Sonuç:
D-dimer yüksekliği mide kanserinde kötü prognostik bir faktör
olabilir. Hasta sayısının az olması çalışmanın kısıtlayıcı yönüdür.
Sonuçların fazla hasta sayısı olan çalışmalarla desteklenmesi
gerekir.
EP-312
19 YAŞINDA WİLMS TÜMÖRÜ OLGUSU
FATİH TEKER
1
, DİLEK ERDEM
1
, BAHİDDİN YILMAZ
1
, İDRİS
YÜCEL
1
, GÜZİN DEMİRAĞ
1
, MEHMET KEFELİ
2
, YASEMİN
TÜRKMEN
1
1
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ
2
ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ
ANABİLİM DALI
Amaç:
Wilms tümörü(WT) çocukların en sık görülen böbrek tümörü
olmasına karşın erişkinlerde oldukça nadir görülmektedir. WT
çocukluk çağı malignensilerinin %8 ini oluşturur. Erişkinlerle
ilgili veriler literatürde vaka bazında olduğundan görülme sıklığı
ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır. Bu yazıda sağ yan ağrısı
şikayetiyle başvurup sağ radikal nefrektomi yapılan ve WT tanısı
aldıktan sonra adjuvant kemoterapi başlanan 19 yaşında kadın
hasta kaleme alınmıştır. WT’de erken tedavi seçeneklerinin
uygulanması hastanın sağkalımı bakımından yaşamsal önem
taşımaktadır. Bu nedenle az görülen bu hastalığın sunulması
uygun görülmüştür.
Gereç ve Yöntem:
Vaka:19 yaşında kadın hasta kilo kaybı ve yan ağrısı şikayetleriyle
başvurduğu merkezde yapılan Tüm batın ultrasonografisinde
sağ böbrekte 10X5 cm boyutlarında kitle tespit edilmiş.
Üroloji tarafından sağ radikal nefrektomi yapılmış. Patoloji
sonucu Wilms tümörü olarak raporlanması üzerine hasta
onkoloji bölümüne yönlendirilmiş. Polikliniğimize başvuran
hasta National Wilms Tümör Study Group(NWTS) evreleme
sistemine göre Evre-II wilms tümörü olarak kabul edildi ve
AVE(actinomycin, vincristine, etoposid) kemoterapisi başlandı.
Bulgular:
WT’de klinik olarak en sık görülen belirtiler yan ağrısı ve
hematüridir. Çocuk yaş grubuna kıyasla erişkinlerde hastalık
daha ileri evrelerde karşımıza çıkar. WT blastemik, epitelyal
ve mezenkimal tipte olabilir. Hastalığın klinik gidişini evresi ve
histopatolojik tipi ve anaplazi olup olmaması belirler. Anaplazi
odakları içeren, blastemal bileşeni baskın tümörler daha kötü
seyretmektedir. Ayrıca yaşın büyük olması yüksek relaps riski
ile doğru orantılıdır.Spesifik bir markırı olmayan bu hastalığın
tedavisi evresine bağlıdır.
Sonuç:
Bu olgu literatürde az sayıdaki WT olgusuna bir katkı
olarak sunulmuş ve erişkin renal kitlelerin preoperatif
değerlendirilmesinde WT’nün de akılda tutulması gerektiğine
bir vurgu yapılmaya çalışılmıştır.
EP-313
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ’NDE TAKİP EDİLEN
EWİNG SARKOM TÜMÖR AİLESİ HASTALARININ
GENEL ÖZELLİKLERİNİN VE TEDAVİ SEÇENEKLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
ÜMMÜGÜL ÜYETÜRK
1
, KAAN HELVACI
2
, ÖZLEM SÖNMEZ
2
,
BURÇİN BUDAKOĞLU
2
, ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN
2
, BERNA
ÖKSÜZOĞLU
2
1
ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,İÇ
HASTALIKLARI AD,BOLU
2
ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ
ONKOLOJİ KLİNİĞİ,ANKARA
Amaç:
Ewing sarkom (ES) özellikle çocuklar, adölesan ve genç
erişkinlerde görülen kemiğin oldukça maligne bir tümörüdür.
Ewing sarkom tümör ailesini (ESTA) ES, primitif nöroektodermal
tümör (PNET), Askin Tümörü, kemiğin PNET’i ve ekstraosseöz
ES oluşturmaktadır. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen
ESTA’inin genel özelliklerinin ve tedavi seçeneklerinin
değerlendirilmesi amaçlandı.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
283
Gereç ve Yöntem:
Şubat 2008-Eylül 2011 tarihleri arasında kliniğimizde ESTA
tanısı alan hastalar retrospektif olarak incelendi.
Bulgular:
Bu süre içinde 19 hastanın ESTA tanısı aldığı bulundu.
Hastaların ortanca yaşı 25 yıl (min:16-maks:66), 17’si (%89.5)
erkek, 2’si (%10.5) kadındı. Tümörün başlangıç yeri 7 hastada
(%36.8) osseöz, 12 hastada (%63.2) ekstraosseözdü. Osseöz
yerleşimli olan hastalardan 2’si (%28.5) ekstremite, 5’i (%71.5)
santral aksis, ekstraosseöz yerleşimli olanların 7’si (%58.4)
yumuşak doku, 3’ü (% 25) torako-pulmoner bölge, 1’i (%8.3)
uterus, 1’i (%8.3) beyin yerleşimliydi. Ondokuz hastanın 5’inde
(%26.3) tanı anında metastaz mevcuttu. Hastaların 7’sine
(%36.8) cerrahi ve kemoterapi, 6’sına (%31.6) radyoterapi
ve kemoterapi, 3’üne (%15.8) cerrahi, radyoterapi ve
kemoterapi, 2’sine (%10.5) sadece kemoterapi, 1’ine (%5.3)
sadece cerrahi tedavi uygulandığı görüldü. Birinci basamak
kemoterapi olarak 16’sına (%84.2) siklofosfamid-adriyamisin-
vinkristin ile ifosfamid-etoposid kemoterapilerinin alterne
olarak uygulandığı tespit edildi. Hastaların ortanca 14.05 ay
(min:1-maks:38) takip süresi olduğu, bu takip süresi içinde 2
hastada (%10.5) progresyon geliştiği, hastalık progresyonu ve
febril nötropeniye bağlı da 2 hastanın (%10.5) eksitus olduğu
görüldü.
Sonuç:
ESTA nadir görülen ve kompleks tedavi gerektiren bir grup
tümördür. Tedavi indüksiyon kemoterapisi (3-6 kür), bunu izleyen
lokal tedavi (cerrahi, radyoterapi veya ikisinin kombinasyonu)
ve konsolidasyon tedavisi (8-10 kür) şeklinde uygulanmaktadır.
En sık kullanılan kemoterapi ilaçları adriyamisin, vinkristin,
ifosfamid, etoposide, daktinomisin ve siklofosfamidtir. Yeterli
takip süresine ulaşamayan hasta grubumuzun kötü prognostik
özellikler(yaşın daha ileri olması, ekstraosseöz yerleşim, osseöz
yerleşimde santral aksis yerleşimi gibi) kemoterapi ve lokal
tedavilerin uygulanmasına rağmen daha kısa hastalıksız ve
genel sağkalım sürelerine sahip olabilecekleri öngörüldü.
EP-314
MALİGN HEMANJİOPERİSİTOMALI İKİ OLGU SUNUMU
LÜTFİYE DEMİR
1
, ALPER CAN
1
, AHMET DİRİCAN
1
, VEDAT
BAYOĞLU
1
, MURAT AKYOL
1
, YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK
1
, ÇİĞDEM
ERTEN
1
, MUSTAFA OKTAY TARHAN
1
1
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ
ONKOLOJİ KLİNİĞİ
2
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
PATOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Hemanjioperisitoma nadir olup tüm vasküler neoplazmların
yaklaşık %1’ini oluşturmaktadır. Çoğunlukla deri, yumuşak
dokular, ekstremite kasları, retroperitoneum ve pelvik fossadan
kaynaklanır.
Bulgular:
Vaka-I: 66 yaşında kadın hasta vajinal kanama ve 8-10 cm
çapında uterin kitle bulgularıyla Nisan 2010 ‘da opere edilmiş;
patolojik incelemede immunohistokimyasal olarak CD34
diffuz pozitif, desmin ve aktin fokal pozitif saptanan, Ki67 %40
düzeyinde olan uterin hemanjioperisitom saptanmış; lenf nodu
disseksiyonu reaktif saptanan hastaya adjuvan radyoterapi
verilmiş. Tanıdan 6 ay sonra baş dönmesi şikayeti ile acile
başvurduğunda MR da suboksipital hematom ve multipl
hemorajik kitle lezyonları ayrıca BT’ lerinde akciğer, karaciğer,
böbrek ve dalakta multipl hipodens kitleler saptandı. Hastaya
Siklofosfamid, Vincristin, Dakarbazin, Doksorubisin den oluşan
kombinasyon kemoterapisi (modifiye CYVADİC) başlandı. 7.
Aydan sonra yeni oluşan sağ kol paralizisi ve kraniumdaki dahil
tüm lezyonlarda progresyon gelişen hasta tanıdan 15 ay sonra
eksitus oldu.
Vaka-II: 44 yaşında erkek hasta Mayıs 2010’da karında
ağrı ve şişlik şikayetiyle hastaneye başvurduğunda batında
böbrek alt uçtan mesane aşağısına kadar uzanan 22 cm lik
kitle saptanarak total olarak ekstirpe edilmiş. Operasyon
patolojisi malign hemanjioperisitoma ile uyumlu olan
hastaya adjuvan kemoterapi önerilmesine rağmen takipsizlik
nedeniyle verilemedi. Tanıdan 8 ay sonra multipl hipervasküler
karaciğer ve akciğer metastazları saptanan hastaya İfosfamid-
Doxorubisin kombinasyonu başlandı; 8. aydan sonra progrese
olması nedeniyle hastaya 2. basamakta oral Etoposid 50 mg/
m2 14 gün- 21 günde bir başlandı. Hasta şu an tedavinin 6.
ayında olup tanıdan yaklaşık olarak 22 ay sonra stabil yanıtlı
olarak takip edilmektedir.
Sonuç:
Hemanjioperisitoma nadir görüldüğünden standart rejimi
yoktur, kemoterapiye yanıt oranları farklıdır.
EP-315
ANDİFERANSİYE PLEOMORFİK SARKOMLAR: TEK MERKEZ
DENEYİMİ
KAAN HELVACI , ONUR ESBAH , ÖZNUR BAL , AHMET ŞİYAR
EKİNCİ , TAHSİN ÖZATLI , ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN , BERNA
ÖKSÜZOĞLU
S.B. DR A. YURTASLAN ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Andiferansiye pleomorfik sarkomlar uluslararası yıllık insidansı
100.000 de 1.4-5’dir. Büyük çoğunluğu sporadik olarak
gelişir. Az bir kısımda ise genetik faktörler, alınan radyoterapi
tedavileri ve lenfödem sorumlu tutulmaktadır. Andiferansiye
pleomorfik sarkomlar erişkin sarkomlarının ≤%5’ini oluşturur ve
radyoterapiye bağlı gelişen sarkomlardan en sık görülenleridir
(%26). En sık alt ekstremitelerde ve derin yerleşimli olup 6.-
7. dekadlarda görülürler. Çalışma, merkezimizdeki durumu
araştırmak amaçlı planlandı.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde 2011-2012 yıllarında takip ve tedavisi yapılmış
olan 6 andiferansiye pleomorfik sarkom vakasının dosya
kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular:
Hastalarda E/K oranı 1/1, ortanca yaş 58,5 idi. Tümör hastaların
%66.7’sinde ekstremite, %16.7’sinde baş boyun, %16.7’sinde
intraabdominal yerleşimliydi. Hastaların %66.7 si grade 3 ve
evre 3’dü. Tüm hastalara tam rezeksiyon uygulanmış, 4 hasta
284
adjuvan kemoterapi ve radyoterapi alırken 1 hasta postoperatif
sadece kemoterapi almıştı. Kemoterapi olarak 3 hasta IMA
(İfosfamid-Mesna-Adriamisin), 1 hasta IMET (İfosfamid-
Mesna-Etoposit) ve 1 hasta da VAC (Vinkristin-Aktinomisin-
Siklofosfamid) tedavisi almıştı. Ortanca takip süresi 7 ay olan
grupta halen nüks saptanmamıştır.
Sonuç:
Hastaların %5’i metastatik evrede (en sık akciğer) gelir.
Beş yıllık hastalıksız sağ kalım oranı %50-60 civarındadır.
Pleomorfik sarkomlar da dahil olmak üzere küratif tedavi
seçeneği cerrahidir. Optimal tedavi kombinasyonu veya cerrahi,
kemoterapi ve radyoterapinin sıralaması net değilse de tedavi
seçimi büyük oranda alttip ve diğer prognostik faktörlere
bağlıdır.
EP-316
İMATİNİBE BAĞLI PLEVRAL EFÜZYON: OLGU SUNUMU
SELAY GÜNDOĞDU BÜYÜKBAŞ , ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN ,
BERNA ÖKSÜZOĞLU
DR.ABDURRAHMAN YURTASLAN ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM
VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
İmatinib mesilat, metastatik GIST tedavisinin yanı sıra yüksek
riskli hastalarda adjuvan anlamda da kullanılır. İmatinib
kullanımına bağlı plevral efüzyon nadir görülen bir yan etkidir.
Bulgular:
Sekiz aydır yüksek riskli mide gastrointestinal stromal tümör
tanısıyla adjuvan imatinib tedavisi alan 62 yaşında erkek
hasta, 7 gün önce başlayan bacaklarda şişlik ve nefes darlığı
şikayetiyle başvurdu. Hastanın yapılan muayenesinde; her
iki akciğer bazalinde solunum sesleri azalmış ve perküsyonda
bilateral kostofenik sinüslerde matite alınıyordu. Bilateral ayak
sırtı ve pretibial ödemi mevcuttu. Akciğer grafisinde sağda daha
belirgin olmak üzere bilateral kostofrenik sinüslerde küntleşme
izlendi. Toraks tomografisinde bilateral plevral efüzyon
saptandı. Yapılan ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu
%57 bulundu. Transaminaz düzeyleri normaldi.Proteinüri ve
hipotirodi yoktu.İlaca bağlı plevral sıvı olabileceği düşünüldü.
İmatinib kesildi ve hastaya ek bir tedavi verilmedi. İmatinibin
kesilmesinin ardından beş gün içerisinde semptomlarda
düzelme oldu.
Sonuç:
Olgumuzda imatinibin kesilmesiyle efüzyonun kaybolması
ilaca bağlı bir efüzyon olduğunu düşündürdü.Klinik tabloyu
açıklayabilecek diğer nedenler dışlandıktan sonra imatinib
tedavisi altında plevral/perikardiyal efüzyonun gelişebileceği
dikkate alınmalıdır.
EP-317
İLERİ EVRE KLASİK KAPOSİ SARKOMLU HASTALARIN BİRİNCİ
SEÇİM TEDAVİSİNDE ORAL ETOPOSİT
FATMA ŞEN , İBRAHİM YILDIZ , LEYLA KILIÇ , SERKAN KESKİN ,
HASAN KARANLIK , ŞEREF BUĞRA TUNCER , FARUK TAŞ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
Amaç:
Klasik Kaposi sarkomu (KKS) yaşlı populasyonu etkilemektedir;
yüksek aktiviteye sahip ve rölatif olarak daha az toksik olan etkili
tedavi seçeneklerinin geliştirilmesi önemlidir. Bu çalışmada ileri
evre KKS’lu hastalarda oral olarak uygulanan tek ajan etopositin
aktivitesi ve güvenliğinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Histolojik olarak doğrulanmış KKS’lu ileri evre hastalığı olan
kişiler çalışmaya alındı. Hepsinde HIV serolojisi negatif bulundu
ve performans statusları iyiydi. Tüm hastalar günde 2 kez 50
mg oral etopositi 10 gün boyunca aldı. Sikluslar 3 haftada bir
tekrarlandı.
Bulgular:
Otuz hasta (medyan yaş 66 ve 22 erkek/ 8 kadın) çalışmaya
alındı. Hastaların çoğunluğu metastatik değildi, lokal ileri
hastalığa sahipti. Tam veya parsiyel yanıt sırasıyla hastaların
% 10 ve %77’inde (genel yanıt oranı %87) saptandı. Stabil
yanıt hastaların %13’ünde izlenirken hiçbir hastada hastalık
progresyonu izlenmedi. Tedavi iyi tolere edildi. Grad IV toksisite
izlenmedi. Hematolojik toksisite başlıca doz kısıtlayıcı yan
etkiydi. Ciddi lökopeni ve nötropeni sıklığı %7 ve %10 olarak
saptandı. Hiçbir hastada ciddi anemi veya trombositopeni
izlenmedi. Beş yıllık genel sağ kalım % 92 bulundu.
Sonuç:
Tek ajan oral etoposit etkili bir tedavi seçeneğidir, kabul edilir
toksisiteye sahiptir ve kolay uygulanabilir. Bu nedenlerle ileri
evre KKS’unun birinci seçim tedavisinde tek ajan olarak oral
etoposit önerilebilir.
EP-318
BÖBREK TRANSPLANTASYONU SONRASI GELİŞEN KAPOSİ
SARKOMU: OLGU SUNUMU
NAZİYET KÖSE , SEMİHA URVAY , DİLŞEN ÇOLAK , UĞUR ERSOY ,
MUSTAFA ALTINBAŞ
DIŞKAPI YBEAH TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Kaposi Sarkomu, vasküler ve lenfatik endotel hücrelerinden
kaynaklanan, nadir görülen bir kanserdir.HIV pozitif olgularda
sıklıkla deri ve ağız boşluğundaki bulgularla ortaya çıkar, daha
az oranda organ veya lenf düğümü tutulumu olabilir. Görülme
sıklığı yoğun immunsupresyon ve özellikle siklosporin alımı
ile artmaktadır. Bu sunumda, postransplant 9.ayında Kaposi
Sarkomu gelişen, hızlı progresyon gösteren ve yaygın akciğer
metastazı ve solunum yetmezliği ile kaybedilen, HIV negatif bir
olgu tartışılmıştır.
Bulgular:
30 yaşındaki erkek hasta, sol bacağındaki ve sağ kalçasındaki
cilt lezyonları ile sağ kasıkta nodüller nedeniyle başvurdu.
Abdomen BT’sinde, paraaortik, aortikokaval, parailiak ve
bilateral inguinal lenfadenopatiler saptandı. Toraks BT’si
normaldi. Sağ inguinal lenf düğümünden ve cilt lezyonundan
alınan biyopsilerin incelemesinde Kaposi Sarkomu tanısı
konuldu, HHV-8 pozitif saptandı.Siklosporin tedavisi kesildi.
Kronik rejeksiyon nedeniyle hemodiyalize başlandı. 2 kür
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
285
bleomisin + vinkristin tedavisi sonrası akciğerlerde yamasal
özellikte infiltrasyon gelişti. Bleomisin toksisite olasılığı
nedeniyle bleomisin kesilerek doksorubisin + vinkristin
tedavisine geçildi. Hasta 5. kür sonrası nefes darlığı, öksürük
ve ateş ile başvurdu. PAAG’de yaygın infiltratif görünüm ve
bilateral plevral effüzyon mevcuttu. Hastanın toraks BT’sinde,
her iki akciğerde perihiler bölgede belirgin olmak üzere buzlu
cam dansiteleri, retikülonodüler opasiteler, septal kalınlaşmalar
ve bilateral plevral effüzyon saptandı. Bulgular Kaposi Sarkomu
metastazını desteklemekteydi. Tanısal amaçlı bronkoskopik
biyopsi ve plevral sıvı sitolojisi yapılamadan hasta hipoksik
solunum yetmezliği ile kaybedildi.
Sonuç:
Sonuç olarak, cilt ve akciğer tutulumu olan ve posttransplant
erken dönemde Kaposi Sarkomu gelişen bu olgu, immünsupresif
tedavinin kesilmesine rağmen progresif ve fatal seyretmesi
nedeni ile sunulmuştur.
EP-319
DURA MATER YERLEŞİMLİ EWİNG SARKOM/PERİFERAL PNET
OLGUSU
HAVVA YEŞİL ÇINKIR
ANKARA YURTASLAN ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ
Amaç:
Ewing sarkom ikinci en sık primer kemik tümörüdür. Hastaların
%90’ında kemikten, %10’unda kemik dışı dokulardan
kaynaklanır.Primer kranial tutulum nadirdir,insidansı %1’dir.
Gereç ve Yöntem:
Altmış beş yaşında erkek hasta 1,5 ay önce başlayan konuşma
bozukluğu, vücudun sağ tarafında güç kaybı şikayetleri ile
dış merkeze başvurmuş. Hastanın çekilen serebral MRG’da
solda vertex düzeyinde parafalcin yerleşimli dural tutulumları
olan 42X40 mm boyutunda lobüle kontürlü kitle saptanmış,
Eylül 2011’de opere edilmiş. Patolojisi yuvarlak hücreli malign
tümör, duranın Ewing sarkomu-Periferal PNET ile uyumlu olarak
saptanmış.Hasta tedavi amacı ile merkezimize başvurdu.
Bulgular:
Postoperatif dönemde çekilen serebral BT’de sol parafalsin
konumda 24x17 mm boyutunda kitle saptanmış. Hastanın patoloji
preparatları hastanemizde tekrar değerlendirildi. Vasküler
zeminde diffüz gelişim gösteren yuvarlak-oval, hiperkromatik
nükleuslu tümoral doku, tümör hücreleri CD99,Vimentin ve CD
56 ile boyanırken, VD31 ve GFAP ile boyanmamıştır; Yuvarlak
hücreli malign tümör olarak raporlandı. Hastanın çekilen
tüm vücut kemik sintigrafisi, toraks-abdomen BT’de lezyon
saptanmadı. Hastaya serebral radyoterapi planlandı.Toplam
5600 cGY radyoterapi uygulandı,sonrasında VAC(Vincristine-
Adriamicin-Siklofosfamid)başlanması planlandı.
Sonuç:
Ewing
Sarkomun
tedavisi
multidisipliner
yaklaşım
gerektirir. Literatür ile uyumlu olarak hastamıza cerrahi ve
kemoradyoterapiden oluşan tedavi planladık.
EP-320
BEL AĞRISI İLE BAŞVURAN MAKSİLLER SİNÜS
LEİOMİYOSARKOMU OLGUSU
KEREM OKUTUR
1
, ORHAN ÖNDER EREN
1
, EMİNE AK YAZICI
2
,
MEHMET KEFELİ
3
1
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BÖLÜMÜ
2
SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYASYON
ONKOLOJİSİ BÖLÜMÜ
3
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ
ANABİLİM DALI
Amaç:
Leiomiyosarkom başlıca gastrointestinal sistem ve genitoüriner
sistemde görülen, düz kas kaynaklı, agresif seyirli ve kötü
prognozlu bir tümördür. Baş-boyun bölgesi kaynaklı primer
leiomiyosarkom son derece nadirdir.
Gereç ve Yöntem:
68 yaşında kadın hasta 2 aydır giderek artan bel ağrısı şikayetiyle
başvurdu. Yapılan MR’ında lomber ve sakral vertebralarda
yaygın metastazla uyumlu kemik lezyonları saptandı. Tüm vücut
sintigrafisinde aksiyel iskelet sistemi ve kalvariumda metastatik
lezyonlar görüldü. Lomber 4. vertebradaki kemik lezyonundan
alınan biyopsi malign mezenkimal tümör metastazıyla uyumlu
bulundu. PET-CT’de sol etmoid ve maksiller sinüs içerisinde
2x2.5 cm boyutlarında yoğun FDG tutulumu gösteren (SUVmax
64.2) kitle ve torakal ve lomber vertebralar, sakrum, sağ
skapula, her 2 humerus proksimali ve kostalarda yaygın kemik
metastazlarıyla uyumlu FDG tutulumları saptandı.
Bulgular:
286
Kitleyi içerecek şekilde yapılan medial maksillektominin
histopatolojik incelemesinde iri hiperkromatik nukleuslu,
belirgin nukleollü, geniş sitoplazmalı, pleomorfizm gösteren
iğsi şekilli hücrelerden oluşan, yüksek mitotik indeks ve ki67
skoruna sahip malign tümöral oluşum izleniyordu (Resim1).
İmmunhistokimyasal boyamada tümör hücreleri desmin,
vimentin ve SMA ile kuvvetli boyandı (Resim2); CD68 ve S100
ile boyanma izlenmedi. Mevcut bulgular leiomiyosarkomla
uyumluydu. Hastaya doksorubisin ve zolendronik asit içeren
tedavi başlandı.
Sonuç:
Sinonazal leiomiyosarkom genellikle nazal obstruksiyon,
maksiller şişlik ve epistaksisle ortaya çıkmasına karşın, agresif
seyri nedeniyle uzak metastazlarına bağlı yakınmalarla prezente
olabilir. İmmunhistokimyasal inceleme leomiyosarkomun
tanısında temel rol oynamaktadır.
EP-321
NADİR BİR SARKOM, KUTANÖZ LEYOMYOSRAKOM; OLGU
SUNUMU
MEHMET ALİ NAHİT ŞENDUR
1
, SERCAN AKSOY
1
, ZAFER
ARIK
2
, ŞEBNEM YAMAN
1
, MUHAMMED BÜLENT AKINCI
1
,
OZAN YAZICI
1
, TÜLAY EREN
1
, BURAK CİVELEK
1
, NURİYE
YILDIRIM ÖZDEMİR
1
, DOĞAN UNCU
1
, NURULLAH ZENGİN
1
1
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ
ONKOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA
Amaç:
Primer kutanöz leyomyosarkomları çok nadir görülmektedir
ve tüm sarkomların <0.25%’de görülmektedir. Kutanöz
leyomyosarkomlar 2 alt grupta incelenirler; yüzeyel veya
dermal tip ve subkutanöz tip. Bu alt gruplar prognostik açıdan
belirgin önem taşımaktadır çünkü, yüzeyel tip sadece lokal
nüks ile seyrederken, subkuatöz tip ise hem lokal nüks hem de
uzak metastaz yapma özelliğine sahiptir.
Dostları ilə paylaş: |