Bulgular:
47 yaşında bayan hasta son 3 aydır giderek artan sağ uyluk ön
yüzünde şişlik şikayeti ile başvurduğu dış merkezde yapılan
fizik muayenesinde sağ uylukta anteriorda 2x2 cm sert kıvamlı,
sınırları düzgün kitle saptanmış. Hastanın yapılan yüzeyel
ultrasonografisinde sert kıvamlı, hipoekojen 2x2 cm kitle
palpe edielmiş. Hastanın kitlesi geniş exizyonla çıkarılmış.
Patoloji raporu intradermal/kutanöz leyomyosarkom, tümör
çapı 1,2 cm, mitoz 2/10 BBA, tümör posterior cerrahi sınıra
0,6 cm anterior cerrahi sınıra ise 1,2 cm uzaklıkta olarak rapor
edilmiş. Kliniğimize tedavi için başvuran hastaya çekilen toraks
abdomen bilgisayarlı tomografisinde patoloji saptanmadı.
Yapılan yüzeyel ultrasonografisinde postopertaif değişiklikler
ile uyumlu değişiklikler saptandı. Hastaya nüksü olmadığı için
ilaçsız takip önerildi.
Sonuç:
Kutanöz leyomyosarkomları her yaşta görülmekte ve her iki
cinsi eşit olarak etkilemektedir. En önemli prognostik faktörler;
tümör çapı, invazyon derinliği, distal lokalizasyon ve patolojik
grade olarak bilinmektedir. En sık yerleşim yeri alt ekstremitede
(60-70%) özelliklede uylukta iken, sırasıyla üst ekstremite
(20%), gövdede (10-15%) ve yüzde (5%) görülür. Literatürde
önerilen en iyi tedavi geniş eksizyonla kitlenin çıkarılmasıdır.
EP-322
ERİŞKİN YAŞTA ORTAYA ÇIKAN SARKOMA BOTROİDES; OLGU
SUNUMU
MEHMET ALİ NAHİT ŞENDUR
1
, SERCAN AKSOY
1
, ZAFER
ARIK
2
, SEBNEM YAMAN
1
, MUHAMMED BÜLENT AKINCI
1
,
OZAN YAZICI
1
, TÜLAY EREN
1
, TUĞBA KÖŞ
1
, NURİYE YILDIRIM
ÖZDEMİR
1
, DOĞAN UNCU
1
, NURULLAH ZENGİN
1
1
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ
ONKOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA
Amaç:
Bu bildiride, doğurganlık çağında çok nadir görülen vajen
yerleşimli botroid sarkom vakası tartışılacaktır. Sarkoma
botroides en sık, nazofarinks, safra yolları, mesane ve
vajende gibi mukoza ile örtülü yerlerde görülen embiryonel
rabdomyosarkomun özel bir alt tipidir. Genellikle 6 yaşından
küçük çocuklarda ve infantlarda görülür.Doğurganlık çağında
daha sık servikste, postmenopozal dönemde ise korpus uteri
lokalizasyonunda görülürler.
Bulgular:
26 yaşında kadın hasta düzensiz adet kanamaları ve vajende
batma hissi nedeniyle kadın doğum polikliniğine başvurmuş.
Yapılan fizik muayenesinde vajen alt 1/3 lokalizasyonda
ekzofitik uzanımlı 3x2 cm kitle saptanmış. Yapılan exizyonel
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
287
biyopsinin patolojisi, polipoid epitelyum altında ve miksoid bir
matriks içerisinde yer yer yoğunlaşan, yer yer seyrek dağılım
gösteren, hiperkromatik çekirdekli mezenkimal hücreler,
demsin pozitif sarkoma botroides olarak rapor edildi. Yapılan
toraks ve abdomen bilgisayarlı tomografisinde uzak organ
metastazı saptanmadı. Hastaya sarkoma botroides tanısı
konularak vincristin-ifosfamide-etoposide (VİE) protokolü
başlandı. Altı uygulama sonrası geniş lokal exizyon yapılan
hastanın patolojisinde nüks saptanmadı. Hastaya external ve
intrakaviter radyoterapi uygulandı. Hastanın VİE kemoterapi
protokolü 26 hafta verildikten sonra 26 haftada vincristin-
actinomisin D-etoposide (VAC) prtokolü verildi. Takiplerinde
nüksü ve uzak organ metastazı olamyan hasta 5 yıldır ilaçsız
olarak halen izlenmektedir.
Sonuç:
Sarkoma botroides ayırıcı tanısında karsinosarkom ve
servikal stromal sarkomlar düşünülmelidir. Karsinosarkom ve
servikal stromal sarkomlar genellikle postmenopozal çağda
görülmeleri ile sarkoma botroides’den ayrılırlar. Önerilen
tedavi modaliteleri çok nadir görülen bu tümörlerde sınırlıdır.
Ancak, geniş eksizyon ve lokal radyoterapi ile VAC kemoterapi
rejiminin yaşam süresini uzatmada etkili olduğu bildirilmiştir.
EP-323
AKCİĞERDE BİFAZİK SİNOVİYAL SARKOM OLGUSU
LEVENT EMİRZEOĞLU , ALPASLAN ÖZGÜN , TOLGA TUNCEL ,
BÜLENT KARAGÖZ , OĞUZ BİLGİ , EMİN GÖKHAN KANDEMİR
GATA HAYADARPAŞA TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Sarkomlar tüm akciğer malinitelerinin % 0.5’inden daha azını
oluşturmaktadır. Histolojik olarak bifazik, monofazik fibröz,
monofazik epitelyal ve kötü diferensiye alt tipleri mevcuttur.
Monofazik alt tip histolojik çoğunluğu oluşturur. Tanıda
immünhistokimya ve sitogenetik önemli rol oynar. Olgumuz
akciğerin bifazik sinoviyal sarkom olgusudur.
Gereç ve Yöntem:
59 yaşında bayan hasta. 6 aydır eforla artan nefes darlığı ve
son iki aydır sağ hemitoraksta göğüs ağrısı şikayeti mevcut.
Akciğer grafisinde sağda plevral efüzyon saptanması üzerine
çekilen toraks tomografisinde sağ akciğer oblik fissür inferior
kesiminde 74x55x58 mm boyutlarında yumuşak dansiteli
kitle lezyonu tespit edildi. PET-BT incelemede sağ akciğer orta
lobda artmış FDG tutulumu izlenen (Suv max:7.9) 79x67 mm
çaplı hipermetabolik kitle lezyonu ve sağ kostal, mediastinal
ve diyafragmatik plevrada artmış FDG tutulumu (Suv max:6.5)
izlenen nodüler kalınlaşmalar tespit edildi.
Bulgular:
Videotorakoskopi ve akciğer biopsisi sonrası sinoviyal sarkom
tanısı kondu. Hastaya sağ torakotomi + kitle eksizyonu + parietal
plörektomi + 7. kot rezeksiyonu + diyafragma rezeksiyonu
operasyonu uygulandı. Tüm doku örneklerinin histopatolojik
incelemesi bifazik sinoviyal sarkom ile uyumlu bulundu.
İmmünhistokimya incelemede CD 99 yaygın (+), Mezotelin ve
Pansitokeratin epiteloid alanlarda (+), Vimentin (+), CD 68(+),
S 100 (-), Kalretinin (-), CD 34(-), bcl-2 (-), desmin (-) olarak
saptandı. Moleküler patolojik incelemede sinoviyal sarkom
t(X:18) füzyon transkripti tespit edildi.
Sonuç:
Sarkomlar akciğerde nadir görülen tümörlerdir. Tedavide
cerrahi ve kemoradyoterapi uygulanmaktadır. Hastamızın
halen adjuvan kemoterapisi devam etmektedir. Olgumuz
akciğerde nadir görülen bir sarkom olgusu olması nedeniyle
vaka olarak sunulmuştur.
EP-324
DURA MATER YERLEŞİMLİ EWİNG SARKOM/PERİFERAL PNET
OLGUSU
HAVVA YEŞİL ÇINKIR , AYŞE DURNALI , ÖMER KAMİL YAZICI , SELAY
GÜNDOĞDU , AYŞE DEMİRCİ , TARKAN YETİŞYİĞİT , NURTEN
KANDEMİR , NECATİ ALKIŞ
SB DR.AY ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Ewing sarkom ikinci en sık primer kemik tümörüdür. Hastaların
%90’ında kemikten, %10’unda kemik dışı dokulardan
kaynaklanır.Primer kranial tutulum nadirdir,insidansı %1’dir.
Gereç ve Yöntem:
Altmış beş yaşında erkek hasta 1,5 ay önce başlayan konuşma
bozukluğu, vücudun sağ tarafında güç kaybı şikayetleri ile
dış merkeze başvurmuş. Hastanın çekilen serebral MRG’da
solda vertex düzeyinde parafalcin yerleşimli dural tutulumları
olan 42X40 mm boyutunda lobüle kontürlü kitle saptanmış,
Eylül 2011’de opere edilmiş. Patolojisi yuvarlak hücreli malign
tümör, duranın Ewing sarkomu-Periferal PNET ile uyumlu olarak
saptanmış.Hasta tedavi amacı ile merkezimize başvurdu.
Bulgular:
Postoperatif dönemde çekilen serebral BT’de sol parafalsin
konumda 24x17 mm boyutunda kitle saptanmış. Hastanın patoloji
preparatları hastanemizde tekrar değerlendirildi:Vasküler
zeminde diffüz gelişim gösteren yuvarlak-oval, hiperkromatik
nükleuslu tümoral doku, tümör hücreleri CD99,Vimentin ve CD
56 ile boyanırken, VD31 ve GFAP ile boyanmamıştır; Yuvarlak
hücreli malign tümör olarak raporlandı. Hastanın çekilen
tüm vücut kemik sintigrafisi, toraks-abdomen BT’de lezyon
saptanmadı. Hastaya serebral radyoterapi planlandı.Toplam
5600 cGY radyoterapi uygulandı,sonrasında VAC(Vincristine-
Adriamicin-Siklofosfamid) başlanması planlandı.
Sonuç:
Ewing
Sarkomun
tedavisi
multidisipliner
yaklaşım
gerektirir. Literatür ile uyumlu olarak hastamıza cerrahi ve
kemoradyoterapiden oluşan tedavi planladık.
EP-325
PRİMER PULMONER SİNOVİAL SARKOMLU BİR OLGU
SUNUMU
AYŞE DEMİRCİ , AYŞE GÖK DURNALI , ÖMER KAMİL YAZICI , SELAY
GÜNDOĞDU , HAVVA YEŞİL ÇINKIR , TARKAN YETİŞYİĞİT , FATMA
PAKSOY , NURTEN KANDEMİR , NECATİ ALKIŞ , BERNA ÖKSÜZOĞLU
288
SB DRAY ANKARA ONKOLOJİ EĞT VE ARŞ HASTANESİ, TIBBİ
ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Giriş:
Sinovial sarkom yumuşak doku sarkomları arasında liposarkom
ve malign fibröz histiositomdan sonra üçüncü sıklıkla
görülmektedir. Primer pulmoner sinovial sarkom çok nadirdir
ve tüm pulmoner malignitelerin %0,5›inden azını oluşturur.
Olgu:
Otuzbeş yaşında erkek hasta göğüs ağrısı nedeniyle başvurdu.
Özgeçmişinde vitiligosu olan hastanın muayenesi doğaldı.
Tetkiklerinde sol akciğerde yaklaşık 12 cm boyutunda kitle
tespit edildi. TTİB’si spindle hücreli tümör olan hastada
mezenkimal bir tümör olabileceği gibi sarkomatoid karsinomun
bir komponeneti olabileceği belirtildi, vimentin ve CD56
pozitif, sinaptofizin, kromogranin ve TTF-1 negatifti. Evreleme
görüntülemelerinde metastaz saptanmadı. Pulmoner malign
mezenkimal tümör tanısıyla ifosfamid+mesna+adriamisin
başlandı. Üç kür sonrasında stabil olan hastanın kitlesine
primer RT uygulanıp sol torakotomi+sol pnömonektomi+LND
yapıldı. Postoperatif patolojisi sinoviyal sarkom ile uyumluydu
ve lenf nodları tümörsüzdü. Tümörün uzun çapı 13 cm’di.
On büyük büyütme alanında on mitoz vardı ve cerrahi sınır
negatifti. Postoperatif İMA 6 küre tamamlandı ve takibe alındı.
Sonuç: Sinovial sarkomda tedavinin temeli geniş cerrahi
eksizyondur. Pulmoner sinovial sarkomda kemoterapi ile ilgili
yeteri kadar literatür bilgisi olmasa da ekstremite sinovial
sarkomlarında kemoterapiye olumlu yanıtların olmasından
dolayı önerilebilir. Pulmoner sinovial sarkomun 5 yıllık sağkalım
oranı %50 olup prognozu kötüdür. Kötü prognostik faktörler;
yaş >20 olması, >5 cm tümör boyutu, pozitif CS, 10 büyük
büyütme alanında >10 mitoz olması ve SYT-SSX1 varyantın
olmasıdır. Adjuvan kemoterapi sağkalımı uzatması açısından
ümit edici olabilir.
EP-326
MEMENİN PRİMER ANJİOSARKOMU: OLGU SUNUMU
ÖZLEM DERİNALP OR , GONCA ALTINIŞIK İNAN , YILDIZ GÜNEY ,
TAMER ÇALIKOĞLU , MUZAFFER BEDRİ ALTUNDAĞ
ANKARA ABDURRAHMAN YURTASLAN ONKOLOJİ HASTANESİ
RADYASYON ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Giriş:
Meme sarkomu memenin mezenkimal dokusundan gelişen
nadir bir kanser tipidir. Sıklığı tüm primer meme malignitelerinin
% 1’inden ve tüm sarkomların da % 5’inden daha azdır. Primer
meme anjiosarkomu insidansı ise %0.05’in altındadır. Bu
çalışmada meme anjiosarkom tanısı alan ve cerrahi sonrası
kliniğimize başvuran bir olgu sunulmaktadır.
Olgu:
Sağ memede ele gelen ağrısız kitle nedeniyle başvuran 29
yaşındaki kadın hastaya yapılan mammografi ve meme
ultrasonografide sağ meme retroaerolar mesafe ile aerola üst
komşuluğunda25 mmboyutunda heterojen yapı ve bu alanın
lateralinde6 mmboyutunda hipoekoik nodüler oluşum tespit
edilmişti. İnce iğne aspirasyon biyopsisi sonucu atipik hücre
görülmesi üzerine hastaya sağ meme segmental mastektomi
uygulanmıştı. Patoloji sonucu anjiosarkom olarak rapor edilen
hastanın tümör çapı ise3.5 cmidi. Bu bulgularla radyoterapi
polikliniğimize başvuran hastaya, patolojisinin anjiosarkom
olması nedeniyle yetersiz cerrahi uygulandığı düşünülmüş ve
mastektomi önerilmişti. Ancak hasta total mastektomiyi kabul
etmedi ve hastaya geniş cerrahi rezeksiyon uygulandı. İkinci
operasyon sonucu hastanın rezeksiyon sınırı0.1 cmyakınlıkta
ve lenf nodu frozen örneklemesi negatif olarak rapor edildi.
Hastaya öncesinde kemoterapi ve ardından radyoterapi
kararı alındı ve 4 kür IMA (Ifosfamid-Mesna-Adriamisin)
uygulamasının ardından tüm memeye 25 fraksiyonda toplam
50 Gy ve tümör yatağına 9 fraksiyonda 18 Gy ek doz radyoterapi
uygulaması yapıldı. Bir yıldır taipte olan hastada metastaz ile
uyumlu bulguya rastlanmadı.
Sonuç:
Meme sarkomu tanılı hastalar genellikle tek taraflı, iyi
sınırlı, mobil, ağrısız kitle ile başvururlar.Epitelyal meme
karsinomlarından daha hızlı bir büyüme öyküsü vardır.
Tümörün prognozunu belirleyen en önemli faktörler tümör
çapı ve tümör differansiyasyonudur. Ortalama tümör çapı
4.8 ile5.6 cmarasındadır (0.8 -40 cm). Metastazları sıklıkla
hematojen yol ile olur (akciğer, kemik ve karaciğere). Lenf nodu
metastazı nadirdir. (<%5) Tümör çapı ve eksizyon sınırı sağkalım
üzerine etkili faktörlerdir. Beş cm’den büyük tümörlerin
prognozu kötüdür. Güvenli cerrahi sınır konusunda kesin bir
konsensus olmamakla beraber küçük, lokalize sarkomlar için
cerrahi sınırın1 cmolması yeterli iken anjiosarkom, infiltratif
sınırlara sahip bir tümör olduğu için3 cmgibi daha geniş
sınırlarla çıkarılmayı gerektirir. Cerrahi ilk tedavi basmağını
oluşturur. Standart tedavi yaklaşımı mastektomi olmasına
karşın bu vakada hastanın mastektomiyi kabul etmemesi
nedeniyle meme koruyucu cerrahi sonrası tüm meme
radyoterapisi uygulanmıştır. Hasta bir yıldır hastalıksız olarak
takip edilmektedir. Memede nadir görülen bir tümör olması
nedeniyle tedavi yaklaşımları tartışmalı olup, tedavi kararının
netleştirilmesi için daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır. Bu vakada
meme koruyucu cerrahi ve radyoterapi uygulanan hastada bir
yıllık tedavi sonucumuzu paylaşmak istedik.
EP-327
DERİN VEN TROMBOZU OLAN KANSER HASTALARINDA
ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ (MPV)
HÜSEYİN ENGİN
1
, CEMİL BİLİR
1
, M. GÜRKAN HAYTAOĞLU
2
,
ÇAĞATAY BÜYÜKUYSAL
3
, SEVİL İLİKHAN
2
1
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ONKOLOJİ B.D
2
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ
HASTALIKLARI A.B.D
3
ZONGULDAK KARAELMAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Tromboembolizm kanserin ilk semptomu olabileceği takipli
hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite riski taşır.
Tromboembolik olaylar kanser hastalarında %4-20 oranında
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
289
saptanmıştır
Gereç ve Yöntem:
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Onkoloji kliniğimizde 2004
ile 2011 yaılları arasında tanı ve tedavisi yapılmış hastalar
retrospektif olarak incelendi. Toplam 77 hasta akut derin ven
trombozu (DVT) tanısı almıştı. 31 erkek 46 kadın hasta olup
ortalama yaş 60.7 ± 10.9 yıldı. Kontrol grubunda ise yaş ve
cinsiyet uyumlu 45 kontrol kanser hastası vardı.
Bulgular:
Her 2 grup arasında yaş, cinsiyet, laboratuvar parametreleri
arasında MPV dışında anlamlı fark yoktu. MPV düzeyleri
ise DVT’li grupta anlamlı olarak daha yüksekti (8.6’ e 7.7 p=
0.0002). Kanser türleri olarak en fazla kolorektal, jinekolojik,
meme, akciğer ve pankreas kanseri bulunmaktaydı. DVT li
grupta %87 hasta kemoterapi almışken kontrol grubunda %33
kemoterapi oranı mevcuttu (P:0.0001). MPV düzeyleri ile DVT
tanısına kadar geçen süre ve trombosit sayısı arasında negatif
bir korelasyon mevcuttu ( R² 0.18 p:0.037 ve 0.002).
Sonuç:
Çalışmamızda DVT’ li kanser hastalarında DVT öyküsü olmayan
kanser hastalarına göre MPV düzeyleri anlamlı olarak yüksek
saptandı. DVT gelişen hastaların metastatik olmaları ile
metastatik olmamaları arasında da risk açısından fark yoktu.
Kanser kemoterapisi ise DVT gelişen grupta anlamlı olarak
daha fazlaydı ve kemoterapi alınması embolizm için bir risk
faktörü olabilirdi. Bizim çalışmamız MPV düzeylerinin kanser
hastalarında DVT ve dolayısıyla tromboembolizm için bir risk
faktörü olabileceğini ortaya koymuştur.
EP-328
KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ HASTASINDA ÇOKLU PRİMER
KANSER : OLGU SUNUMU
İLHAN HACIBEKİROĞLU , MUSTAFA ALTINBAŞ , DİLŞEN ÇOLAK ,
UĞUR ERSOY , G. İNANÇ İMAMOĞLU , SEMİHA URVAY , NAZİYET
KÖSE
DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
TIBBI ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Senkron çoklu primer kanser gelişimi nadir bir durumdur. Kronik
böbrek yetmezliği (KBY) hastalarında malignansi insidansında
artış bildirilmektedir. KBY tanısı ile izlenen hastada saptanan
çoklu primer kanseri olan vaka sunulmuştur.
Bulgular:
OLGU: Erkek hasta, 72 yaşında; yaklaşık 4 yıldır KBY tanısı ile
takipte imiş. Hipokrom mikrositer anemi nedeniyle istenen
kolonoskopisinde, sigmoid kolonda 2 cm çapında 3 adet
polip saptanarak polipektomi yapılmış. Patoloji sonucu villöz
adenom ve adenokarsinom olarak gelmiş. Hasta Kliniğimize
refere edildi. Abdomen BT’de sol böbrek alt kesimde 34 mm ve
27 mm çaplı lezyonlar ve sol renal hilus düzeyinde 52x27 mm
çaplı solid kitle lezyonu saptandı. Radyolojik görünüm renal
hücreli karsinom (RCC) ile uyumlu idi. Ayrıca prostat parankimi
heterojen ve boyutlarında belirgin artış mevcuttu. Prostat ince
iğne biyopsisinin patolojisi adenokarsinom, grade III, Gleason
skoru 6 olarak geldi. Tümör Konseyimizde tartışılan hastaya
prostat kanseri için total androjen blokajı, RCC için parsiyel
nefrektomi, kolon kanseri için ise kolonoskopi tekrarı ile invaziv
komponentlerin değerlendirilmesi önerildi.
Sonuç:
Eş zamanlı çoklu primer kanser birliktelik oranı ABD ve Avrupa
kaynaklı serilerde %10-15’lere ulaşabilmektedir. Eş zamanlı
çoklu primer kanser tespit edildiğinde tedavi seçimi, prognozu
belirleyecek olan ve daha ileri evrede bulunan kanser tipi
göz önünde tutularak planlanmalıdır. KBY hastalarında imün
sistem fonsiyonlarında azalma, immün süprese ilaçların
baskısı, antioksidan kapasitede azalma, DNA onarım bozukluğu
gibi faktörlerin etkisiyle malignite insidansı artmaktadır.
Bizim vakamız, KBY hastalarının malignite gelişimi açısından
dikkatle izlenmesinin ve çoklu primer kanser hastalarında
multidisipliner yaklaşımın öneminin vurgulanması açısından
sunulmuştur.
EP-329
ANDROJEN RESEPTÖRÜ NEGATİF PROSTAT KANSERİNDE
GLUTAMİN VE SELENYUMUN STANDART TEDAVİYE
KATKILARI
FIRAT SOYARAT
1
, PINAR KEMANLI
1
, HİLAL KOÇDOR
1
, HİLAL
KOÇDOR
2
, HALİL ATEŞ
2
, RÜKSAN ÇEHRELİ
2
, YASEMİN
SAYGIDEĞER
1
, HAYRİ ÖZSAN
3
, GÜVEN ARSLAN
4
, İLHAN
ÖZTOP
2
, MEHMET ALİ KOÇDOR
5
1
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
MOLEKÜLER TIP ANABİLİM DALI
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, HEMATOLOJİ
ANABİLİM DALI
4
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, ÜROLOJİ
ANABİLİM DALI
5
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, CERRAHİ
ANABİLİM DALI
Amaç:
Dosetaksel androjen reseptörü negatif prostat kanserinin
standart tedavisinde yer alan, oldukça toksik bir ajandır.
Tedavi sırasında olgularda sıklıkla glutamin ve selenyum
suplementasyonu gerekli olmaktadır. Ancak bu ilavelerin
mevcut antikanser etkinliğe katkısı bilinmemektedir.
Çalışmanın amacı, Hormonal tedavinin etkisiz olduğu,
dosetaksel rejimi uygulanan prostat kanseri hücre hatlarında
selenyum ve glutamin suplementasyonunun anti-kanser
etkinliğini belirlemektir.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmada DU-145 (prostat kanseri beyin metastazı) ve PC-3
(kemik metastazı) hücre hatları kullanıldı. Dosetaksel, Selenyum
(Se) ve Glutamine ait IC
50
dozları, farklı ilaç konsantrasyonların
hücre-canlılık-testi
ile
belirlendi.
Belirlenen
etkin
konsantrasyonlar, farklı ilaç kombinasyonlarında hücrelere
uygulandı. Geç-erken apoptoz, nekroz ve hücre canlılığı flow-
cytometry; Uygulanan ilaçların kanser hücrelerinin hücre
döngüsünün hangi aşamasında tuttuğu cell-cycle analiz ile
belirlendi.
290
Bulgular:
Selenyum-glutamin kombinasyonunun dosetaksel rejimine
eklenmesi apoptotik ve nekrotik hücre ölümü oranlarını
arttırmaktadır. Yalnız başına glutamin ve selenyum
kombinasyonu kanser hücrelerinde proliferasyona etki
etmemekte; dosetakselle birlikte apoptozu arttırmaktadır.
Sonuç:
Hormonoterapiye dirençli, metastatik prostat kanseri
hücrelerinde, klasik dosetaksel tedavisinde glutamin ve
selenyumun eklenmesi, anti-kanser etkinliği arttırmaktadır.
EP-330
ÇİNKONUN PROSTAT KANSERİ HÜCRELERİNDE ANTİ-KANSER
ETKİNLİĞİ
HALİL ATEŞ
1
, HİLAL KOÇDOR
1
, HİLAL KOÇDOR
2
, PINAR
KEMANLI
2
, FIRAT SOYARAT
2
, RÜKSAN ÇEHRELİ
1
, YASEMİN
SAYGIDEĞER
2
, HAYRİ ÖZSAN
3
, İLHAN ÖZTOP
1
, MEHMET ALİ
KOÇDOR
4
, GÜVEN ARSLAN
5
1
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
2
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
MOLEKÜLER TIP ANABİLİM DALI
3
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, HEMATOLOJİ
ANABİLİM DALI
4
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, CERRAHİ
ANABİLİM DALI
5
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, ÜROLOJİ
ANABİLİM DALI
Dostları ilə paylaş: |