EP-304
METASTATİK MİDE KANSERİNDE İKİNCİ BASAMAK
İRİNOTEKAN TEDAVİSİ
YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , AHMET DİRİCAN , IŞIL SOMALI ,
ÇİĞDEM ERTEN , LÜTFİYE DEMİR , ALPER CAN , İBRAHİM
VEDAT BAYOĞLU , MURAT AKYOL , MUSTAFA OKTAY TARHAN
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Üst gastrointestinal sistem tümörleri oldukça öldürücü
seyreden kanserler arasında yer almaktadır. Sitotoksik
kemoterapi metastatik gastrik kanser için en etkili tedavi
modalitesidir.Birinci basamak tedavi ile yanıt alınamayan
hastalarda ikinci basamak tedavilerinin yanıt oranlarının
düşük ve toksite oranlarının daha yüksek olduğu görülmüştür.
Bu çalışmada İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
metastatik mide kanseri tanısıyla izlenen hastalarda 2.
basamak irinotekan tedavisinin ekinliği ve yan etki profili
retrospektif olarak değerlendirildi
Gereç ve Yöntem:
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji
polkliniğine Mayıs 2008 ile Temmuz 2011 yılları arasında
başvurmuş 31 metastatik gastric adenokanserli hastada ikinci
basamakta irinotekanın etkiniği ve toksite profili retrospektif
olarak değerlendirildi.Bütün hastalar ileri evre hastalık
için birinci basamakta cisplatin , fluoropyrimidin (5-FU) ve
docetaxel içeren kemoterapi rejimi aldı. İrinotekan tedavisi tek
ajan olarak 210 mg/m2’ den 21 günde bir veya 5-FU 500 mg/
m2 d1-2 ve kalsiyum folinat 60 mg/m2 d1-2 ile birlikte 180 mg/
m2 d1 olarak 14 günde bir verildi.
Bulgular:
Median yaş 54 (range , 31-70) saptandı. Kombine olarak
irinotekan median 6 kür (range, 3-12) tek ajan olarak ise
median 3 kür (range ,1-10) verildi. Metastaz altı hastada
(%19) bir alanda , 17 hastada (%55) iki farklı alanda , sekiz
hastada (%26) ise üç ve daha fazla alanda saptandı. Tümör
yanıt oranlarına bakıldığında dört hastada (%12.9) kısmi yanıt
, altı hastada (%19.3) stabil hastalık elde edildi. Progresyonsuz
sağkalım (PFS) 3.26 ay (95% CI, 2.3-4.2) saptandı. Median
genel sağ kalım (OS) 8,76 ay (95% CI, 4.5-12.9) saptandı. En sık
görülen grade 3-4 yan etki olarak nötrepeni izlendi. Bir hastada
komplike olamayan nötrepenik ateş gelişti. Tedavinin genel
olarak iyi tolere edildiği görüldü.
Sonuç:
Metastatik mide kanserinde ikinci basamak irinotekan
tedavisinin tolere edilebilir ve etkin bir tedavi olduğu görüldü.
Ancak bu konuyla ilgili daha ileri çalışmalar gerekmektedir.
EP-305
MESANEYE METASTAZ YAPMIŞ OLAN MİDE TAŞLI YÜZÜK
HÜCRELİ KARSİNOM OLGUSU
ORHAN ÖNDER EREN
1
, HÜLYA ÖZEL
2
, ÖMER ALICI
2
, MUSTAFA
SUAT BOLAT
3
, SADİ KEREM OKUTUR
1
1
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
2
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PATOLOJİ
BÖLÜMÜ
3
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÜROLOJİ
BÖLÜMÜ
Amaç:
Mesaneye uzak organlardan metastaz olması klinikte nadir
olarak rastlanılan bir tablodur. Mide adenokarsinomları meme
ve malin melanomlardon sonra mesaneye en sık metastaz
yapan üçüncü tümör grubunu oluşturmaktadır. Burada mide
karsinomu ile eşzamanlı teşhis konulan bir mesane taşlı yüzük
hücreli karsinom olgusunu sunacağız.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
279
Gereç ve Yöntem:
Bu olgu sunumu hastaya ait dosya verileri incelenerek
hazırlanmıştır.
Bulgular:
48 yaşında erkek hasta, birkaç aydır olan karın ağrısı ve karın
şişliği nedeniyle başvurdu. Fizik muayenede belirgin solukluk
ve asit tespit edildi. Yapılan tetkiklerde demir eksikliği anemisi
saptandı. Batın USG’de asit, yaygın batın içi lenfadenopatiler
ve sağda hidroüereteronefroz saptanmıştır. Batın BT’de
mide duvarında kalınlaşma, yaygın batın içi metastatik
lenfadenopatiler, mesane duvarında belirgin kalınlaşma,
peritoneal karsinomatozis tespit edildi. Hastaya dispeptik
yakınmalarının da olması nedeniyle üst gastrointestinal sistem
endoskopisi yapıldı. Üst GİS endoskopisinde korpusta kitle
saptandı. Yapılan biyopsi sonucu taşlı yüzük hücreli karsinom
olarak rapor edildi (figür 1). Asit sitolojisinde de taşlı yüzük
hücreli karsinom hücreleri tespit edildi. Asit sıvısından
hazırlanan hücre bloklarında sitokeratin 7 ile boyanma
saptanmış olup sitokeratin 20 ile boyanma tespit edilmedi.
Bu bulgular da mide adenokarsinomu metastazı ile uyumlu
bulundu. Hastaya hidronefroz, mesane duvarında kalınlaşma
ve hematüri nedeniyle yapılan sistoskopide bilateral üreter
ofislerini tıkayan papilonodüler kitleler saptandı. Sağ üreter
orisinden girilerek double j stent takıldı. Sol tarafa ise
daha sonra perkütan nefrostomi yerleştirildi. Mesaneden
alınan biyopsi sonucu taşlı yüzük hücreli karsinom olarak rapor
edildi (figür 2). Mevcut klinik tablo ve immünohistokimya
çalışmaları sonucunda mesaneye mideden metastaz olduğu
kabul edildi. Hastaya bu bulgularla performans skoru da
gözönüne alınarak hastaya haftalık ayarlanmış dozlarda
dosetaksel, sisplatin ve infüzyonel 5 fu kemoterapisinin
başlanması planlandı. Haftada 2-3 defa parasentez ihtiyacı
olan hastada tedaviyle parasentez ihtiyacının azaldığı, asit
miktarında azalma olduğu performans skorunda düzelme
olduğu gözlendi. Hasta 4 aydır bu tedaviyle takip edilmektedir.
Figür 1
X20 Midede nükleusları bir kenara itilmiş görünümde taşlı
yüzük görünümünde tümör hücreleri görülüyor.
Figür 2 X20 Mesanedeki tümörün taşlı yüzük hücreli
görünümünde olduğu izleniyor
Sonuç:
Metastatik karsinomlar mesane kanserlerinin sadece % 1’ini
oluşturmaktadır(1). Mesaneye en sık metastaz yapan tümörler
ise sırasıyla meme, malin melanom ve mide kanserleridir(1).
Taşlı yüzük hücreli mide karsinomlarının mesane metastazları
ile ilgili literatürde bildirilmiş az sayıda olgu bulunmaktadır.
Literatürde bildirilmiş olan az sayıda primer mesane taşlı yüzük
hücreli karsinomu olguları da bulunmaktadır(3,4).Yaklaşımın
farklı olması sebebiyle primer ve metastatik kanserlerin
ayırıcı tanısı önem taşımaktadır. Hastada mevcut klinik ve
laboratuar verileri ışığında mide kanseri metastazının daha
muhtemel olduğu düşünüldü. Bu olguda metastatik hastalık
nedeniyle palyatif kemoterapi ön planda düşünüldü. Hastanın
performans skorunun düşük olması nedeniyle haftalık ve
infüzyonel 5 fluorourasil içeren bir rejim uygun görüldü(5,6).
EP-306
METASTATİK KOLOREKTAL KANSER TEDAVİSİNDE XELOX
PROTOKOLÜNÜN ETKİNLİK VE GÜVENİLİRLİĞİ: TEK MERKEZ
DENEYİMİ
ZUHAT URAKÇI , MUHAMMET ALİ KAPLAN , MEHMET
KÜÇÜKÖNER , ALİ İNAL , ABDURRAHMAN IŞIKDOĞAN
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Kolorektal kanserler tüm dünyada mortalite nedenleri
arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmamızda
XELOX (kapesitabin+oxaliplatin) kemoterapisi kullanan
metastatik kolorektal kanser olgularımızı retrospektif olarak
değerlendirdik.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmamızda 2002 ve 2011 yılları arasında kliniğimizde
XELOX kullanan metastatik kolorektal kanser vakalarımızın yaş,
cinsiyet, performans statusu, histopatolojik alt tip, tümör
lokalizasyonu, hastalık evresi, radyoterapi alıp almadığı,
kemoterapinin kaçıncı basamak verildiği, yan etkiler, en
sık metastaz bölgeleri ve progresyonsuz sağ kalım gibi
parametrelerine bakıldı.
280
Bulgular:
Değerlendirilen 65 hastanın 29’u (%44,6) kadın, 36’sı (%55,4)
erkek hastalar olup ortanca yaşları 56,5 (21-74) olarak
saptandı. Tümör 40 (% 61,5) vakada kolon yerleşimli iken 25
(%38,5) vakada rektumda lokalize idi. Histopatolojik olarak 45
(%69,3) hastada adenokanser saptanırken 20 (%30,7) hastada
taşlı yüzük hücreli kanser saptandı. Vakaların 43 (%66,1)
tanesi tanı anında metastatikti. Metastaz saptanan bölgeler
25 (%38,4) vakada karaciğer, 14 (%21,5) vakada akciğer, 7 (%
10,7) vakada kemik, 5 (%7,6) vakada periton ve 14 (%21,5)
vakada diğer bölgeler olarak değerlendirildi. Radyoterapi
alan 19 (%29,2) vakamız mevcuttu. Xelox kemoterapisi 39
(%60,1) vakada 1.basamak, 22 (%33,8) vakada 2.basamak, 4
(%6,1) vakada da 3 ve sonrası basamaklarda kullanıldı. Median
kemoterapi uygulanma oranı 5 kür olarak saptandı. Verisine
ulaşılan 44 vakanın 7’sinde (%15,9) nötropeni, 2 (%4,5) vakada
febril nötropeni, 9 (%20,4) vakada anemi, 4 (%9,1) vakada
trombositopeni, 9 (%20,5) vakada diare, 4 (%9,2) vakada
nöropati, 12 (%27,2) vakada bulantı-kusma, 6(%13,6) vakada
stomatit ve 4 (%9) vakada el-ayak sendromu geliştiği saptandı.
Tüm hastalarda progresyonsuz sağkalım median 12 ay, 1.
basamakta 12 ay ve 2.basamakta 8 ay olarak saptandı.
Sonuç:
Yapılan çalışmalarda metastatik kolorektal kanserde birinci
basamakta xelox yanıtı ortalama %33-54 ve ortalama
progresyonsuz sağkalım 6,5-9,5 ay bulunmuştur. Bu
kombinasyon önemli toksisite artışına neden olmaz ve uzun
süreli kullanımda bile hastalar tarafından iyi tolere edilir. Bizim
olgularımızın progresyonsuz sağkalım değerleri literatürden
daha yüksek saptandı.
EP-307
LOKAL İLERİ EVRE MİDE KANSERİNDE POSTOPERATİF
KEMORADYOTERAPİ VE ADJUVAN ECF DENEYİMİ
GÜLNİHAN EREN
1
, ÖZGE KESKİN
2
, PERVİN HÜRMÜZ
1
, FARUK
ZORLU
1
, ŞUAYİB YALÇIN
2
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ
ANABİLİM DALI
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Cerrahiye uygun mide kanseri vakalarında perioperatifkemoterapi
ve postoperatif kemoradyoterapi ile sağ kalım sonuçları
iyileştirilebilir. Biz çalışmamızda, lokal ileri evre mide kanseri olan
21 vakada postoperatif kemoradyoterapi ile, adjuvan ECF’nin
retrospektif sonuçlarını araştırdık.
Gereç ve Yöntem:
Hacettepe Üniversitesi Medikal Onkoloji ve Radyasyon
Onkolojisi polikliniğine 2003-2010 yılları arası başvuran 21 lokal
ileri evre mide kanseri vakası analize dahil edildi. Bu hastalara
cerrahi sonrası adjuvan ECF kemoterapisi (KT) ve FU ile eş
zamanlı radyoterapi (RT) uygulandı. Bu hastaların demografik
verileri, tanı anı evreleri, cerrahi tipi, RT ve kemoterapi bilgileri
kaydedildi.
Bulgular:
Hastaların ortalama yaşı 57±2,6; %76,2’si erkek, %23,8’i kadın
idi. Tanı anı evreleri saptanabilen 13 vaka sırayla %47,6 evre
3C, %9,5 evre 2B ve %4,8 3B hastalığa sahipti. Vakalardan 11
tanesine subtotal gastrektomi, 10 tanesine total gastrektomi
uygulandı. Hastaların tamamı postoperatif RT ve adjuvan ECF
kemoterapisi aldı. Vakalardan 20 tanesine RT ile eş zamanlı KT
uygulandı, sıklık sırasına göre uygulanan protokoller: sürekli
infüzyonel 5-FU, ilk-son hafta FU ve lökoverin, eşit oranda
haftalık FU ve ECF. Adjuvan ECF kür sayısı en sık 4 (%35,7) idi.
Bunun dışında 3,5 ve 6 kür uygulanan hastalar da oldu, bunlar
eşit oranda (%21,4) gözlendi. Hastaların %19’u tanıdan sonraki
ilk 1 yıl içinde kaybedildi. Cerrahiden relapsa kadar geçen süre
medyan 10 ay olarak bulundu. Bu süreye ECF kür sayısının, RT
ile eş zamanlı uygulanan KT’nin ve cerrahi tipinin etkisi (p>0,05)
bulunmadı.
Sonuç:
Meta-analizlerin
sonuçlarına
göre
5-FU+antrasiklin
kombinasyonuna eklenen sisplatin genel sağ kalım açısından
avantaj sağlar. Sisplatin+5-FU ile beraber uygulanan epirubisin
de sağ kalım faydası göstermektedir. ECF kombinasyonu lokal
ileri evre mide kanserinde %49-56 arası cevap oranına neden
olur. Çalışmamızda, adjuvan ECF kür sayısının, RT ile eş zamanlı
uygulanan KT’nin relapsa kadar geçen süreye etkisi olmadığını
göstersek de, kür olabilecek lokal ileri evre mide tümörlerinde
perioperatif KT veya postoperatif kemoradyoterapi mutlaka
önerilmelidir.
EP-308
METASTATİK MİDE KANSERİNE EŞLİK EDEN NADİR BİR
DURUM OLARAK POSTERİOR REVERSİBLE ENSEFALOPATİ
SENDROMU (PRES) : OLGU SUNUMU
ZUHAT URAKÇI
1
, MUHAMMET ALİ KAPLAN
1
, MEHMET
KÜÇÜKÖNER
1
, ALİ İNAL
1
, CİHAD HAMİDİ
2
, ABDURRAHMAN
IŞIKDOĞAN
1
1
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM
DALI
2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM
DALI
Giriş:
Posterior reversible ensefalopati sendromu (PRES) şuur
bozukluğu, konvülziyon, görme kaybı ve magnetik rezonans
(MR) görüntülemede pariyeto-oksipital bölgede bilateral
hiperintensite ile karekterize bir sendromdur. Biz burada
metastatik mide kanserine eşlik eden nadir bir durum olan bir
posterior reversible ensefalopati sendromu olgusu sunduk.
Olgu Sunumu:
Yeni tanı mide adenokanseri nedeni ile takip edilen, 41 yaşında
erkek hasta performans skoru düşük olduğu için destek tedavisi
amacıyla kliniğimize yatırıldı. Evreleme amaçlı çekilen toraks
ve batın bilgisayarlı tomografilerinde metastaz saptanmadı.
Klinik takiplerinde konvülziyonu olan hastada ani görme kaybı
gelişti. Hipertansiyon öyküsü olmayan ve klinik takiplerinde
de tansiyon yüksekliği olmayan hastanın konvülziyon
esnasında bakılan tansiyon değeri 150/100 mmHg olarak
saptandı. Yapılan laboratuvar testlerinde anlamlı patolojiye
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
281
rastlanılmadı. Hastanın konvülziyondan sonra çekilen kraniyal
MR’ında bilateral oksipital bölgede ve sol temporalde T2A ve
FLAIR sekanslarda hiperintens lineer uzanım gösteren alanlar
izlendi. Her iki serebellar hemisferde T2A ve FLAIR sekanslarda
kontrast madde tutan en büyüğü 5mm çapında çok sayıda kitle
lezyonu mevcuttu. Hastada klinik ve görüntüleme bulguları
ile mide kanserinin kraniyal metastazına eşlik eden posterior
reversible ensefalopati sendromu olduğu düşünüldü. Hastaya
anti-konvülzan ilaç ve kortikosteroid tedavisi başlandı. Daha
sonraki takiplerinde konvülziyonu olmayan hastanın görme
kaybı şikayeti geçti. Hastanın kraniyal metastatik lezyonlarına
radyoterapi başlandı. Hastanın halen kliniğimizde takibi devam
etmektedir.
Tartışma ve Sonuç:
PRES oldukça nadir görülmekte olup literatürde malignitelere
eşlik eden az sayıda vaka bildirilmiştir. Patofizyolojisi tam olarak
bilinmemekle beraber serebral otoregülasyonun bozulması
sorumlu tutulmaktadır. Hipertansiyon, eklamsi/pre-eklamsi,
kemoterapötik ilaçlar, yüksek doz kortikosteroid ve otoimmün
hastalıklar PRES’e neden olabilir. PRES genellikle reversible
olup destek tedavisi ile çoğu hasta düzelmekle birlikte ölümcül
seyreden vakalar da bildirilmiştir.
Sonuç olarak beyin metastazı yaparak kalıcı nörolojik hasar
yapabilen malignitelerde ayrıca reversible nörolojik semptom
oluşturan PRES de ayırıcı tanılar arasında düşünülebilir.
EP-309
PRİMER MİDE LENFOMASI: TEK MERKEZ SONUÇLARI
MEHMET KÜÇÜKÖNER
1
, MUHAMMED ALİ KAPLAN
1
, ALİ
İNAL
1
, ZUHAT URAKCI
1
, AYŞE NUR KELEŞ
6
, RECAİ AKDOĞAN
7
,
ABDURRAHMAN IŞIKDOĞAN
1
1
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
2
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
3
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
4
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
5
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
6
DİCLE ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ BİLİMDALI
7
DİCLE ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI
8
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
Amaç:
Primer gastrik lenfoma mide tümörlerinin %2-5’ini,
non- Hodgkin lenfomaların ise %10’unu oluşturmaktadır.
Gastrintestinal lenfomalarının ise %60-75’ni oluşturmaktadır.
Histolojik tipler arasında; mukoza ilişkili lenfoid doku (MALT) tipi
lenfoma, diffüz büyük B hücreli lenfoma (DLBCL), mantle cell
lenfomalar (MCL) yer almaktadır. Bu çalışmada merkezimizde
takip edilen mide lenfomalı hastalarımızın klinikopatolojik
özellikleri değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Dicle Ü.T.F. Onkoloji merkezimizde tedavi edilmiş primer mide
lenfomalı 35 hastanın klinik ve patolojik özellikleri retrospektif
olarak değerlendirilmiştir. Evreleme de Lugano evreleme
sistemi kullanılmıştır.
Bulgular:
Çalışmamızdaki 35 hastamızın medyan yaşı 55(20-66),
%60’ı(n=21) erkek, %40’ı(n=14) kadındı. Hastaların başvuru
şikayetleri sırasıyla karın ağrısı %51.4 (n=18), bulantı kusma
%22.8(n=8), mide kanaması %11.4(n=4), ishal %8.5(n=3), kilo
kaybı %5.7(n=2) şeklindeydi. Histopatolojik değerlendirmesinde
%51.4’ü(n=18) diffüz büyük B hücreli lenfoma, %14.2’i(n=5)
mukoza ilişkili lenfoid doku (MALT), diğerleri %34.2(n=12)
alt tipi belirtilmemiş lenfomaydı. Hastaların labaratuar
sonuçlarının değerlendirilmesinde ortanca serum LDH düzeyi
283 U/L(125-1239), ortanca sedimantasyon değeri 45mm/saat
(5-99) idi. Hastaların %74.2’i(n=26) evre I-II, %25.8’i(n=9) evre
IV dü. Helikobakter pylori bakılmış 14 hastanın %14.2’sinde
(n=2) pozitifti. Hastalarımızın %25.7’ine(n=9) cerrahi tedavi
uygulanmıştı, tamamına ise kemoterapi tedavi uygulanmıştı.
Kemoterapi uygulanan hastaların %71.4’ünde (n=25) tam
yanıt elde edilmişti. Hastalarımızda medyan takip süresi 32.4
ay (2.2-104) idi.
Sonuç:
Mide non hodgkin lenfomalarının en sık histolojik tipi diffüz
büyük b hücreli lenfomadır. Primer mide lenfoma kendine
özgü klinik ve histopatolojik özelliklere sahiptir. Bu nedenle
de standart bir evreleme ortaya konamamış ve tedavide de
cerrahi mi yoksa organ koruyucu tedaviler mi uygulanacağı
standart hale gelmemiştir.
EP-310
BİLATERAL ŞİLOTORAKSLA PREZENTE OLAN BİR GASTRİK
KANSER VAKASI
MURAT AKYOL , AHMET DİRİCAN , LÜTFİYE DEMİR , ALPER CAN,
VEDAT BAYOĞLU , YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , ÇİĞDEM ERTEN ,
MUSTAFA OKTAY TARHAN
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Şilotoraks plevral efüzyonun nadir nedenlerinden olup
genellikle ductus torasikus travması ve malignensilerle
ilişkilidir. Gastrik kanserler şilotoraksın nadir nedeni olarak
tanımlanmıştır.
Bulgular:
26 yaşında bayan hastanın karın ağrısı nedeniyle yapılan
endoskopisinde korpus büyük kurvatur önünde tabanı nekrotik
düzensiz kenarlı dev ülser saptandıktan sonra alınan biyopsi az
diferansiye adenokarsinom ile uyumlu bulundu. Tüm vücut BT
taramalarında boyun jugulodigastrik lokalizasyonda, posterior
servikal ve supraklavikular fossada en büyüğü 2 cm çapa ulaşan
bazıları nekroz alanları içeren multipl LAP, bilateral masif plevral
effüzyon, sol aksiler, perigastrik ve çölyak, paraaortik alanda
solid LAP kitleleri saptandı. Takibinde gelişen dispne nedeniyle
yapılan torasentezde gelen süt görünümünde mayinin
biyokimyasal analizinde trigliserid 912 mg/dl, kolesterol 100
mg/dl saptandı ve hastaya şilotoraks tanısı kondu. Şilotoraks
ve multipl lenfadenomegali tablosu ile prezente olması ve
yaşı nedeniyle olası lenfoma tanısını ekarte etmek açısından
boyundaki lenfadenopatilerden birinden eksizyonel biopsi
yapıldı; patoloji sonucu yine mide adenokarsinom (taşlı yüzük
hücreli alt tip) ile uyumlu bulundu. Takiplerinde solunum
sıkıntısı artması üzerine bilateral tüp torakostomi yapıldı.
Hastanın ayrıca orali kesildi ve total parenteral nütrisyon
tedavisine geçildi. ECOG performans skoru 3 olan hastanın
günlük plevral sıvı drenajı 400-500 cc olması, lökositozunun
ve kcft bozukluğunun devam etmesi nedeniyle kemoterapi
verilemedi. Şilotoraksın nedeni olarak duktus torasikusa LAP
282
basısı düşünüldü ve palyatif amaçlı radyoterapi ( 400 Gy /5
fraksiyon) uygulandı. Genel durumu buna rağmen hızla bozulan
hasta tanıdan yaklaşık 1 ay sonra eksitus oldu
Sonuç:
Gastrik kansere bağlı şilotoraks literatürde çok nadirdir.
Vakamızda olduğu gibi ileri evre ve agresif hastalıkla ilişkilidir.
EP-311
TANI ANINDAKİ D-DİMER DÜZEYİ MİDE KANSERİ İÇİN
PROGNOSTİK BİR FAKTÖR OLABİLİR Mİ?
SAADETTİN KILIÇKAP
1
, ORHAN KIRBIYIK
2
, FEYZA ÇİÇEKLİ
2
,
ÖZGÜR DOĞAN
2
, TURGUT KAÇAN
1
, AHMET KERİM TÜRESİN
2
,
NALAN BABACAN
1
1
CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ
2
DAHİLİYE
Amaç:
Kolorektal kanserde prognostik önemi olduğu düşünülen
d-dimer düzeyinin mide kanseri için prognostik olup olmadığı
araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Mide kanserli hastalara ait veriler ve tanı anındaki CEA ve
d-dimer düzeyleri kaydedildi.
Bulgular:
Çalışmaya 2009-2011 tarihleri arasında bölümümüze başvuran
verileri yeterli 119 hasta alındı. Hastaların %79’u erkek idi.
Ortalama yaş 58±11 idi. Olguların %75’i distal yerleşimli,%35’i
grad 3 idi. En sık görülen evre Evre 3 (%44), Performans
status “0” (%51) idi. Yüzde 45 olguda lenfovasküler invazyon
mevcuttu. Cerrahi yapılanlarda ortanca çıkarılan lenf nodu 20
(7-54) ve tutulmuş lenf nodu 5 (0-24) bulundu. Tanı anında
ortanca CEA 2,1 ng/dL (0,45-201) ve d-dimer 358 (130-7361)
idi. Yüksek CEA düzeyi metastaz ve evre ile ilişkili iken, diğer
tüm faktörlerle arasında ilişki bulunamadı. D-dimer ile cinsiyet,
T, N, Evre, PS, LVI ve CEA arasında bir ilişki bulunamadı. CEA
sağkalım için prognostik bir faktör olarak bulunamazken,
D-dimer yüksekliği sağkalım için kötü prognostik bir faktördü
(p=0,024).
Dostları ilə paylaş: |