Siyasi. İDeolojiler



Yüklə 11,67 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə41/240
tarix11.08.2023
ölçüsü11,67 Mb.
#139183
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   240
1723-Siyasi Ideolojiler-Andrew Heywood-Chev-K.Bayram-O.Tufekchi-H.Inac-2011-345s (1)

Neo-Liberalizm
Zaman zaman neo-klasik liberalizm olarak da adlandırılan neo-liberalizm, 1970’lerden beri üze­
rine konuşulan İktisadî liberalizmin yeniden hayatiyet kazanmasının karşılığı olarak kullanılır. 
Neo-liberalizm, karşı devrim niteliğindedir: Amacı, 20. Yüzyıla damgasını vuran “iri” devlet ve 
devlet müdahalesi eğilimini durdurmak, mümkünse tersine çevirmektir. Neo-liberalizm, başlan­
gıçtaki en güçlü etkiyi 19. Yüzyıl’da serbest piyasa ekonomisi ilkelerinin en muhkem biçim de yer 
aldığı İngiltere ve A B D ’de yaratmıştır. Geniş bir bölümünü neo-liberalizmin oluşturduğu hem İn­
giltere’deki “Thatcherizm” hem de A BD ’deki “Reaganizm” politikaları, özünde muhafazakâr olan 
bir sosyal felsefe çerçevesinde, laissez-faire ekonomilerini kaynaştırmayı hedefleyen Yeni Sağ’a ait 
ideolojik projeydi. Bu proje, Üçüncü Bölüm’de incelenmiştir. Ancak neo-liberalizm sadece Yeni


Sağ ın elindeki bir silâh değildir. Bu anlayış, daha geniş kapsamlı güçler tarafından şekillendirilmiş­
tir. Bu güçlerin arasında en dikkat çekici olanlar İktisadî küreselleşmeden doğan güçlerdir. Ayrıca 
neo-liberalizm, muhafazakâr partiler üzerinde olduğu kadar, liberal ve sosyalist olanlar üzerinde de 
etkili olmuş ve etkisi, Anglo-Amerikan sınırları aşmıştır.
Neo-liberalizm, bir tür piyasa fundamentalizmi ile aynı anlama gelmektedir. Piyasa, ahlâkî ve 
pratik olarak her türden siyasî denetimin üzerinde görülür. Bu anlamda neo-liberalizm, klasik İk­
tisadî teoriyi aşar niteliktedir. Örneğin Adam Smith (bkz. s. 6 5 ), yerinde bir tabirle piyasa eko­
nomisinin babası olarak görülmesine rağmen, o da piyasanın sınırlarını kabul etmiş ve kesinlikle 
insan doğasına ilişkin saf fayda azamîleştirme modelini benimsememiştir. Neo-liberal bakış açısına 
göre yönetimin aksaklıkları sayı olarak oldukça fazla ve çeşitlidir. Friedrich Hayek (bkz. s. 105) 
ve A B D ’li iktisatçı M ilton Friedman (1 9 6 2 ) gibi serbest piyasayı savunan iktisatçılar, yönetimin 
İktisadî rolünü şiddetle eleştirmişlerdir. Hayek, özelde merkezî planlamaya, genelde de İktisadî 
müdahaleye yönelik yıkıcı siyasî ve İktisadî eleştiriler getirmiştir. Hayek’e göre, her türlü planlama 
İktisadî verimsizliğe mahkûmdur. Çünkü, devletin bürokratları, ne kadar yetkin olurlarsa olsunlar, 
her zaman onların ele alma kapasitelerini aşan nitelikte karmaşık ve geniş hacimli bilgilerle karşı 
karşıya geleceklerdir. Bu bakış açısına göre İktisadî müdahale, tek başına bireysel özgürlük için en 
ciddî tehdidi oluşturur. Çünkü, İktisadî hayatı denetim altına almaya yönelmiş her teşebbüs ka­
çınılmaz olarak devleti varlık alanlarına çeker ve nihayetinde de totaliteryanizme (bkz. s. 223) 
yol açar. Friedman, Keynezci iktisadı (bkz. s. 7 6 ), “vergi ve harcama” siyasalarının enflasyonu 
körüklediği gerekçesiyle eleştirir. Çünkü bu siyasalar, süreç içerisinde işsizliğin doğal oranını etki- 
lemeksizin yönetimlerin borçlanmasını teşvik eder. Faydacılıktan (bkz. s. 6 3 ) etkilenen kamu 
tercihi teorisyenleri, yönetimler ile kamu çıkarı arasındaki ilişkiye kuşkuyla yaklaşıp, yönetimin 
meşruluğunu sorgulamışlardır. insanoğlu rasyonel olarak bencil çıkarları peşinde koşan yaratıklar 
olduğundan hükümet yetkilileri de kaçınılmaz olarak, kamusal amaçlardan ziyade kendi amaçla­
rını ön planda tutmak için konumlarını kullanacaklardır. Yani “iri” bir devletin ortaya çıkması, ne 
kapitalizmin doğurduğu dengesizlikleri gidermek ne de demokratik bir baskıya verilen cevapla il­
gilidir. Bu daha ziyade, genel olarak kamu sektöründe çalışanların meslekî bencil çıkarlarıyla ilgili 
bir arayışın ürünüdür.
Tüm bunların aksine piyasanın mucizevî sayılabilecek nitelikleri vardır. Birincisi ve en önem­
lisi, uzun vadeli denge eğilimlerinden dolayı piyasalar, kendi kendilerini düzenlemektedirler. Ha­
yek, Smith’in “görünmez el” fikrini yeniden ifade edecek şekilde piyasayı devasa bir sinir sistemine 
benzetmiştir. Bu sistem kendi başına ekonomiyi düzenleyebilecek yeterliliktedir. Çünkü piyasa, 
fiyat mekanizması aracılığıyla, eş zamanlı olarak neredeyse sonsuz sayıda ileti taşıyabilmektedir. 
İkinci olarak, piyasalar doğal olarak verimli ve üretkendirler. Kaynaklar, karşı konulmaz şekilde en 
kârlı kullanıma sürüklendiğinden ve zengin ile yoksul benzer çalışma dürtülerine sahip oldukla­
rından, piyasa ekonomileri makro düzeyde verimlidir. Mikro düzeyde ise özel sektör doğası gereği 
kamu kuruluşlarına göre daha verimlidir. Çünkü bu sektörler, kâr güdüsü tarafından disiplin altı­
na alınırlar. Bu güdü, özel sektördekileri maliyetleri düşük tutmaya zorlar; bir yandan da kamu­


sal zararların faturası her zaman vergi ödeyenlere çıkarılır. Üçüncü olarak piyasalar, duyarlı hatta 
demokratik mekanizmalardır. Rekabet, üreticilerin sadece tüketiciler tarafından güçlerinin yettiği 
bir fiyata almaya istekli oldukları şeyleri üretir. Yani tüketici kraldır. Son olarak da piyasanın, hak­
kaniyet ve İktisadî adâlet dağıttığı söylenebilir. Piyasa herkese beceri ve çok çalışma düzleminde 
yükselme veya düşme fırsatını sunar. Sonuçta maddî eşitsizlik, insanlar arasındaki doğal eşitsizliğin 
basit bir yansımasıdır.
Neo-liberal fikir ve yapıların ardındaki asıl itici güç İktisadî küreselleşmedir. Küreselleşme
ulusal ekonomilerin, kenetlenmiş küresel ekonomi şeklinde birleşmesine tanık olmuştur. Küresel 
düzlemde üretim uluslararası nitelik kazanmış ve ülkeler arasında sermayenin serbestçe, çoğunluk­
la da ânında aktığı görülmektedir. Philip B obbitt (2 0 0 2 ), bu durumun ulus devletin “piyasa dev­
leti” ile yer değiştirmesinde önemli katkısı olduğunu ileri sürmektedir. Piyasa devletinin rolü, bi­
reylerin ulaşabilecekleri tercihleri azamîleştirmenin biraz daha fazlasıdır. Küreselleşmenin yayılma 
koşullarını tesis eden şey, 1970’lerin başında Bretton Woods sözleşmesinin ortadan kalkmasıdır. 
Bu sözleşme, 1945’ten beri uluslararası ekonomiye istikrar sağlamış olan sabit döviz kuru sistemiy­
di. Küresel düzlemde İktisadî yönetimi elinde tutan Uluslararası Para Fonu ( I M F ) , Dünya Bankası 
ve 1995’ten beri de Dünya Ticaret Örgütü (D T Ö ), serbest piyasa ve serbest ticaret ilkelerine dayalı 
neo-liberal İktisadî düzen fikrine dönüş yapmışlardır. Bundan dolayı, küreselleşme ile neo-libera- 
lizm el ele yürümeye başlamıştır ve bu süreç gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, özellikle de Doğu 
Avrupa’nın komünizm sonrası ülkelerinde ve Lâtin Amerika’da ekonomilerin piyasaya dayalı ola­
rak yeniden yapılandırılmasıyla 1990’larda zirve noktasına ulaşmıştır. Neo-liberalizmin piyasa yö­
nelimli küresel kapitalizmi koşulsuz olarak onaylaması, bu anlayışın başkaca meselelere ilgi duy­
mayan dar İktisadî liberalizmden ne kadar uzaklaştığını gösterir. Örneğin neo-liberaller, ulus-aşırı 
şirketlerin artan gücünün demokrasi için ne tür muhtemel sonuçlar doğuracağıyla, dizginleneme- 
yen bir tüketimcilik ve rekabetçi bireyciliğin (bkz. s. 4 5 ) herhangi bir anlamı barındıran İnsanî 
gelişim nosyonu ile bir arada bulunabilme zorluğuyla veya küresel malların ortaya çıkışıyla beraber 
birleşme ve tekel eğilimleri çerçevesinde gündeme gelen İktisadî ve kültürel farklılıkların yüz yüze 
olduğu tehditle hiç kendilerini yormazlar. Aslında bu durum, basitçe liberalizmin seçici ahlâkî du­
yarlılığını gözler önüne serer. Liberalizm özellikle kapitalist toplumlardan çok sosyalist ve otoriter 
toplumların kusurlarını ifşa ederken bu duyarlılığı gösterir.

Yüklə 11,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   240




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin