Sonuç:
TK sonrasında izlenen hastalarda sık görülmeyenlerde dahil
olmak üzere 2. Bir primer kanser gelişme olasılığı akılda
tutulmalıdır.
EP-203
19 YIL SONRA NÜKS OLAN MEME KANSERİ OLGUSU
FATOŞ DİLAN KÖSEOĞLU
1
, MENİCE GÜLER ŞEN
1
, İLKAY TUĞBA
ÜNEK
2
, MEDİHA TÜLİN BOZKURT
3
, GÖNÜL DEMİR PİŞKİN
3
,
ÇAĞATAY ARSLAN
2
1
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İÇ
HASTALIKLARI KLİNİĞİ
2
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ
3
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
RADYASYON ONKOLOJİSİ BÖLÜMÜ
Amaç:
Ondokuz yıl sonra nüks olan meme kanseri olgusunu sunmak.
Gereç ve Yöntem:
59 yaşında kadın hasta, ağustos 1992 yılında sağ memede
kitle nedeniyle başvurmuş ve sağ memeye modifiye radikal
mastektomi uygulanmış. Patoloji sonucunda hormon reseptör
pozitif invaziv duktal karsinom tanısı konmuş (T3N2M0).
Adjuvan 8 kür FEC kemoterapisi ve RT almış. 7 yıl adjuvan
tamoxifen verilmiş.
Bulgular:
Aralık 2011 de sağ meme operasyon yerinde ele gelen kitle ile
başvurdu. USG’de insizyon hattı ortasında 2 cm medialde
14X6 mm mikrolobüle kenarlı, solid lezyon saptandı. Yeniden
evrelemede metastaz saptanmadı. Memedeki kitle eksize
edildi. Patoloji raporu ‘’infiltratif duktal karsinom, T: 1.2 cm,
ER:+, PR.+, cerbB2:-“ olarak rapor edildi. Primer meme tümörü
ile aynı histopatolojik özellikte oldugu için lokal nüks olarak
kabul edildi. Adjuvan letrozol başlandı. Tedavinin 3. ayında
remisyonda izlenmektedir.
Sonuç:
Meme kanserinde geç relapslar özellikle hormon reseptörü
pozitif grupta görülmektedir. Bu durum kısmen dormant hücre
kavramına atfedilmektedir. Sunduğumuz vakada 19 yıl sonra
lokal nüks gelişmiştir. Remisyondaki hastaların takiplerinin yıllar
boyu devam etmesi bu tür geç relapsların erken saptanmasını
sağlayabilir.
EP-204
MEMENİN PRİMER YASSI EPİTEL HÜCRELİ TÜMÖRÜ
ÇETİN ORDU , SİNAN ERZİMİK , VEDAT SAĞIR , RACİ GÜNEY
BALIKESİR DEVLET HASTANESİ
Amaç:
234
Yassı hücreli karsinom epitelyal hücreli kanserlerin bir türüdür
ve vücudun çeşitli bölgelerinde rastlanabilir. Aynı zamanda
derinin en çok rastlanılan kanseridir. Yassı hücreli karsinom
nadiren memede görülebilir ve duktal yapıdan menşei alan
klasik meme kanserinden farklıdır. Meme kanserlerinin %
0.1’inden azını oluşturur. (% 0.04 - % 0.075 arası) Balıkesir
Devlet Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümüne tedavi amacı ile
başvuran bir hastada memenin bu nadir görülen primer yassı
epitel hücreli kanseri tespit edilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Literatürde tanımlanmış primer meme yassı epitel hücreli
karsinomları; genellikle hormon reseptör negatif, tümör boyutu
% 50’sinde 5 cm’den büyük, bölgesel lenf nodu tutulumu olmayan
ve prognozu tam olarak bilinmemekle beraber daha agresif
seyirde olduğü gözlenmiş tümörlerdir. Histogenezinin benign
meme dokusunun yassı hücreli metaplazisi ya da infiltratif
duktal karsinomun belirgin yassı hücreli metaplazisi sonucunda
geliştiği düşünülmektedir. Primer yassı hücreli meme kanseri
tanısı için 1- Malign hücrelerin % 90’ından fazlasını yassı hücreli
karsinom hücrelerinden oluşması, 2- Tümörün deri ve meme
başından bağımsız olması, 3- Vücudun başka bölgesinden
kaynaklanabilecek primer odaklar olmaması gerekmektedir.
Bulgular:
49 y, sağ meme alt iç kadranda 4 cm çaplı kitle ile segmental
mastektomi ve aksiler lenf nodu diseksiyonu uygulanan
hastanın patolojisinde tümör boyutu 4x2x1.8 cm bulundu.
Lezyon poliglonal, mitotik indexi yüksek atipik epitelyal
hücrelerin oluşturduğu, belirgin olarak keratinize malign
tümöral hücre infiltrasyonundan oluşmaktadır. Lezyon
çevresinde mikropapiller, clinging karsinom tipinde duktal
karsinoma in situ varlığı saptanmıştır. Çıkarılan 12 lenf nodunda
metastaz saptanmamıştır. İmmunohistokimyasal inceleme
sonucunda ; yassı hücreli epitelyal karsinom, sitokeratin
5/6 (+), sitokeratin 14 kuvvetli (+), Cerb B2 onkoproteini (-),
progesteron reseptörü (-), östrojen reseptörü (-), Ki 67 indexi
% 20 (+) bulunmuştur. Yapılan cilt, ağız, baş-boyun ve genital
bölge muayenesi sonucunda başka primer hücreli epitel
hücreli karsinom odağı saptanmamıştır. Hastanın evreleme
amacı ile yapılan görüntüleme ve laboratuar incelemelerinde
metastatik odak saptanmamış olup T2N0M0, evre IIA primer
memenin primer yassı hücreli karsinomu tanısı ile kemoterapi
ve radyoterapi alması planlanmıştır.
Sonuç:
Vakamız memede oldukça nadir görülen primer yassı hücreli
epitelyal karsinom olup patolojisinde duktal karsinoma in
situ ile birlikte gözlenen ikinci vaka olması ile de dikkati
çekmektedir. Adjuvan tedavide cisplatin 5-fluorourasil bazlı
kemoterapiler ya da memenin diğer adenokarsinomları ile
benzer kemoterapiler önerilmektedir. Radyoterapiye sensitif
olması ve segmental mastektomi yapılması nedeni ile hastaya
siklofosfamid, adriamisin 5-fluorourasil kombine rejimi ve
memeye radyoterapi tedavileri planlanarak takibe alındı.
EP-205
MEME KANSERLİ DOKULARDA İNHİBİN-α SEVİYELERİ VE
PROGNOSTİK FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ
BURÇAK YILMAZ
1
, TARIK SALMAN
2
, BAŞAK ÖVEN
USTAALİOĞLU
3
, AHMET BİLİCİ
4
, MESUT ŞEKER
5
, MELİN
GEÇER
6
1
İSTANBUL HAYDARPAŞA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
TIBBİ ONKOLOJİ
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
3
EŞKİŞEHİR YUNUS EMRE DEVLET HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ
ÜNİTESİ
4
İSTANBUL ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
5
TEKİRDAĞ DEVLET HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ ÜNİTESİ
6
DR LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
PATOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Meme kanseri pre-postmenopoze kadın popülasyonda,
hasta yaşı, aksilla tutulumu, boyut, histolojik grade, hormon
reseptör durumu, HER2 ve menopoz durumu gibi prognostik
faktörlerle tümörlü dokudaki inhibin seviyeleri arasında ilgi
olup olmadığına baktık.
Gereç ve Yöntem:
2004-2009 yılları arasında Dr Lütfi Kırdar EAH Tıbbi Onkoloji
Kliniğinde takip edilmiş 50 pre-postmenopoze hasta çalışmaya
dahil edildi. Patoloji parafin bloklarında inhibin boyandı,
prognostik faktörleri yönünden hastalar değerlendirildi.
İstatistiksel analiz SPSS versiyon 13 ile yapıldı
Bulgular:
40 yaş altı hastalar ve evre 2A - 3C hastalıkta inhibin pozitifliği
daha belirgin olmak üzere evreyle inhibin pozitifliği arasında
korelasyon vardı, istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.028).
Histolojik grade arttıkça inhibin pozitifliği artmış gözükmekteydi,
fakat istatistiksel olarak anlamlı değildi. ER pozitifliği ile inhibin
boyanması arasında da negatif korelasyon saptadık. Hastalıksız
sağkalımın inhibin-α ile pozitif boyananlarda daha kötü
olduğunu gördük.
Sonuç:
Çalışmamızda meme kanseri ile ilişkili olduğu bilinen kötü
prognostik faktörlerle istatistiksel anlamlı olmasa da ilişkinin
olması inhibin-α’nın meme kanserini başlatmada değil ama
ilerlemesi metastaz yapması üzerinde etkisi olabileceği
düşünülebilir. Aktivin ve inhibin-α’nın meme dokusu üzerine
endokrin ve parakrin etkileri olup olmadığı açıklık kazanmamış
olmakla birlikte; farklı evrelerde, daha çok hasta sayılı
çalışmalar yardımı ile bunu anlamak mümkün olabilir.
EP-206
NEOADJUVAN TEDAVİ ALAN HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİ
VE HORMON RESEPTÖRLERİNİN PATOLOJİK YANITA ETKİSİ
ÖZGE KESKİN
1
, MUSTAFA SOLAK
1
, DENİZ YÜCE
2
, MUSTAFA
KADRİ ALTUNDAĞ
1
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ HASTANESİ MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
235
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ PREVANTİF
ONKOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Neoadjuvan tedavi özellikle lokal ileri evre olmak üzere
meme kanseri vakalarında artan sıklıkta kullanılmaktadır.
Amaç, primer tümör yükünü azaltmakla beraber aksiller lenf
nodu tutulumunu da azaltarak hastalık evresini düşürmektir.
Biz çalışmamızda, neoadjuvan tedaviden sağlanan faydanın
hormon reseptör (HR) ve HER2 durumu ile ilişkisini inceledik.
Gereç ve Yöntem:
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi Onkoloji
polikliniğinde 2002-2011 yılları arası takip edilen 2262 meme
kanseri vakasının demografik verileri, tanı anı evreleri, tümör
histolojisi, östrojen (ER)-progesteron (PR)
ve c-erbB2 (HER2) reseptör durumları, neoadjuvan tedavi
rejimleri, cerrahi sonrası patolojik yanıtları kaydedildi.
Bulgular:
Neoadjuvan tedavi uygulanan 173 kadın hastanın ortalama yaşı
52,41±11,72 saptandı. Vakaların %54,3’ü premenapozal, %38,7’si
postmenapozal ve kalan %6,9’u perimenapozal dönemde idi.
ER durumu saptanabilen 164 hastanın, 86 tanesinde ER negatif
(-), 78 vakada pozitif (+) idi. PR ve HER2 durumu 162 hastada;
sırasıyla 94 ve 123 tanesinde PR- ve HER2-, 68 ve 39
tanesinde PR+ ve HER2+ idi. Tanı anı en sık görülen evre
3a (%24,9) idi. Hastaların çoğu antrasiklin bazlı veya
antrasiklin ve taksan kombinasyonu içeren tedaviler aldı.
Hastalarda %83,2 infiltratif duktal karsinom, %9,2 miks
infiltratif karsinom görüldü. Cerrahi sonrası patolojisi
elde edilen 90 hastadan 20 tanesinde pCR gözlendi. Bu hastalar
arasında ER- olan grupta diğer gruplara göre daha fazla sayıda
hastada istatiksel olarak anlamlı pCR görüldü (p=0,028). PR
ve HER2 durumu ile pCR arasında istatiksel anlamlı bir ilişki
saptanmadı.
Sonuç:
Bazı çalışmalarda tümör yanıtı ile HR ve HER2 ekspresyonu
arasında bir ilişki bulunamazken, bazılarında HR- olan hastaların
daha iyi yanıt vererek daha yüksek oranda pCR, sonuç olarak
daha iyi hastalıksız sağ kalım ve genel sağ kalım elde edildiği
görülmüştür. Bizim çalışmamızda PR ve HER2 durumunun
yanıta herhangi bir etkisi görülmezken, ER- olan hastalarda
daha fazla sayıda pCR görülmüştür.
EP-207
TRİPLE NEGATİF MEME KANSERİNDE NEOADJUVAN TEDAVİ
SONRASI YANIT: TEK MERKEZ DENEYİMİ
ÖZGE KESKİN
1
, H. İBRAHİM PETEKKAYA
1
, DENİZ YÜCE
2
,
MUSTAFA KADRİ ALTUNDAĞ
1
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ PREVANTİF
ONKOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Neoadjuvan tedavi özellikle lokal ileri evre meme
kanserinde olmak üzere artan sıklıkta kullanılmaktadır.
Bu tedavinin amacı, primer tümör yükünü azaltarak
meme koruyucu cerrahi oranını arttırmakla beraber,
mikrometastaz tedavisi sağlamak ve erken dönemde
kemoterapi yanıtını belirlemektir. Biz çalışmamızda, triple
negatif meme kanseri (TNMK) vakalarında neoadjuvan tedavi
sonuçlarını inceledik.
Gereç ve Yöntem:
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi Medikal
Onkoloji polikliniğinde 2002-2011 yılları arası takip edilen
2262 meme kanserinden 173 tanesine neoadjuvan
tedavi uygulandı. Bu hastaların demografik verileri, tanı
anı evreleri, tümör histolojisi, primer tümörde östrojen (ER)-
progesteron (PR) ve c-erbB2 (HER2) reseptör durumları,
neoadjuvan tedavi rejimleri, cerrahi sonrası patolojik yanıtları
kaydedildi.
Bulgular:
Neoadjuvan tedavi uygulanan 173 hastanın 46 tanesi (%26,6)
TNMK idi. Bu hastaların ortalama yaşı 51,1±11,65. Vakalar en sık
eşit oranda evre 2a ve 3a’da izlendi. En sık gözlenen histolojiler
infiltratif duktal karsinom (%93,5), miks infiltratif karsinom
(%4,3) ve infiltratif lobuler karsinom (%2,2) idi. Hastalar
antrasiklin bazlı veya antrasiklin ve taksan kombinasyonu
içeren tedaviler aldı. 8 hastada patolojik tam yanıt (pCR) elde
edildi. TNMK olan ve olmayan grup arasında pCR elde etme
açısından istatiksel anlamlı fark yoktu (p=0,33). TNMK olan
vakalarda pCR gözlenip-gözlenmemesinin genel sağ kalıma
istatiksel anlamlı katkısı gözlenmedi.
Sonuç:
Neoadjuvan tedavi ile pCR sağlamada 3 bağımsız risk faktörü
tanımlanmıştır: hormon reseptör ve HER2 durumu, lenf nodu
tutulumu. TNMK vakalarında neoadjuvan tedavi etkinliğini
inceleyen çalışmalarda bu grupta daha yüksek oranda pCR
gözlenmiştir. pCR gözlenen hasta grubunda, rezidü tümör
olanlara göre hastalıksız sağ kalım ve genel sağ kalım sonuçları
daha iyi saptanmıştır.
EP-208
MEME KANSERLİ HASTALARDA OPERASYON SONRASI
DÖNEMDE YEŞİL ÇAY KATEŞİNLERİNİN CİLT ÖDEMİ VE
ENFEKSİYONU ÜZERİNE ETKİLERİ
ÇİĞDEM PAPİLA
1
, BERRİN PAPİLA
2
, HURİYE BALCI
3
, HAFİZE
UZUN
4
1
İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ,
CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, İSTANBUL
2
GENEL CERRAHİ ANABİLİM DALI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ,
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL
3
MERKEZ ARAŞTIRMA LABORATUARI, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ,
CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, İSTANBUL
4
BİYOKİMYA ANABİLİM DALI, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ,
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL
Amaç:
Antioksidan etkiye sahip olan kateşin polifenollerini içeren
yeşil çay, çeşitli in vivo ve invitro çalışmalarda anti-enflematuar,
antiviral ve anti-tümör ilaçlar gibi etki gösterdiği bildirilmiştir.
236
Kliniğimize başvuran opere meme kanserli hastaların
bazılarında antibiyotiklere rağmen ödem ve enfeksiyonun
gerilemediğini tespit ettik. Bu nedenle çalışmada meme
kanserli hastalarda operasyon sonrası dönemde yeşil çay
kateşinlerinin cilt ödemi ve enfeksiyonu üzerine etkileri olup
olmadığının ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 2011 yılı içinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Medikal
Onkoloji polikliniğine operasyondan yaklaşık 10 gün sonra
başvuruda bulunan 30 meme kanserli hasta dahil edildi.
Hastaların yaş ortalaması 45,56 ± 5,48 olup diabet ve kalp-
damar dolaşım bozukluğu bulunmamaktadır. 1. gruba (n=15)
sadece antibiyotik ve antienflamatuar ilaç verilirken 2. gruba
(n=15) antibiyotik ve antienflamatuar ilaçlara ek olarak
günde sabah - akşam 2 fincan yeşil çay enfeksiyon ve ödem
çözülünceye (yaklaşık 2 hafta) kadar verildi.
Bulgular:
Yeşil çay önerdiğimiz grupta ödem ve enfeksiyonun
vermediğimiz gruba göre daha erken gerilediği tespit edildi.
Sonuç:
Bu preliminer çalışmanın sonuçlarıyla yeşil çayda bulunan
polifenol grubundan kateşin maddesinin antienflamatuar ve
antioksidan olarak etki gösterdiği kanaatine varılmıştır. Yeşil çay,
ödem ve enfeksiyonun erken giderilmesine katkıda bulunduğu
için kemoterapiye zamanında başlanır. Yeşil çay kateşinlerinin
kemopreventif etkisi için ileriye yönelik çalışmalar gereklidir.
EP-209
65 YAŞ ÜSTÜ MEME KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK
ÖZELLİKLERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ
NALAN AKGÜL BABACAN
1
, SAADETTİN KILIÇKAP
1
, BİRSEN
YÜCEL
2
, YALÇIN KAYA
1
, TURGUT KAÇAN
1
, MEHMET FUAT
EREN
2
, YILLAR OKUR
2
, EBRU ATASEVER AKKAŞ
2
1
CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ
2
CÜTF RADYASYON ONKOLOJİSİ
Amaç:
Çalışmada geriatrik yaş grubundaki meme kanserli hastaların
klinik özelliklerinin ortaya konması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde 2007 yılından beri takip edilen 65 yaş üstü meme
kanserli hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Toplam 328 meme kanserli hastanın 62’si (%19) 65 yaş ve üstü
hasta idi. Yaş ortalaması 71±5 (65-83) idi. Histoloji %81 ile en
sık invaziv duktal karsinom idi. Tanı anında olguların %63’ü
T2, %34’ü nod negatif, %40’ı grad 2, %16’sı metastatik, idi.
Histolojik olarak %71 ER(+), %64 PR(+), %30 Her2(+) idi. Yüzde
76 olgu Luminal A veya B, %13’ü triple negatif ve %8’i HR(-)
Her2(+) idi. Sırasıyla Evre I %15, Evre 2 %36, Evre 3 %33 ve
Evre 4 %16 idi. %11 ile en sık metastaz yeri kemik idi. MRM
%70 ile en sık tercih edilen cerrahi idi. >70 yaş olan hastalarda
sadece hormonoterapi kullanım oranı diğer gruba göre anlamlı
derecede daha fazla idi (%13 vs %35; p=0,038). Radyoterapi
>70 yaş üstü hastaların 18’ine, <70yaş için ise 13’üne uygulandı.
Ortanca yaşam süresi 65 aydı.
Sonuç:
Geriatrik yaş grubundaki meme kanserli olgular sıklıkla HR (+)
hastalar olup, özellikle 70 yaş üzeri hastalarda daha sık tek
başına hormonoterapi ve daha az radyoterapi uygulanmaktadır.
Sistemik kemoterapi ve genç hastalara göre daha az sıklıkta
kullanılmaktadır.
EP-210
AROMATAZ İNHİBİTÖRÜ KULLANAN ERKEN EVRE MEME
KANSERLİ HASTALARDA OSTEOPOROZ GELİŞME RİSKİ
GÖKHAN ERBAĞ
1
, DEVRİM ÇABUK
2
, SÜLEYMAN TEMİZ
2
,
SERAP KAYA
2
, ÖZGÜR AÇIKGÖZ
2
, EDA YİRMİBEŞOĞLU
3
,
DOĞU CANOĞLU
3
, KAZIM UYGUN
2
, HAKAN DEMİR
4
1
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ İÇ
HASTALIKLARI ABD
2
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BD
3
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ ABD
4
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ NÜKLEER
TIP ABD
Amaç:
Meme kanseri (MK) kadınlarda en sık görülen kanserdir. Son
10 yılda görüntüleme, tanı ve tedavideki ilerlemelere bağlı
olarak yaşam süresinde artış olmuştur. Bunun en önemli
sebeplerinden biri de aromataz inhibitörlerinin (Aİ) kullanıma
girmesidir. Aİ’lerinin östrojen seviyesinde düşmeye bağlı olarak
kemik mineral yoğunluğunda (KMY) azalmaya neden oldukları
öngörülmektedir. Bu çalışmanın amacı Aİ’lerinin KMY üzerine
olan etkilerini incelemektir.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışma Aralık 2009-Aralık 2010 tarihleri arasında Tıbbi
Onkoloji Kliniği’nde yapıldı. Evre I-III MK tanısı olan ve adjuvan
tedavi olarak anastrozol ya da letrozol başlanması planlanan
menopoza girmiş meme kanseri hastaları değerlendirildi.
Başlangıç KMY ölçümü yapıldıktan sonra osteoporozu olmayan
hastalar çalışmaya alındı. Aİ tedavisi başlandıktan 6 ay sonra
tekrar KMY ölçümü yapıldı.
Bulgular:
Çalışmaya toplam 50 hasta alındı, ancak 6 aylık takip sürecinde 4
hastada metastaz gelişmesi, 1 hastada artralji nedeniyle tedavi
kesildiğinden 5 hasta çalışmadan çıkarıldı. Çalışmaya alınan 45
hastanın tedavi öncesi ve tedavinin 6. ayında ölçülen KMY›leri
karşılaştırıldı. Tedavi öncesi yapılan ilk ölçümlerde 19 hastada
(%42) KMY normal saptanırken 26 hastada (%58) osteopeni
saptandı. Takiplerinde 6. ayda yapılan ölçümlerde Femur Z
skoru dışındaki tüm değerlerde istatistiksel olarak anlamlı
düşüş saptandı (p<0,01). İlk yapılan değerlendirmede KMY
normal saptanan 19 hastanın dokuzunda osteopeni ve
osteoporoz geliştiği gözlendi (p<0,05). Başlangıç ölçümlerinde
osteopenik olan 7 hastada osteoporoz saptandı.Bu analize
göre Aİ tedavisine başlandığı ilk 6 ayda bile belirgin derecede
kemik mineral kaybı olduğu görülmektedir.
Sonuç:
Meme kanserli kadın hastalar aynı yaş grubundaki
sağlıklı kadınlara göre daha çok kemik kaybı ve kırık riski
altındadırlar. Kemik kaybının ana sebeplerinden biri de
Aİ tedavisidir. Biz bu çalışmada meme kanserli kadınlarda
osteoporoza katkıda bulunan ana nedenlerden olan Aİ
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
237
tedavisinin KMY üzerine olan olumsuz etkilerini gösterdik.
Yaptığımız çalışmada diğer çalışmalardan farklı olarak Aİ
tedavisinin KMY üzerindeki olumsuz etkisinin tedavinin ilk
6 ayında bile belirgin derecede olması dikkat çekmektedir.
Bu nedenle Aİ planlanan hastalarda tedavi başlangıcından
itibaren kalsiyum, D vitamini gibi replasman tedavilerine özen
gösterilmeli, KMY düzenli olarak takip edilmelidir.
EP-211
MEMENİN PRİMER SKUAMÖZ HÜCRELİ KARSİNOMU: OLGU
SUNUMU
NECLA DEMİR , IŞIL SOMALI , TARIK SALMAN , UTKU
OFLAZOĞLU , TUĞBA YAVUZŞEN , A. UĞUR YILMAZ
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BİLİM DALI
Olgu:
Sağ memede şişlik ve ağrı şikayetiyle başvuran 63 yaşındaki kadın
hastanın, özgeçmişinde 10 yıl önce sol memede invaziv lobuler
karsinom öyküsü mevcuttu. Mammografide sağ meme üst dış
kandranda 5 cm çapında heterojen yapıda bir kitlesi saptanan
hastanın, meme MR’ ında sağ memede 5,5 cm çapında
malign karakterli kitle ve ipsilateral aksillada lenf nodları
saptanması üzerine hastaya modifiye radikal mastektomi
ve aksiler diseksiyon uygulanmış. Patolojik incelemede,
7x5.5x4 cm boyutunda, keratinize ve geniş nekroz alanları
bulunan, kalsifikasyon izlenmeyen Skuamöz hücreli kanser
(SHK) izlendi. Östrojen , progesteron reseptörü ve c-erbB2
negatif saptanan hastada ipsilateral 5 adet lenf nodunda
skuamöz hücreli karsinom (SHK) metastazı saptandı. Hastaya
memenin metastatik SHK’unu dışlamak amacıyla çekilen PET/
CT’ de patolojik tutulum saptanmadı. Bu bulgularla hastaya
primer SHK tanısı koyuldu ve 5-florourasil-sisplatin-epirubisin
içeren kemoterapi ve ardından radyoterapi planlandı.
Dostları ilə paylaş: |