Sonuç:
İnoperabıl olgularda (Evre IIIA, IIIB, IIIC) ilk secenek tedavi,
neoadjuvan sistemik kemoterapidir. Hormon duyarlı
tümorlerde, hormonal tedavinin neoadjuvan kullanımı
hasta bazında değerlendirilmelidir. İleri yaş, performans
durumu duşuk, agresif olmayan, hormon duyarlı tumorlerde
neoadjuvan hormonal tedavi onerilebilir. Secilecek hormonal
ajanlar öncelikle aromataz inhibitorleridir.
EP-277
NOD-NEGATİF MEME KANSERİNDE PROGESTERON
RESEPTÖRÜNÜN SAĞKALIM ÜZERİNE ETKİSİ
FATMA P. TÜRKÖZ , ÖZGE KESKİN , MUSTAFA SOLAK , FURKAN
SARICI , TANER BABACAN , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Bu çalışmada nodal tutulumu olmayan meme kanseri tanılı
hastalarda östrojen ve progesteron reseptör (PR) durumuna
göre hastaların tümör özellikleri ve sağkalım oranları incelendi.
Gereç ve Yöntem:
1995-2011 tarihleri arasında tanı alan, Hacettepe Üniversitesi
Medikal Onkoloji Kliniği’nde takip ve tedavi edilen 2218
meme kanserli hastadan, nodal tutulumu olmayan ve hormon
reseptör durumu bilinen 864 hastanın verileri retrospektif
olarak incelendi. Hastalar ER+/PR+, ER+/PR- , ER-/PR+ ve ER-/
PR- olmak üzere dört gruba ayrıldı. İstatistiksel analiz için
Pearson ki-kare ve Kaplan-Meier testleri kullanıldı.
Bulgular:
ER+PR+ grup 575 (%66.6), ER+PR- grup 64 (%7.4), ER-
PR+ grup 43 (%5.0) ve ER-PR- grup 182 (%21.1) hastadan
oluşmaktaydı. Hastaların medyan yaşı 48 yıl (20-83) olup, tüm
gruplarda benzerdi (p=0.18). PR- tümörlü hastalar çoğunlukla
postmenopozoal evrede başvurmuşlardı (p=0.021). Medyan
266
takip süresi 29 aydı. Tümör özellikleri ve hastaların aldığı
tedaviler tablo1’de, sağkalım süreleri ise grafik 1’de gösterildi.
Sonuç:
PR tümörü olan hastalarda ileri evre ve HER-2 pozitif
meme kanseri daha sık gözlenirken, ER- gruplardaki
hastalar daha yüksek gradlı tümörle başvurmaktadır.
PR+ tümörü olan hastalar, ER+ tümörü olan hastalarla
karşılaştırıldığında, daha uzun sağkalım süresine sahiptir.
Çalışmamızda PR durumunun nod-negatif meme kanserinde
önemli bir prognostik faktör olduğu gösterilmiştir.
EP-278
VİNORELBİN VE TETRAPLEJİ: OLASI İLİŞKİ
ERTUĞRUL BAYRAM , SEMRA PAYDAŞ , FİLİZ KOÇ , KENAN
BIÇAKÇI
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Onkoloji pratiğinde sıklıkla kullanılan ilaçlardan biri olan
vinorelbin, diğer yan etkilerinin yanısıra nörolojik toksisitelere
de yol açabilir. Nöropati ve miyopati iyi bilinen yan etkiler
olmakla birlikte parapleji, quadripleji ve tetrapleji nadir de olsa
görülebilir.
Gereç ve Yöntem:
66 yaşinda kadın hasta 20 yıldır romatoid artrit ve 10 yıldır tip-
II diyabet tanıları ile izlenmekteyken 1 yıl önce meme Ca tanısı
almış. Lenf nodu negatif ve hormon sensitif hastalık nedeniyle
aromataz inhibitöür ile izlenmekte iken 1 yılın sonunda
akciğer ve kemik metastazları saptandı. Metastatik hastalık
nedeniyle vinorelbin başlandı. 4 kür kemoterapiden 10 gün
sonra halsizlik, yorgunluk, yürümede zorluk yakınmaları ile acile
başvurdu. Muayenesinde quadriparazi nedeniyle yatırılarak
izleme alındı. Serebral ve spinal MR ve BOS incelemeleri ve
EMG yapıldı.
Bulgular:
Takibinde üst ekstremitedeki parezi geriledi ancak alt
ekstremitelerde düzelme olmadı. Serebral MR’da serebral
atrofi saptanırken serebral ödem veya metastaz saptanmadı.
Spinal MR’da torakal 11-12 vertebra korpus fraktürü, parsiyel
medulla spinalis basısı, C3-7 de spinal kanal darlığı ve osteofit
faset eklem hipertrofisi saptandı.. EMG’de duyusal egemen
ve alt extremitelerde daha belirgin, aksonal dejeneresyon
ve segmentel demiyelinizasyonla karakterize polinöropati
saptandı. BOS örneginde hücre ve atipik hücre saptanmadı.
Kültür negatif idi ve BOS biyokimyasal incelemede: glukoz:
111mg/dl, protein: 88 mg/dl, LDH: 13IU, Na: 131mEq/L idi.
Nöroloji kliniğince yapılan değerlendirmede mevcut klinik
durum vinorelbin ile ilişkilendirildi.
Sonuç:
Vinorelbin metastatik meme Ca tedavisinde de kullanılan
bir ilaçtır. Polinöropati ve miyopati beklenen yan etkileridir.
Özellikle hastada mevcut diyabet ve romatoid artrit nedeniyle
bu etki daha aşikar olmuş ve klinik tablonun kötüleşmesine
katkıda bulunmuş olabilir. Çok nadir de olsa vinorelbin sonrası
quadriparazi takibinde quadripleji ve tetrapleji yazılmıştır.
Nadir görülmesi ve ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle olgu
sunulmuştur.
EP-279
LAPATİNİB TEDAVİSİ ALAN 20 HASTANIN DEĞERLENDİRMESİ
TANER BABACAN , FATMA PAKSOY TÜRKÖZ , MUSTAFA SOLAK,
ZAFER ARIK , FURKAN SARICI , İBRAHİM PETEKKAYA , KADRİ
ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Lapatinib, HER-2 ve EGFR inhibisyonu yaparak etki gösteren
tirozin kinaz inhibitörüdür ve HER2 pozitif, ilerlemiş veya
metastatik meme kanserli (MMK) hastaların tedavisinde
kullanılmaktadır. Bu çalışmada lapatinib tedavisi alan
hastalarımızın klinik ve patolojik özellikleri, genel sağkalım (OS)
ve hastalıksız sağkalım (DFS) oranları araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
2008-2011 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Medikal
Onkoloji Bölümü’nde kapesitabin ve lapatinib kombinasyon
tedavisi uygulanan MMK tanılı 20 hastanın verileri analiz edildi.
Bulgular:
Medyan yaşları 47 yıl (26-79) olup, %55.5’i premenopozal,
%45’i postmenopozaldi. 18 hastada invaziv duktal karsinom
saptandı. %15’i T1, %60’ı T2, %15’i T3 ve %5’i T4 tümörle
başvurdu (%60 evre 3 hastalık). %50’sinde grad 3 tümör
gözlendi. Tüm hastalar nod-pozitifti. %40’ında HER-2 pozitif,
%60’ında luminal B tipi saptandı. ER, PR sırasıyla %30 ve %55
idi. En sık metastaz bölgeleri sırasıyla akciğer, karaciğer ve
kemikti. 11 hastaya adjuvan, 6 hastaya neoadjuvan kemoterapi
uygulandı. Medyan 72 aylık takipte 11 hasta kaybedildi.
Medyan OS 70 ay (41-99), DFS 19 ay (1.5-36.5) bulundu. 7
hastada beyin, 5 hastada karaciğer, 4 hastada akciğer metastazı
geliştikten sonra; medyan 4. basamaktan itibaren lapatinibin
tercih edilmişti. Lapatinib sonrası medyan DFS 5 ay (3.2-6.7),
OS 19 ay (15.4-22.6) bulundu.
Sonuç:
Yapılan çalışmalarda kapesitabin ve lapatinib kombinasyon
tedavisi alan hastalarda cevap oranı %22 bulunmuş olup,
bildirilen DFS 8.4 aydır. Hastalarımızda medyan DFS daha kısa
saptanırken, OS literatüre benzer bulunmuştur ancak daha
geniş ölçekli çalışmalara gereksinim vardır.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
267
EP-280
MEME KANSERLİ BİR VAKADA TTF-1 POZİTİFLİĞİ
ÇİĞDEM USUL AFŞAR
1
, SEMRA PAYDAŞ
1
, DERYA
GÜMÜRDÜLÜ
2
, MERAL GÜNALDI
1
, VEHBİ ERÇOLAK
1
, ARBİL
AVCI AÇIKALIN
2
1
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ BD
2
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ BD
Amaç:
TTF-1, özellikle tiroid, akciğer ve (peri) diensefalik yapılardan
köken alan tümörler tarafından eksprese edilir. Meme
karsinomlarında da %2,4 gibi bir pozitiflik oranına sahiptir. Bu
meme karsinomlarının çoğunluğu küçük hücreli orijine sahiptir.
TTF-1 ölçümünde kullanılan alt klonun sonucu etkileyebildiği
düşünülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
64 yaşında kadın hastaya, 2000 yılında, 53 yaşında iken
invaziv duktal meme karsinomu tanısı ile sağ mastektomi ve
aksiler lenf nodu diseksiyonu yapılmıştı. Hasta sonrasında 5
yıl kadar tamoksifen kullanmıştı. 2009 yılında çekilen toraks
BT’de akciğerde kitle saptanan hastanın, Ağustos 2010’da
yapılan bronkoskopik biyopsisinde akciğer adenokarsinomu,
TTF-1 pozitif, ER(-), PR(-), cerbb2 (+++) olarak saptandı.
Hastaya sırasıyla 6 kür cisplatin, paklitaksel kemoterapisi, 4 kür
erlotinib kemoterapisi, 6 kür cisplatin+vinorelbin kemoterapisi
uygulandı. 02.12.2010 PET-BT’de sağ akciğer üst lobda, sağ
akciğer alt lob bronşunu saran hipermetabolik kitleler, sağda
plevral effüzyon, mediastende lenf nodları (metastatik)
saptandı. 01.2011’de perikard effüzyonu gelişen hastanın
31.01.2011 tarihli patolojisinde, adenokarsinom metastazı,
perikard biyopsisi olarak raporlandı. 04.03.2011 tarihli toraks
BT’de sağ akciğer alt lob posterobazalde lenfanjitik yayılım,
her iki akciğerde metastaza yol açan malign kitlesel lezyon,
mediastinal lenfadenopatiler, perikardial ve plevral metastaz,
progresif hastalık olarak raporlandı. Hasta şu anda gemsitabin
1 gr/m2 ve karboplatin 280 mg kemoterapisi almaktadır.
Bulgular:
Bu hastada 2009 yılında akciğerde kitle saptandığında
öncelikle meme karsinomu metastazı olabileceği düşünüldü.
Ancak hastanın meme operasyonu dış merkezde yapılmıştı.
Bu sebeple de meme patoloji preperatlarına ulaşılamadığı
için tümörün ER, PR ve cerbb2 ekspresyon durumu
bilinmemekteydi. Akciğerdeki lezyonun patolojisinde de TTF-
1 pozitif olmasına rağmen cerbb2(+++) olması üzerine meme
kanseri metastazı olabileceği düşünüldü. İlk kemoterapilerinde
hastaya patoloji raporu dikkate alınarak primer akciğer kanseri
şeklinde kemoterapi uygulanmasına rağmen hastalık progrese
oldu. Bunun üzerine hastada cerb2(+++) liği dikkate alınarak,
akciğerdeki lezyonlarının meme kanserine bağlı olma olasılığı
düşünülerek gemsitabin ve karboplatin kemoterapisine geçildi.
Hasta şu anda kliniğimizden takipli olup hastalığı kontrol
altındadır, progresyon izlenmemiştir.
Sonuç:
TTF-1 invaziv duktal meme karsinomlarında %2,4 oranında
pozitif saptanabilmektedir. Akciğerde de kitlesi olan meme
karsinomlu vakalarda dikkatli olunmalıdır. Şüpheli vakalarda
ER, PR ve cerbb2 pozitifliği ayırıcı tanıda kullanılabilir.
EP-281
METASTATİK MEME KANSERİNDE TEK AJAN ORAL
KAPESİTABİN KULLANIMI:TEK MERKEZ DENEYİMİ
İBRAHİM PETEKKAYA , UĞUR ŞAHİN , MUHAMMET CEMAL
KIZILARSLANOĞLU , ELSHAD HASANOV , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
Amaç:
Kapesitabin metastatik meme kanserinin tedavisinde
kullanılmaktadır. Bu çalışmada bölümümüzde metastatik
meme kanseri için ilk basamakta oral kapesitabin alan hastalar
retrospektif olarak değerlendirildi
Gereç ve Yöntem:
Hastane tabanlı bu retrospektif çalışmaya Ocak 2004 ve Ocak
2012 arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal
Onkoloji Bölümü’ne meme kanseri tanısıyla başvuran ve
histolojisi bilinen toplam 2289 kadın hasta arasından birinci
ve ikinci basamak sonrası tek ajan oral kapesitabin alan 66
(%2.8) hasta çalışmaya alındı. Histolojisi, yaş dağılımı, perinöral
invazyon, ekstrakapsüler invazyon, perinoral invazyonlar tespit
edildi. Menopoz durumu, yaş ortalaması, metastaz yerleri
belirlendi. Tüm istatistiksel analizler SPSS
®
versiyon 17 yazılımı
kullanılarak hesaplandı
Bulgular:
Kapesitabin alan hastaların ortanca sağkalım süreleri 172 aydı
(%95 GA, 91-252 ay). Kapesitabin alan 66 hastanın %9,1’i
(n=6) kapesitabini birinci basamak tedavide, %90,9’u (n=60)
ikinci basamak ve sonrasında kullanmıştı. Birinci basamakta
kapasitabin alan hastaların takipleri halen devam etmekte
olduğu için sağkalımları karşılaştırılamamıştır. %4.5’i Evre I
(n=3), %30.3’ü Evre II (n=20), %53’ü Evre III (n=35) idi. Ekstra
kapsüler invazyon mevcuttu (n:14, %21.2). 25 hastada (%37.9)
lenfo Vasküler İnvazyon mevcuttu. 5 hastada (%7,6) perinöral
invazyon mevcuttu
Sonuç:
Metastatik meme kanseri tedavisinde birçok hasta evde kalma
isteği ve oral kullanımın kolay ve ulaşılabilir olması nedeniyle
oral kapesitabini tercih etmektedir. Metastatik meme
kanserinin birinci basamak oral kapesitabin kullanan 1. ve
ikinci basamaktaki hastaların ortanca sağkalım süresinin uzun
olaması bu fikri desteklemektedir.
EP-282
TRİPL NEGATİF MEME KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK
VE PATOLOJİK ÖZELLİKLERİNİN RETROSPEKTİF OLARAK
İNCELENMESİ
İBRAHİM PETEKKAYA
1
, ALPER ALNAK
1
, ÖMER VURAL
1
, UĞUR
ŞAHİN
1
, DENİZ YÜCE
2
, KADRİ ALTUNDAĞ
1
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
2
ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, PREVANTİF ONKOLOJİ
BİLİM DALI
Amaç:
Meme kanseri patolojik ve moleküler olarak heterojen bir
kanserdir. Çeşitli yaşam tarzı özellikleri, ailesel ve genetik
268
özellikler ile ilişkisi bilinmektedir. Yakın zamanda yapılan
çalışmalarda meme kanserinin immünohistokimyasal olarak
ayırt edilebilen alt tipleri belirlenmiştir
Gereç ve Yöntem:
Hastane tabanlı bu retrospektif tanımlayıcı çalışmaya 2004 ve
2012 arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal
Onkoloji Bölümü’ne meme kanseri tanısıyla başvuran ve
histolojisi bilinen toplam 2218 kadın hasta alındı
Bulgular:
Hastaların 244’ünün (% 11,0) tripl negatif hastalığı olduğu
görüldü. Ortanca tanı yaşı 47 (20-83) idi, % 32,4’ünde (n=79)
oral kontraseptif ve/veya hormon tedavisi kullanımı mevcuttu.
Hastaların % 48,4’ü (n=118) post-menapozaldi. Tripl negatif
hastalarda sık görülen histoloji infiltratif duktal karsinomdu
(n=202, % 82,8). Tripl negatif hastaların % 73,7’si (n=180)
evre 2 veya 3 hastalığa sahipti. Lenf nodu pozitif hastalık
% 51,6 (n=126), metastatik hastalık % 5,3 (n=13) oranında
görülmekteydi. En sık metastaz yerleri sırasıyla akciğer (n=9, %
69,2), kemik (n=5, % 38,5) idi. Hastaların % 14,7’ünün (n=36)
takiplerinde nüks gelişti. İzleminde mortalite % 10,7 (n=26) idi.
Ex olan hastaların tanı anından itibaren ortaca yaşam süresi 25
ay olarak hesaplandı
Sonuç:
Triple negatif meme kanserli hastaların tanı anında düşük
yaşta, yüksek dereceli tumor sahibi, ileri evre kanser hastaları
olduğu söylenebilir. Bu hastalarda trastuzumab ve hormonal
tedavilerden yeterince faydalanılamaması tümörün kötü
prognozunda önemli role sahiptir.
EP-283
NULLIPAR, 30 YAŞ ALTINDA DOĞUM YAPAN VE 30 YAŞ
ÜZERINDE DOĞUM YAPAN MEME KANSERI OLGULARININ
PATOLOJIK ÖZELLIKLERININ KARŞILAŞTIRILMASI
MURAT TURGUTALP
1
, İBRAHİM PETEKKAYA
1
, DENİZ YÜCE
2
,
BERFU KORUCU
1
, FURKAN SARICI
1
, MUHAMMET CEMAL
KIZILARSLANOĞLU
1
, KADRİ ALTUNDAĞ
1
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
2
ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, PREVANTİF ONKOLOJİ
BİLİM DALI
Amaç:
İlk çocuğunu doğurma yaşı meme kanserine yakalanma
açısından önemlidir. Merkezimizde takip edilen nullipar meme
kaserli hastaları incelemek amaçlanmıştır
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde takip edilen 2125 meme kanseri olgularının
verileri restrospektif olarak değerlendirildi
Bulgular:
Histopatolojik tiplerine göre gruplandırıldıklarında %77,7’si
IDC (Infiltratif Duktal Karsinom), %5,2’si ILC (Infiltratif Lobuler
Karsinom), %8.40’ı IDC+ILC, %1’i tübüler idi. Hastalar yaş
gruplarına göre ayrıldıklarında patolojik tiplerine göre
dağılımlarının benzer olduğu görüldü. ER (+)’liği bakımından
gruplar arasında genel dağılım açısından fark olmadığı
görüldü (p=0,126). ER (+)’liği açısından gruplar ayrı ayrı
değerlendirildiğinde nulliparların %71,30’unda, IDY<30
olanların %63,90’ında, IDY ≥30 olanların %65,70’inde ER (+)’liği
saptandı. Nulliparlarda ER (+)’liğinin yüksekliği anlamlı olarak
değerlendirildi (p=0,03). PR ve HER2 (+)’liği bakımından gruplar
arasında genel dağılım açısından fark olmadığı görüldü (p=0,220
/ p=0,126). Hastalar triple(-)’lik açısından değerlendirildiğinde
nulliparların %9,6’sının, IDY< 30 olanların %10.8’sinin, IDY ≥30
olanların %7.4’ünün triple(-) olduğu saptandı.
Sonuç:
Nullipar hastalardaki ER (+)’liğinin diğer gruplarla
karşılaştırıldığında daha yüksek olduğu tespit edildi. Hiç doğum
yapmamış olmak meme kanserine yakalanma açısından risk
yaratan bir durumdur. Bununla birlikte bu grupta hormon
reseptör (ER) pozitifliğinin yüksek olması, hastaların tedaviden
daha fazla fayda göreceğinin bir göstergesi olabilir.
EP-284
KOLESİSTEKTOMİ HİKAYESİ OLAN MEME KANSERLİ
HASTALARIN KLİNİK, PATOLOJİK VE DEMOGRAFİK
ÖZELLİKLERİ
İBRAHİM PETEKKAYA , BURCU ŞAHİN , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ, ANKARA, TÜRKİYE
Amaç:
Kolesistektomi geçirmiş kişilerde kolorektal kanserler, meme
kanseri ve üreme sistemi organlarında kanser riskinin artmış
olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda, kolesistektominin
en fazla meme kanseri riskini artırdığı saptanmıştır.
Kolesistektomi sonrası meme kanserinde artış olmadığına
dair yayınlar da bulunmaktadır. Bu çalışmada, kolesistektomi
öyküsü olan hastalarla olmayan hastaların klinik ve patolojik
özellikleri retrospektif olarak karşılaştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
2002-2012 yılları arasında arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Medikal Onkoloji Bölümüne başvuran 2238 meme
kanseri tanısı almış hasta, retrospektif olarak, dosya tarama
yöntemiyle değerlendirilmiştir.
Bulgular:
2238 hastadan 93’ünün (%4.2) kolesistektomi hikayesi olduğu
tespit edilmiştir. Bu hastaların tanı anındaki yaş ortalamasının,
kolesistektomi hikayesi olmayan hastalardan anlamlı olarak farklı
olduğu saptanmıştır (Student T-testi, p<0.001). Kolesistektomi
geçirmiş hastaların vücut kitle endeksi, kolesistektomi öyküsü
olmayan hastalardan anlamlı olarak farklıdır. Yaş ortalaması
kolesistektomi olan hastalar için 56.6, diğerleri için 48.9
olarak hesaplanmıştır. Vücut kitle indekslerinin ortancası
kolesistektomi olanlarda 29,5 olmayanlarda 27,6 olarak
hesaplanmıştır. Hastaların değerlendirilmeye alınan diğer
özelliklerinde anlamlı fark saptanmamıştır (Tablo-1). Hastalıksız
ortanca sağkalım, kolesistektomi yapılmış hastalar için 150,833
ay, kolesistektomi yapılmamış hastalar için 111,433 aydır.
Hastalıksız ortanca sağkalımlar arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptanmamıştır.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
269
Sonuç:
Anatomik ve fizyolojik olarak birbirinden farklı iki organın
sık rastlanan patolojileri arasındaki ilişkiyi tespit etmek
oldukça zordur. Araştırmamızın sonuçlarının klinik olarak
yorumlanabilmesi için patofizyolojik mekanizmaları araştıran
çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
EP-285
TİROİD BEZİNİN PLEOMORFİK LEİOMYOSARKOMU: İYİ
PROGNOZLU VE ENDER GÖRÜLEN BİR ANTİTE
İBRAHİM PETEKKAYA , GAMZE GEZGEN , EMİR CHARLES
ROACH , KADRİ ALTUNDAĞ , İBRAHİM GÜLLÜ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
Amaç:
Tiroid bezinin primer düz kas tümörleri çok enderdir.
Leiomyosarkomların preoperative tanısının konması çok
zordur. Bu çalışmamızda, cerrahi rezeksiyonun ardından üç
sene boyunca rekürrens olmadan takip edilen tiroid bezinde
pleomorfik leiomyosarkom vakası ele almaktayız
Gereç ve Yöntem:
Tiroid bezinde pleomorfik leiomyosarkom vakası ele almaktayız
Bulgular:
Boyun USGsinde sol lob inferiorda 70X40 mm boyutlarında
lobule kontorölü kistik alanlar içeren heterojen hipoekoik
nodüler lezyon izlenmiştir. Servikal LAP saptanmamıştır. Boyun
BT tiroid sol lobü normalden büyük üst mediastende trakeayı
sol ve arkadan çevreleyerek toraks içine uzanan kitle görüldü.
Uzak metastaz yoktu. Hastaya sol lob total lobektomi yapıldı.
Tümör hücrelerinde vimentin desmin ve alfa 1 antitripsin ile
diffüz kuvvetli pozitif boyama izlenmiş EMA ile fokal immune
boyama gözlenmiştir. Tiroid dokusuna özgün belirteçler
(tiroglobulin vs) negatiftir. Tanı malign mezenkimal neoplasm
(pleomorfik leiomyosarkoma) olarak konulmuştur.Tedaviye
geç gelen hastanın 5 ay sonraki PET sonucuna gore metastatic
hastalığa dönüşmüş oldu. IMA başlandı. Kontrol BT’sinde sol
akciğer alt lob mediobazal segmentteki nodülün 5.5X3 cm’e
çıktığı tespit edildi. Sol akciğere wedge rezeksiyonu uygulandı.
Patolojisi sarkom metastazı ile uyumlu geldi. Hastaya oral
siklofosfamid ve etoposid başlandı. (siklofosfamid etposoid
21 gün) . Hasta halen oral etoposid ve siklofosfamid tedavisi
altında şikayeti olmaksızın takip edilmektedir.
Sonuç:
Tiroid bezinde leiomyosarkomlar hakkında literatürde bilgi çok
azdır ve bundan dolayı daha büyük çalışmalar ile tanı ve tedavi
modalitelerine yönelik araştırmaların yapılması gerekmektedir.
EP-286
RENAL HÜCRELİ KARSİNOMUN İLK BULGUSU OLARAK DİLDE
METASTAZ
İBRAHİM PETEKKAYA , GAMZE GEZGEN , EMİR CHARLES
ROACH , KADRİ ALTUNDAĞ , İBRAHİM GÜLLÜ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
Amaç:
Renal malignensilerin arasında en sık tespit edilen renal hücreli
karsinoma yüksek derecede metastatik oluşuyla öne çıkar. En
sık görülen metastaz bölgeleri arasında akciğer (%76) bölgesel
lenf nodları (%66) kemik (%42) ve karaciğer (%41) vardır. Renal
hücreli kanserin dile metastazı ender olarak görülen bir olgudur.
Bu çalışmamızda, ilk bulgu olarak dilde kitle olarak tespit edilen
bir renal hücreli karsinoma vakası tarif edilmektedir
30> Dostları ilə paylaş: |