.
Gotik katedrallerde ve hatta erken Rönesans kiliselerinde
görülebileceği gibi yapılar
hem gerçek anlamda yani barınma ve kuşatma işlevleri ile doğanın güçlerine karşı
fiziksel olarak ayakta durarak, hem de metaforik anlamda yani toplumun söyleminin
(diskurunun)
birebir yansıması olarak, mekanik paradigmanın
sembolleridir. Bu
du
rum teosentrik dönemden antroposentrik döneme geçişle birlikte değişir. 18. yy’da
Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkan
yeni işlevler ve yeni kurumların
yeni formlar
aracılığıyla görünür kılınması için mimarlığa ihtiyaç duyul
ur. Kütüphane, hapishane,
h
astane, devlet okulları ve sosyal konut projeleri
gibi yeni bina tipleri
ortaya çıkar.
17
Ancak bu noktada gereklilik ( necessity) olarak
mimarlık öne çıkar yani mimarlığın
effektif (etkinlik) boyutu daha önemli hale
gelir. Mimarlığın nesnesi ile fiziksel
prog
ram arasındaki ilişki öncelikli hale gelir, iletişim ortamı/aracı (
mediating) olma
durumu
ve sembolik işlevleri geri planda kalır. Bu nedenle mimarlık güçlü bir iletişim
aracı/ortam olma özelliğini yitirir. Toplumun barınma
ve diğer ihtiyaçlarından
kayna
klanan işlevleri sağlar ancak bu işlevleri daha az sembolize etmeye başlar
.
Kısacası affektif
boyutu effektif
boyutunun arkasında kalır.
Eisenma
n’a göre
günümüzde mimarlık
,
zayıf bir iletişim ortamına/aracına dönüşmesinin yanında hem
effektif boyutunu hem de affektif boyutu
nu yitirmiştir. Eisenman’ın bu düşüncesine
yani mimarlığın affektif boyutunu yitirdiği görüşüne katılın
mamakla birlikte,
Eisenma
n’ın bu makalesi
,
mimarlık ve affekt ilişkisini sorgulayan
nadir metinlerden
biri olduğu
ve genel anlamda affektin,
genel anlamda mimarlık için önemini
vurguladığı için
aktar
ılma gereği duy
ul
muştur.
Dostları ilə paylaş: |