Türkçesi: Hilmi Ziya Ülken



Yüklə 1,19 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə33/119
tarix17.05.2022
ölçüsü1,19 Mb.
#58305
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   119
Etika - Spinoza

(décret
) anlamıyorum (önerme 48, bölüm II'de tanımladım ki bu zihin icadı 
-fictive-
 bir şeydi), hatta ondan, sevilen şey hazır bulunmadığı zaman dahi 
onunla birleşme ya da orada bulunduğu zaman hazır bulunuşunu devam 
ettirme arzusunu anlamıyorum; sevgi gerçi bu arzulardan biri ya da öteki 
olmadan da tasarlanabilir; fakat irade deyince, sevilen şeyin hazır bulunması 
nedeniyle  seven  kimsedeki  memnunluğu  (contentement)  ;  seven  kimsenin 
kuvvetlendirildiği veya hiç de değilse beslendiği memnunluğu anlıyorum.
VII
Kin (nefret) bir dış nedenin fikriyle birlikte bulunan kederdir.
Açıklama
Burada, önceki açıklamada söylenmiş olan şeyi (bundan başka 13’üncü 
önermenin scolie’sine bkz.) göstermek gerektiği kolaylıkla fark edilir.
VIII
Eğilim, iğreti olarak sevincin sebebi olan bir şeyin fikriyle birlikte bulu­
nan sevinçtir.
IX
Tiksinme (aversion) iğreti olarak kederin nedeni olan bir şeyin fikriyle 
birlikte bulunan bir kederdir (bu duygulanış dolayısıyla 15’inci önermenin 
scolie’sine bkz.).
X
Şevk (Ferveur) bizi hayran bırakan kimseye karşı sevgidir.


184
 
ETİKA
Açıklama
52’nci  önermede  gösterdik  ki  hayranlık  bir  şeyin  yeniliğinden  doğar; 
eğer  bizi  hayrete  düşüren  şeyi  çoğu  kere  hayal  edecek  olursak,  hayrete 
düşmekten  vazgeçeriz;  o  halde  görüyoruz  ki  şevk  (Ferveur)  duygulanışı 
kolaylıkla basit sevgi haline soysuzlaşabilir.
XI
Alay etme kin beslediğimiz (ya da nefret ettiğimiz) bir şeyde küçümse­
necek (mépris) bir şey bulunduğunu hayal etmemizden doğan bir sevinçtir.
Açıklama
Kin beslediğimiz şeyi küçümsediğimiz için, onun varlığını inkâr ede­
riz  (scolie,  önerme  52)  ve  o  nispette  sevinç  duyarız  (önerme  20).  Fakat 
insanın  kendi  alay  edişinin  objesine  karşı  kini  olduğunu  farz  ettiğimiz 
için, buradan şu sonuç çıkar ki bu sevinç sağlam değildir (47’nci önerme­
nin scolie’sine bkz.).
XII
Umut,  kendisinin  neticesinden  (akıbetinden)  bir  dereceye  kadar  şüp­
he ettiğimiz geçmiş ya da gelecek bir şeyin fikrinden doğmuş kararsız bir 
sevinçtir.
XIII
Korku, kendisinin bir sonuca varmamasından bir dereceye kadar şüphe 
ettiğimiz bir şeyin fikrinden doğmuş istikrarsız (kararsız) bir kederdir (bu 
duygulanışlar için 18’inci önermenin II'nci scolie’sine bkz.)
Açıklama
Bu tanımlardan şu sonuç çıkar ki korkusuz umut olmadığı gibi umut­
suz  korku  da  yoktur.  Vakaa  bir  şeyin  neticesi  konusunda  umutla  şüphe 
arasında  sallantıda  (askıda)  olan  kimsenin  gelecek  bir  vakanın  varlığını 
dışarıda bırakan bir şeyi hayal ettiği farz edilir; öyle ise burada o kederlenir 
(önerme 19) ve bunun sonucu olarak o umutla şüphe arasında sallantıda 
olduğu halde vakanın olmamasından korkar. Tersine olarak korkuda olan 
kimse, yani kin beslediği (nefret ettiği) bir şeyin neticesinden şüphe eden 
kimse  de,  bir  vakanın  varlığını  dışta  bırakan  (men  eden)  bir  şeyi  hayal


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 
1 8 5
eder; ve böylece (önerme 20) o sevinçtedir ve bu bakımdan onda vakanın 
olmaması umudu vardır.
XIV
Emniyet (sécurité), hakkında artık şüphe nedeni kalmamış olan gelecek 
ya da geçmiş bir şeyin fikrinden doğmuş bir sevinçtir.
XV
Umutsuzluk,  hakkında  artık  şüphe  nedeni  kalmamış  olan  gelecek  ya 
da geçmiş bir şeyin fikrinden doğmuş bir kederdir.
Açıklama
Öyle  ise  (bir  şeyin  neticesi
17
  [issue]  konusunda  artık  şüphe  nedeni 
olmadığı  zaman)  emniyet  umuttan,  ümitsizlik  de  korkudan  doğar;  bu 
insanın, orada geçmiş ya da gelecek bir şey gibi olduğunu hayal etmesin­
den ve onu hazırmış gibi göz önüne almasından, ya da kendisinden şüphe 
etmiş  olduğu  şeylerin  varlığını  hariç  bırakan  (men  eden)  başka  şeyleri 
hayal etmesinden ileri gelir. Vakaa her ne kadar tekil şeylerin neticesinden 
asla  emin  olamazsak  da  (önerme  sonucu,  önerme  31,  bölüm  II),  bununla 
birlikte  ondan  şüphe  etmediğimiz  de  olur,  gerçekten  göstermiş  olduğu­
muz gibi (önerme 49, bölüm II, scolie’si) bir şeyden şüphe etmemek başka, 
onun  hakkında  kesin  bilgiye  sahip  olmak  başka  şeydir:  böylece  tabiatı 
hazır  olan  bir  şeyin  hayali  ile  olduğu  gibi,  geçmiş  ve  gelecek  bir  şeyin 
hayali ile de aynı duygulanışı duymuş olmamız mümkündür: 18’inci öner­
mede göstermiş olduğumuz gibi, ki aynı zamanda onun scolie’lerine bak­
mamız gerekir.
XVI
Gelişme ve haz duyma (épanouissement) umut etmeden meydana gelen 
geçmiş bir şeyin fikriyle birlikte olan sevinçtir.
XVII
Şuur  daralması  (resserrement)  umudumuzun  aksine  olarak  meydana 
gelen geçmiş bir şeyin fikriyle birlikte olan kederdir.
17) Buna “encamı” veya “akıbeti” de deriz.


186 ETİKA
XVIII
Acıma  (commisération)  bizim  benzerimiz  olduğunu  hayal  ettiğimiz  bir 
başkasının  başına  gelen  bir  kötülüğün  fikriyle  birlikte  olan  bir  kederdir 
(bkz. scolie, önerme 22 ve 27).
Açıklama
Acıma ile şefkat (miséricorde) arasında hiçbir fark yok gibi görünüyor: 
ancak  acımanın  tekil  bir  duygulanışla  münasebeti  olduğu  gibi,  şefkatin 
de duyularak kazanılmış ve alışılmış bir hazırlıkla (disposition) münasebe­
ti vardır.
XIX
İyi  gözle  bakış  (Faveur),  bir  başkasına  iyilik  yapmış  olan  bir  kimseye 
karşı olan sevgidir.
XX
Tiksinme (indignation), bir başkasına kötülük yapmış bir kimseye karşı 
olan nefrettir.
Açıklama
Biliyorum  ki,  bu  kelimelerin  kullanılan  dilde  başka  anlamları  vardır. 
Fakat  benim  maksadım  şeylerin  tabiatını  açıklamaktır,  yoksa  kelimele­
rin  anlamını  izah  etmek  değildir  ve  ortak  bilgide  geçen  anlamları  benim 
burada onları kullandığım anlamdan büsbütün uzaklaşmayan kelimeler­
le  (vocable)  ifade  etmektir.  Her  şeyden  önce  bu  bir  defa  tespit  edilmeli­
dir.  Bu  duygulanışların  nedeni  için,  ben  ayrıca  27’nci  önermenin  l’inci 
önerme  sonucuna  ve  22’nci  önermenin  scolie’sine  okuyucuyu  gönderi­
rim.
XXI
Üstün  değerlendirme  (surestime),  bir  kimseye  sevgi  yüzünden  haklı 
olduğundan fazla yer vermekten ibarettir.
XXII
Aşağı değerlendirme (mésestime), bir kimseye kin yüzünden haklı oldu­
ğundan daha az yer vermeden ibarettir.


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 87
Açıklama
Üstün değerlendirme öyle ise, sevginin bir eseri ya da özelliğidir; aşağı 
değerlendirme de kinin eseri ya da özelliğidir; üstün değerlendirme öyle 
ise sevilen şeye hakkı olduğundan fazla yer verdirecek surette insanı duy­
gulandıran  sevgi  diye  tanımlanabilir;  nitekim  tersine,  aşağı  değerlendir­
me  de  kin  beslenen  şeye  hakkı  olduğundan  aşağı  yer  verdirecek  surette 
insanı duygulandıran kin diye tanımlanabilir (bu duygulanışlar için 26’ncı 
önermenin scolie’sine bkz.).
XXIII
Haset, insanı başkasının mutluluğu yüzünden kederlendirecek ve tersi­
ne, başkasının mutsuzluğu yüzünden rahatlık duyacak surette duygulan­
dıran kindir.
Açıklama
Hasedin ortaklaşa  kabul  edilen zıddı şefkattir (miséricorde) ki kelime­
nin anlamına rağmen şöyle tanımlanabilir.
XXIV
Şefkat  (miséricorde),  insanı  başkasının  iyiliğinden  rahatlık  duyacak  ve 
başkasının kötülüğünden kederlenecek surette duygulandırması bakımın­
dan sevgidir.
Açıklama
Bundan başka, haset için 24’üncü önermenin scolie’sine ve 32’nci öner­
menin scolie’sine bakınız. Neden olarak bir dış şeyin fikriyle (ya kendi ba­
şına ya iğreti olarak) birlikte bulunan sevinç ve keder duygulanışları bunlar­
dır. Neden olarak bir iç şeyin fikriyle birlikte olan duygulanışlara geçiyorum.
XXV
İç  rahatlığı  (contentement  de  soi),  insanın  kendi  kendisini  ve  kendi 
etki gücünü göz önüne almasından doğan bir sevinçtir.
XXVI
Alçalış (humilité), insanın kendi güçsüzlüğünü ya da zaafını göz önüne 
almasından doğan bir kederdir.


188 ETİKA
Açıklama
İç rahatlığı deyince, bizim etki gücümüzü göz önüne almamızdan doğan 
bir  sevinci  anlayacak  olursak,  o  alçalışın  -  (mahviyet)  -  zıddıdır,  fakat  iç 
rahatlığı  (iç  huzuru)  deyince  ruhun  hür  bir  kararı  ile  yapılmış  olduğuna 
inandığımız bir şeyin fikriyle birleşik olan bir sevinci anladığımız zaman o 
aşağıdaki şu tarzda tanımladığımız pişmanlığın zıddı olur.
XXVII
Pişmanlık, Ruhun hür bir kararıyla yapılmış olduğuna inandığımız bir 
şeyin fikriyle birlikte olan bir Kederdir.
Açıklama
Bu  duygulanışların  sebeplerini  51’inci  önermenin  scolie’sinde  ve  53, 
54  ve  55’inci  önermelerde  ve  bu  son  önermenin  scolie’sinde  gösterdik. 
Ruhun hür karan için 35’inci önermenin II’nci bölümünün scolie’sine bkz. 
Bundan başka burada kaydetmek gerekir ki, genel olarak alışılmış bir şe­
kilde kötü denen bütün fiillerin arkasından kederin ve doğru (droit) denen 
bütün fiillerin arkasından da sevincin geldiğini söylemede şaşılacak bir cihet 
yoktur; daha önce söylenen şeylerle pek kolay bilindiği gibi, bu eğitimin en 
yüksek noktasına bağlıdır. Ana-baba, gerçi kötü denen hareketleri yermek 
ve çocuklarına bu konuda sık sık sitemde bulunmak ve iyi denen hareketleri 
teşvik  etmek  ve  bu  hareketleri  övmek  suretiyle  keder  heyecanlarının  bi­
rincilere ve sevinç heyecanlarının da İkincilere bağlanmalarını sağlıyorlar.
Bu  hal  deney  ile  tasdik  edilmiştir.  Zira  âdet  ve  din  asla  hiçbir  yerde 
aynı  değildir,  fakat  tersine,  bazıları  için  kutsal  olan  başkaları  için  kutsal 
dışıdır  (profane)  ve  bir  kısmı  için  namuslu  olan  başkaları  için  aşağıdır 
(vilain).  O  halde  onlardan  her  biri  kendi  yetiştirilme  biçimlerine  göre 
yaptığı bir hareketten dolayı vicdan azabı duyar ya da onunla öğünür.
XXVIII
Gurur,  insanın  sevgi  ile  kendisi  hakkında  olduğundan  daha  üstün 
hüküm vermesinden ibarettir.
Açıklama
Gurur  öyle  ise  üstün  görmeden,  İkincinin  bir  dış  objeye  bağlı  olması, 
gururun ise kendi kendisini haklı olduğundan daha üstün görmesi bakı­
mından farklıdır. Bundan başka, üstün görme nasıl sevginin bir eseri ya da


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 189
bir özelliği ise, gurur da asıl sevgiden çıkar ve şöyle tanımlanabilir: (insanın 
haklı olduğundan daha fazla kendi kendisi hakkında hüküm verecek su­
rette duygulanması bakımından) kendini sevmek, kendi kendinden mem­
nun  olmak  (scolie, önerme  26).  Buna zıt  olan bir duygulanış  yoktur. Zira 
hiç kimse, kendisine karşı kinle, kendi kendisi hakkında çok eksik hüküm­
de bulunmaz; ve hatta hiç kimse şunu ya da bunu yapamayacağını hayal 
etmesi şeklinde, kendisi hakkında haklı olduğundan çok daha az hükümde 
bulunmaz. İnsan yapamayacağını hayal ettiği her şeyi, gerçekten zorunlu 
olarak  hayal  eder  ve  bu  hayal  gücü  ile  gerçekten  yapamayacağını  hayal 
ettiği şeyi yapamayacağı tarzda hazırlanmıştır, zira şunu ya da bunu yapa­
mayacağını hayal ettiği sürece, onu yapması gerektirilmemiştir ve bunun 
sonucu  olarak  bunu  yapması  onun  için  imkânsızdır.  Eğer,  buna  karşılık 
yalnız sanıya bağlı olan şeyi göz önüne alacak olursak bir insanın kendisi 
hakkında  olduğundan  çok  aşağı  hüküm  verdiğini  tasarlayabiliriz;  vakaa, 
bir kimsenin kendi zaafını kederle göz önüne alarak herkesin onu küçüm­
sediğini hayal etmesi başa gelebilir ve o zaman başkaları onu küçümseme 
bakımından ondan aşağı kalmazlar. Bir insan şimdiki zamanda henüz ken­
disi için kesinsiz (incertain) olan gelecek zamana ait bir şeyi inkâr ederse, 
kendisi  için  çok  aşağı  bir  hükümde  bulunabilir;  kesin  olan  hiçbir  şeyin 
tasarlanamayacağı,  ancak  insanın  kötü  ve  aşağı  bir  şeyi  arzu  etmeyeceği 
ve  yapmayacağı  inkâr  edildiği  zaman  aynı  suretle  hükmolunur.  Bundan 
sonra diyebiliriz ki bir kimsenin şiddetli utanç korkusuyla kendi emsalinin 
cesaret ettiği şeye cesaret edemediğini gördüğümüz zaman kendi kendisi 
hakkında  fazla  aşağı  hükümde  bulunur.  Öyle  ise  bir  gurura  karşı  kendi 
kendisinin  küçümsenmesi  adını  vereceğim  bu  duygulanışı  koyuyorum; 
vakaa kendinden memnun olmadan gurur doğduğu gibi, kendini küçüm­
semeden de alçalış (humilité) doğar ve o şu biçimde tanımlanabilir.
XXIX
Kendini küçümseme, keder yüzünden haklı olduğundan daha az kendi 
hakkında hükümde bulunmadan ibarettir.
Açıklama
Doğrusu  Gurura  karşı  Alçalış  koymaya  alıştık,  fakat  o  zaman  onların 
tabiatından ziyade eserlerini göz önüne alıyoruz. Vakaa kendi kendisiyle 
fazla öğünen (scolie, önerme 30), kendisinin yalnız erdemlerini, başkaları­


190 ETİKA
nın ise yalnız düşüklüklerini (vice) anlatan, herkese tercih edilmek isteyen 
ve kendini kendisinin çok üstünde gören kimselerin daima yaptıkları aynı 
ağırlıkla  ve  aynı  araçlarla  kendini  ileri  süren  kimseye  gururlu  diyorum. 
Tersine olarak, kolayca kızaran, kendi düşüklüklerini itiraf eden ve başka­
sının erdemlerini anlatan, herkesin önünde kendini silen ve en sonra süs­
lenmeyi bir yana bırakarak başı aşağıda yürüyen kimseye de alçak gönüllü 
(mütevazı) diyorum. Bu duygulanışlar alçak gönüllülük (tevazu) ve ken­
dini aşağı görme, demek istiyorum ki, zaten çok nadirdir. Zira kendi başına 
göz  önüne  alınan  insanî  tabiat  onlara  gücü  yettiği  kadar  fazla  dayanma 
ile  karşı  koyar  (önerme  13  ve  54);  ve  böylece  kendisi  hakkında  en  fazla 
aşağı  görme  ve  alçak  gönüllülük  ile  dolu  olduğuna  inanılan  kimseler, 
genel olarak en çok şöhret hırsı ve haset ile doludurlar.
XXX
Şan  ve  şeref  (gloire),  başkaları  tarafından  övülmüş  olduğunu  hayal 
ettiğimiz hareketimizin, etkimizin fikriyle birlikte olan bir sevinçtir.
XXXI
Utanç, başkaları tarafından yerilmiş olduğunu hayal ettiğimiz bir etki­
nin (action) fikriyle birlikte olan bir kederdir.
Açıklama
Bu duygulanışlar için 30’uncu önermenin scolie’sine bakınız. Fakat bu­
rada utanç ile utanma (pudeur) arasındaki farkı kaydetmek gerekir. Utanç, 
insanı  kızartan  bir  hareketten  dolayı  meydana  gelen  kederdir.  Utanma, 
utanç korkusu ya da korkmasıdır ki onunla insan aşağı bir şey yapmadan 
kendini  korur.  Utanmanın  zıddı,  genel  olarak  utanmazlıktır  ki,  gerçekte 
sırası gelince göstereceğim gibi, bir duygulanış değildir; (daha önce göstermiş 
olduğum gibi) duygulanışların adları tabiatından ziyade kullanışlarına aittir. 
Böylece incelemeye girişmiş olduğum keder ve sevinç duygulanışlarını açık­
lamayı bitirdim. Şimdi ise arzuya irca ettiğim duygulanışlara geçiyorum.
XXXII
Eseflenme  (souhait  frustré),  arzu  edilen  bir  şeyin  hatırasıyla  beslenmiş 
olan,  aynı  zamanda  iştahanın  çevrildiği  şeyin  varlığına  engel  olan  başka 
şeylerin hatırasıyla azaltılan bir şeye sahip olma arzusu, ya da iştahıdır.


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 
1 9 1
Açıklama
Bize bir şeyi hatırlattığı zaman, biz bu suretle onu sanki orada hazırmış 
gibi duygulanacağımız aynı histe (aynı duyguda) göz önüne almaya hazır 
bulunuyoruz;  fakat  bu  hazırlanış  (disposition)  ya  da  bu  çaba,  çoğu  kere 
uyanıklıkta,  bize  hatırlattığı  hayalin  varlığına  engel  olan  şeylerin  hayal­
leriyle  durdurulmuştur  (itilmiştir).  Bize  belirli  bir  sevinç  cinsini  duygu­
landıran  bir  şeyi  hatırladığımız  zaman,  sırf  bu  suretle  aynı  sevinç 
duygulanışı  ile  onu  hazırmış  gibi  görmeye  çalışırız  ve  bu  çalışma  (çaba) 
hemen  birincisinin  varlığını  men  eden  şeylerin  hatırasıyla  durdurulmuş, 
ya  da  itilmiştir.  Eseflenme,  öyle  ise  gerçekte,  nefret  ettiğimiz  (kin  besle­
diğimiz) bir şeyin bulunmayışından ileri gelen sevince zıt olan bir keder­
dir;  bu  son  nokta  üzerinde  47’nci  önermenin  scolie’sine  bakınız.  Bunun­
la  birlikte  “eseflenme”  kelimesi  bir  arzuya  nispet  edilir  gibi  geldiği  için, 
bu duygulanışı arzunun duygulanışlarına irca ediyorum.
XXXIII
Gıpta  (émulation),  başkalarının  sahip  olduğunu  hayal  ettiğimiz  için 
bizde uyandırılmış olan bir şeyin arzusudur.
Açıklama
Başkalarının kaçtığını ya da korktuğunu gördüğü için kaçan kimseye, 
hatta  başka  birisinin  elinin  yandığını  görünce  elini  çeken  ve  sanki  eli 
yanmış gibi Bedeninin yerini değiştiren kimseye, başkasının duygulanışını 
taklit ediyor diyoruz, yoksa gıptaya (émulation) sahip demiyoruz; bu gıpta 
nedeninden  farklı  bir  taklit  nedenini  bildiğimizden  değildir;  fakat  bizim 
namuslu,  faydalı  ve  hoş  olduğuna  hükmettiğimiz  kimseyi  taklit  edenin 
yalnız ona gıpta ediyor dediğimiz kimse olduğuna alışmış olmamızdandır. 
Gıptanın  nedeni  hakkında  27’nci  önerme,  scolie’sine  bakınız;  bu  duy­
gulanışın  çok  kere  hasetle  birleşmesi  için  32’nci  önerme  scolie’sine  bakı­
nız.
XXXIV
Şükran  ya  da  minnet  (reconnaissance  veya  gratitude),  bize  iyilik  yapan 
kimseye iyilik yapmaya çalışmamızı ve onun hakkında aynı suretle sevgi 
ile  duygulanmamızı  sağlayan  bir  arzu  ya  da  bir  sevgi  için  duyduğumuz 
atılıştır, (41’inci önermenin scolie’si ile 39’uncu önermeye bkz.)


192 ETİKA
XXXV
İyilikseverlik, kendisine karşı acıma duygusuna sahip olduğumuz kim­
seye iyilik yapma arzusudur (scolie, önerme 27).
XXXVI
Öfke, bizim kin beslediğimiz kimseye kinle kötülük yapmaya bizi sürük­
leyen bir arzudur (bkz. önerme 39)
XXXVII
Öç  alma,  bize  zarar  veren  ve  bizim  hakkımızda  aynı  duyguya  sahip 
bulunan  kimseye  karşılık  bir  kinle  kötülük  yapmaya  bizi  sürükleyen 
bir  arzudur  (40’ıncı  önermenin  Il’nci  önerme  sonucu,  scolie’sine  bakı­
nız).
XXXVIII
Vahşet  veya  zalimlik,  sevdiğimiz  ya  da  bize  acıma  ilham  eden  bir 
kimseye  karşı  birini  kötülük  yapmaya  sürükleyen  (teşvik  eden)  bir  ar­
zudur.
Açıklama
Zalimliğin zıddı affediciliktir (clémence) ki,
18
 bu bir edilgi (pasif hal) 
değildir. Fakat öfke ile öç almayı tadil eden (dunlaştıran) bir güçtür.
XXXIX
Korku,  daha az bir kötülükle  korktuğumuz  daha büyük bir kötülük­
ten kaçmak arzusudur (scolie, önerme 39).
XL
Cüret, bir kimsenin emsalinin karşı koymada korktukları bir tehlikeye 
atılmak suretiyle yaptıkları bir etkiyi uyandıran bir arzudur.
XLI
Yüreksizlik  veya  korkaklık  (pusillanimité),  bir  kimsenin  emsalinden 
gelen tehlike korkusuyla azalmış olan arzusuna derler.
18) Tanrı için Mağrifet, ya da Gufran denir. Ayet: (İnna-l Allahe gafurün Rahîm.)


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 
1   9 3
Açıklama
Korkaklık, çok  kimsenin  korkmaya alışmadığı bir kötülük korkusun­
dan  başka  bir  şey  değildir;  bunun  için  onu  arzu  duygulanışlarına  irca 
etmiyorum, bununla birlikte ben burada onun açıklamasını verdim, çünkü
o,  gerçekten azalttığı arzu bakımından, cüret duygulanışının zıddıdır.
XLII
Yese  düşmek  (consternation),  bir  kötülükten  kaçınma  arzusu,  korku­
lan kötülüğe karşı hayretle azaltılmış olan arzuya denir.
Açıklama
Yese düşmek bir nevi yüreksizliktir; fakat iki katlı bir korkudan doğ­
duğu için, daha elverişli olarak şaşkınlığa uğramış, ya da dalgalı bir hal­
deki  bir  kimseyi,  kötülüğü  ortadan  kaldıramayacak  bir  tarzda  kaplayan 
korku  diye  tanımlanabilir.  Çünkü  şaşkınlıkla  azaltılmış  olarak  kötülüğü 
ortadan  kaldırmak  arzusunu  tasarlamamız  bakımından,  ben  şaşkınlığa 
uğramış  diyorum.  Bu  arzuya,  onu  aynı  derecede  azaba  sokan  başka  bir 
kötülük korkusuyla azalmış olarak tasarlamamız bakımından, dalgalı hal­
dedir  (flottant)  diyorum;  bu  ikisinden  hangisinin  saptırdığını  bilmemesi 
buradan  geliyor.  (Bu  konuda  scolie,  önerme  39  ile  scolie,  önerme  52’ye 
bakınız).  Bundan  başka  yüreksizlik,  korkaklık  ve  cüret  hakkında  scolie, 
önerme 51’e bkz.
XLIII
İnsanlık ya da alçak gönüllülük, insanların hoşuna giden şeyi yapmak 
ve hoşuna gitmeyen şeyi yapmamaktır.
XLIV
Şöhret ya da ikbal hırsı, ölçüsüz bir şeref arzusudur.
Açıklama
İkbal hırsı, bütün duygulanışların beslendiği ve kuvvetlendirildiği (öner­
me  27  ve  31)  bir  arzudur:  bunun  sonucu  olarak  bu  duygulanış  güçlükle 
yenilebilir.  Vakaa  bir  insan  ne  kadar  zaman  bir  arzunun  hükmü  altında 
bulunursa,  o  kadar  zaman  hırsın  hükmü  altında  bulunur.  Çiçero  diyor 
ki: En iyiler şerefin cazibesine karşı en duyarlı (hassas) olanlardır. Şan ve


1 9 4   ETİKA
şerefi  küçümseme  hakkında  kitaplar  yazan  filozoflar  bile  adlarını  oraya 
koyarlar, vb.
XLV
Oburluk, ölçüsüz bir arzudur, hatta bir yemek içmek sevgisidir.
XLVI
Sarhoşluk, ölçüsüz, ılımlı-olmayan bir arzudur ve içki sevgisidir.
XLVII
Hasislik, ölçüsüz bir arzudur ve bir zenginlik sevgisidir.
XLVIII
Şehvet düşkünlüğü (lubricité) de bedenlerin birleşmesi arzusu ve sev­
gisidir.
Açıklama
Bu  cinsel  ilişki  arzusu  ister  ölçülü  olsun  ister  olmasın,  ona  şehvet 
demek  âdet  olmuştur.  Bundan  başka  son  beş  duygulanışın  (56’ncı  öner­
menin scolie’sinde göstermiş olduğum gibi) zıtları yoktur. Zira alçak gönül­
lülük  bir  nevi  ikbal  hırsıdır  (ya  da  şöhret  hırsıdır)  (29’uncu  önermenin 
scolie’sinde  gösterildiği  gibi).  Ben  daha  önce  göstermiştim  ki  ılımlılık 
(ölçülülük),  vakurluk  (sobriété)  ve  afiflik  (chasteté)  edilgiler  (pasif  haller) 
değildirler,  fakat  Ruhun  güçleridir  ve  hasis,  haris  ve  korkak  bir  adamın 
masa, içki ya da cinsel ilişkinin aşırılıklarından kaçınmaları mümkün olsa 
da, yine hasislik, mevki hırsı, korku oburluğun, sarhoşluğun, ya da şehvetin 
zıddı değildirler. Zira hasis zamanının çoğunda başkasının zararına gırt­
lağına  kadar  yemek  ve  içmek  ister,  mevki  hırslısı,  keşfedilmek  şartıyla, 
hiçbir bakımdan ılımlılığa geçemez ve eğer sarhoşlarla şehvetliler arasın­
da yaşarsa sırf kendi mevki hırsıyla aynı düşüklüklere daha eğilimli olacak­
tır. En sonra, korkak istemediğini yapar, ölümden kaçınmak için serveti­
ni denize atsa bile pinti olarak kalır; ve eğer şehvetli ve sefih doyurulama­
dığı  için  kederli  ise,  bundan  dolayı  sefihlikten  vazgeçmez.  Ve  genel  ola­
rak  bu  duygulanışlar  yemek,  içmek  vb.  fiillerine  ait  oldukları  kadar  bu 
fiillerin  arzu  ve  sevgisine  de  ait  değillerdir.  O  halde  bu  duygulanışlara, 
yüksek gönüllülük ve ruh metinliğinden başka bir şey karşıt olarak kona­
maz ki, bunlardan daha sonra söz edeceğiz.


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 
1   9 5
Gerek  daha  önce  tanımlanan  duygulanışların  bireşiminden  doğmuş 
oldukları,  gerekse  onlardan  çoğunun  adları  olmadığı  için  kıskançlık,  ya 
da başka Ruh dalgalanmalarını sukutla geçiştiriyorum; bu da hayatın kul­
lanılması  için  onları  genel  olarak  tanımanın  yeter  olduğunu  gösterir. 
Açıklanan  duygulanışların  tanımlarıyla,  zaten  görülüyor  ki,  hepsi  arzu­
dan,  sevinçten  ya  da  kederden  doğarlar,  yahut  daha  ziyade  dış  adlan­
dırılmaları  ve  kendilerinin  göz  önüne alınışlarındaki tanımlar  dolayısıyla 
çeşitli adlarla  çağrılmaları âdet  olan bu üç esaslı duygulanıştan başka bir 
şey  değildirler.  Eğer  şimdi  bu  ilkel  duygulanışları  ve  daha  önce  Ruhun 
tabiatı  denmiş  olan  şeyi  göz  önüne  alırsak,  aşağıdaki  gibi  duygulanışları 
yalnız Ruha ait olmaları bakımından tanımlayabiliriz.
DUYGULANIŞLARIN GENEL TANIMI
Ruhun edilgisi (pasiyonu) denilen bu duygulanış öyle bir bulanık fikir­
dir  ki,  onunla  Ruh  kendi  Bedeninin  varlığına  ait  bir  kuvveti,  ya  da  onun 
öncekinden  daha  büyük,  veya  daha  küçük  bir  kısmının  bir  kuvvetini 
kabul  eder.  Ve  onun  hazır  bulunmasıyla  asıl  Ruhun  falan  şeyi  değil  de 
filân şeyi düşünmesi gerektirilir.
Açıklama
İlk önce diyorum ki, bir duygulanış, ya da Ruhun pasiyonu (edilgisi) 
bulanık  bir  fikirdir.  Gerçi  biz  upuygun  olmayan,  bulanık  olan  fikirlere 
sahip olması bakımından ruhun pasif (edilgin) olduğunu gösterdik (öner­
me  3).  Ben  ondan  sonra,  kendisiyle  Ruh,  Bedeninin  var  olması  için,  ya 
da  bunun  öncekinden  daha  büyük  veya  daha  küçük  bir  kısmının  var 
olması  için bir kuvvet  kabul  eder diyorum. Sahip  olduğumuz bütün  Be­
den  fikirleri,  gerçekten,  dış  cismin  tabiatından  ziyade  Bedenimizin  etki 
(action)  halini  işaret  ederler  (önerme  sonucu  2,  önerme  16,  bölüm  II)  ve 
bu duygulanışın  kuvvetini meydana getiren  fikir,  Bedenin, ya da Bedene 
ait  kısımlardan  birinin  sahip  olduğu  hali  ifade  eder,  bundan  dolayı  da 
onun icra etme gücünün, veya var olma kuvvetinin arttığını ya da eksil­
diğini,  tamamlandığını,  ya  da  indirildiğini,  ifade  eder.  Bununla  birlikte 
kaydedilebilir  ki,  eğer  öncekinden  daha  büyük,  veya  daha  az  var  olma  kuv­
veti
 dersem, bununla asla Ruhun Bedene ait şimdiki hali, geçmişi ile kar­


1 9 6   ETİKA
şılaştırdığım  anlamı  çıkmaz,  fakat  duygulanışın  şeklini  meydana  getiren 
fikrin  fiilen  Bedende  öncekinden  daha  çok,  veya  daha  az  gerçekleri  ku­
şatan  bir  şeyi  kabul  ettiğini  anlıyorum  ve  Ruhun  özü,  kendi  bedeninin 
aktüel  (fiili)  varlığını  kabul  etmekle  kaim  olduğu  için  (önerme  11  ve  13. 
bölüm II) ve yetkinlik (perfection) deyince biz bir şeyin özünü anladığımız 
için,  buradan  şu  sonuç  çıkar  ki  Ruh  Bedenin,  ya  da  bu  Bedenden  bir 
kısmının  öncekinden  daha  büyük  veya  daha  az  gerçekliği  olan  bir  şeyi 
kabul  ettiği  zaman,  daha  büyük  veya  daha  az  bir  yetkinliğe  yükselir.  O 
halde  daha  yukarda  Ruhun  düşünme  gücünün  arttığı,  ya  da  eksildiğini 
söylediğim  zaman,  Ruhun  Bedeninden,  veya  Bedeninin  bir  kısmından, 
bu daha önce Bedeninin kabul etmiş olduğundan daha büyük, ya da daha 
az  gerçeklik  ifade  eden  bir  fikri  teşkil  ettiğinden  başka  bir  şey  söylemek 
istememiştim.  Zira  konunun  (objenin)  değerine  göre  fikirlerin  değeri  ve 
düşünmenin  fiilî  gücü  değerlendirilir.  Ben  en  sonra  şunu  kattım  ki,  bu 
fikrin  hazır  bulunmasıyla,  keder  veya  sevincin  tabiatından  başka,  arzu­
nun da tabiatını ifade etmek üzere, Ruhun şu şeyden ziyade bu şeyi düşün­
mesi gerektirilmiştir.

Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   119




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin