sı” denir ve kadınların erkekler gibi aynı yasal ve siyasî haklara sahip olması talebiyle ayırt edilir.
Kadının seçme hakkı öncelikli hedefiydi, çünkü kadınlar seçme hakkına sahip olduğunda her tür
cinsiyet ayrımının ve önyargının hızlıca kaybolacağına inanılıyordu.
Siyasî demokrasinin en ileri olduğu ülkelerde kadın hareketi en güçlüydü; kadınlar eşleri ve
oğullarının birçok alanda sahip olduğu hakları talep ediyorlardı. A B D de 1840’larda bir kadın ha
reketi ortaya çıktı, esin kaynağı kısmen köleliği kaldırma kampanyası olmuştu. 1848’de yapılan
ünlü Seneca Falls Sözleşmesi, ABD kadın hakları hareketinin doğuşunu gösterir. Elizabeth Cady
Stanton (1815-1902) tarafından yazılan “Duyguların Deklarasyonu” (Déclaration o f Sentiments)
kabul
edilmiştir; bu deklarasyon bilinçli olarak Bağımsızlık Deklarasyonunun dili ve ilkelerini kul
lanmış ve diğer konuların yanı sıra kadına seçme hakkını istemiştir. Stanton ve Susan B. Anthony
(1820-1906) tarafından yürütülen Millî Kadının Seçme Hakkı Birliği, 1869’da kuruldu ve 1890 da
daha başka muhafazakâr Amerikan Kadının Seçme Hakkı Birliğiyle birleşti. Benzer hareketler
diğer Batılı ülkelerde de gelişti. İngiltere’de 1850’lerde örgütlü bir hareket geliştirildi ve 1867’de
Avam Kamarası kadın seçme hakkı için ilk öneriyi reddetti; bu, John Stuart Mili (bkz. s. 46) tara
fından önerilen İkinci Reform Yasasının bir değişikliğiydi. İngiliz seçme hakkı hareketi, Emmeline
Pankhurst (1858-1928) ve kızı Christabel (1880-1958) tarafından yürütülen Kadın Sosyal ve Po
litik Birliğinin 1903’teki kuruluşunun ardından gittikçe militan taktikler benimsemeye başlamıştı.
Paris’teki yeraltı merkezlerinden Pankhurstler doğrudan eylem kampanyası koordine ettiler, buna
göre seçme hakkı “taraftarları” mülkiyete genel saldırılar gerçekleştirdiler ve bir dizi iyi duyurduk
ları kamusal yürüyüş düzenlediler.
“İlk dalga” feminizmi, ilk olarak Yeni Zelanda’da 1893’te yürürlüğe giren kadın seçme hakkı
nın elde edilmesiyle bitti. ABD Anayasası’nın 19. Tâdilât’ı, Amerikan kadınlarına 1920’de oy kul
lanma hakkı verdi. İngiltere’de seçme hakkı 1918’de genişletildi, ancak, kadınlar, bir on yıl sonra
erkeklerle eşit seçme haklarına kavuşabildi. Tuhaftır ama birçok açıdan seçme hakkı kazanılması
kadın hareketini zayıflattı ve bu hareketin altını oydu. Kadın seçme hakkı çabaları, harekete ilham
vermiş ve onu birleştirmişti, ona açık bir hedef ve tutarlı bir yapı kazandırmıştı. Dahası
birçok
eylemci, seçme hakkını kazanarak kadınların tam bağımsızlık kazandıklarını zannetmişti. Ancak
1960’larda kadın hareketi feminizmin “ikinci dalga’ sıyla yenilenebildi.
1963’te Betty Friedan’ın (bkz. s. 237)
The Femirıine Mystique ( Kadınlığın Gizemi) adlı ese
ri, feminist düşüncenin yeniden hareketlenmesine çok katkı sağladı. Friedan “adı olmayan sorun”
adını verdiği şeyi araştırmak için kolları sıvadı; bu problem ise ev hanımı ve anne rolü ile sınırlı
kalmanın sonucunda yaşanan mutsuzluk ve hayâl kırıklığıydı. “İkinci dalga” feminizmi, siyasî ve
yasal hakların elde edilmesiyle “ kadın sorunu’ nun çözülmediğini kabul etti. Gerçekten de femi
nist fikir ve argümanlar gittikçe daha radikal bir hâl aldı ve bazen devrimci nitelik kazandı. Kate
Millett’ın
Sexual Politics ( Cinsel Siyaset, 1979) ve Germaine Greer’in Kadın
The Female Eunuch
(Hadım Edilmiş Kadın,
1970)
gibi kitaplar, kadın baskısının kişisel, psikolojik ve cinsel yönlerine
ilgiyi çekerek daha önceleri “siyasî” olarak ele alınan sınırları genişletmiştir. “İkinci dalga” femi
nizmin amacı, sadece siyasî özgürlük değil büyüyüen Kadın Özgürleşme Hareketinin fikirlerinde