Amaç:
Uterin berrak hücreli ve papiller seröz karsinomlar nadir
görülen ancak agresif seyirli kanserlerdir. Erken evrelerde bile
yüksek nüks oranları ve kötü prognozları mevcutur. 5 yıllık
genel sağkalım oranları %50 ile %80 arasında değişmektedir. Bu
çalışmanın amacı platin bazlı kemoterapiler ile tedavi edilmiş,
cerrahi evre I berrak hücreli ve seroz papiller karsinomların
nüks oranları ve sağkalım sonuçlarının değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem:
FIGO evre I berrak hücreli veya seröz papiller kanser hastalarının
hastane kayıtları retrospektif olarak incelenmiş ve sonuçlar
analiz edilmiştir. Bütün hastalara aynı cerrah tarafından
total abdominal histerektomi, bilateral salfingoooferektomi,
bilateral pelvik ve paraaortik lenf nodu diseksiyonu ve
omentektomi ameliyatı yapılmış lenf nodu diseksiyonu ile
birlikte detaylı evreleme gerçekleştirilmiştir.
Bulgular:
16 hastanın verileri analiz edildi. Median yaş 62’ydi ve hastaların
%94’ü post menopozaldi. Hastaların 13’ü 6 kür paklitaksel-
karboplatin kemoterapi rejimi almıştı. Bir hasta postoperatif
dönemde henüz adjuvan kemoterapi almadan ölmüştü. Bir
hasta external radyoterapi ,3 hasta brakiterapi almıştı. Median
takip süresi 15 aydı. Takip süresinde sadece bir hasta kardiyak
patoloji nedeniyle ölmüştü ve geri kalan hastaların hepsi takip
sonunda hastalıksız olarak sağlamdı.
N (%)
Yaş,Median
62 yıl (28-80yıl)
Evre
IA
IB
9 (56%)
7 (44%)
Histoloji
Seröz
Berrak Hücreli
13 (81%)
3 (19%)
Tümör boyutu
2.8 (1-5)
Lenfovasküler invazyon
Var
Yok
5 (31%)
11 (69%)
Kemoterapi
Var
Yok
13 (81%)
3 (19%)
Radyoterapi
Eksternal RT
Brakiterapi
Yok
1 (6%)
3 (19%)
12 (75%)
Sonuç:
Tam cerrahi evreleme ve adjuvan kemoterapi sonrasında
hastalarımızda mükemmel bir prognoza ulaşıldı, ancak takip
süresi nispeten kısaydı.
EP-160
OVERİN TRANSİZYONEL HÜCRELİ KARSİNOMU:OLGU
SUNUMU
NECLA DEMİR
1
, OLÇUN ÜMİT ÜNAL
1
, TÜLAY AKMAN
1
,
TUĞBA YAVUZŞEN
1
, IŞIL SOMALI
1
, MERAL KOYUNCUOĞLU
2
,
A. UĞUR YILMAZ
1
1
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BİLİM DALI
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ PATOLOJİ
ANABİLİM DALI
Olgu:
49 yaşında kadın hasta, kasık ağrıları nedeniyle yapılan batın
ultrasonografisinde bilateral overlerde kitle saptanmış. Pelvik
MR’da her iki adneksial bölgeden başlayarak orta hatta
birleşen 183x110x95 mm boyutlarında tümöral kitle, belirgin
assit, multipl implant metastazla uyumlu görünüm saptandı.
Hastaya TAHBSO+PPALND ve omentektomi yapılmış. Patolojik
incelemede 16x11x8 cm boyutunda, kistik ve solid alanlar
içeren, kapsül rüptürü bulunan tümöral kitle izlendi. Çıkarılan
25 adet lenf nodunun 1’inde, barsak serozasından alınan
implantlarda ve batın yıkama sıvısında tümör hücreleri izlendi.
214
İmmunhistokimya boyamasında ER, PR, c-erbB2 ve Wilm’s
tümör (WT-1) negatif, p53 pozitif saptandı ve hasta overin
primer transizyonel hücreli karsinomu olarak kabul edildi.
Tartışma:
Overin transizyonel hücreli tümörleri (THT) nadirdir ve
over neoplazmlarının %2-3’ünü oluştururlar. Bunlar;
Brenner, borderline, malign Brenner ve transizyonel hücreli
karsinomlar (THK)’dır. Overin THK’larının insidansı tam olarak
bilinmemektedir.Bu tümörler ürotelyal özellikleri olan ama
benign, prolifere veya malign brenner tümör alanları olmayan
primer over karsinomları için geçerlidir ve tanı içinstromal
invazyon
mutlaka
bulunmalıdır.
İmmünhistokimyasal
değerlendirmeler ayırıcı tanıda yardımcıdır. Brenner
tümörlerinde genellikle pozitif olan CEA, THK’da negatiftir.Yine
overin THK’larında CK 20, trombomodülin (TM) ve üroplakin
III negatifken mesane kaynaklı THK’larında genellikle pozitiftir.
Ayrıca over kaynaklı THK’lar vimentin, CA-125 ve WT1 pozitif
boyanır. Bu tümörler çoğunlukla ER pozitif boyanırlar. p53
pozitifliği kötü prognozla ilişkilidir. İleri evre over THK’larının
platin temelli kemoterapilere yanıtları iyidir.
EP-161
PARANEOPLASTİK SENDROM’LA GELEN BİR OPERE OVER CA
NÜKS OLGUSU
MEHMET TÜRKELİ , KERİM ÇAYIR , MEHMET BİLİCİ , SALİM
BAŞOL TEKİN , NİLGÜN YILDIRIM
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ
Olgu:
İskelet kasının nedeni bilinmeyen nekrozlu iltihabına
POLİMYOZİT(PM), polimyozitin bir takım özellikler gösteren
deri döküntüsü ile seyretmesine ise DERMATOMİYOZİT(DM)
denir.
Olgumuz 47 yaşında, bayan hasta, kasım 2010’da yüzde ve her
iki göz etrafında ödem, renk değişikliği, kollarda kızarıklık, şişlik
ve döküntü, her iki kolunu kaldırmada ve yürümede güçlük,
halsizlik, yaygın ağrı, iştahsızlık, bulantı, kusma, yutma güçlüğü
şikayetleriyle başvurdu. Hasta şubat 2010’da kadın doğum
kliniğince over ca (seroz papiller kist adenokarsinom) tanısıyla
opere edilip, adjuvan 4 kür paclitaxel+karboplatin tedavisi
verilmiş. Takipteki hasta yaklaşık 3 haftadır giderek artan
mevcut şikayetlerle başvurdu. Bakılan tetkiklerinde AST:123U/
L,LDH:751U/L,CK:2083,CA-125:2275U/ml olarak bulundu,
diğer rutin tetkiklerinde özellik yoktu. Cilt biyopsisini kabul
etmeyen hastaya yapılan EMG’de hafif sensori polinoropati ile
uyumlu bulundu. Bakılan kas otoantikorları negatifti. Hastada
over ca nüksüne bağlı DM+PM? düşünüldü. Hastaya streoit+
KT(gemstabin+paclitaxel) başlandı. Hastanın kliniği düzeldi ve
takibe alındı.
DM ve PM ile gelen hastalarında malignensi riski artmıştır.
Over CA nükslerinde DM ve PM nadiren görülmektedir. Cilt
ve kas bulgularıyla gelen hastalarda nüksler ve paraneoplastik
sendromlar akılda tutulmalıdır.
EP-162
NÜKS METASTATİK OVER KANSERLİ HASTALARDA ORAL
ETOPOSİD ETKİNLİĞİ
MEHMET KÜÇÜKÖNER , ALİ İNAL , MUHAMMED ALİ KAPLAN ,
ZUHAT URAKCI , ABDURRAHMAN IŞIKDOĞAN
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ B.D
Amaç:
Oral kemaoterapötik ajan olarak etoposid; ileri evreli ve kötü
performanslı kanserli hastalar için alternatif bir seçenektir.
Çalışmamızda İleri Evre Over kanserli hastalarda oral etoposidin
etkinliğinin retrospektif değerlendirmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza Mayıs 2007- Mayıs 2010 tarihleri arasında Dicle
Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji bilim dalımıza başvuran
metastatik-nüks over kanserli oral etoposid kullanmış 24
hasta alınmıştır. Oral etoposit 50-100 mg, 14-21 gün süre, 3-4
haftada bir kullanılmıştır.
Bulgular:
Çalışmamızdaki 24 hastanın ortanca yaşı 53 (33-85) olup, 14
(%58.3) hasta evre-4, 10 (%41.7) hasta evre-3’dü. Histopatolojik
değerlendirmede, hastaların %91.7(n=22)’si seröz papiller
histolojideydi. Hastaların hepsine 3 basamak tedaviden sonra
oral etoposid kullanılmıştı. Tedavi yanıt oranları; hastaların
%40’ında (n=10) stabil yanıt, %25’inde (n=6) parsiyel yanıt,
%35’inde (n=8) progresyon şeklindeydi. Hastaların %12.5’
inde (n=3) grade3-4 %20.8’inde (n=5) grade 1-2 hematolojik
toksisite, %25’inde (n=6) grade 1-4 gastrointestinal toksisite
gelişmişti. Oral etoposit tedavisi almış hastalarda progresyona
kadar geçen sürenin medyan değeri 5.3 (3-7.5) aydı.
Sonuç:
Oral etoposidin ileri evreli ve kötü performans durumu olan
kanserli hastalarda ekonomik oluşu, kullanım kolaylığına sahip
oluşu yanında sağladığı ılımlı tedaviye yanıt oranı ile alternatif
tedavi seçeneğidir.
EP-163
ADİPONEKTİN EKSPRESYONUNUN KOLON KANSERİ
HASTALARINDA KLİNİK ÖNEMİ
MUSTAFA CANHOROZ , ÖZKAN KANAT , ERDEM ÇUBUKÇU ,
NİLÜFER AVCI , ÖMER FATİH ÖLMEZ , OSMAN MANAVOĞLU
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ B.D.
Amaç:
Erken evre kolon kanserinin küratif tedavisi cerrahidir,
adjuvan tedavilerin amacı mikro metastazları eradike ederek
kür oranlarını arttırmaktır. Adjuvan tedavinin faydalı olacağı
hastaları belirlemenin önemi artmaktadır. Son zamanlarda
adiponektinin, obezite ile ilişkili malignitelerin oluşumunda
etkili olduğu belirlenmiştir. Bu sitokinin erken evre kolon
kanseri vakalarındaki prognostik değeri araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
1997–2007 yılları arasında kolon kanseri tanısı ile takip ve
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
215
tedavi edilen hastaların dosyaları tarandı. Primer tümörü opere
edilmiş, TNM evreleme sistemine göre II veya III. evre tümörü
olan ve en az 3 yıl süre ile takip edilmiş hastalardan; primer
tümöre ait kesitleri immünohistokimyasal değerlendirme için
yeterli dokuya sahip olan 53 hasta çalışmaya alındı. Primer
antikor olarak Novus Biologicals (100-65810) adiponektin
antikoru 1/100 oranında dilue edilerek kullanıldı.
Bulgular:
Olguların ortalama yaşı 58.3±10.1 (35- 78); ortalama takip süresi
41 ay (10 - 96 ay); 28’inin (%52.8) evre II ve 25’inin (%47.2) evre
III olduğu belirlendi. 42 olgu (%77.4) histolojik grade 1 veya
2, 12 olguda (%22.6) grade 3 idi. İmmünohistokimyasal olarak
21 vakada (%39.6) tümör dokusunda adiponektin, sitoplazmik
olarak gösterildi. Adiponektin ekspresyonunun olduğu 21
vakadan 9’unda (%42.9) nüks gelişirken, ekspresyonu olmayan
32 vakadan 11’inde (%34.4) nüks gözlendi. Ortalama hastalıksız
sağkalım adiponektin ekspresyonu varlığında 60.3±9.03 ay
iken yokluğunda 68.7±6.67 ay olarak hesaplandı (p:0.414).
Ortalama genel sağkalım adiponektin ekspresyonu varlığında
65 ay iken yokluğunda 67 ay olarak hesaplandı (p:0.786).
Sonuç:
Yağ dokusundan salgılanan adiponektinin, pro-apoptotik
ve/veya anti-proliferatif etkisi ile kanser oluşumu ve
progresyonunda rol aldığı düşünülmektedir. Tümör dokusunda
adiponektin ekspresyonunun saptanması evre II/III kolon
kanseri vakalarında hastalıksız sağkalım üzerinde istatistiksel
anlamlılığa ulaşmayan olumsuz bir etki yapmaktadır.
EP-164
TÜRK TOPLUMUNDA MEME KANSERLİ HASTALARDA BRCA
MUTASYONLARININ DAĞILIMI VE SAĞKALIMLA İLİŞKİSİ
LEYLA KILIÇ
1
, SEDA KILIÇ
2
, ÖZGE ŞÜKRÜOĞLU
2
, BUĞRA
TUNCER
2
, MELTEM EKENEL
1
, HÜLYA YAZICI
2
, PINAR SAİP
1
1
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, TEMEL ONKOLOJİ ABD, KANSER
GENETİĞİ BİLİM DALI
Amaç:
BRCA mutasyonlarıyla ilişkili meme kanseri sistemik tedaviye
farklı yanıtı olması ve gelecekteki kanser riski açısından
sporadik meme kanserinden farklıdır. Bu çalışmanın amacı
toplumumuzdaki meme kanserli hastalar arasında BRCA
mutasyonlarının çeşitli klinik, patolojik faktörlerle ilişkisinin
araştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
Ensitütümüze BRCA gen analizi için başvuran 174 meme kanseri
hastasının (166 kadın, 8 erkek) klinik/demografik özellikleri
incelendi ve BRCA gen mutasyonu saptanan hastalarla
mutasyon saptanmayanların klinik ve patolojik özellikleri
karşılaştırıldı, sağkalım analizleri yapıldı.
Bulgular:
BRCA 1 gen mutasyonu saptanan 13 hasta ( % 7.5) ve BRCA
2 gen mutasyonu saptanan 9 hasta ( % 5.2) mevcuttu. Erkek
hastaların hiçbirinde gen mutasyonu saptanmamıştı. Tüm
grup için 5 yıllık genel sağkalım (OS) oranı % 94.3, 5 yıllık
progresyonsuz sağkalım (PFS) oranı % 73.8 idi. İki grup
arasında PFS, OS farkı saptanmadı (p=0.88 ve p=0.35).
BRCA mutasyonu olanlarda ailede meme kanser öyküsünün
daha sık olduğu gözlendi (p=0.02). Diğer klinik ve patolojik
parametreler açısından iki grup arasında fark tespit edilmedi.
Tek değişkenli sağkalım analizinde ileri evre ( evre 3&4 vs
1&2), ER negatifliği, PR negatifliği ve lenf nodu tutulumu genel
sağkalımı olumsuz etkilerken, bilateral meme kanseri varlığı,
ileri evre, progesteron reseptör negatifliği, lenf nodu tutulumu
azalmış PFS’yle ilişkili bulundu. Cox regresyon testi ile yapılan
multivariate analizdeyse sadece ileri patolojik evre PFS ve OS
ile ilişkili saptandı ( RFS için p=0.001, HR: 0.13, % 95 CI:0.043-
0.44, OS için HR: 0.084, % 95 CI: 0.013-0.529).
Sonuç:
Türk toplumunda meme kanserli hastalarda BRCA gen
mutasyonu görülme sıklığı diğer popülasyonlara benzerdir.
BRCA gen mutasyon varlığı genel sağkalım ve progresyonsuz
sağkalımla ilişkili bulunmamıştır.
EP-165
KLİNİĞİMİZDE MEME KANSERİ TANISI OLAN İNFİLTRATİF
DUKTAL KARSİNOM VAKALARINDA ÖSTROJEN VE
PROGESTERON RESEPTÖR SIKLIĞI
G. İNANÇ İMAMOĞLU , MUSTAFA ALTINBAŞ , DİLŞEN
ÇOLAK , UĞUR ERSOY , SEMİHA URVAY , NAZİYET KÖSE , İL
HACIBEKİROĞLU
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH, TIBBI ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Meme kanseri tüm dünyada kadınlardaki en sık kanser
türüdür.İnfiltratif duktal karsinom(IDK) ensık meme kanseri
tipidir(%70-80). Kliniğimizde takip ettiğimiz IDK vakalarında
östrojen ve progesteron reseptör sıklığı sunulmuştur.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde 2008-2011 yılları arasında takip edilen IDK
olgularının verileri retrospektif olarak incelendi.Östrojen
216
reseptör(ER) ve progesteron reseptör(PR) sıklığı belirlendi.
Bulgular:
Bu dönem içinde toplam 279 meme karsinomu tanısı almış
hastaların 248 ‘ü(%89) IDK olarak belirlendi. Bu hastaların
165’si (%67)ER pozitif,76’sı (%31)ER negatif idi ve 5’inin(%2)
ER statüsü belirsizdi. 120 hasta(%48) PR pozitif,92 hasta(%29)
PR negatif olarak belirlendi ve 36(%14.5) hastanın PR statüsü
belirsizdi.
Sonuç:
Tek merkez deneyimimizde meme kanseri hastalarında ER ve
PR sıklığı literatür ile uyumlu bulunmuştur.
EP-166
YÜKSEK RİSKLİ EVRE II KOLON KANSERLİ HASTALARDA
UYGULANAN ADJUVAN KEMOTERAPİNİN ETKİNLİK ANALİZİ
UMUT VAROL , BURCU ÇAKAR , BERMET JUNUSHOVA , UĞUR
MUSLU , PINAR GÜRSOY ÖNER , ZEKİ GÖKHAN SÜRMELİ ,
BURÇAK KARACA , CANFEZA SEZGİN , BÜLENT KARABULUT ,
RÜÇHAN USLU
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TÜLAY AKTAŞ ONKOLOJİ
HASTANESİ
Amaç:
Kolon kanseri kadında ve erkekte üçüncü en sık görülen
kanserdir. Son yıllarda tarama testleri sayesinde erken tanı
ve daha iyi tedavi olanakları kolon kanserinden mortaliteyi
azaltmıştır. Buna rağmen tanı anında hastaların yaklaşık
üçte biri küratif rezeksiyon şansını kaybetmiş durumdadır.
Kalanların yarısı ise potansiyel küratif cerrahi tedaviye rağmen
nüksetmektedir. Bu durum, adjuvan efektif kemoterapi
uygulanmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Evre III
hastalıkta altı ay oxaliplatin/5-FU/LV kombinasyonu standart
adjuvan tedavi olarak önerilirken, evre II hastalıkta, yüksek riskli
hastalar hariç rutin adjuvan kemoterapi önerilmemektedir.
Gereç ve Yöntem:
Ege Üniversitesi Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi tarafından
2006-2011 yılları arasında, yüksek riskli olup adjuvan
kemoterapi alan (n:42) ve risk faktörleri olmayıp kemoterapi
almayan (n:21) toplam 63 evre II kolon kanserli hasta tedavi
etkinliği açısından karşılaştırılmıştır. Yüksek riskli kabul edilip
adjuvan tedavi verilmesinin nedeni 6 hastada acil operasyon
(perforasyon, ileus vb.), 4 hastada T4 hastalık, 8 hastada
müsinöz adenokarsinom, 10 hastada yetersiz lenf nodu
diseksiyonu, 4 hastada lenfovasküler veya perinöral invazyon,
4 hastada preoperatif CEA yüksekliği ve 6 hastada yüksek grade
olmasıdır.
Bulgular:
Hastaların yaş ortalaması tedavi alan ve almayan olarak sırasıyla
53.8±13,04, 64.9±10,89 yaştır. Adjuvan tedavi alan grupta
kemoterapi olarak %42.9 puşe 5-FU, %52.4 infüzyonel 5-FU
uygulanmıştır. Bir hasta oral kapesitabin alırken, bir hasta da
Folfox4 tedavisi almıştır. Tedavi alan grup ortalama 33.9±13.7 ay,
tedavi almayan grup ise ortalama 29.2±13.7 ay takip edilmiştir.
Adjuvan kemoterapi alan gruptan üç hastada, kemoterapi
almayan gruptan ise bir hastada nüks/metastaz izlenmiştir.
İstatistiksel olarak (ki-kare testi) değerlendirildiğinde adjuvan
tedavi alan ve almayan gruplar arasında nüks açısından anlamlı
bir ilişki bulunamamıştır.
Sonuç:
Yüksek riskli evre II kolon kanserli hastalarda kemoterapinin
etkinliği bizim çalışmamızda da izlendiği üzere henüz net olarak
ortaya konulamamıştır. Bu belirsizliği ortadan kaldırmak için
çok merkezli prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
EP-167
OPERE KOLON KANSERİ HASTASINDA METASTAZ AYIRICI
TANISINDA SALMONELLA ETKENLİ PSOAS ABSESİ: OLGU
SUNUMU
İLHAN HACIBEKİROĞLU , SEMİHA URVAY , BERKANT SÖNMEZ,
DİLŞEN ÇOLAK , G. İNANÇ İMAMOĞLU , NAZİYET KÖSE ,
MÜÇTEBA CAN
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH, TIBBI ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Psoas absesi,ender rastlanan ,tanınması zor ve geç farkedilen bir
antitedir. Etkeni Salmonella türleri olan psoas abseleri çok
enderdir. Burada opere kolon kanseri tanısı ile izlediğimiz ve
adjuvan tedavisini alamamış hastamızda saptanan Salmonella
etkenli psoas absesi vakamızı sunuyoruz
Bulgular:
68 Yaşında bayan hasta. Mayıs 2008’de kolon kanseri tanısı
ile sağ hemikolektomi yapıldı.(T3N0M0- EvreIIA) Yara yeri
iyileşmesinde geçikme, plevral efüzyon gibi nedenlerle adjuvan
kemoterapisini alamadı. 2 yıllık izleminde nüks saptanmadı.
Ekim 2010’da karın ağrısı, halsizlik, tekrarlayan subfebril
ateş şikayetleri ile başvurdu. Tetkiklerinde CRP: 59 mg/dl ,
sedimantasyon: 35/h ve tümör belirteçleri normal saptandı.
Abdomen BT’de sağ psoas lojunda 69x49mm boyutta, kistik
metastaz ekarte edilemeyen düzensiz konturlu lezyon saptandı.
Lezyonla transversus abdominis kası arasındaki yağ planları
silinmişti. (inflamasyona sekonder? invazyon?) Batın içi abse
tanısı ile girişimsel radyoloji ünitesince perkutan drenaj kateteri
takıldı. Drenaj mayiinden alınan kültürde Salmonella spp üredi.
Antibiyotik tedavisi ve perkutan drenaj sonrası kliniği tamamen
düzelen hastanın onkolojik takipleri sürmektedir
Sonuç:
Adjuvan tedavisini çeşitli nedenlerle alamamış hastalar,
hastalık rekürrensi açısından yüksek riske sahiptir. Bu
hastaların izleminde saptanan her türlü bulgu, nüks açısından
dikkatle değerlendirilmelidir. Psoas absesi primer olarak
oluşabileceği gibi, inflamatuar barsak hastalıkları ve kolon
kanseri gibi durumlarda sekonder olarak da oluşabilmektedir.
Psoas abselerinde etken olarak genellikle stafilokok türleri
izole edilmektedir. Salmonella türlerinin etken olduğu psoas
abseleri nadirdir. Bu vaka adjuvan tedavisini alamamış
hastaları , rekürrens açısından değerlendirirken, psoas absesi
gibi tedavisi kolay ve tanıda gecikmenin mortalitede artışa yol
açtığı durumların da göz ardı edilmemesi açısından dikkate
değer bulunmuştur.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
217
EP-168
METASTATİK KOLON KANSERLİ HASTALARDA
BEVACİZUMABLI TEDAVİ REJİMİ ORTALAMA PLATELET
VOLÜMÜNÜ DÜŞÜRMEKTEDİR
HASAN MUTLU
1
, VELİ BERK
2
, HALİT KARACA
2
, ZEKİ AKÇA
3
,
HEDİYE UĞUR
4
, TUNCAY ASLAN
4
, ABDÜLSAMET ERDEN
4
1
ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ
2
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
3
MERSİN DEVLET HASTANESİ
4
KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Kanserli hastalarda tromboemboli riski artmıştır ve bu
durum tedavide kullanılan kemoterapötik ajanlarla da
presipite edilmektedir. Bevacizumab vasküler endotelyal
büyüme faktörü karşıtı monoklonal antikordur ve metastatik
kolon kanseri tedavisinde önemli bir yer teşkil etmektedir.
Tromboemboli riskinde artış yaptığı gösterilen bevacizumab
ve trombosit fonksiyonu için bir markır olan ortalama platelet
volümü arasındaki ilişki bu çalışmada incelenmiştir
Gereç ve Yöntem:
Toplam 74 metastatik kolon kanserli hasta çalışmaya dahil
edilerek, bevacizumablı tedavi rejiminin başlangıç anındaki ve
tedavinin >3. ayındaki platelet, ortalama plateletet volümü ve
platikrit değerleri SPSS16.0 programına kaydedildi
Bulgular:
Platelet, ortalama plateletet volümü ve platikrit değerlerinde
bevacizumablı tedavi sürecinde anlamlı düşme mevcuttu
(p=0,009, p=0,001, p=0,000)
Sonuç:
Trombozlu vakaların aksine ,tromboz riski artmış bevacizumablı
kombinasyon tedavilerinde ortalama platelet volümünde
anlamlı düşme olmaktadır.
EP-169
SPİNAL KORD BASISI İLE PREZENTE OLAN REKTUM KANSERİ
OLGUSU
MUSTAFA BARUT
1
, MUSTAFA SAĞCAN
1
, MEHMET KILINÇ
2
,
YELİZ BİLİR
1
, HAKAN ŞIVGIN
1
, BANU ÖZTÜRK
3
1
TOKAT GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI AD
2
TOKAT GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
NÖROŞİRÜRJİ AD
3
TOKAT GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BD
Dostları ilə paylaş: |