EP-179
KEMOTERAPİ İLİŞKİLİ PERİYODİK PARALİZİ:
SEREBROVASKÜLER BİR OLAYI TAKLİT EDEN HİPOKALEMİ
İBRAHİM PETEKKAYA , GAMZE GEZGEN , EMİR CHARLES
ROACH , ŞUAYİB YALÇIN
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Kemoterapide kullanılan ilaçların vücudun elektrolit dengesi
üzerindeki yan etkileri iyi bilinmektedir. Oksaliplatin verilen
hastaların % 3’ünde hipokalemi geliştiği düşünülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
Bu yazıda oksaliplatin ve kapesitabin alan bir hastada gelişen
ve serebrovasküler bir olayı taklit eden hipokalemiye bağlı
kemoterapi ilişkili paraliziyi sunuyoruz.
Bulgular:
81 yaşında erkek hasta oksaliplatin infüzyonu sonrası
hipoestezi, konuşmada bozulma ve motor işlevlerde kayıp
ile başvuruyor. Hastaya metastatik kolanjiyoselüler karsinom
tanısıyla oksaliplatin, kapesitabin verilmesinin planlandığı
öğreniliyor. İlk oksaliplatin dozunu aldıktan sonra hastada bilinç
kaybı ile birlikte sol kolda kuvvet kaybı gelişiyor. Olay sonrası
hastanın klinik bulguları iskemik serebrovasküler bir olay
varlığını düşündürüyor. Kan biyokimyasında şiddetli hipokalemi
varlığı göze çarpıyor. Hastanın nörolojik semptomlar nedeniyle
hastaneye ilk başvurusunda destek tedavisi verilerek hasta
evine gönderiliyor. Verilen ikinci doz oksaliplatinin ardından
benzer nörolojik semptomlar tekrar ortaya çıkıyor. Hastada bu
defa konuşmada bozulma, önce sağ, sonra sol kol ve bacaklarda
hipoestezi ve motor kayıp gelişiyor. Kan biyokimyasında
hipokalemi varlığı göze çarpıyor. Yapılan diğer testlerde
başka bir patolojik durum izlenmiyor. Nöroloji konsültasyonu
sonucunda hastaya hipokalemiye bağlı kemoterapi ilişkili
periyodik paralizi tanısı konuyor.
Sonuç:
Hastanemizin acil servisine başvuran bu olguda öncelikle
serebrovasküler bir olaydan şüphe ediliyor. Fakat hastanın
hikayesinden oksaliplatin aldığının öğrenilmesi hipokalemi
ilişkili paralizi akla getiriyor ve diğer bulgular da bunu destekliyor.
Nörolojik semptomlarla başvuran kanser hastalarında ayırıcı
tanıda kemoterapi ilişkili nöropatik durumlar da mutlaka göz
önünde bulundurulmalıdır.
EP-180
KOLON KANSERİNDE PATOLOJİK PROGNOSTİK FAKTÖRLER
DİNÇ SÜREN
1
, MUSTAFA YILDIRIM
2
, MUSTAFA YILDIZ
2
, CEM
SEZER
1
, RUKSAN ÇOPUROĞLU
1
, NURULLAH BÜLBÜLLER
3
,
RAMAZAN ERYILMAZ
4
1
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, PATOLOJİ
KLİNİĞİ
2
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ ONKOLOJİ
KLİNİĞİ
3
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 2. GENEL
CERRAHİ KLİNİĞİ
4
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1. GENEL
CERRAHİ KLİNİĞİ
Amaç:
Kolorektal kanserler farklı büyüme ve metastaz paterni
gösterebilen heterojen kanser hücrelerinden oluşmaktadır.
Bu çalışmamızda kolon kanserinde bağımsız en önemli
prognostik faktör olduğu bilinen lenf nodu metastazı ile diğer
patolojik prognostik faktörlerin ilişkisi araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 2008-2011 yılları arasında Antalya Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji kliniğinde histopatolojik
olarak tanı konulan kolorektal kanserli alınmıştır.
Hastalara ait parafin bloklardan elde edilen kesitlerden
hazırlanan örnekler rutin hematoksilen-eozin ile boyanarak
aynı patolog tarafından tekrar değerlendirilmiştir.
Bulgular:
Nodal tutulum lenfovasküler invazyon istatatistiksel anlamlı
ilişki saptandı. (P<0,005) Lenfovasküler invazyonu olan
hastaların %80’inde lenf nodu tutulumu tespit edilirken
lenfovasküler invazyonu olmayan hastaların %14’ünde lenf
nodu tutulumu tespit edildi.
Perinöral invazyon ile lenf nodu tutulumu arasında anlamlı ilişki
saptandı. (p:0,015) perinöral invazyon olan hastaların %75’inde
lenf nodu tutulumu varken perinöral invazyon olmayanların
%48,12inde lenf nodu tutulumu tespit edildi.
Sonuç:
Kolon kanserli hastalarda lenfovasküler invazyonun ve
perinöral invazyonun değerlendirilmesinin hastalığın prognozu
belirleme yanında lenf nodu tutulum riskinide gösterebileceğini
düşünüyoruz.
EP-181
KOLOREKTAL KANSERDE TEDAVİ ÖNCESİ LENFOPENİ ÖNEMLİ
BİR PROGNOSTİK GÖSTERGE OLABİLİR
DİLEK ERDEM , İDRİS YÜCEL , BAHİDDİN YILMAZ , GÜZİN
DEMİRAĞ , YASEMİN KEMAL , FATİH TEKER
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
Amaç:
Metastatik solid neoplazmlarda lenfositopeninin kötü
prognoz, kemoterapi ilişkili toksisite ve artmış febril
nötropeni, trombositopeni ve aneminin bir göstergesi olduğu
kanıtlanmıştır.Bu çalışmanın amacı, tedavi öncesi lenfosit
değerlerinin ilk defa sistemik kemoterapi alacak kolorektal
karsinomlu hastalarda prognoz ve hematolojik toksisite ile
ilişkili olup olmadığını incelemektir.
Gereç ve Yöntem:
02/1996-10/2011 tarihleri arasında Samsun Ondokuzmayıs
Üniversitesi Tıbbi Onkoloji polikliniğine başvuran; kolorektal
karsinom tanısı almış, daha önce kemoterapi, radyoterapi veya
kemoradyoterapi almamış, primer profilaksi için G-CSF tedavisi
verilmemiş, HİV ya da kemik iliği tutulumu olmayan, ikincil bir
malignensisi olmayan, birinci basamak kemoterapi verilen 386
hasta çalışmaya dahil edildi. Retrospektif olarak hasta dosyaları
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
223
taranarak tüm hastaların tam kan sayımı parametreleri içinde
lenfosit sayımı incelendi. Lenfopeni değeri laboratuvarımızda
1300/µl’nin alt değerleri olarak tanımlandı. Tüm hastalar,
hematolojik ve non-hematolojik toksisite açısından
değerlendirildi ve toksisite derecelendirilmesi uluslararası
rehberlere göre yapıldı. DFS, PFS ve OS değerleri hesaplandı.
İstatistiksel değerlendirmeler Kaplan-Meier, Ki-kare, Student t
testleri kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
Hastanemiz veri tabanından seçilen uygun özellikteki 386
kolorektal hastanın 160’ı (%41,5) kadın, 226’si (%58,5)
erkekti. Hastaların yaş ortalaması 57,4 ± 12,5 yıl (21-81 yıl) idi.
Tümör yerleşimine baktığımızda; hastaların 101’inde (%26,2)
rektumda, 97’sinde (%25,1) sigmoid kolonda, 97’sinde (%25,1)
sağ kolonda, 52’sinde (%13,5) sol kolonda, 21’inde (%5,4)
rektosigmoid bölgede, 18’inde (%4,7) ise transvers kolonda
tümör vardı. Hastalarımız içinde tanıda evre I olan hasta yoktu.
Evre II olan 93 (%24,1) hasta, evre III olan 158 (%40,9) hasta,
evre 4 olan 135 (%35) hasta vardı.
Hastalarımızda 1 yıllık survival %94, 3 yıllık survival %77, 5 yıllık
survival %66, 10 yıllık survival %53 idi. Lenfosit sayısı tanıda
1300 /µl’nin altında ve üstünde olan hastalarımızın survivali
tablo 1 de gösterilmiştir. Tanıda lenfosit sayısı 1300 /µl’nin
altında olan hastalarımızın OS daha kısa idi (p:0.033) (tablo1).
DFS bakıldığında lenfosit >1300 olan hastalarda DFS daha iyi
olmasına rağmen istatistiksel anlamlılığa ulaşan fark yoktu
(p:0.058) PFS bakıldığında lenfopenisi olan ve olmayan hastalar
arasında fark yoktu (p:0,55).
Cinsiyet, yaş ortalaması, performans, tanıdaki metastaz
durumu veya kemoterapinin adjuvant ya da palyatif olması,
hematolojik toksite gelişip gelişmeme durumu ile baseline
lenfopeni sayısı arasında ilişki yoktu (p>0.05) (tablo 2).Grade 3
veya 4 hematolojik toksisite 40 (%10,4) hastamızda gelişmişti.
Grade 3-4 toksite gelişen ve gelişmeyen hastalarımız arasında
bazal lenfopeni olması, yaş ortalaması, performans durumu,
bazal lökosit sayısı bakımından fark yoktu (p>0.05)( tablo 3).
Palyatif kemoterapi alan hastalarımızda adjuvant KT alanlara
göre (p:0.001) ve bi veya tri terapi alanlarda monoterapi
alanlara göre (p:0.017) daha sık grade 3-4 toksisite gelişmişti
(tablo3).
Sonuç:
Kolorektal kanser, tanı konan en sık dördüncü kanserdir . Tedavi
öncesi lenfopeninin prognostik önemi;akciğer ve meme kanseri
ile lenfoma, sarkom ve renal hücreli karsinom,melanom gibi
malignitelerde gösterilmiştir. Kolorektal kanserde de benzer
çalışmalar yapılmıştır. Çalışmalarda tedavi öncesi lenfosit
sayımı basit ama önemsenmesi gereken bir marker olarak
düşünülmüştür . Çalışmamızda; 386 hastanın 87’sinde tanıda
lenfopeni görülmesi, lenfopeninin aslında özellikle yaygın
hastalığı olan kanser hastalarında sık bir bulgu olmasından
kaynaklanmaktadır. Lenfopenik hastalarda sağkalımın daha
az olduğunun saptanması gibi pozitif bir bulgu; çalışmamızın
değerini ortaya koymaktadır. Bu çalışma; kolon kanseri-
lenfopeni alanında yapılmış en geniş hasta popülasyonuna
sahip çalışma olarak da önemlidir.
Yorum:
Kolon kanseri gibi sık görülen bir kanserde, basit bir kan sayımı
sonucu görülen lenfosit düzeyindeki düşüş, belki de hastanın
prognozunun ve toksisitenin öngörülmesinde önemli bir
gösterge ve aynı zamanda da tedavisini şekillendirmekte basit
ama değerli bir unsur olarak görev yapabilecektir.
EP-182
KARACİĞER METASTAZLI REKTUM KANSERİ OLGUSUNDA
MULTİMODAL TEDAVİ İLE UZUN DÖNEMLİ HASTALIKSIZ
SAĞKALIM SAĞLANABİLİR Mİ?
A. SELMİN ATAERGİN , NURİ ARSLAN
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ
Amaç:
Karaciğer metaztazlı kolorektal kanserli hastalarda sağkalım
oranı düşüktür. Multimodal tedavilerle hastalıksız sağkalım
uzatılmakla birlikte, literatürde fazla sayıda olgu yoktur.
Gereç ve Yöntem:
55 yaşında bayan hastada yapılan rektoskopik biyopsi ile adeno
karsinom tanısı konuldu.
Bulgular:
Lokal ileri hastalık olarak değerlendirilen hastaya neoadjuvan
kemoradyoterapi sonrasında cerrahi uygulandı. Adjuvan
kemoterapiden bir süre sonra karaciğerde multipl
metastazlar saptanarak 6 kür irinotecan, 5-FU, leucoverin
(IFL) + bevacizumab tedavisi verildi. Kısmi yanıt gözlenen
hasta IFL tedavisi intoleransı nedeniyle parenteral tedaviyi
kabul etmedi. Böylece, capecitabine başlanarak tedavi 8 ay
sürdürüldü. Sonrasında, karaciğerdeki metastatik lezyonlarda
kısmi progresyon gözlenerek 5-FU, lecoverin, oxaliplatin
(FOLFOX-6) + bevacizumab kombinasyonu 6 kür olarak verildi.
İyi kısmi yanıt olarak değerlendirilen hastada grad 2 nöropati
ve subileus atakları gelişti, ancak pregabalin ile bu şikayetleri
büyük oranda geriledi. Ardından capecitabine idame tedavisine
geçildi.. 1 yıl sonraki incelemesinde çok iyi parsiyel yanıt olarak
değerlendirilen hastaya metastazektomi uygulandı. Ancak,
2 ay sonra karaciğerde yeniden multipl metaztazlar ortaya
çıktı. Bunun üzerine, capecitabine, irinotecan ve bevacizumab
tedavisine başlandı. 3.kür kemoterapinin ardından akut
pulmoner emboli ve ileus gelişmesi üzerine kemoterapiye ara
verilerek, hasta yoğun bakımda tedaviye alındı. Çekilen kontrol
akciğer perfüzyon sintigrafisinde emboli ile uyumlu perfüzyon
defektlerinin saptanmaması üzerine düşük molekül ağırlıklı
heparin profilaksisi ile beraber IFL + bevacizumab tedavisine
yeniden başlandı. 2 kür tedaviden sonra çekilen PET/BT’de
karaciğerde 4 odakta küçük çaplı metastatik lezyonlar izlendi.
Bu dönemde irinotecan tedavisine intolerans gelişmesi
üzerine capecitabine + bevacizumab tedavilerine yeniden
devam edildi. 2 ay sonra çekilen PET/BT’de karaciğerde sadece
2 küçük odakta metastatik lezyonlar izlendi. Bu lezyonlara
yönelik olarak Ytrium-90 mikroküreler ile radyoembolizasyon
işlemi uygulandı. İşlem sonrası kitle lezyonlarının bulunduğu
bölgelerde nekroz geliştiği gözlendi. Hasta halen 30. ayında
capecitabine ve bevacizumab idame tedavileri altında
hastalıksız ve iyi performansta izlenmektedir.
Sonuç:
Sınırlı sayıda karaciğer metaztazlı rektum kanserlerinde
224
multimodal tedavi yaklaşımları ve capecitabine + bevacizumab
idame tedavisi uzun süreli hastalık kontrolünü sağlamada etkin
bir tedavi yaklaşımıdır.
EP-183
OLGU SUNUMU: KOLOREKTAL KANSERE EŞLİK EDEN BENİGN
FEOKROMOSİTOMA
TURGUT KAÇAN
1
, NALAN AKGÜL BABACAN
1
, SAADETTİN
KILIÇKAP
1
, BİRSEN YÜCEL
2
, YILLAR OKUR
2
, MEHMET FUAT
EREN
2
, EBRU ATASEVER AKKAŞ
2
, ÖZGÜR DOĞAN
3
1
CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ
2
CÜTF RADYASYON ONKOLOJİSİ
3
CÜTF İÇ HASTALIKLARI
Amaç:
Kolorektal kanserler (KRK) gastrointestinal sistem içinde en
sık görülen kanserlerden olup uzak metastaz yerleri özellikle
karaciğer ve akciğerdir. Adrenal kitle özellikle AC, meme, renal
hücreli kanserlerde rastlanırken, KRK’de oldukça nadirdir.
İzole adrenal metastazı olan hastaların opere edilmesi seçili
hastalarda yaşam süresine katkı sağlamaktadır. Biz de rektum
adenokarsinomu ve sol surrenalde kitle nedeniyle başvuran
hastayı sunmayı planladık.
Gereç ve Yöntem:
Rektum ca, benign feokromositoma tanılı hastanın dosya
bilgileri incelendi.
Bulgular:
Ellibeş yaşında bayan hasta, yaklaşık bir yıldır ara ara olan
karın ağrısı, son bir aydır da dışkılama ile tam boşalamama
şikayetleri nedeniyle bir sağlık kuruluşuna başvurmuş ve
yapılan kolonoskopisinde anüsten itibaren 15. cm’de lümeni
tama yakın tıkayan ülserovegetan kitle saptanmış. Alınan
biyopsinin adenokarsinom olarak raporlanması üzerine hastaya
evreleme amaçlı yapılan abdominal USG ve üst abdominal MR
incelemesinde sol surrenalde düzgün konturlü 35X30 mm kitle
saptanmış. Takiben yapılan PET CT’de rektosigmoid bileşkede
barsak duvarında sirküler tarzda olan malignite düzeyinde
FDG uptake’i (SUV max:23.7) olan, sol sürrenal glandda
metastaz ile uyumlu FDG uptake’i (SUV max:12.0) olan kitle
lezyonu saptanmış. Mevcut bulgularla hastanemize başvuran
hastanın operasyon öncesi sol sürrenal kitleye yönelik yapılan
hormon panelinde aktif olmadığı saptandı. Cerrahi operasyon
sonrası sol sürrenal patoloji sonucu ‘benign feokromasitoma’,
rektumda ‘adenokarsinoma’ olarak raporlandı. Hastaya
T3N2M0 opere rektum ca tanısıyla adjuvan 2kür FOLFOX4
tedavisi verildikten sonra kemoradyoterapi (KRT) programına
alındı. KRT programında olan hastanın halen takip ve tedavisi
devam etmektedir.
Sonuç:
Kanserli hastalarda izole sürrenal kitle her zaman metastaz
olmayabilir. Bu hastalarda adrenal kitle eksizyonu hastalık
evresi ve tedavi yaklaşımını değiştirebileceği için önemlidir.
EP-184
KEMİK METASTAZININ AZ RASTLANAN ORJİNİ: KOLOREKTAL
KANSER
GÜZİN DEMİRAĞ
1
, DİLEK ERDEM
1
, İDRİS YÜCEL
1
, BAHİDDİN
YILMAZ
1
, ENGİN KUT
2
, FATİH ÇİLİNGİR
2
, YASEMİN KEMAL
1
,
FATİH TEKER
1
1
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ
2
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
Amaç:
Kemik, kadın ve erkeklerde en sık görülen 3. kanser olan
kolorektal kanserin sık metastaz yaptığı bölge değildir. Bu
çalışmanın amacı; kemik metastazı olan kolorektal kanser
vakalarında metastaz paterni ve diğer özellikleri incelemektir.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmaya polikliniğimizde değerlendirilen 13 kemik
metastazlı kolorektal kanser hastası dahil edildi. Hastaların
kolorektal tümör özellikleri, kemik metastazı varlığı ve yerleşim
yeri, diğer metastatik odaklar,tedavi modaliteleri, kemoterapi
rejimleri retrospektif olarak incelendi.
Bulgular:
13 hastanın alındığı çalışmada; hastaların 3’ü kadındı (%23.1).
Yaş ortalaması 61.1±10.8 yaş idi. Kolorektal tümörlerin 9’u
solda yerleşiyordu ve en sık tümörler 5 hastada sigmoid ve 4
hastada rektum tümörü idi. Hastaların % 69.2’sinde tanıda evre
IV hastalık görüldü.Kolorektal kanser-kemik metastazı intervali
2-83 ay (ortalama 22.8 ay) idi. 13 hastanın toplam 15 kemik
metastazı olayı incelendiğinde; en sık 3 kemik metastaz odağı
sırasıyla lomber, pelvik ve torakal bölgelerdi. 2 hastada kemik
metastazı yaygındı. Kemik metastazlarının 6’sı sklerotikti ve
yalnızca 1 tanesi mikst tipte idi. Hastaların % 84.6’sında
(n=11) diğer odaklarda da metastaz vardı: 8 hastada karaciğer
metastazı, 4 hastada akciğer metastazı.4 hastada birden
fazla metastatik odak görülürken (kemik metastazı hariç) 1
hastada kemik iliği metastazı saptandı. Tanı ensık sintigrafi+MR
(n=4) ile doğrulandı. Hastaların büyük bir kısmı (% 61.5) için
cerrahi+kemoterapi+radyoterapi uygulandı. Tüm hastalar
kemoterapi aldı. 1 hasta 4 basamak kemoterapi alırken 5 hasta
1 basamak kemoterapi aldı. 8 hastada karaciğer metastazı
vardı; karaciğer-kemik metastazı intervali 1-53 ay idi. Akciğer
metastazı olan 2 hastada ise akciğer metastazı-kemik metastazı
intervali 4-75 ay idi. 13 hastanın 12’sinde hastalık progrese
oldu ve 10 hasta öldü.
Sonuç:
Kolorektal kanserde kemiğe metastaz % 10’dan daha az
gerçekleşir. İzole metastaz % 1.1 iken, büyük oranda multiple
metastatik hastalık görülür. Literatüre göre kolorektal kanser
en sık karaciğer ve akciğere metastaz yapar, bu da 2 şekilde
açıklanır; bu organlardaki dens kapiller yatakların tümör
hücresini hapsederek diğer organlara göndermesi ve bu
organların yol açtığı tümör hücre adezyonu. Kemik metastazı
ise venler yoluyla olur, özellikle de vertebral venöz pleksus
aracılığıyla gerçekleşir.Bizim çalışmamızda ise, 9 hasta izole
metastaz ile geldi, yaygın metastaz yalnızca 2 hastada görüldü.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
225
Yapılan çalışmalarda kolorektal kanserin kemik metastazı
potansiyelini, akciğer metastazının karaciğer metastazına göre
daha iyi gösterdiği kanıtlanmıştır, çalışmamızda ise literatürün
aksine kemik metastazlı hastalarda en sık karaciğer ardından
akciğer metastazı ile birliktelik görüldü. Birbiriyle çelişen bazı
çalışmalara rağmen genelde kolorektal kanser tanısı sırasında
izole kemik metastazı olmayacağı düşünülmüştür, çünkü kemik
metastazının kolorektal kanserin geç bir bulgusu olduğu ve diğer
organ metastazları sonrası geliştiği gösterilmiştir. Çalışmamızda
ise 2 hastada tek başına kemik metastazı vardı. Kolorektal
kanserlerin kemik metastazlarının sıklıkla osteolitik olduğu
gösterilmiştir; çalışmamızda ise litik ve sklerotik lezyonlar aynı
orandadır. Literatürle benzer şekilde en sık sigmoid ve rektum
tümörü görüldü, hastalar sıklıkla tanıda IV. evrede idi ve en sık
kemik metastazı odakları pelvis ve lomber bölge idi.
Yorum: Kemik, kolorektal kanser için olağandışı bir metastaz
bölgesidir. Diğer bölgelerde metastazı olmayıp şüpheli kemik
tutulumu olan kolorektal kanserde hastayı değerlendirirken
daha az agresif yöntemlerle kemik incelenmelidir. Kemik
metastazı varlığı hastalığın geç bir bulgusu olup kötü prognozu
gösterir.
EP-185
MEME METASTAZI İLE SEYREDEN KOLON KANSERİ OLGUSU
KEZBAN NUR PİLANCI , MUSTAFA BOZKURT , ESAT NAMAL ,
AKIN ÖZTÜRK , KÜBRA AYDIN , OSMAN GÖKHAN DEMİR
İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Meme dışı primer organdan memeye metastaz oldukça
nadir bir durumdur. Memeye metastazda en çok sorumlu
tutulan primer maligniteler; lenfoma, melanom ve bronşial
karsinomdur. Primer kolorektal karsinomun memeye metastazı
sık bir durum değildir ve prognozu oldukça kötüdür. Biz;
memeye metastaz yapmış kolorektal kanser olgusu sunacağız.
Vaka:
59 yaşındaki kadın hastanın şubat 2011’de sağ kasık ve karın
ağrısı şikayeti başlamış. Mart 2011’de yapılan kolonoskopisinde
çıkan kolon distalinde lümeni daraltan ülseroskiröz lezyon
saptandı. Patoloji sonucu kolon adenokarsinomu gelen
hastaya mart 2011’de subtotal kolektomi yapıldı. Operasyon
materyalinin patolojisi; taşlı yüzük hücreli karsinom ile
uyumlu idi. Lenf nodu tutulumu 25/70 +, lenfatik invazyon +,
venöz invazyon +, perinöral invazyon +, cerrahi sınır negatif
idi. Hastaya nisan 2011’ de FOLFOX (5-florourasil, folinik asit,
oksaliplatin), tedavisine başlandı. 12 siklus verildi. Takiplerinde
aralık 2011’de markır progresyonu (CA19-9: 257.64, CEA:
58.70) saptanan hastanın abdominopelvik MR da tutulum
yoktu. Toraks tomografisinde akciğer tutulum ihtimali olan
hastaya bronkoskopik biyopsi yapıldı ve karsinom hücreleri
saptandı. (CK 20 fokal +, CDX2 +). Fizik muayenede; sol memede
kızarıklık, ödem ve ısı artışı olması üzerine yapılan meme USG’
de saat 2 hizasında 13 mm’lik hipoekoik lezyon saptandı.
Bulgular:
Biyopsi sonucu; taşlı yüzük hücreli karsinom metastazı ile
uyumlu geldi( CDW2 +, CD 20 +, CK 7 -, ER -, PR -, HER2 -, Ki
67 %70). Hasta; kolon kanserinin meme metastazı olarak
kabul edildi ve ocak 2012 de FOLFİRİ (5 florourasil, folinik asit,
irinotekan) ve altuzan tedavisine başlandı.
Sonuç:
Kolorektal kanserin memeye metastazı oldukça nadirdir ve
kötü prognozludur. Genellikle sol memeye metastaz olarak
görülür ve kemoradyoterapiye yanıtı kötüdür. Primer meme
kanserinde CK 7 +, CK 20 - iken, kolorektal kanser metastazında
CK 7-, CK 20 + dir. Kolorektal kanserle beraber görülen memede
kitlesel lezyonun mutlaka histolojik, klinik ve radyolojik olarak
ayırımının yapılması gerekir.
Dostları ilə paylaş: |