Hoca Ahmed Yesevî’nin Hayatı
Hoca Ahmed Yesevî’nin tarihi kişiliğine ait belgeler son derece sınırlı,
mevcut olanlar ise “menkıbe” ve “rivayetler”le karışmış durumdadır. Elbette
hayatı adına kaleme alınan yazılar söz konusu “menkıbe” ve “rivayetler ”den
arındırıldığı ölçüde gerçeği yansıtabilir. Öte yandan halka mal olmuş insanla-
rın hayatında bu tür etkenlerin varlığı her zaman mümkün olmaktadır. Bu iti-
barla birden fazla doğum ve vefat yerinden olağanüstü olaylarla dolu bir hayat
hikâyesinin bu tarihi kişiliklerde her zaman olageldiğine tanık olunmaktadır.
Örneğin, birden fazla mezarı olan (dokuz mezar) Yunus Emre’nin Anadolu
insanı için arz ettiği durum da bu çerçevede açıklanabilir.
Hoca Ahmed Yesevî Doğu Türkistan’da Aksu sancağına bağlı ve Aksu’nun
176 km kuzey doğusunda bulunan Sayram kasabasında doğmuştur.
3
Divan-ı
Hikmet adlı eserde yer alan bir dörtlüğünde onun Türkistanlı olduğu kendi
ifadesi ile doğrulanmaktadır:
4
Düşer uzar, Burak tozar, gitse Pazar;
Dünya Pazar içine girip kullar azar;
Başım bîzar, yaşım sızar, kanım tozar;
Adım Ahmed, Türkistan’dır ilim benim.
2
Umay Günay, “Ahmed Yesevî’den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda
Tespitler”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1992, s.25.
3
“Sayram kasabası Ahmed Yesevî’nin “küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli
bir kısmını geçirdiği ve ünlü Türk destan kahramanı Oğuz Han’ın idare merkezi olduğu bili-
nen Yesi (=Türkistan) kentine 157 kmlik bir mesafededir”, Hayati Bice, “Hikmetler Hazinesi:
Divan-ı Hikmet”, Divan-ı Hikmet, 2015: 9.
4
Ahmed-i Yesevî, Divan-ı Hikmet Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan, Ankara, 1991, s.135.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
643
Yesevî’nin doğum tarihi ise kesin olarak bilinmemektedir. Kaynaklarda
genellikle doğumu ile ilgili bir tarih belirtilmemektedir. Mevcutlar ise 1083,
1050, 1103 miladi tarihlerinde olduğu gibi çeşitlilik arz etmektedir.
5
Yedi yaşında anne ve babasını kaybeden Yesevî’nin bu yaştan itibaren ve-
sâyetini ablası üstlenir. Ablasının ülkenin başkenti Yesi’ye yerleşmesi ile ha-
yatının yeni bir dönemi başlar. Yesi kenti onun öğrenim hayatı ile tasavvuf
hayatının başlayıp geliştiği bir kenttir. Küçük yaşta başlayan öğrenimine para-
lel olarak döneminin önde gelen bilge kişilerinden olan Arslan Baba’dan ders
ve feyz aldığı rivayet edilir. Bu zata intisap ettiğinde ise yedi yaşında olduğu
“hikmetlerinde” ayrıca belirtilmektedir.
Yesevî’nin Arslan Baba ile ilişkisinin iki önemli sonucu bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi Yesevî’nin eğitim ve öğrenimi, ikincisi de onun tasavvufi
hayatının başlamasıdır.
Kaynaklara göre Arslan Baba, “yedi yaşından itibaren Yesevî’nin eğitim
ve irşadını” üstlenmiştir.
6
Bu sürecin ikinci önemli aşaması Buhara’da ger-
çekleşmiştir. Bundan böyle Buhara’da hocası Yusuf Hemedanî’dir. Burada O,
“mürşidi ve hocası Yusuf Hemedani’yi ilim ve faziletiyle, ‘zühd’ ve ‘takva’sıyla
kendisine kılavuz bildi (...) O da hocası gibi dini ilimlerde bir vukuf (derinlik)
kazandı ve ilmiyle, zühd ve takvasıyla o kadar tanındı ki Yusuf Hemadanî onu
ihtiyarlığında diğer üç müridiyle beraber halifeliğe seçti.”
7
Ahmed Yesevî Hicri 555(M.1160-61)’de Yesi’ye döndü. Dönüş nedeni gibi
dönüş tarihi de kesin değildir. Dönüşünü müteakip yaklaşık on sene son-
ra da öldüğü sanılmaktadır. Özgeçmişinin yer aldığı tüm kaynaklarda bu tarih
H.562 (M.1166-67) dir. Bir hikmetlerinden birinde ömrünün kalan son yılları
için yaptığı bu tercihe işaret etmektedir:
8
Kul hâce Ahmed, söylediği Hakk’ın yâdı;
İşitmeyen dostlarına kalsın öğüdü;
Gurbet çekip öz şehrine dönüp geldi;
Türkistan’da mezar olup kaldın işte.
5
Fuat Köprülü doğum tarihine ilişkin şöyle bir açıklama yapar: “ (…) hangi tarihte doğduğunu açık
olarak bilmemekle birlikte bunun V. Asrın ortalarına rastladığını tahmin edebiliriz”, Fuat Köprülü,
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet Işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1976, s.62.
6
Eraslan, a.g.e., 1991, s.8.
7
Köprülü, a.g.e., 1976, s.71-72.
8
Eraslan, a.g.e., 1991, s.97.
644
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Eserleri
Divan-ı Hikmet, Ahmed Yesevî’nin bilinen ve günümüze kadar ulaşan en
önemli eseridir. Bu eserde Yesevî’nin şiir ve beyitlerinden oluşan “Hikmetler”
yer alır. Hikmet sözcüğünün, “dinî, tasavvufî, özlü söz” anlamına geldiği göz
önüne alındığında; divanın dinî telkin ve öğütleri içeren bir çeşit “didaktik
eser” olduğu söylenebilir.
Edebiyat tarihçisi Fuat Köprülü Divan-ı Hikmet’in Türk edebiyatı için iki
önemine işaret eder:
1. Ahmed Yesevî XII. yy’da öldüğü cihetle bu eser Türk edebiyatının Kuta-
dgu Bilig’ten sonra en eski örneğidir.
2. Eski halk edebiyatının birçok unsurlarını alarak Islâm ruhunun o un-
surlarla yani eski milli şekiller ve eski vezinlerle ifade eden ilk eser olmak
bakımından da tasavvufi Türk edebiyatının en eski ve en mühim örneğidir.
Gerçekte Divan-ı Hikmet kendisinden önceki ve sonraki Türk düşünce ha-
yatının eserleriyle karşılaştırıldığında oldukça büyük farklılıklara sahiptir.
Örneğin Yusuf Has Hâcip’in Kutadgu Bilig adlı eseri daha çok toplumsal
ahlak boyutunu öne çıkarmaktadır; buna karşılık Divan-ı Hikmet’te bireysel
ahlak tasavvufi planda irdelenmektedir.
Edip Ahmed Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakâyık (Gerçeklerin Eşiği) adlı eseri
bir çeşit “nasihatname” olarak tasavvufi temadan oldukça uzaktır. Edip Ah-
med Yükneki’nin bu eserinde sabır ve kanaatin iyiliği, kıskançlığın, geveze-
liğin, hırs ve tamahın kötü sonuçları, dünyanın kötüler ve kötülüklerle dolu
olduğu çok kuru bir üslup ile anlatılır. Bu açılardan bakıldığında Ahmed Ye-
sevî’nin, kendisinden önce yazılmış olan Kutadgu Bilig’ten etkilenmediği gibi,
aynı şekilde Atabatü’l-Hakâyık şairi üzerinde de bir etki yapmadığı sanılmak-
tadır.
9
Kültür Bakanlığının 26-27 Eylül 1991 yılında Ankara’da düzenlendiği
“Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu”na sunulan bir bildiride Kaza-
kistan Cumhuriyeti Halk Kütüphanesi ‘Nadir Kitaplar ve El Yazmaları’ bö-
lümünde Ahmed Yesevî’nin iki yeni eserinin varlığına işaret edilmektedir.
Kazak bilim adamı Carmuhammed-Ulı’ye göre bu eserler Nasapnâme ve Risâla
adını taşımaktadır.
10
9
Buradaki karşılaştırmalar için bkz: Köprülü, a.g.e., 160-161.
10
Muhammedrahim Carmuhammed-Ulı, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Hayatı Hakkında Yeni De-
liller ve O’nun Bilinmeyen “Risale” adlı eserinin Ilmî Değeri” Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem-
pozyumu Bildirileri, Ankara, 1991, s.13-20.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
645
Bildiride yer alan bilgilere göre Nasapnâme, Ahmed Yesevî’nin özgeçmiş ile
ilgili yeni bilgiler getirmekte, Yesevî’nin ecdadını Hazreti Ali’den başlatmak-
tadır.
Risala adlı eser ise “mütefekkir şairin” dünya görüşünü ve Islam dininin
kurallarını, kanunlarını ele alarak tahlil etmektedir. Şair bu çalışmasında bu
dünya ile öteki dünyanın farkını yorumlayarak, insanlar arasındaki ilişkiler
hususuna özel bir önem vermektedir.
Hoca Ahmed Yesevî’nin Düşünce ve Etkinliklerinde Ortaya Çıkan
Toplumsal Mesajlar:
Mesajının dili ve Yöntemi
Yesevî’nin Islami etki altında ortaya koyduğu felsefesi kendine özgü bir
terminolojiye dayalı olarak gelişmiştir. Bu terminolojiyi bilmek onun mesaj-
larının seçilmesi ve anlaşılması için son derece gereklidir. Genel sınırlarının
Islam dininin çizdiği bu terminolojinin şeriat, tarikat, hakikat, ma’rifet, hikmet,
edep, mürüvvet, teberrük gibi belirleyici kavramları bulunmaktadır. O nedenle
bu anahtar kavramlar bilinmeden ve dikkate alınmaksızın Yesevî ve düşünce-
sini anlayabilmek güçtür.
Ahmed Yesevî bu kavramları (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) dervişlik ve
sufîliğin temel özellikleri yapmak suretiyle onları teorik güçlüğünden sıyırıp
bir yaşam tarzına dönüştürmüştür. Bunları bilmeksizin gerçek sufî (veli, bil-
ge) olmak mümkün değildir.
Ahmed Yesevî’nin burada sözü edilen terminolojik duyarlığından onun
yöntemini de ortaya çıkarmak mümkündür. Bu yöntemin ilk basamağında
Islâmiyet öncesi -eski- Türklerde dışa dönük özellikleri ağır basan “Alp Insan”
tipine göre manevi derinliğe sahip içe dönük insanı (sufî, veli) oluşturma
çabası yer almaktadır. Bunun için de kolay ve anlaşılır bir Türkçe ile mümkün
oldukça geniş bir kitleye ulaşmayı öncelikli bir amaç olarak benimsemiştir.
Anlaşılır olmanın en geçerli dili ve aracı şiirdir. Gerçekte “mutasavvıf şair için
şiir sanat gösterisi değil, mesajını kendisine iletecek bir vasıtadır. Dolayısıyla
karşısındaki insanla aynı dili konuşmalı ve söylediklerini karşı taraf bütünüy-
le anlamalıdır.”
11
11
Mustafa Isen, “Orta Asya Türk Edebi Dili’nin Anadolu Türk Edebi Diline Etkisi ve Ahmed
Yesevî”, Ahmed Yesevî Sempozyumu, Taşkent, 30.10.1993.
646
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
O nedenle Yesevî konuştuğu, düşündüğü, ifade-i merâm ettiği dil olan
Türkçe ile anlatmayı, ifade etmeyi seçmiştir. Üstelik bu tercihine dönemin
popüler dilleri olan Arapça ve Farsçaya vukûfiyeti de engel olamamıştır.
Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçeyi
Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini
Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur
Anlamına yetenler yere göğe koyar börkünü
Miskin, zayıf Hoca Ahmed yedi ceddiner Ahmed
Farsça dilini bilerek güzel söylemekte Türkçeyi
12
Şiir ise step halklarının bilgeliklerini yüklenen en önemli iletişim vasıtası-
dır. Hoca Ahmed Yesevî şiiri, kitlelere yönelik mesajını en etkili ve en çabuk,
en işlevsel biçimde verebilecek bir teknik olarak çok iyi görmüş ve değerlen-
dirmiştir. Kaldı ki şiir bu dönemde toplumun sosyo-kültürel yapısına uygun
bir ifade ve etkileşim aracıdır. Yunus Emre’nin de şiirle/hikmetle düşündüğü,
şiirle paylaştığı ve söylediği göz önüne alındığında şiirin, düşünür (mutasav-
vıf) ve hedef kitle arasında sözlü kültürün egemen olduğu tüm toplumlarda
olduğu gibi Türk toplumları için de geleneksel bir iletişim aracı olduğu ger-
çeği ortaya çıkar.
Hoca Ahmed Yesevî Yönteminin ikinci basamağı olan şiir diliyle hedef
kitlede manevi bir heyecan ve duygu dalgalanması yaratmıştır. Tanrı aşkı,
peygamber sevgisi, uhrevi hayatın gizemi, dünya hayatının geçiciliğine dair
söylemleri şiir diline yüklemiştir. Şiirlerindeki imgeler step insanlarının -coğ-
rafyanın sert koşullarıyla kapalı ve- sınırlı dünyalarının sonsuz bir manevi
hayata açılmasını sağlamış ve teşvik etmiştir.
Divan-ı Hikmet’te yer alan şiirlerin sade ve anlaşılır Türkçe boyutunun yanı
sıra Arapça ve Farsça sözcük ve imgelere yer vermiş olması mevcut dil dağar-
cığının zenginleştirilmesi olarak düşünülebilir. Bireyleri anonim bir potaya
çeken özel terminoloji de böyle bir işleve sahiptir. Bu çerçevede “Hikmet’te
geçen lala olmak, illa olmak, halis olmak, muhlis olmak, fena olmak gibi ta-
savvufi sembollere, işaret eden özel terimleri öğrenmeden (...)”
13
Ahmed Ye-
sevî’nin şiirini kavramak; bu olmadan da Yesevî düşüncesinin bireyi, tasavvu-
12
“Hikmet 71”, Divan-ı Hikmet, Haz. Bice 2015, s. 181.
13
Günay, a.g.e., 1992, s.30.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
647
fi erginliğe ve olgunluğa kavuşturan ortak yaşam tarzına yönelebilmek müm-
kün görünmemektedir. Bu noktada Yesevî, bireylerdeki kelime dağarcığının
zenginliği nispetinde mesajının seçilip algılanabileceği düşüncesi yönteminin
önemli bir aşaması olarak benimsemiş görünmektedir.
Mesajın Öngördüğü İnsan
Hoca Ahmed Yesevî düşüncesinden övgü alan insan, yapması gerekenler-
le birlikte yapmaması gereken davranışlarla sınırlıdır. Yapılması gerekenler,
bireyin vasıf dokusuna derinlik kazandıran temel öğeler olarak şöyle sırala-
nabilir:
Divan-ı Hikmet’te insanın manevi vasıf dokusuna ilişkin bu betimlemele-
rin yanı sıra ortaya koyduğu diğer nitelikler toplumsal boyutu işlemektedir.
Bunlar, haram yememe, yetimi gözetme, yalan ve sahtekârlığın kötülüğü,
münafık ve münafıklığın bir “zillet” oluşuna dair belirlemelerdir.
Yetimi gözetme:
Yetimin gözetilmesi ve yetim duyarlılığı şöylece ifadesini
bulur:
Yetimi görseniz incitmeyin siz
Garibi görseniz dağ etmeyin siz
14
Yetim, sözlükte “babası ölmüş olan çocuk” olarak tanımlanır. Divan-ı Hik-
met’te yetim imgesinin sıkça kullanıldığı görülür. Çocuk ve çocukluk olgusuna
ilişkin doğrudan ifade ve belirtmeler olmamasına karşılık yetim konusunun
işlenmiş olması dönemin bir karakteristiği olarak algılanabilir mi? Göçebe
bir toplumun, çevresel ve siyasal mücadele ortamının babasız çocukların sa-
yısında belirgin bir artışa yol açmış olacağı elbette düşünülebilir. Yetimlerle
birlikte garip ve kimsesizlerin varlığı böyle bir ortamın belirtilen şartlarıyla
ilişkilendirilebilir. Yesevî bu insanların özellikle yetişme çağındaki çocuk ve
gençlerin aile ortamının manevi havasından yoksunluğunun manevi takviye-
lerle giderilmesi gerektiği düşüncesindedir. Bu yüzden yetişkinlere bu takvi-
yeyi üstlenmeleri noktasında adeta dinî yükümlülüklerini hatırlatmaktadır.
Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
Hem o gece Mirac’a çıkıp dîdar gördü;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
(....)
14
Aynı, s. 283.
648
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
15
Aşk
: Bireysel erginlik ve olgunluğa götüren bir dizi davranışın başında aşk
gelmektedir. Onun dilinde aşk Tanrı sevgisidir. Âşık ise çok fazla seven, içini
ve gönlünü Tanrı sevgisi ile dolduran kişidir. Yesevî “hikmetlerinde”, bu vasıf
şu şekilde teşvik edilmektedir:
16
Zâhid olma, âbid olma âşık ol sen
Minnet çekip aşk yolunda sadık ol sen
Nefsi tepip dergâhına layık ol sen
Aşksızların hem canı yok, imanı yok.
Niçin aşk? sorusu da şu şekilde cevap bulur:
17
Mal ve pula rağbet etmez âşık kişi
Yol üstünde toprak olup aziz başı
Ondan sonra nur dolar içi dışı
Yarın varsa, mahşerde padişah kıldım.
Bu dizelerde aşkın kişide ‘mal ve para’ya karşı oluşan hırsı engellediğini,
bundan kaynaklanan gurur, kibir vb. hasletleri de bertaraf ederek toprağın
ayaklar altındaki benzer konumu gibi mütevazı (alçak gönüllü) yaptığına
işaret edilmektedir. Burada aşırı dünya sevgisine karşı mistik bir set oluş-
turulmaktadır. Yesevî’ye göre karşı konulmaz bir duygu olan ‘dünya sevgisi’
ancak insan içine yerleşen Tanrı Aşkı ile giderilebilir. Hikmetleri bunu işleyen
dizelerle doludur.
Dünya malını yığanları vallah gördüm
Öldüğü vakit ‘tövbe et!’ deyip halini sordum
Şeytan dedi, imanına çengel vurdum
Can çıkar da ağlaya ağlaya gider dostlar.
18
15
Yesevî, a.g.e., s. 49 -51.
16
Divan-ı Hikmet, s.115.
17
Aynı, s.129.
18
Aynı, s.167.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
649
Oysa kişi içini Tanrı düşüncesi ve sevgisi aydınlatırsa mâsiva’ya (dünyaya)
itibar etmeyecektir:
Dışlarını adı ile bezeyenler,
İçlerini niyaz ile düzenleyenler,
Şevk ateşini gönül içinde gizleyenler,
O mâsiva ile nasıl meşgul olur?
19
Aşksızları “hem canı hem de imanı yok” diye niteleyen Yesevî, yakın plana
çektiği aşksız insanı ise ‘hayvan düzeyinde’ ele almaktadır:
20
Dertsiz insan insan değil, bunu anla
Aşksız insan hayvan cinsi, bunu dinle
Gönlünüzde aşk olmasa, buna ağla,
Ağlayanlara has aşkımı bağışladım...
Edep
: Bu vasıf hem bireyin, hem de Yesevî yönteminin en önemli öğesidir.
Edep bir süreç sonunda elde edilir. Bu sürecin ilk aşaması kişinin Islam Pey-
gamberi Hz. Muhammed’in (S.A.V.) sünnetini yerine getirmesi, onun izlediği
yolu izlemesidir. İkinci aşaması, “tarikatın adap ve erkânı”nı (kural ve işleyiş
biçimi) öğrenmesidir. Üçüncü aşaması “ma’rifet edebi”dir. Yani, insan nefsini
kötü şeyler yapmaktan alıkoyan ve ileride meydana gelebilecek iyi bir şeye
karşı kalbin ümit beslemesidir. Dördüncü aşama hakikat edebidir. Bu aşamada
bireyden, hakka yönelerek Tanrı dışındaki her türlü geçici ve dünyevi olan
şeyleri terk etmesi, itibar etmemesi beklenir.
Yesevî, düşüncesinin izlediği olgunlaşma ve erginleşme sürecinin tümüyle
edep yolu olduğunu belirtmektedir.
21
Muhammed’in (S.A.V.) bilin zatı Arap’tır
Tarikatın yolu bütün edeptir.
Ma’rifet
: Bilme, bir şeyin aslını ve esasını kavrama olayıdır. Tasavvufta ma-
rifet ise insanın kendisini ve Rabbi’ni bilmesi anlamına gelmektedir. Buna
göre “nefsini bilen Rabbi’ni bilir”. Ma’rifet sahibi ise ârif kişidir.
19
Aynı, s.187.
20
Aynı., s.127.
21
Yesevî, a.g.e., s.279.
650
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Arif ve âşıkta konuşan, ifade eden, ne ten ne de candır. Kişi, candan geçen,
gerçek âşık olarak Hakkı gözetir:
Ten söylemez, can söylemez, insan söyler
Candan geçen gerçek âşık Hakk’ı gözler
Ariflere hizmet kılıp yolunu düzler
O âşıkı insanlara sultan kılar.
Marifet, Yesevî düşüncesinde derin bir özeleştiri yeteneğidir. Bu özeleştiri,
insanın egosunun tamamen kişisel zevk ve ihtiraslardan arındırılması gibi bir
işleve sahiptir.
Hikmet
: Kavram olarak Allah’ın (C.C.) bilgisini kudretini yüceliğini ve Al-
lah sevgisini, ilahi hakikatleri ifade eden dini ahlaki, tasavvufi ve öğretici özlü
söz anlamına gelmektedir. Bunları konu yapan bilime de ilm-i hikmet denil-
mektedir.
Ahmed Yesevî’nin dini-tasavvufi şiirleri “hikmet” adını almaktadır. Bu,
onun kavramı teorik tanım ve güçlüğünden sıyırıp düşüncesini benimseyen
insanlara adeta bir vasıf yapması demektir. Bu itibarla Yesevî düşüncesinin
öngördüğü insan, hikmet sahibi yani derinlik sahibi -bilge- bir insandır.
Hakikat
: Hakikat sözlükte, gerçek, doğruluk, bir şeyin aslı, esası anlamına
gelmektedir. Sufîlere göre hakikat dinin içyüzü, şeriat da dış yüzüdür. Haki-
kate ulaşan kişi Allah’tan başka mutlak varlık olmadığını, ezeli ve edebi varlı-
ğın sadece Allah olduğunu, Allah’tan başka her şeyin geçici (fani) olduğunu,
evrenin Allah’ın kudretinin tecellisinden ibaret olduğunu bilir. Hakikat ehli,
insanî sıfatlardan sıyrılarak ilahi sıfatlarla donanan kişidir.
Hakikati bilmeyen insan değildir.
Biliniz ki hiçbir şeye benzemezdir.
22
Doğruluğu, dürüstlüğü, cömertliği toplumsal dayanışmanın en gerekli
öğeleri olarak işleyen Yesevî, aynı zamanda rüşveti, yalanı, zorbalığı, haksızlı-
ğı ise insan ve toplum yaşamının en önemli tehdidi olarak görmektedir. Top-
luma yönelik bu tehditleri hikmetlerinde şöyle dile getirir:
22
Divan-ı Hikmet, s. 279.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
651
Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama
Hakkı seven âşıklar helalinden yemişler
Dünya benim diyenler, cihan malını alanlar,
Herkes gibi olup o harama batmışlar.
Molla, müftü olanlar, yalanla fetva verenler,
Aklı kara kılanlar cehenneme girmişler.
Haram Yememe
Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama
Hakkı seven âşıklar helalinden yemişler
23
(...)
“Talibim ben” söylerler,
Vallah billah nâ insaf nâmahrame bakarlar,
Gözlerinde yok insaf
Kişi malını yiyerler, gönülleri saf değil
24
(...)
Rüşvet ve Haksızlık
Kadı imam olanlar haksız dava kılanlar
Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar.
Rüşvet alan hâkimler, haram yiyenler,
Parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar
Tatlı tatlı yiyenler, türlü türlü giyenler
Altın tahta oturanlar toprak altında kalmışlar.
25
Yalan ve Sahtekârlık
Kimi görsen bu yollarda sahte âşık
Dışta sûfî, içte ise değil sadık
Onun için sevdiğine olmaz layık
Yalancıyı mahşer günü ser-sâm kılar.
26
Münafık ve Münafıklık:
Ey birader, münafıka olma sen ülfet
Kim ülfettir, başı üzere yüz bin külfet
Baştanbaşa münafığın işi ziyan, zAhmed
Gerçek ümmetseniz, işitip selam verin dostlar.
27
23
Aynı, s.335.
24
Aynı, s.117.
25
Aynı, s.335.
26
Aynı, s.207.
27
Yesevî, a.g.e, s.267.
652
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Cehâlet ve Cahiller:
Yesevî için cehâlet hem kişisel hem de toplumsal bir
sorundur. Kişiseldir çünkü bireyin yüz yüze ilişkilerinde cehalete bulaşmış
kişilerle her an ve her vesileyle karşılaşması mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki
Yesevî bu örneklerle çok sık karşılaşmış ve çok rahatsız olmuştur. Sanki bu
dünya cahillerle doludur.
Haykırsam Hakk imdadıma yetişir mi ki?
Göğsümdeki paslarım gider mi ki,
Bütün cahiller bu âlemden gider mi ki?
Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte
Cahillerin vücutça varlıkları dahi öylesine rahatsız edicidir ki, onların ki-
şisel olarak yaşadıkları sıkıntıları ve sorunları dahi kendileriyle iletişim kur-
mak, onlara el uzatmak için bile gerekçe olamaz; çünkü Yesevî cahillerden çok
“cefa” çekmiştir.
Hikmet-14
Dua edin cahillerin yüzünü görmeyim
Hak Teala refik olsa bir dem durmayayım
Hasta olsa cahillerin halini sormayayım
Cahillerden yüz bin cefa gördüm ben işte
Haykırsam Hakk imdadıma yetişir mi ki?
Göğsümdeki paslarım gider mi ki,
Bütün cahiller bu âlemden gider mi ki?
Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte
Cahillerin dünyevi ihtirasları öylesine baskın durumdadır ki o nedenle
toprağın altı cahillerin ve cehaletin kapladığı bir yeryüzüne/yer üstüne tercih
edilmiştir:
Yer altına kaçıp girdim cahillerden
Elim açıp dua isteyip mert kişilerden
Garip canım yüz tasadduk bilgelerden
Bilge bulmayıp yer altına girdim ben işte
Cahilleri benden sorma göğüsüm çıka
Hakk’dan korkup yas tutsam güler kahkahayla
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
653
Ağzı açık nefsi ulu misli lakka
Cahillerden korkup Sana geldim ben işte.
Hoca Ahmed Yesevî için cahiller neden bu kadar sert ve ödünsüz bir eleş-
tiri konusu yapılmaktadır? Sanıyorum şu hikmetler bunun bir cevabı olabilir:
Hikmet-14
Cahilleri benden sorma göğüsüm çıka
Hakk’dan korkup yas tutsam güler kahkahayla
Ağzı açık nefsi ulu misli lakka
Cahillerden korkup Sana geldim ben işte
Bir şey umma cahillerden kadrini bilmez
Karanlık yol şaşırsan yola salmaz
Boynu büküp yalvarsan elini tutmaz
Cahilleri şikayet ederek geldim ben işte
Önce-sonra iyiler gitti kaldım yalnız
Cahillerden işitmedim bir güzel söz
Bilge gitti cahiller kaldı çektim keder
Yolu bulmayıp şaşkın olup kaldım ben işte
Ayrılık yarası ezdi bağrımı hani dert ortağı
Bilge toprak, cahillerin göğüsü yüksek
Ayet, hadis beyan etsem beğenmez
Göğüsümü deşiniz derd ve gama doldum ben işte
Bu hikmetlerde cahillerin vasıfları ve onlardan neden uzaklaşılması gereği
öne çıkarılmaktadır. Buna göre cahiller,
- Hakka, hakikate ve Tanrı’ya ilişkin hassasiyetlerin kişisel yoğunluğu
ve derinliğini anlamazlıktan gelirler; gülüp geçerler,
- Sıkıntı ve güçlükler karşısında el vermez, yardımcı olmazlar,
- Kadir kıymet bilmezler,
- Yardım etmezler, başkasının işine yarayacak diye rehberlik etmezler,
- Cahiller âyet ve hadis gibi dinin temel naslarına kayıtsızdırlar.
Bütün bu nedenlerle, bütün bu kötü huy ve alışkanlıkları nedeniyle cahil
ile bir arada olmak adeta cehenneme yolculuk gibi bir ilişkidir.
654
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Cahil ile geçen ömrüm nar sakar
Cahil olsan cehennem ondan çekinir
Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer
Cahiller içinde yaprak gibi soldum.
Ahir Zaman Şeyhleri:
Yesevî cahiller ve cehaletle ilgili bu betimlemeleri
büyük ölçüde toplumsal hayatın günlük fotoğrafını yansıttığı izlenimi verse
de bu fotoğrafın esaslı ve büyük karesinde toplumun önünde görünen şah-
siyetler yer alır. Şeyhler, hocalar ve bilgelik rolündeki kanaat önderleri Ye-
sevî’den en çok eleştiri alan zevât içinde yer alır. Şeyhlik, bilgelik, hocalıkla
cehaletin eş tutulduğu betimlemeler bu boyutuyla hikmetlerin dünyevi ve
toplumsal projesinde önemli bir yer tutar. Onlar âhir zaman şeyhleridir; ilim-
den ve amelden yoksundurlar. Onlar âhir zaman şeyhleridir ama cahildirler;
onlar riyakârdırlar… Ve onlar himmet ehl-i gibi görünen ama gerçekte tüm
himmetleri dünya malını yığmak olan, “kuyruksuz eşek” ve hatta hayvandan
da beter kişilerdir…
Hikmet- 147
Âhir zaman şeyhlerinden söz edeyim
İman İslam bilmeden şeyhlik kılar imiş
İlim öğrenmez, amel eylemez, ma’na anlamaz
Âhirette kara yüzlü olur imiş.
Şeyhim diye mihrap içre otururlar
Halka içre halka zAhmed yetirirler
Hay u Hu deyip sermestliğin bildirirler
Öyle cahil nasıl şeyhlik kılar imiş.
Böyle şeyhin kıyamette yüzü kara
Nâdânlık şeyhlik eyler, işi riya
Mahşer günü rezil olur gözü âmâ
Evvel âhir dalâlette olur imiş.
Cahil şeyhler kulak, kuyruksuz eşek olur,
Himmetleri dünya malını yığar olur.
Cemaati yoldan azdırıp gider olur,
Öyle şeyhler hayvanattan beter imiş
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
655
Yesevî Düşüncesinde Çocuk ve Çocukluk:
Eserde yeni Türk toplumu (Is-
lamiyet’le tanışmış Türk toplumu) için ihtiyaç duyulan insan modelinin olu-
şumunda çocuk öğesinin dolaylı bir biçimde takdim edildiği, betimlendiği
görülür. Yesevî’nin bu amaca yönelen yönteminin ilk basamağında Islâmiyet
öncesi Türklerde ağır basan “Alp İnsan” tipinden farklı olarak manevi derinli-
ğe sahip içe dönük (alperen, sufî, veli) insan oluşturma çabası yer alır.
Divan-ı Hikmet’te çocukluğa işaret eden doğrudan imge ve betimlemeler
olmamasına karşılık bizzat Divan yazarının kendi kişisel öyküsünde bu ko-
nudaki duyarlılıklara tanık olunmaktadır. Ana rahmine intikalinden altmış
üç yaşına kadar olan ömrünün uzun döneminde her bir yaşa tekâbül eden
olayları dizelerde dile getirmektedir. Bu süreç çocukluk, gençlik ve yaşlılık
dönemleri halinde düşünüldüğünde çocukluk döneminin onun düşüncesinde
nasıl ele alındığı, hangi etkenlerin ve hangi değerlerin Yesevî’nin çocukluğun-
da rol oynadığını izlemek mümkündür.
Bir yaşımda ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta Peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
(....)
Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
(....)
Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
(....)
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
(....)
Yedi yaşta Arslan Babam arayıp buldu;
(....)
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
(....)
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
(....)
On yaşında oğul oldun Kul hâce Ahmed;
(....)
On birimde rAhmed denizi dolup taştı;
“Allah!” dedim şeytan benden uzaklaştı;
Geçici heves, ben - sen fikri durmayıp göçtü;
On ikide bu sırları gördüm işte.
656
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
On üçümde nefs arzusuna kapılıverdim;
Nefs başına yüz bin bela tutup saldım;
Kibirlenmeyi yere vurup yenebildim;
On dördümde toprak gibi oldum işte.
On beşimde hûri gılmân karşı geldi;
Baş eğerek, el bağlayıp tazim kıldı;
Firdevs adlı cennetinden haberci geldi;
Dîdar için hepsini terk ettim işte.
On sekizde Kırklar ile şarap içtim;
Zikrini diyip, hazır durup göğsümü deştim;
Nasip kıldı, cennet gezip huriler kucakladım;
Hak Mustafa cemâlini gördüm işte.
Görüldüğü gibi bu dizelerde çocuk Yesevî Ilâhî (Tanrısal) bir koruma altın-
dadır. Onun on sekiz yaşına kadar geçen bütün çocukluğu Tanrısal bir eğitime
tabi tutulmuştur. Tanrı adeta Yesevî’yi bütün kötülüklerden koruyarak eğit-
miştir. Yesevî’nin şahsında bu öykünün tüm çocuklara mesajlar taşıdığı söyle-
nebilir. Bu mesaj edepli ve terbiyeli bir çocuğun nasıl olabileceğini, nelerden
hangi kötülüklerden uzak olmak suretiyle yetişeceğini içerir.
Dostları ilə paylaş: |