moignage)
meydana koymaktadır ki, onların hemen hepsi şunu tekrar
ederler: İnsan, insan için bir Tanrıdır. Bununla birlikte insanların Akıl
düsturuna göre yaşamaları çok nadirdir; insanlardan çoğunun hasetçi
olmaları ve birbirlerine karşı zarar vermelerinin sebebi işte bu Akıl düstu
runa göre yaşamanın çok nadir oluşudur. Bununla birlikte, onlar hayatla
rını yalnızlık içinde geçiremezler ve onlardan çoğu insanın toplumsal bir
hayvan olduğu şeklindeki tanıma çok uygun yaşarlar; ve gerçekte şeyler
o yolda düzenlenmiştir ki, insanların toplumundan insanlara zararlardan
çok fayda ve kâr gelir. Öyle ise varsın hicivciler insana ait şeyleri alaya
almaya kalksınlar, varsın ilahiyatçılar ondan nefret etsinler, ya da melân
kolikler güçleri yettiği kadar işlenmemiş, kaba ve yabani bir hayatı övsün
ler ve insanları kötümseyerek hayvanlara karşı hayranlık göstersinler;
bundan dolayı insanlar ihtiyaçları olan şeyleri karşılıklı bir yardım ile çok
daha kolay elde edebileceklerini ve her yandan kendilerini ürküten teh
likelerden ancak birleşmiş kuvvetleriyle kaçınabileceklerini duymadan
geri kalmayacaklardır ve burada ben insanlara ait etkilerin hayvanların
kinden çok daha fazla göz önüne alınmaya değer olduğunu ve insana ait
olan şeyin bilgi edinilmeye en layık şey olduğunu açıklamadan geçiyo
rum. Fakat bunları uzun uzadıya başka yerde inceleyeceğiz.
Önerme XXXVI
Erdemin peşinden gidenlerin yüce iyiliği hepsinde ortaktır ve hepsi
bundan aynı derecede sevinç duyarlar.
Kanıtlama
Erdemle işlemek, Akıl düsturuna göre işlemek demektir (önerme 24)
ve akılla yapmaya çalıştığımız her şeyi bilmektir (tanımaktır) (önerme 26);
2 2 4 ETİKA
böylece (önerme 28) erdemin peşinden giden kimselerin üstün iyiliği Tan
rıyı bilmektir, yani (önerme 47, bölüm II, scolie’si ile birlikte) bütün insan
larda ortak olan bir iyiliktir. Ve o, insanların aynı tabiatta olmaları bakı
mından, bütün insanlarca aynı suretle elde edilebilir.
Scolie
Birisi soruyordu: Fakat, erdem peşinde koşanlardan ibaret olan kim
selerin yüce iyiliği, yukarıdaki gibi eğer herkeste ortak değilse, (önerme
34) Akıl düsturuna göre yaşayan, yani tabiatça birbirleriyle uyuşmaları
bakımından göz önüne alınan insanlar (önerme 35), birbirlerine karşıt
değil midirler? Buna karşı insanın yüce iyiliğinin herkeste ortak olmasının
iğreti olarak değil, Aklın tabiatının sonucu olarak meydana geldiği şeklin
de cevap verilecektir ve bu da insanın akılla tanımlanması bakımından,
insanın asıl özünden çıkarılarak yapılacaktır; zira insan bu yüce iyilikten
sevinci elde edemeseydi ne var olabilir, ne varlığı tasarlanabilirdi. Vakaa
Allah’ın ezeli ve sonsuz özüne ait upuygun bir bilgiye sahip olmak, insan
Ruhunun özüne aittir (Önerme 47, bölüm II).
Önerme XXXVII
Erdem peşinde koşan bir kimsenin kendi kendisi için arzu ettiği iyi
liği, o kimse başka insanlar için de isteyecektir ve o Tanrı hakkında ne
kadar büyük bir bilgi elde ederse, bu iyilik de o kadar büyük olacaktır.
Kanıtlama
Aklın düsturuna göre yaşamaları bakımından insanlar, insan için en
faydalı olanlardır (önerme sonucu, önerme 35) ve böylece (önerme 19)
insanların Akıl düsturuna göre yaşamalarını sağlamaya çalışacağız. Fakat
Aklın emrine göre yaşayan kimsenin kendi kendisi için istediği iyilik (öner
me 24) erdeme göre yaşamak, yani bilmektir (önerme 26); öyle ise erdem
peşinde koşan bir kimsenin kendi kendisi için istediği iyiliği, o, başka
insanlar için de isteyecektir. Bundan başka, bu arzu, Ruha ait olması
bakımından, Ruhun asıl özüdür (duygulanışların 1 ’inci tanımı); halbuki,
Ruhun özü Tanrı bilgisini kuşatan (önerme 47, bölüm II) bir bilgiden iba
rettir (önerme 11, bölüm II) ve o bulunmadan ne var olabilir, ne tasarla
nabilir (kavranabilir) (önerme 15, bölüm I). Bundan dolayı, Ruhun özünü
kuşatan Tanrı bilgisi ne kadar büyükse, kendi kendisi için istediği iyiliği
İNSANIN KÖLELİĞİ VEYA DUYGULANIŞLARIN KUVVETLERİ ÜZERİNE
2 2 5
başkası için de isteyen erdem peşindeki kimsenin duyduğu arzu da o ka
dar büyük olacaktır.
Başka Kanıtlama
İnsan kendisi için istediği ve sevdiği iyiliği, başkalarının da sevdikle
rini görürse, onu devamlı (kararlı) bir tarzda sevecektir (önerme 31, bölüm
III) ; öyle ise başkalarının onu sevmeleri için o çabalayacaktır (aynı öner
menin önerme sonucu) ve bu iyilik (önceki önerme) hepsinde ortak oldu
ğu ve hepsi onunla aynı derecede gelişebildikleri için, öyle ise o herkesin
ondan sevinç duymaları için (aynı sebepten dolayı) çalışabilir ve bu iyilik
ten ne kadar çok faydalanırsa bu sevinci de o kadar çok (olacaktır) olur.
Scolie I
Her kim yalnız kendisini duygulandıran edilgi (pasif hal) yüzünden
kendisinin sevdiği şeyleri başkalarının da sevmeleri ve kendi yaratılışına
göre başkalarının de yaşamaları için çabalarsa, yalnız içtepi ( impulsion)
ile hareket eder (işler) ve bu sebepten onun bu hareketi, hele başka
zevkleri olanlar için menfurdur ( odieux), buna karşılık onlar da kendile
rinden başka herkesin yaratılışına göre yaşaması için, yine içtepi ile çaba
harcarlar. Bundan başka, bir duygulanış yüzünden insanların istedikleri
(arzu ettikleri) yüce obje çoğu kere yalnız bir kimsede bulunacak bir
tabiatta olduğu için, böylece onu sevenlerin kendi içlerinde kendi ken
dileriyle ahenk halinde bulunmadıkları ve sevilen şey hakkında övmele
re ve göklere çıkarmalara kalktıkları zaman inanılmamış olmadan kork
tukları olağan şeylerdendir. Tersine, başkalarını Akla göre yöneltmeye
çalışan kimse, içtepi ile değil, insanca ve tatlılıkla hareket eder ve kendi
kendisiyle tam bir iç uyarlığı halinde kalır. Yaşamada devam etmek için
Tanrı hakkında fikri sahip olmamız veya Tanrıyı bilmemiz bakımından
bizim nedeni olduğumuz bütün etkiler (işleyişler) ve bütün arzuları “Din’e
irca ediyorum. Aslı (kökü) Aklın düsturuna göre yaşamamızdan gelen
iyilik yapma arzusuna ahlak ( Moralité) diyorum. Yaşayan insanı Aklın
düsturuna bağlı olarak ele alan, başkalarına da dostluk bağı ile bağlanan
arzuya, namusluluk ( Honnêteté) diyorum. Akıl düsturuna göre yaşayan
insanları övenlere namuslu, tersine, dostluğun korunmasına karşı koyan
lara aşağı ( vilain) diyorum; böylece, toplumsal yapının (sitenin) temelleri
nin neler olduğunu da gösterdim. Bundan dolayı, hakiki erdem yalnız Akıl
2 2 6 ETİKA
düsturuna göre yaşamadan ibaret olduğu; güçsüzlük ise insanın kendisi
ni dış şeylere göre edilgin (pasif) olarak yöneltilmeye bırakmasından, dış
âlemin yapısı neleri istiyorsa onlarla gerektirilip, yalnız kendisinde göz
önüne alınan asıl tabiatının istediğine göre gerektirilmemesinden ibaret
olduğu için, hakiki erdem ile güçsüzlük arasındaki fark böylece kolaylıkla
görülür. İşte 18’inci önermenin scolie’sinde kanıtlamaya söz vermiş oldu
ğum şey budur. Böylece görülebilir ki, hayvanları kurban etmeyi (boğazla
mayı) yasak etmeden ibaret olan kanun boşuna bir yanlış-inanç üzerinde
kurulmuştur ve sağlam akıldan ziyade kadın acıması (merhameti) üzerine
dayanmaktadır. Faydalının aranması kuralı bize insanlarla birleşmemizin
zorunlu olduğunu öğretiyor, fakat tabiatları insanın tabiatından farklı
olan hayvanlarla ve eşya ile birleşme zorunluluğunu öğretmiyor; onların
bizim üzerimizdeki hakları kadar bizim de onlara karşı aynı haklarımız
vardır. Yahut daha doğrusu herkesin hakkı kendi erdemi ya da gücü ile
tanımlanmış olduğu için, hayvanların insanlar üzerinde hakları olmasın
dan çok insanların hayvanlar üzerinde hakları vardır. Bununla birlikte
hayvanların duyguları olduğunu inkâr etmiyorum; fakat bu sebepten dola
yı bizim yararımızı (çıkarımızı) düşünmemizin, onları faydamıza göre kul
lanmamızın ve işimize en iyi nasıl geliyorsa onlara karşı öyle davranmamı
zın yasak edilmesini yadsıyorum; çünkü onlar tabiatça bizimle uyuşmazlar
ve onların duygulanışı insan duygulanışlarından tabiatça farklıdır (öner
me 57’nin scolie’si, bölüm III). Şimdi benim Haklı, Haksız, Günah ve en
sonra meziyetin (sevap) ne olduğunu açıklamam kalıyor ki, bunun için
aşağıdaki scolie’ye bakın.
Scolie 2
Birinci bölümün ekinde övme ile yermenin, meziyet (ya da sevap) ile
günahın, haklı ile haksızın ne oldukların açıklamaya söz vermiştim. Övme
ve yerme için önerme 29, bölüm III’te açıklamalar verdim; başka nokta
lar hakkında burada birkaç söz söylemek sırası gelmiştir. Fakat daha önce
insanın tabiî hali ile medeni halinin ne olduğu hakkında birkaç kelime
söylemeliyim.
Herkes, Tabiatın yüce hakkına göre vardır ve bunun sonucu olarak da
herkes kendi tabiatının zorunluluğundan ileri gelen şeyi Tabiatın yüce
hakkı ile yapar ve böylece herkes hangi şeyin iyi, hangi şeyin kötü olduğu
na dair Tabiatın yüce hakkına göre hüküm verir, ya da kendi yaradılışına
İNSANIN KÖLELİĞİ VEYA DUYGULANIŞLARIN KUVVETLERİ ÜZERİNE
2 2 7
göre kendi çıkarını düşünür (önerme 19 ve 20), öç alır (önerme 40, bölüm
III’ün önerme sonucu) ve sevdiği şeyi korumaya, kin beslediği ya da nef
ret ettiği şeyi yok etmeye çalışır (önerme 28, bölüm III). Eğer insanlar
Akıl düsturuna göre yaşamış olsalardı, herkes, başkasına hiçbir zarar ver
meden, kendisine ait olan hakka sahip olacaktı (önerme 35’in önerme
sonucu). Fakat insanlar kendi güçlerini çok aşan duygulanışlara (önerme
sonucu, önerme 4) ya da insan erdemine (önerme 6) bağlı oldukları için,
türlü yönlerden sürüklenmişlerdir (önerme 33) ve birbirlerine karşıttırlar
(önerme 34), halbuki onların karşılıklı yardıma ihtiyaçları vardır (önerme
35 ve scolie’si), öyle ise insanların ahenk ve uyuşma halinde yaşayabilme
leri ve birbirlerine yardım etmeleri için, tabiî haklarından vazgeçmeleri
ve başkasına zarar vermeye elverişli olabilen hiçbir şeyi yapmayacaklarını
birbirlerine sağlamaları zorunludur. Hangi şartlarda bu mümkündür, yani
zorunlu olarak kararsız ve değişik (önerme 33) duygulanışlara (önerme
sonucu, önerme 4) bağlı olan insanların karşılıklı bu teminatı verebilme
leri ve birbirlerine inanmaları nasıl mümkün olur? Bu cihetler bu bölümün
7’nci önermesinde ve üçüncü bölümün 39’uncu önermesinde görülmek
tedir. Vakaa ben orada diyorum ki, bir duygulanış ancak daha kuvvetli
(ve azaltılmak ya da indirilmek istenen duygulanışa karşıt olan) bir duygu
lanışla azaltılabilir ve herkes daha büyük bir zarar korkusuyla zarar ver
meden vazgeçer (çekinir). Öyle ise, eğer bir toplum herkesin kendisi için
öç alma ve iyi ile kötü hakkında hüküm verme hakkını almasını isterse
ve böylece ortak bir hayat kuralı tespit etmeye, kanunlar kurmaya ve
onları duygulanışları azaltmayan Akılla değil (scolie, önerme 17) fakat
tehditlerle devam ettirme gücüne sahip ise, bu kanun ile böyle bir toplum
kurulabilecektir ve kanunlarla devam eden bu topluma ve onun kendini
koruma gücüne “Site” (siyasal toplum) denir ve onun hakkının korunması
altında bulunanlara da siteliler (citoyens) denir. Bununla biz kolaylıkla,
tabiî halde herkesin yalnız kendi faydasını, kendi çıkarını düşündüğü ve
yaradılışına göre biricik kuralı kendi çıkarı (menfaati) olduğu için, hangi
şeyin kötü olduğu hakkında karar verdiği ve en sonra kendisinden başka
hiç kimseye boyun eğmesi hiçbir kanunla tespit edilmiş olmadığı için,
kolaylıkla öğreniriz ki (biliriz ki), tabii halde herkesin uygun görmesiyle
iyi, ya da kötü olan hiçbir şey yoktur. Ve böylece, tabiî halde günah
tasarlanamaz, günah ancak hangi şeyin iyi hangi şeyin kötü olduğu genel
uygun görme (sanı) diye tespit edildiği ve herkesin Siteye boyun eğmesi
2 2 8 ETİKA
gerektiği kabul edildiği zaman, medeni halde tasarlanabilir. Günah öyle
ise, öyle bir itaatsizlikten ibarettir ki, onu işleyen yalnız Site hukuku ile
cezalandırılır ve tersine, boyun eğme de, siteli (citoyen) için bir meziyet
(mérite) sayılır, çünkü bu suretle onun Site çıkarlarından faydalanmaya
değerli olduğuna hükmedilir. Bundan başka, tabii halde hiç kimse, ortak
uygun görme ile (consentement) hiçbir şeyin efendisi değildir ve tabiatta
birinin ya da başkasının “şeyi” denilen hiçbir şey yoktur; fakat bir şey
bütüne aittir; bundan dolayı tabiî halde, herkesin bir “kimse’ye ait olanı
kendisine verme ve kendisine ait olanı ondan alma iradesi tasarlanamaz:
yani tabii halde haklı ya da haksız denebilecek hiçbir şey yoktur; fakat
medeni halde, ortak uygun görme (consentement) ile hangi şeyin ona,
hangisinin başkasına ait olduğu tespit edilmiştir. Böylece görülüyor ki,
haklı ve haksız, günah ve sevap Ruhun tabiatını açıklayan sıfatlar değil,
dışsal (extrinsèque) olan kavramlardır.
Önerme XXXVIII
Pek çok biçimlerde duygulanabilecek, ya da dış cisimleri pek çok bi
çimlerde duygulanmaya elverişli kılacak bir insan Bedenine sahip olan
kimse, insan için yararlıdır; ve bu suretle Beden, duygulanmaya ve başka
cisimleri birçok biçimlerde duygulandırmaya ne kadar yetkili bir hale
konmuşsa o kadar fazla faydalıdır.
Kanıtlama
Böyle bir yatkınlık Bedende ne kadar fazla ise, Ruh kavramaya, algı
lamaya o kadar fazla elverişli olur (önerme 14, bölüm II); nitekim, böyle
bir hal ve şart içindeki Bedene sahip olan ve bu yatkınlığı artıran kimse,
zorunlu olarak iyi ya da faydalıdır (önerme 26 ve 27) ve bu yatkınlığı ne
kadar artırırsa o da o kadar artar; bir şey, tersine (aynı önerme 14, bölüm
II ve önerme 26 ve 27) Bedenin bu yatkınlığını azaltırsa, bu şey zararlı
dır.
Önerme XXXIX
İnsan Bedeninin kısımlarını birbirleriyle tutmak üzere korunmasını
sağlayan hareket ve sükûn münasebeti iyidir; tersine olarak insan Bede
ninin kısımlarını birbirlerine karşı hareket ve sükûndan başka bir rabıta
veya münasebetle sağlayan şey kötüdür.
İNSANIN KÖLELİĞİ VEYA DUYGULANIŞLARIN KUVVETLERİ ÜZERİNE
2 2 9
Kanıtlama
insan Bedeninin kendi kendini koruması için, pek çok sayıda başka
cisimlere ihtiyacı vardır (postulat 4, bölüm II). Fakat insan Bedenini kuran
şey, kısımların belirli bir münasebete göre hareketlerini birbirlerine ulaş
tırmalarından ibarettir (önerme 13, bölüm II'den sonra gelen Lemma’dan
önceki tanım). Öyle ise insan Bedeninin kısımları arasında var olan ha
reket ya da sükûn münasebetinin korunmasını sağlayan şey, insan Bede
ninin şeklini de korumak ve bunun sonucu olarak (postulat 3 ve 6, bölüm
II) insan Bedeninin birçok biçimlerde duygulanabilmesini ve birçok biçim
lerde dış şeyleri duygulandırmasını sağlar; bu ise iyidir (önceki önerme).
Bundan başka, insan Bedeninin kısımları arasında bir hareket ve sükûn
münasebetinin kurulmasını sağlayan şey aynı zamanda (aynı tanım, bölüm
II) yeni bir şekilde bu Beden yerine geçmesini de sağlar, yani (kendiliğin
den bilindiği ve bu bölümün önsözünün sonunda gösterdiğimiz üzere)
insan Bedeninin mahvolmasına ve bunun sonucu olarak birçok biçim
lerde duygulanması bakımından bütün yatkınlığını kaybetmesine sebep
olur; bu da, bundan dolayı kötüdür.
Scolie
Bu insan Ruhuna ne derecede zararlıdır ya da ona ne kadar yararlı
olabilir, bunları beşinci bölümde açıklayacağız. Bununla birlikte, burada
kaydetmek gerekir ki, benim anladığım tarzda, Bedenin kısımları arasın
da münasebet, başka bir hareket ve sükûn münasebeti kurulmaya elverişli
bir biçim aldığı zaman Bedenin ölümü meydana gelir. Her ne kadar kan
dolaşımı devam eder ve insanda başka hayat alametleri görünürse de,
insan Bedeninin bununla birlikte birincisinden büsbütün farklı başka bir
tabiatı olabilecek surette tabiatını değiştirebildiğini inkâra cesaret etmi
yorum. Bedenin kadavra haline gelince ölmeyeceğini kabul etmeye bizi
hiçbir sebep zorlayamaz; asıl deney de bana bunun aksine inandırabilir
gibi görünüyor. Bazen insan öyle değişmelere uğrar ki, onun artık aynı
şey olduğunu söylemek çok güçtür. Ben, özel olarak bir hastalığa tutulmuş
olup sonradan şifa bulmasına rağmen kendi komedi ve trajedilerini yazmış
olduğu geçmiş hayatına, artık kendisine ait değilmiş gibi bakan bir Ispanyol
şairinden söz edildiğini işitmiştim; eğer o ana dilini de unutmuş olsaydı,
ona erişkin bir çocuk gözüyle bakılabilirdi ve eğer bu, inanılamaz gibi görü
nüyorsa, ya çocuklar için ne demeli? Yaşı ilerlemiş bir adam kendi tabiatın
2 3 0 ETİKA
dan çok farklı olduğu halde bu çocukların tabiatına inanıyor. Eğer vaktiyle
hiç çocuk olmamış olsaydı, başkaları hakkında kendisine göre bir tahminde
bulunmasaydı onlara inanmayacaktı. Fakat yanlış inançlarda yeni sorulara
meydan vermemek için bu konuyu bir yana bırakmayı doğru buluyorum.
Önerme XL
İnsanları ortak bir topluma doğru götüren şey, yani onları ahenk haline
koyan şey faydalıdır; Siteye ahenksizlik getiren şey ise, tersine kötüdür.
Kanıtlama
İnsanların Ahenk, Uyuşma halinde yaşamlarını sağlayan şey onların
aynı Akıl düsturuna göre yaşamalarını sağlayan şeydir (önerme 35) ve
böylece (önerme 26 ve 27) o iyidir; tersine olarak aynı sebepten dolayı
ahenksizlik uyandıran şey kötüdür.
Önerme XLI
Sevinç hiçbir zaman doğrudan doğruya kötü değildir, fakat iyidir; keder
ise tersine, doğrudan doğruya kötüdür.
Kanıtlama
Sevinç (önerme 11, bölüm III, scolie’si ile birlikte) bedenin işleme gü
cünün artmış ya da tamamlanmış olduğu bir duygulanıştır; keder ise, ter
sine, Bedenin işleme gücünün eksilmiş ya da inmiş olduğu bir duygulanıştır
ve bundan dolayı (önerme 38) Sevinç doğrudan doğruya iyidir, vb.
Önerme XLII
Neşenin asla aşırı hali olamaz, o her zaman iyidir; tersine, melânkoli
her zaman kötüdür.
Kanıtlama
Neşe (önerme 11, bölüm III’ün scolie’sindeki tanıma bakın), Bede
nin bütün kısımlarının aynı derecede duygulanmış olmasından ibaret olan,
sırf Bedene ait bir sevinçtir; yani (önerme 11, bölüm III) orada Bedenin
işleme gücü o tarzda artmış ya da tamamlanmıştır ki, onun bütün kısım
ları birbirleriyle aynı hareket ve sükûn nispetini saklarlar; böylece (öner
me 39) neşe her zaman iyidir ve onun asla aşırı hali olamaz. Melânkoli
yine (önerme 1 l’in scolie’sindeki tanıma bakın) Bedenin işleme gücünün
İNSANIN KÖLELİĞİ VEYA DUYGULANIŞLARIN KUVVETLERİ ÜZERİNE
2 3 1
mutlak olarak azalmış ya da inmiş olmasından ibaret, Bedene ait bir ke
derdir ve bundan dolayı (önerme 38) o her zaman kötüdür.
Önerme XLII1
Hoşlanmanın
3
aşırı hali olabilir ve kötü olabilir; Elem, bir sevinç olan
hoşlanmanın iyi olmasına karşılık, kötüdür.
Kanıtlama
Hoşlanma, Bedenin kısımlarından birinin ya da birkaçının ötekile
rinden daha çok duygulanmış olmasından ibaret, insan Bedenine ait bir
sevinçtir (önerme 11, bölüm III’ün scolie’sindeki tanıma bkz.) ve bu
duygulanışın gücü Bedenin başka etkilerini aşacak tarzda olabilir (öner
me 6) ; ona ısrarla bağlı kalır ve böylece Bedenin pek çok sayıdaki başka
tarzda duygulanmaya elverişli olmasına engel olur; bu duygulanış öyle ise
(önerme 38) kötü olabilir. Tersine olarak kendi başına ele alınınca bir
keder olan elem için o iyi olamaz (önerme 41). Fakat onun kuvveti ve
artışı bizim gücümüzle karşılaştırılınca bir dış nedenin gücü ile tanımlan
dığı için (önerme 5), bu duygulanışların kuvvetlerinin sonsuz derecede
değişikliğe uğradığını ve sonsuz tarzlarda işlediklerini tasarlayabiliriz (öner
me 3) ; öyle ise biz, hoşlanma azalınca, aşırı bir halde olmasına engel olan
ve bu nispette bu önermenin birinci kısmı ile Bedenin yatkınlığını azaltma
yacak bir tarzda bir elem tasarlayabiliriz; ve böyle bir durumda, bundan
dolayı, elem iyi olabilir.
Önerme XLIV
Sevgi ve Arzunun aşın halleri olabilir.
Kanıtlama
Sevgi denen şey bir sevinçtir (duygulanışların 6’ncı tanımı) ki, bir dış
nedenle birlikte bulunur; öyle ise (önerme 11, bölüm III’ün scolie’si ile)
bir dış nedenin fikri ile birlikte bulunan hoşlanma bir Sevgidir; böylece
Sevginin aşırı hali olabilir (önceki önerme). Bundan başka, bir Arzuyu
doğuran duygulanış ne kadar büyükse, bu arzu da o kadar büyüktür (öner
me 37, bölüm III), öyle ise bir duygulanış insanın başka etkilerini ne
3)
Dostları ilə paylaş: |