Tartışma:
Memenin, SHK’ları metaplastik karsinomların bir formu
olup nadir görülen tümörlerdir ve sıklığı %0.04 ile %0.1
arasında değişmektedir. Genel olarak lokal ve uzak nükslerle
seyreden agresif seyirli tümörlerdir. Tümör boyutları 1-10 cm
arasında değişmekle birlikte literatürde olguların yarısından
fazlasında 5 cm’den büyük tümörler olarak bildirilmiştir.
Primer tedavileri cerrahi olan bu tümörlerde adjuvan ve
neoadjuvan tedavilerin etkinliği sınırlıdır. Literatürde lenf nodu
tutulumunun nadir olduğu bildirilmiştir. Olgumuzda 5 adet
lenf nodu metastazı mevcuttur. 5 yıllık ortalama sağkalımı %
64 olan bu tümörlerin prognozu etkileyen en önemli faktörler
tümör boyutu ve evresidir. Adjuvan ve neoadjuvan tedavilerde
5-florourasilli kombinasyonlar ve radyoterapi kullanılmaktadır.
EP-212
ERKEN EVRE MEME KANSERİ OLAN HASTALARDA
LENFOVASKÜLER İNVAZYONUN REKÜRRENS ÜZERİNE
ETKİSİNİN RETROSPEKTİF OLARAK ARAŞTIRILMASI
İBRAHİM PETEKKAYA , OZAN ÜNLÜ , SEVDA AYGÜN , UĞUR
ŞAHİN , DENİZ YÜCE , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA
Amaç:
Lenfovasküler invazyonun (LVI) , organ parankimi içerisindeki
invaziv karsinom alanını çevreleyen ve endotelyal sınırları olan
bir bölgeye giden tümör embolisi olarak tanımlanır .
Gereç ve Yöntem:
Hastane tabanlı bu retrospektif çalışmaya 2004-2012 tarihleri
arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji
Bölümü’ne T1N0M0 erken dönem meme kanseri tanısıyla
başvuran toplam 386 kadın hasta alındı. Tümörlerin histolojik
tipleri, hastaların tanı anındaki yaş ve menopoz durumları,
Östrojen reseptör(ER), Progesteron reseptör (PR) ,HER2
pozitiflik durumları ve LVI olup olmadığını içeren veriler bir
veritabanına kaydedildi.
Bulgular:
386 hastanın yer aldığı grubun yaş ortalaması 52,1 ± 10,9 yıldı.
LVI (+) hastaların yaş ortalaması 51,4 ±12,6 LVI (-) hastaların
yaş ortalaması 55,7 ± 9,8’du (p=0,07). Yalnızca 85 hastanın
LVI durumları bilinmekteydi. LVI (+) %52,9, LVI (-) %47,1
idi. Olay sayısının az olması nedeniyle genel sağkalım (OS)
hesaplanamamıştır. Hastalıksız sağkalım tüm grupta 172,6
(%95 GA: 96,2-249) ay. LVI (+) olanlarda 64,7 (%95 GA: 25,1-
104,3) aydır. LVI pozitif hastalarda tanıda postmenopozal
olanlar %46,7 idi (p=0,60). LVI(+) hastalarda ER(+) ve PR (+)
olma durumu %82,2 ve %73,3 idi (ER için p=0,47, PR için p =
0.46). HER2 (-)’liği LVI(-) ve LVI(+) hastalarda sırasıyla %88,9 ve
%84,1 idi (p=0,54).
Sonuç:
T1N0M0 meme kanserli hastalarda ER,PR ve HER2 pozitifliği,
LVI durumu, p53 ekspresyonu gibi faktörlerin hastalığın
rekürrensi üzerine etkisi üzerinde durulmadığı görülür.
Literatürde LVI değerlendirmesi açısından çok çalışma olmasına
rağmen, bu patolojik özelliğin tedavi protokollerine henüz
girmemesinin nedeni tümör örneklerini inceleyen patologların
kullandığı immünohistokimyasal yöntemlerin ve protokollerin
standardize olmamasıdır.
EP-213
SİGARA KULLANIMININ MEME KANSERİNİN KLİNİK VE
PATOLOJİK ÖZELLİKLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
UĞUR ŞAHİN , İBRAHİM PETEKKAYA , ÖZGE KESKİN , MUSTAFA
SOLAK , YAVUZ ÖZIŞIK , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Tanı anında uzak metastazı olmayanlarda sigaranın
meme kanserinin klinik ve patolojik özelliklerine etkisinin
araştırılması.
Gereç ve Yöntem:
2004-2012 arasında bölümümüzde takip edilen ve tanı anında
uzak metastazı olmayan kadın hastalar retrospektif olarak
çalışmaya alındı. Sigara içme durumları, maruziyet düzeyleri,
tümörün tanı tarihi, histolojik tipi, hormon reseptörü ve HER2
durumları, hastaların tanı anındaki yaş ve menopoz durumları,
238
son kontrol tarihleri ve son durumları kaydedildi.
Bulgular:
1586 hastanın % 81,2’si hiç sigara içmemişti. İçenler arasında
ortanca maruziyet 10,0 paket-yıldı (0,2 – 105,0). Ortanca tanı
yaşı 46 (28 – 84)’ydı. İçenlerde ortanca tanı yaşı (46) içmeyenlere
göre (48) anlamlı olarak daha küçüktü (p=0,001). İçenler daha
sık premenopozaldi (p < 0,001). Histolojik alt tiplerin dağılımı
her iki grupta benzerdi (p=0,88). Evre III hastalık içenlerde daha
seyrekti (p=0,001). Lenf nodu pozitifliği içmeyenlerde daha
sıktı (p=0,03). Tripl negatif hastalık dağılımı, hormon reseptör
ve HER2 pozitifliği her iki grupta benzerdi (sırasıyla p=0,50,
p=0,53 ve p=0,44). Sigara içen premenopozallerde içmeyenlere
göre genel sağkalım daha iyiydi (p=0,05). Her iki grupta
progresyonsuz sağkalım açısından fark bulunmamaktaydı (p =
0,61).
Sonuç:
Sigara içenler daha genç ve erken evrede meme kanseri
tanısı almaktadır. Sigara içme durumunun histopatoloji
ve
immünohistokimyasal
özellikler
üzerinde
etkisi
bulunmamaktadır. Sosyoekonomik özellikler ve sigaranın
meme üzerindeki karsinojen etkisi bu sonuçlardan sorumlu
olabilir.
EP-214
AROMATAZ İNHİBİTÖRÜ ALAN POSTMENOPOZAL ERKEN
MEME KANSERLİ HASTALARDA OBEZİTENİN SAĞKALIMA
ETKİSİ
UĞUR ŞAHİN , İBRAHİM PETEKKAYA , MUSTAFA SOLAK , ÖZGE
KESKİN , YAVUZ ÖZIŞIK , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Aromataz inhibitörleri (Aİ) olan anastrozol (ANA) ve letrozolün
(LET) postmenopozal hormon pozitif meme kanserinin adjuvan
tedavisinde tamoksifenden daha etkili olduğu bilinmektedir.
Obezlerde, farklı Aİ ile tedavi sonuçlarının karşılaştırılması
amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
2006-2011 arasında meme cerrahisi sonrası ANA veya LET
alan evre I-IIIC hormon reseptörü pozitif postmenopozal kadın
hastalar çalışmaya alındı. Tanı anındaki VKİ, hormon reseptörü
ve HER-2 durumları kaydedildi. Hastalar VKİ ≤ 30 ve > 30 olanlar
olarak iki gruba ayrıldı.
Bulgular:
Çalışmaya 335 hasta alındı. ANA ve LET alanların oranı
sırasıyla % 47,2 ve 57,8’di. Ortanca tanı yaşı 58’di (42-84) ve
ANA grubunda daha düşüktü (p=0,04). % 76,8’inde evre II ve
üzeri hastalık mevcuttu ve hastalık evresinin dağılımı ANA
ve LET grubunda benzerdi (p=0,84). Ortanca takip süresi
29 ay (6-124), medyan hormonoterapi kullanım süresi 29
aydı (3-68) ve iki grup arasında benzerdi (sırasıyla p=0,52 ve
p=0,55). % 41,2’sinin VKİ > 30 idi. ANA ve LET arasında genel
(GS) ve progresyonsuz sağkalım (PS) açısından fark yoktu
(sırasıyla p=0,08 ve p=0,94). Fakat VKİ > 30 olanlarda LET ile
istatistiksel olarak anlamlı olmayan PS faydası gözlendi (p=0,1).
ER, PR ve HER2 durumunun GS ve PS üzerinde belirgin etkisi
bulunmamaktaydı.
Sonuç:
Ortanca 29 aylık takip süresinde LET ve ANA benzer GS ve PS
ile ilişkilidir. VKİ > 30 olanlarda LET ile PS daha iyi olabilir. Bu
nedenle seçilmiş obez hastalarda LET daha uygun bir seçenek
olabilir.
EP-215
MEME KANSERLİ HASTALARDA MEME DIŞI SOLİD MALİGNİTE
SIKLIĞI
UĞUR ŞAHİN , İBRAHİM PETEKKAYA , MUSTAFA SOLAK , ÖZGE
KESKİN , YAVUZ ÖZIŞIK , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Meme kanserli hastaların izleminde meme dışı solid
kanserlerin görülme sıklığının retrospektif olarak araştırılması
amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem:
2006 – 2012 arasında evre I-IV meme kanseri tanısıyla
bölümümüzde takip edilen toplam 1914 kadın hastanın
hastane dosyaları retrospektif olarak meme dışı solid kanser
(MDSK) hikayesi için tarandı. Meme kanseri tanısı ile zamansal
ilişkiye göre MDSK sıklığı belirlendi.
Bulgular:
Meme dışında başka bir solid tümörü olan 75 hastada (% 3,9)
toplam 79 MDSK belirlendi. Hastaların dördünde birden fazla
MDSK mevcuttu. Bu hastalar için ortanca tanı yaşı 55 (28 –
93), meme kanseri için ortanca takip süresi 32 aydı (1 – 132).
Hastaların % 60,8’i postmenopozaldi. En sık görülen meme
kanseri histolojisi infiltratif duktal karsinomdu (% 70,9). 79
MDSK arasından 34’üne (% 43,0) meme kanserinden sonra;
30’una önce (% 38,0); ve 15’ine (% 19,0) eşzamanlı olarak tanı
konmuştu. Meme kanseri tanısından MDSK tanısına kadar
geçen ortanca süre 21 aydı (7 – 296). En sık gözlenen kanserler
sırasıyla over, tiroid ve uterustu (sırasıyla % 17,7, 15,2 ve 11,4).
Sonuç:
Meme kanseri hastalarının izleminde jinekolojik kanserler ve
tiroid kanserlerinin sıklığı yüksektir. Bu durum ortak çevresel
ve genetik etkenlerin varlığı ile açıklanabilir. Meme kanserli
hastalar özellikle bu kanserlerin gelişimi açısından yakın takip
edilmelidir.
EP-216
TAMOKSİFEN KULLANIMININ DERİN VEN TROMBOZU VE
PULMONER TROMBOEMBOLİ GÖRÜLME SIKLIĞI ÜZERİNE
ETKİLERİ
İBRAHİM PETEKKAYA
1
, ÖMER VURAL
1
, ALPER ALNAK
1
, ÖZGE
KESKİN
1
, NEYRAN KERTMEN
1
, VEYSEL AYYILDIZ
2
, DENİZ
YÜCE
3
, KADRİ ALTUNDAĞ
1
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
239
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ
ANABİLİM DALI, ANKARA
3
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, PREVANTİF
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA
Amaç:
Tamoksifen, günümüzde hormon reseptör pozitif meme
kanserli olgularda en sık tercih edilen selektif östrojen
modülatörüdür. Yan etkileri arasında mortalite ve morbidite ile
en sık ilişkili olanlardan birisi tromboza yatkınlığı artırmasıdır.
Tamoksifen alan meme kanserli olgularda görülen derin ven
trombozu (DVT) ve pulmoner tromboemboli (PTE) sıklıklarını
inceleyeceğiz.
Gereç ve Yöntem:
2004-2012 yılları arasında onkoloji kliniğimize başvurmuş olan
2219 meme kanseri vakası içerisinden DVT ve PTE gözlenen
olgular incelendi. Bu olguların tamoksifen ile olan ilişkisi
araştırıldı.
Bulgular:
Takip süresi boyunca DVT ve/veya PTE tanısı alan toplam
hasta sayısı 24 (%1.08)’tü. Ortanca takip süresi 34 aydı. 11
(%0.49) hastada PTE izlenirken 3 hastada altta yatan DVT
gösterildi. İzole DVT izlenen hasta sayısı 13’tü (%0.58). 16
hastada hormon reseptörü pozitifti. 24 hastanın 10’unda
tamoksifen kullanımı mevcuttu. Tamoksifen kullananlarda DVT
ve/veya PTE tanısı alanların 7’si postmenopozaldi. Tamoksifen
kullanan 1012 hasta içerisinde DVT ve/veya PTE görülme
sıklığı % 0,98 olarak hesaplandı. Herhangi bir hormonoterapi
almayanlarda bu oran %0,83’tü.
Sonuç:
Tamoksifen, hormon reseptör pozitif meme kanseri olgularında
en sık kullanılan selektif östrojen modülatörü olmasına rağmen
venöz tromboemboli riski ile ilişkisi tam olarak anlaşılamamıştır.
Bun konuyla ilgili yapılan çeşitli araştırmalarda risk artışı
bulunmuştur. Bu çalışmanın sonuçları eldeki bu verileri
desteklemektedir.
EP-217
MEME KANSERLİ HASTALARDA YETERSİZ LENF NODU
ÖRNEKLEMESİNİN HASTALIKSIZ SAĞKALIM İLE İLİŞKİSİNİN
İNCELENMESİ
ZAFER ARIK
1
, DENİZ YÜCE
1
, SERCAN AKSOY
1
, M. ALİ
NAHİT ŞENDUR
2
, ŞEBNEM YAMAN
2
, UĞUR ŞAHİN
1
, KADRİ
ALTUNDAĞ
1
1
¹HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ONKOLOJİ
ENSTİTÜSÜ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
²ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Meme kanserinde aksiller lenf nodu tutulumu önemli
prognostik faktörlerdendir. Lenf nodu tutulumu evrelendirmede
de kullanılan önemli bir parametredir. Kılavuzlarda yeterli
bir diseksiyon için en az 10 aksiller lenf nodunun çıkarılması
önerilmektedir. Yapılan bazı çalışmalarda, aksiller lenf nodu
diseksiyonunun sağkalım üzerine anlamlı etkisinin olmadığı
belirtilmektedir. Bu çalışmada yetersiz lenf nodu diseksiyonu
(<10 lenf nodu) yapılan meme kanseri hastaları ile ≥ 10 lenf nodu
diseksiyonu yapılan hastaların sağkalımları karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
2004-2012 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji
Kliniği’nde takip edilen meme kanseri hastalarının verileri
retrospektif olarak değerlendirildi. Tanı anında metastatik
olmayan 1841 meme kanseri hastası yapılan aksiller lenf nodu
diseksiyonunda çıkarılan lenf nodu sayısına göre <10 lenf nodu
veya ≥10 lenf nodu olarak iki gruba ayrılmıştır.
Bulgular:
1841 hastanın 1480’inde ≥10 lenf nodu diseksiyonu yapılmıştır.
Yetersiz lenf nodu diseksiyonu ise 361 hastada uygulanmıştır.
Yetersiz lenf nodu diseksiyonu uygulananlarda ortalama yaş
50.6 yıl iken diğer grupta 52.02 (p=0,046) saptandı. Yetersiz
lenf nodu diseksiyonu uygulananlarda istatistiksel olarak
anlamlı olarak daha fazla hormon reseptör reseptör pozitifliği
ve HER-2 negatifliği saptanmıştır. Takip süresi boyunca ortanca
sağkalıma henüz ulaşılamamıştır. Hastalıksız sağkalım (DFS)
incelendiğinde ise yeterli lenf nodu diseksiyonu yapılanların
daha yüksek evreli olmalarına (p<0,001) rağmen istatistiksel
olarak anlamlı olmamakla birlikte DFS’de artış saptandı (Tablo 1).
Lenf nodu tutulumu olmayan hastalarda yapılan analizde yeterli
sayıda lenf nodu diseksiyonu uygulananlarda istatistiksel olarak
ortanca DFS daha iyi saptandı. Yetersiz lenf nodu diseksiyonu
yapılanlarda ortanca DFS 96.5 ay (%95 CI, 64.5-128.4 ay) iken
≥10 lenf nodu diseksiyonu yapılanlarda ise 168.1 ay (%95 CI,
85.2-250 ay) olarak saptandı (p<0.001) (Şekil 1).
Sonuç:
Meme kanserinde aksiller diseksiyonun gerekliliği, çıkarılması
gereken lenf nodu sayısı ile ilgili fikir ayrılıkları devam etmektedir.
Bazı çalışmalarda aksiller diseksiyonun sağkalımı artırmadığı
belirtilirken bazı çalışmalarda ise lenf nodu tutulumu olmayan
hastalıkta bile yeterli lenf nodu diseksiyonun sağkalımı arttırdığı
belirtilmektedir. Bu artışta yeterli lokal kontrolün sağlanması ve
‘stage migration’ gibi parametrelerin olduğu düşünülmektedir.
Bizim çalışmamızda tüm hastalarımızın olduğu analizde ≥10
lenf nodu diseksiyonu yapılanlarda DFS’da iyileşme olmasına
rağmen istatistiksel anlamlılık elde edilememiştir. N0 hastalıkta
ise ≥10 lenf nodu diseksiyonu uygulananlarda belirgin DFS
artışı saptanmıştır (p<0.001).
EP-218
N3 MEME KANSERLİ HASTALARDA METASTATİK LENF
NODU SAYISINA GÖRE HASTALIKSIZ SAĞKALIM FARKININ
İNCELENMESİ
ZAFER ARIK
1
, DENİZ YÜCE
1
, SERCAN AKSOY
2
, M. ALİ
NAHİT ŞENDUR
2
, ŞEBNEM YAMAN
2
, UĞUR ŞAHİN
1
, KADRİ
ALTUNDAĞ
1
1
¹HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ONKOLOJİ
ENSTİTÜSÜ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
²ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
240
Amaç:
Meme kanserinde aksiller lenf nodu tutulumu en önemli
prognostik faktörlerdür. Evrelendirmede 1-3 lenf nodu
tutulumu N1, 4-9 lenf nodu tutulumu N2, ≥10 lenf nodu
tutulumu N3 hastalık olarak belirlenmiştir. Tutulan lenf nodu
sayısı artıkça prognoz kötüleşmektedir. Bu çalışmamızda
N3 hastalıkta metastatik lenf nodu sayısına göre hastalıksız
sağkalım incelenmiştir.
Gereç ve Yöntem:
2004-2012 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji
Kliniği’nde takip edilen 2218 meme kanseri hastasının verileri
retrospektif olarak değerlendirildi. Metastatik olmayan meme
kanseri hastalarının 208’inde N3 hastalık saptandı. N3 hastalar
metastatik lenf nodu sayısına göre 10-20, 21-30,>30 olacak
şekilde 3 grupta incelendi.
Bulgular:
Çalışmaya dahil edilen 208 hastanın 152’sinde 10-20 lenf
nodu, 39’unda 20-30 lenf nodu, 17’sinde ise >30 lenf nodu
metastazı saptandı. Üç grup arasında ER, PR, HER-2(+)’liği, yaş
farkı saptanmadı (Tablo 1). Genel sağkalım (OS) incelendiğinde
metastatik lenf nodu sayısı arttıkça OS’nin azaldığı fakat bu
azalmanın anlamlı olmadığı saptandı (Tablo2). Hastalıksız
sağkalım (DFS) gruplar arasında karşılaştırıldığında ise, anlamlı
bir farklılık saptanmadı (Tablo 3).
Sonuç:
Meme kanserinde aksiller lenf nodu tutulumu en önemli
prognostik faktörlerden bir tanesidir. Metastatik lenf nodlarının
sayısı arttıkça, evresi de artmakta, genel sağkalım ve hastalıksız
sağkalım azalmaktadır. Çalışmamızda N3 hastalık kendi içinde
gruplara ayrıldığında genel sağkalım ve hastalıksız sağkalımda
fark saptanmamıştır.
EP-219
POSTMENOPOZAL MEME KANSERLİ HASTALARDA
GERİATRİK VE GERİATRİK OLMAYAN HASTA GRUPLARININ
KARŞILAŞTIRILMASI
HASAN MUTLU
1
, ABDULLAH BÜYÜKÇELİK
1
, ZEKİ AKÇA
2
,
TUNCAY ASLAN
3
, HEDİYE UĞUR
3
, ABDÜLSAMET ERDEN
3
1
ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ
2
MERSİN DEVLET HASTANESİ
3
KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Yeni tanı almış meme kanserli hastaların yarısından fazlası 65
yaş ve üstüdür. 65 yaş ve üstü hastalar Geriatrik Hasta Grubuna
girmektedir ve prognozları daha genç hastalara gore daha
iyidir. Çalışmamızda postmenopozal meme kanserli hastalarda
geriatrik ve geriatrik olmayan hastalar prognostik faktörler ve
yaşam süresi açısından değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden toplam 291
postmenopozal meme kanseri hasta çalışmaya alınmıştır.
Geriatirk grupta 108 hasta, geriatrik olmayan grupta 183 hasta
vardı. Gruplar yaş, evre, histoloji, reseptör durumu, grad,
lenfovasküler invazyon, hastalıksız sure ve tüm yaşam süresi
açısından analiz edildi. Ki kare ve KaplaMeier sağkalım analizi
yapıldı.
Bulgular:
Lenfovasküler invazyon oranı geriatric olmayan hastalarda
anlamlı olarak fazla iken (p=0,008), diğer faktörler açısından
anlamlı fark yoktu. Hastalıksız sure ve tüm yaşam süresi
benzerdi.
Sonuç:
Postmenopozal geriatrik meme kanserli hastalarda,
postmenopozal geriatrik olmayan hastalara göre lenfovasküler
invazyon oranı daha düşüktür.
EP-220
AROMATAZ İNHİBİTÖRÜ VE TAMOKSİFEN KULLANAN MEME
KANSERLİ HASTALARDA KAROTİS İNTİMA MEDİA KALINLIĞI
MEHMET ARTAÇ
2
, UMUTTAN DOĞAN
1
, LOKMAN KORAL
2
,
İLKER POLAT
2
, ÇAĞLAYAN GEREDELİ
2
, TUNÇ GÜLER
2
, CEM
BÖRÜBAN
2
, KURTULUŞ ÖZDEMİR
1
1
KONYA ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ
ANABİLİMDALI
2
KONYA ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BD
Amaç:
Aromataz inhibitörleri (Aİ) ve tamoksifen dislipidemiye neden
olarak ateroskleroz oluşumunu hızlandırabilirler. Karotis
intima media kalınlığı (KİMK) aterosklerozun erken bir belirteci
olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada amacımız uzun süreli
aromataz inhibitörü ve tamoksifen kullanan hastalarda karotis
intima media kalınlığı ölçümü ile bu ilaçların ateroskleroz
üzerine olan etkilerini incelemektir.
Gereç ve Yöntem:
Meme kanserli hastalardan bir yıldan daha uzun süreli adjuvan
Aİ ve tamoksifen kullanan 40 hasta çalışmaya alındı. Önceden
bilinen diabet, dislipidemi, ve hipertansiyon gibi ateroskleroz
ile ilgili risk faktörü olan hastalar çalışmaya alınmadı. KİMK
ölçümü ‘Mannheim İntima Media Kalınlığı Uzlaşı Kriterleri’ne
göre yapıldı.
Bulgular:
Aİ kullanan 20 hastanın ve tamoksifen kullanan 20 hastanın
ortalama yaşları sırasıyla; 55 ve 46 (p=0.004) bulundu. Aİ
(ortalama: 40.5 ay) ve tamoksifen (ortalama: 37.4 ay) kullanan
hastaların tedavi süreleri arasında fark yoktu (p>0.05). Aİ
ve tamoksifen kullanan hastaların kilo, VKİ, LDL, trigliserid
değerleri arasında fark yoktu. Her iki grupta sağ ve sol KİMK
ölçümleri arasında fark saptanmadı (p>0.05).
Sonuç:
Bu çalışma meme kanserli hastalarda uzun süreli Aİ ve
tamoksifen kullanımının risk faktörü olmayan hastalarda
KİMK açısından fark oluşturmadığını göstermektedir. Aİ’ne
bağlı kardiyak yan etkilerin nedenlerini araştıran daha ileri
çalışmalara ihtiyaç vardır.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
241
EP-221
NEOADJUVAN TAKSAN İÇEREN KEMOTERAPİ UYGULANAN
LOKAL İLERİ EVRE MEME KANSERİ HASTALARINDA
PATOLOJİK TAM YANIT ORANLARI
FURKAN SARICI , TANER BABACAN , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ HASTANESİ MEDİKAL
ONKOLOJİ ÜNİTESİ
Amaç:
Lokal ileri evre meme kanserinde ilk tedavi seçeneği
kemoterapidir. Neoadjuvan sistemik tedavi uygulanan
meme kanseri hastalarında patolojik tam yanıt elde edilmesi
durumunda rezidü tümörü olan hastalara oranla sağkalım
avantajı elde edilmektedir. Bu çalışmada neoadjuan taksan
içeren sistemik kemoterapi alan meme kanseri hastalarında
patolojik tam yanıt oranlarını belirlemeyi amaçladık.
10>10> Dostları ilə paylaş: |