Sonuç:
Literatürde adjuvan interferon tedavisi almakta iken vitiligo
gelişen hastalarda hastalıksız sağkalım ve genel sağkalımın
daha iyi olduğu dikkati çekmektedir. Ancak bizim hastamızda
olduğu gibi temozolomid alan metastatik malign melanomlu
hastalarda vitiligo gelişimi ile tedavi yanıtı arasındaki ilişkiyi
gösteren literatür bilgisi yoktur. Malign melanomlu hastaların
tedavisi ve takibinde gözlenen vitiligonun prognostik ve
prediktif bir önemi olabilir.
EP-195
TUBEROSKLEROZ VE MALİGN MELANOM BİRLİKTELİĞİ
MERAL GÜNALDI , SEMRA PAYDAŞ , ÇİĞDEM USUL AFŞAR ,
VEHBİ ERÇOLAK , BERNA BOZKURT DUMAN , FİGEN DORAN
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BİLİM DALI
Amaç:
Tuberoskleroz kompleksi multipl hamartomlarla karakterize
otozomal dominant geçişli bir nörokutanöz sendromdur.
Asemptomatik veya tanı konulmamış olgular nedeniyle tahmini
prevalansı 1/6000-1/9000’dir. Tuberosklerozda multipl
hamartomlar özellikle beyin, deri, böbrek, retina, kalp ve
akciğerde görülür. Klasik triadı; Mental retardasyon, nöbet ve
fasiyal anjiofibromlardır. Biz bu olgu sunumu ile Tuberoskleroz
ve Malign Melanom birlikteliğini tartışmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Malign Melanom ve Tuberoskleroz birlikteliğinin araştırılması.
Bulgular:
31 yaşında erkek hasta ereksiyon problemi için tetkik
edilirken karaciğerinde multipl lezyonlar nedeniyle
polikliniğimize yönlendirildi. Hastanın 4 yaşında başlayan
epilepsi, soygeçmişinde annede meme kanseri vardı.
FM de yüzünde (Resim 1) ve gövdesinde depigmente
nodüler lezyonlar, ensede depigmente nevüs (konjenital),
230
tırnak etrafında ve sırtta tuberom, karaciğeri 15-16cm
palpabldı. Trifazik karaciğer BT’sinde: Karaciğerde 25cm
hipervasküler malign kitle, bilateral böbrekte multipl kistler,
sol surrenal kitle, dalakta malign kitle izlendi. Karaciğerdeki
kitleye biyopsi yapıldı: Malign melanom metastazı, HMB 45
(+), Melan A: (+), S100: (+), Heppar: (-), Keratin: (-) saptandı.
Göz Konsultasyonunda; Makulada pigmentasyon artışı, papilla
doğal saptandı. Lisch nodülü görülmedi. Serebral MR da: Sol
ventrikülde subepandimal nodül izlendi (Resim 2). PET-BT’de:
Karaciğerde düşük F-18 FDG aktiviteli dev solid kitle (Resim3).
Hastaya kemoterapisi verildi. Progresyonu olması üzerine
İpilimumab için erken erişim programına alındı.
Sonuç:
Tuberosklerozda;
%10
subepandimal
astrositomlar,
%2-3 renal karsinomlar olmaktadır. Malign melanom ve
Tuberoskleroz birlikteliği literatürde oldukça az sayıda rapor
edilmiştir. Tuberoskleroz, melanom için bir risk faktörü
olarak tanımlanmamış olsa da Tuberosklerozun oluşum
mekanizması ile tümör gelişim mekanizmaları arasında kesişen
yollar olduğu bilinmektedir. Ayrıca konjenital nevüslerin
melanoma transformasyonu bir başka nedeni olabilir.
Bu nedenle Tuberosklerozlu hastalardaki deri ve internal
organ lezyonlarının sadece Tuberoskleroz bulgusu olduğu
düşünülmemeli, kanser gelişme riski nedeniyle, bu hastalarda
farklı malignite kliniklerinin oluşabileceğini, malign melanoma
kliniği ile vurgulamak istedik. Ayrıca tuberozsklerozdaki
lezyonların yakından takip edilerek erken dönemde melanoma
teşhisi konulmasının prognozda etkili olacağı kanaatindeyiz.
EP-196
MEDİASTİNAL RADYOTERAPİ İLE EŞ ZAMANLI
TRASTUZUMAB KULLANIMININ WİSTAR ALBİNO TÜRÜ
SIÇANLARDA VASKÜLER HASARA ETKİSİ
GÜLER YAVAŞ , FERAH YILDIZ , SEBİLE GÜLER , MUSTAFA FEVZİ
SARGON , DEMET YILDIZ , TALİP YOLCU , MERAL TUNCER ,
FADIL AKYOL
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Bu çalışmanın temel amacı mediastinal RT ile eş zamanlı
trastuzumab kullanımın torasik aortadaki hasara olan etkisini
araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada 250–300 gr ağırlığında 72 adet Wistar türü
dişi albino sıçanlar kullanılmıştır. Sıçanlar 6 gruba ayrılmıştır:
Grup 1 (G1) kontrol grubudur ve bu gruptaki sıçanlara genel
anestezi altında yalancı RT uygulanmıştır. G2 trastuzumab (T)
kontrol grubudur. G3’teki sıçanlara 8 Gy, G5’teki sıçanlara ise
15 Gy RT uygulanmıştır.G4 ve G6 ise sırasıyla; 8 Gy RT+T ve 15
Gy RT+T gruplarıdır. T, RT’den 2 saat önce 6 mg/kg dozda her
sıçanın ağırlığına göre hesaplandıktan sonra intraperitoneal
olarak enjekte edilmiştir. RT tek fraksiyonda sadece ön alandan
2 cm derinliğe normalize edilerek 6 MV foton enerjisi ile
uygulanmıştır.
Her gruptan 4’er adet sıçan RT ardından 6. saat, 21. gün ve
70. günde sakrifiye edilmiştir. Sıçanların torasik aortalarından
alınan halkalar yapısal ve/veya fonksiyonel olarak incelenmiştir.
Altıncı saatte ve 70. günde her grup için sadece elektron
mikroskopu ile ultrastriktüel inceleme yapılırken; 21. günde
hem ultrastriktürel inceleme hem de fonksiyonel inceleme
yapılmıştır. Fonksiyonel incelemede sıçan aorta halkalarının
fenilefrin aracılı kasılma ve asetilkolin aracılı gevşeme yanıtları
değerlendirilmiştir. Fonksiyonel verilerin istatistiksel analizi
iki yönlü varyans analizi (ANOVA) ile yapılmıştır. Elektron
mikroskobu ile inceleme sonuçları ise her bir gruptaki
ultrastriktürel farklılıklara göre değerlendirilmiştir.
Bulgular:
Yapılan fonksiyonel incelemelerde G5 ve G6 diğer gruplara
kıyasla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla kasıldı
(p<0,05). T eklenen grupların (G4 ve G6) torasik aortalarından
alınan örneklerde gevşeme yanıtları daha az gözlendi (p:
0,0502). Elektron mikroskopu ile ultrastriktürel inceleme
sonucunda RT sonrası 21. günde G5 ve G6’da endotel
hücrelerde incelme, bazal membrandan ayrılma, subendotelial
ödem ve tunika intimada dev vakuoler tespit edildi. G5 ve G6
arasında anlamlı bir fark izlenmedi. RT sonrası 70. günde G5
ve G6’da ciddi endotelial hasar tespit edildi. Endotel hücreler
ileri derecede incelmiş, nukleus ve organelleri tamamen
kaybolmuştu. Endotel hücreler yer yer bazal membrandan
ayrılmaktaydı. G6’daki ultrastriktürel değişiklikler G5’ten daha
ciddi idi.
Sonuç:
Yüksek doz RT torasik aortadaki kasılma yanıtlarını arttırırken;
trastuzumabın ise gevşeme yanıtlarını azalttığı gözlemlenmiştir.
Elektron mikroskopu ile ultrastriktürel inceleme sonucunda
trastuzumabın RT ile eş zamanlı kullanıldığında ciddi morfolojik
değişikliklere neden olduğu gözlemlenmiştir. RT ile T’ın torasik
aortadaki etkileşimi en az aditiftir.
EP-197
TAMOKSİFEN VE AROMATAZ İNHİBİTÖRLERİNİN
RADYASYONA BAĞLI GELİŞEN AKCİĞER FİBROZİSİNE OLAN
ETKİLERİ AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
GÜLER YAVAŞ
1
, ÇAĞDAŞ YAVAŞ
2
, HİLAL ACAR
1
, HATİCE TOY
1
,
DENİZ YÜCE
3
, ÖZLEM ATA
1
1
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
2
KONYA EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
3
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Radyasyona bağlı gelişen akciğer toksisitesi meme kanseri
nedeni ile radyoterapi (RT) uygulanan hastalarda önemli
bir doz kısıtlayıcı faktördür. Tamoksifen RT ile eş zamanlı
kullanıldığında pulmoner fibrozisi arttırmaktadır; ancak
aromataz inhibitörlerinin pulmoner fibrozisi etkileyip
etkilemediği bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı, RT
ile eş zamanlı kullanıldığında, tamoksifen ve aromataz
inhibitörlerinin radyasyona bağlı gelişen akciğer toksisitesi
üzerine olan etkilerinin karşılaştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem:
80 adet dişi Wistar-Albino türü sıçan 8 gruba ayrıldı. Grup
(G)1 kontrol grubu, G2 RT kontrol grubu, G3,G4 ve G5 sırası ile
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
231
tamoksifen, anastrozol ve letrozol kontrol gruplarıdır. G6, G7
ve G8 ise sırası ile RT+tamoksifen, RT+anastrozol ve RT+letrozol
gruplarıdır. RT, tek fraksiyonda bilateral akciğere 12 Gy olarak
uygulanmıştır. Tamoksifen, anastrozol ve letrozol ise sırası ile
20 mg/kg, 1mg/kg ve 2,5 mg/kg insan dozunda her bir sıçanın
ağırlığına göre hesaplanarak, RT’den 1 hafta önce başlanmış
ve RT sonu 16. haftada sıçanlar sakrifiye edilene kadar
devam edilmiştir. 16 hafta sonunda sıçanların akciğerlerinden
alınan örnekler pulmoner Konjesyon, inflamasyon ve fibrozis
açısından skorlanarak karşılaştırılmıştır. İstatistiksel analizde
Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri kullanılmıştır
Bulgular:
Tüm gruplar karşılaştırıldığında konjesyon, inflamasyon
ve pulmoner fibrozis skorları açısından gruplar arasındaki
farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı idi (p değeri her bir
parametre için <0.001). Sadece RT grubu ile karşılaştırıldığında,
RT+tamoksifen grubunda pulmoner fibrozis skoru anlamlı
olarak daha fazla idi (p: 0.005). RT+anastrozol ve RT+letrozol
grubundaki pulmoner fibrozis skorları sadece RT grubu ile
istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı değildi (p skorları
sırası ile 0.768 ve 0.752). RT+letrozol grubunda iki sıçanda
pulmoner abse gelişti; ancak sadece RT grubu ile RT+letrozol
grubunun inflamasyon ve konjesyon skorları arasındaki fark
anlamlı değildi (p değerleri sırası ile: 0.189, >0.99)
Sonuç:
Tamoksifen RT ile eş zamanlı kullanıldığında radyasyona
bağlı olarak gelişen akciğer toksisitesini olumsuz olarak
etkilemektedir; ancak anastrozol ve letrozolün böyle bir etkisi
gözlemlenmemiştir. Üç ilaç karşılaştırıldığında anastrozol
pulmoner toksisite açısından en güvenilir gibi görünmektedir.
Ancak klinik çalışmalar ile sonuçlar kontrol edilmelidir.
EP-198
UZUN SÜRELİ SAĞKALIMA SAHİP ATİPİK SEYİRLİ BİR MEME
KANSERİ OLGUSU
KEREM OKUTUR
1
, ORHAN ÖNDER EREN
1
, ÖZDEN
KARAOĞLANOĞLU
2
1
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
2
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ BÖLÜMÜ
Amaç:
Meme kanserinde tümörün biyolojik davranışı ve tedavi,
hastalığın seyrinde önemli rol oynamaktadır.
Gereç ve Yöntem:
43 yaşında premenopozal kadın hasta sağ memede kitle ve
akıntı nedeniyle başvurdu. 1995 yılında sağ memede 1.5 cm
çapında kitle saptanan hastanın kitleden alınan tru-cut biyopsi
sonucu invaziv duktal karsinom olarak raporlanmış. Cerrahi
rezeksiyonu kabul etmeyen ve takibe gelmeyen hasta 2004’
de tümörün göğüs duvarı dışına çıkması üzerine tekrar doktora
başvurmuş. Cerrahiyi kabul etmeyen hastaya 6 siklus FEC
kemoterapisi uygulanmış. Parsiyel cevap alınan hasta takiben 2
yıl goserelin asetat ve 5 yıl süreyle tamoksifen kullanmış. 2009’
da kitlenin büyümesi üzerine 6 siklus dosetaksel ve kapesitabin
uygulanmış. Parsiyel yanıt alınan hasta sonrasında takiplerine
gitmemiş.
Bulgular:
Hastanın fizik muayenesinde sağ memenin tamamını dolduran,
kanama odakları içeren vegetan kitle ve sağ aksiler 1 adet 1
cm çapında LAM mevcuttu (Resim 1A ve 1B). Meme MR’ ında
sağ memedokusunu tama yakın dolduran ve göğüs duvarıyla
sınırları ayırt edilemeyen multilobuler kitle mevcuttu. PET-CT’
de sağ memede primer tümöral kitle (SUV 8.1) ve sağ aksillada
1 cm çağında hipermetabolik LAM (SUV 4.3) saptandı, uzak
metastazı yoktu. Cerrahi bölümüyle konsülte edilen hastaya
rezeksiyon planlandı ve sağ modifiye radikal mastektomi
ile beraber sağ uyluktan cilt otogrefti uygulandı (Resim 2A
ve 2B). Patoloji sonucunda invaziv duktal karsinom, grad 3,
tümör çapı: 9 cm, tümör ciltte çok katlı yassı epitele ve fasyaya
infiltre, lenfovasküler invazyon pozitif, tüm cerrahi sınırlar
negatif, aksilladan disseke edilen 3 adet lenf nodunda tümör
saptandı; ER %90+, PR%90+ ve HER2 (-) bulundu. T4N1M0
olarak değerlendirilen hastaya adjuvan 4 siklus dosetaksel ve
siklofosfamid kemoterapisi ve adjuvan RT uygulandı, goserelin
asetat ve tamoksifen başlandı. Hasta postop 7. ayında nükssüz
olarak takip edilmektedir.
Sonuç:
Metastatik meme kanserinde tedavi ile uzun sağkalımlar
bildirilmesine karşın, lokal ileri meme kanserinde cerrahi
olmaksızın, uzak metastazsız uzun süreli sağkalım nadirdir.
Vakamızda yüksek oranda hormon reseptörü ekspresyonu
bulunması ve uygulanan tedaviler, yüksek grad velenf nodu
metastazına rağmen tümörün 17 yıllık seyri boyunca lokal
invazyonla sınırlı kalmasına ve uzak metastaz geliştirmemesine
etki eden faktörler olarak görünmektedir.
EP-199
TÜRK MEME KANSERİ HASTALARDA PROGNOSTİK
FAKTÖRLER, MOLEKÜLER FENOTİPLER VE MENOPOZAL
DURUM İLE FARKLILIKLARI
HASAN MUTLU
1
, TANER ÇOLAK
2
, MUSTAFA ÖZDOĞAN
2
, ZEKİ
AKÇA
3
1
KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
3
MERSİN DEVLET HASTANESİ
232
Amaç:
Türk meme kanserli hastaların menopozal duruma göre
prognostik faktörler açısından farklılığı incelenmiştir. Ayrıca
moleküler subgruplar belirlendi ve moleküler sungrupların
menopozal durum ile farklılığı araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
Akdeniz Üniversitesi (n:986) ve Kayseri Eğitim ve Araştırma
Hastanesi ‘den (n:463) toplam 1449 hasta çalışmaya alınmıştır.
Moleküler gruplarda Basal Like ve Unclassified grup aynı grup
içine alındı. ER (+) ve veya PR (+ ) , CerbB2 (-) ve grade 1-2 vakalar
Luminal A, ER (+) ve veya PR (+) , CerbB2 (-) ve grade 3 vakalar
ile ER (+) ve veya PR (+) , CerbB2 (+) vakalar Luminal B, ER(-
),PR(-) ve CerbB2(+) vakalar HER2 like tip olarak sınıflandırıldı.
ER(-),PR(-) ve CerbB2(-) vakalar Basal like+Unclassified tip
olarak sınıflandırıldı.
Bulgular:
Premenopozal ve postmenopozal gruplar arasında östrojen
reseptörü ve CerbB2 pozitifliği için anlamlı fark mevcuttu
(p değeri 0.003 ve 0.032). Postmenopozal grupta östrojen
reseptörü, premenopozal grupta Cerb B2 oranı daha yüksek
idi. Luminal B moleküler alt tip baskın olan subgruptu. Diğer
iki gruba oranla premenopozal grupta HER 2 Like ve Basal Like
veya unclassified moleküler tiplerin oranı daha fazla idi.
Sonuç:
Türk meme kanserli hastalarda Luminal B baskın olan
subgruptu. Moleküler tiplerin oranlarının menopozal status ile
farklılık gösterdiği belirlendi.Bu farklılık premenopozal meme
kanserli hastaların kötü prognozu ile uyumluluk göstermekte
idi.
EP-200
MEME KANSERLİ HASTALARIN TAKİBİNDE BEDEN KİTLE
İNDEKSİ ARTIŞI VE KARDİYOVASKÜLER HASTALIK RİSKİNE
ETKİSİ
EVREN FİDAN
1
, CÜNEYT BİLGİNER
2
, HALİL KAVGACI
1
, FEYYAZ
ÖZDEMİR
1
, MURAT TOPBAŞ
3
, FAZIL AYDIN
1
1
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
3
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK
SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
Amaç:
Meme kanserli hastalarda yaygın görülen BKİ’deki artışlar, bu
hastaların ileriki yaşamlarında obezite ile ilgili sağlık sorunlarını
artırmaktadır. Çalışmamızda bu konu değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya ‘‘Erken evre meme kanseri’’ tanısı almış 142
hasta dahil edildi. Takibe gelen hastaların BKİ ölçümleri
tanı sırasında ölçülen BKİ ölçümleriyle karşılaştırılarak
değişiklikler kaydedildi. Hastaların tanıda ve takipleri sırasında
gelişen obezite ile ilişkili sağlık sorunları ( Diabetes mellitus
(DM), Hipertansiyon (HT), Koroner Arter Hastalığı (KAH),
Osteoartrit (OA), Hiperlipidemi) kaydedildi.
Bulgular:
Hastaların ortalama yaşı 52,7 ± 1,1 olarak tespit edildi. Tanı
anında hastaların % 56,3 premenapozal, % 43,7 postmenapozal
idi. Hastaların meme kanseri tanısı aldıklarında BKİ ortalaması
27,9 ± 5,3 iken 2. değerlendirmede BKİ ortalaması 30,7 ± 5,7
olarak hesaplandı (p<0,0001). Hastaların %90,8’inde (n=129)
BKİ’nde artış tespit edildi.Yalnızca BKİ’de artış olan hastalar
hastalık yıllarına göre incelendiğinde, istatistiksel açıdan anlamlı
bir fark tespit edildi. Bu farkın; hastalığın ilk yılındaki hastalar
ve hastalığın 5. yılı ve üzerinde olan hastalardan kaynaklandığı
saptandı (p<0,017). Tanı anında premenapozal hastalarda
BKİ’de ortalama 3,6 ± SD 3,2 kg/m² artış tespit edilmişken;
postmenapozal hastalarda BKİ’de ortalama 1,6 ± SD 2,2 kg/
m² artış olduğu ve aradaki farkın istatiksel olarak anlamlı
olduğu görüldü (p<0,0001). BKİ’nde artış tespit edilen grup
incelendiğinde, tanı anında DM’si olmayan 120 hastanın
20’sinde DM, HT’u olmayan 100 hastanın 31 tanesinde HT,
hiperlipidemisi olmayan 121 meme kanserli hastanın 44’ünde
hiperlipidemi, OA olmayan 108 hastanın 31’inde yeni OA
vakaları geliştiği tespit edildi (p<0,0001). BKİ’ndeki değişim ile
kardiyovasküler mortalite riski arasındaki ilişki incelendiğinde,
hastalığının 1.yılındaki hastalarda kardiyovasküler hastalıklara
bağlı gelişebilecek ölüm riskindeki rölatif artış % 8,6 iken, 2
yılda % 24, 3.yılda % 16, 4.yılda % 17,3, 5.yılda % 20,8 olarak
hesaplandı.
Sonuç:
Meme kanserli hastalarda yaygın görülen BKİ artışı, obeziteye
bağlı gelişen kronik hastalıklarda anlamlı artışlara neden
olmaktadır. Meme kanseri hastaları takip ederken medikal
tedavinin yanı sıra, hastanın diet ve kilo alımı açısından da
bilgilendirilmesi oldukça önemlidir.
EP-201
OTUZBEŞ YAŞ ALTI MEME KANSERLİ VAKALARIMIZ
YALÇIN KAYA
2
, NALAN AKGÜL BABACAN
1
, SAADETTİN
KILIÇKAP
1
, TURGUT KAÇAN
1
, BİRSEN YÜCEL
3
, YILLAR OKUR
3
,
MEHMET FUAT EREN
3
, EBRU ATASEVER AKKAŞ
3
1
SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BD
2
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DAHİLİYE ABD
3
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ ABD
Amaç:
Tüm dünyada meme kanserli hastaların %2’sini ≤ 35 yaş grubu
genç hastalar oluşturmakta ve bu grup hastaların daha agresif
davranış gösterme eğiliminde oldukları bilinmektedir. Biz de
bu çalışmayla merkezimizde takipleri yapılan genç meme
kanserli hastalarımızın özelliklerini ve sağkalım verilerini
değerlendirmeyi planladık.
Gereç ve Yöntem:
2006-2011 tarihleri arasında merkezimizde takip edilen ≤ 35
yaşında meme kanseri tanısı almış 18 hastanın dosya bilgileri
ve sağkalım verileri incelendi.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
233
Bulgular:
Onsekiz hastanın ortanca tanı yaşı 34 (24-35) idi. Histolojik
olarak hastaların 13’ünde (%72.2) invaziv duktal karsinom
saptandı, ER durumu 13’ünde (%72.2) pozitif, 5’inde (%22.2)
negatifti, PR durumu 14’ünde (%77.8) pozitif, 4’ünde negatifti
ve HER-2 durumu 5’inde (%27.8) pozitif, 13’ünde (% 72.2)
negatifti. Hastaların 14’ü (%77.8) Luminal A/B grubundayken,
2’si (%11.1) HER-2 pozitif grupta, 2’si de (%11.1) triple negatif
gruptaydı. Histolojik gradı; 4 hastada (%22.2) I, 11hastada
(% 61.1) II ve 1 hastada III olarak belirlendi. Onüç (%72.2)
hastanın tanı anında lenf nodu pozitifliği mevcut iken 5 (%27.8)
hastanınki negatifti. Evrelerine bakıldığında 2 hastanın (%21.1)
I, 5 hastanın (%27.8) II, 10 hastanın (%55.6) III ve 1 hastanın
(%5.6) evre IV olarak tanı aldığı görüldü. Beş hastaya (%27.8)
meme koruyucu cerrahi yapılırken, 12 hastaya (%66.7) modifiye
radikal mastektomi uygulanmıştı. Onbeş (%83.3) hastaya
adjuvan tedavi uygulandı. Ortanca 42 aylık takip süresinde 6
(%33.4) hastada nüks/metastaz gelişti. Bu hastalarda 5-yıllık
sağkalım oranı %90 idi.
Sonuç:
Genç yaş meme kanseri hasta grubu genellikle triple negatif
oranı yüksek ve agresif seyretme eğilimindedir. Bizim hasta
grubumuzda ise ilginç olarak triple negatif oranı düşük, hormon
reseptör pozitifliği de beklenenden yüksek bulunmuştur.
EP-202
MİXT GERM HÜCRELİ TESTİS KANSERİ NEDENİ İLE TAKİP
EDİLEN BİR HASTADA ERKEK MEME KANSERİ GELİŞİMİ
ÖZNUR BAL , ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN , GÜLAY BİLİR DİLEK,
TUĞBA ÖZÇEREZCİ , ONUR EŞBAH , BERNA ÖKSÜZOĞLU ,
AYŞEGÜL ÖZTÜRK
DR.ABDURRAHMAN YURTASLAN ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM
VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
erkek meme kanseri( emk) ve testis kanseri(tk) farklı sıklıklarda
ve farklı yaş gruplarında görülen tümörlerdir. Ortak hazırlayıcı
neden olarak genetik ve endokrin faktörler sayılabilir.Tk
sonrası sağkalan hastalarda başta özofagus, akciğer ve kolon
olmak üzere 2. Bir primer malignite görülme olasılığı normal
populasyondan yüksektir.
Bulgular:
2000 yılında sol orşiektomi yapılarak mikst germ hücreli tümör
tanısı alan hasta 2005 ve 2010 yıllarında da paraaortik nüks
nedeni ile operasyon geçirmişti. Daha önce BEP ve ifosfamid
ile karboplatin rejimleri uygulanan hasta kurtarma tedavisi
olarak gemsitabin ile oksaliplatin almıştı. AFP değerleri azalan
ancak normal sınırlara inmeyen hastanın ağustos 2011 de AFP
değerinde tedrici yükselme başladı.Klinik ve radyolojik olarak
nüks yada metastazı düşündüren kitle tespit edilmedi. İzlem
esnasında yapılan fizik muayenede sol memede kitle palpe
edildi. Ultrasonografide 16*8 mm’lik kitle saptanan hastanın
eksizyonel biyopsi sonucu; invaziv duktal karsinom olrak
raporlandı. Hormon reseptör pozitif ve her2 negatifti. Sol
modifiye radikal mastektomi ve aksiler lenf nodu diseksiyonu
yapılan hastada rezidü tümör ve ln metastazı saptanmadı.
T1N0M0 olarak evrelenen hastaya tamoksifen 20 mg / gün
başlandı.
Dostları ilə paylaş: |