DDHB’li Çocukların Anneleri için Bir Eğitim Programı
11
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Dergisi Cilt 21 (2)
eğitimden edindikleri bilgiyi ölçmek üzere kullanılan aracın doğrudan program
içeriğiyle
ilgili olduğu, ancak diğer ölçme araçlarının bu araştırmaya özel değil genel
olduğu olgusu göz önüne alınırsa, en büyük kazancın annelerin bilgisi üzerinde
görünmesi beklenilebilen bir bulgudur.
Weinberg’in (1999) özetinde yer alan bulgulara benzer şekilde, eğitime katılan
annelerin program bilgisi yanı sıra DDHB sorununu anlayışları, yani bir anlamda
sorunu ve çocuklarını kabul edişleri (normalizasyon) eğitimle birlikte artmıştır.
Annelerin çocuklarında genel olarak daha az sorun algılamaları bunu göstermektedir.
Hem içselleştirme (yalıtlanmış, depresif) hem de dışsallaştırma (saldırgan, öfkeli) sorun
boyutlarında deney grubu annelerin ortalama puanları düşmüştür,
ancak bu düşüş
yalnızca içselleştirmede istatistiksel olarak anlamı düzeye ulaşmıştır. Bu bulgu,
annelerin çocukların denetimi zorlayan davranış (DDHB’nin birincil sorunları)
sorunlarıyla başa çıkmada psikolojik içe dönük (DDHB’nin ikincil sorunlarıyla)
sorunlarla başa çıkmaya göre zorlayıcı bulmaları ile ilişkili olabilir. Nitekim, Newby ve
Fisher (1991) ana-baba eğitim programlarının çocuğun DDHB’ye özgü sorunlarını
azaltabileceğinin tartışmalı olduğunu, programın ancak hedeflenen davranışlarda etkili
olabileceğini, örneğin, çalışmaya odaklanma gibi okul ortamına ilişkin davranışların
kapsam dışı kalabildiğini belirtmiştir.
Weinberg (1999) çocuklardaki gerçek değişimden bağımsız olarak, eğitimin
ana-babaların gerginliğini orta düzeyde de olsa azalttığını ve böylece ikincil kazançlara
yol açtığını, Kottman ve Robert (1995) ile Pisterman ve meslektaşları (1992) ise ana-
babalarda olumlu yönde değişimler gözlendiğini rapor etmişlerdir. Yapılan araştırmada
da deney grubu anneleri eğitimden hem psikolojik hemde ilişkisel olarak yarar
gördüklerini dile getirmişlerdir. Annelerden toplanan kaygı, depresyon
ve genel sorun
belirtisi verilerinin ortalamaları tutarlı olarak deney grubu annelerinde kontrol grubuna
göre daha düşüktür, ancak bu farkların hiçbiri küçük örneklem grubunda istatistiksel
olarak anlamlı düzeye ulaşamamıştır. Yani eğitim annelerin yaşadığı psikolojik
sorunlarda önemli bir fark yaratamamıştır. Aynı şekilde, eğitim anne-çocuk ve aile
ilişkilerinde herhangi bir farka yol açmamıştır. Hatta bu boyutlar daha dolaylı boyutlarla
ilişkili olduğundan ortalamalarda herhangi bir fark eğilimi de gözlenmemiştir. Nitekim
her ne kadar eğitimin içeriğini bu amaçla uyarlamaya çalışmışsa da araştırmacı
annelerin sınırlı grup süresinde karşılanamayan birçok gereksinimi olduğunun farkına
varmıştır. Eğitim süresi daha uzun tutulabilse ve eğitime baba ile çocukların katılımı
sağlanabilse bu tür etkilerin sağlanması mümkün olabilirdi.
Öte yandan, uzun süreli
eğitimlere katılımın devamını sağlamak ve tüm ailenin katılımına elveren ortamlar
sunmak oldukça güç olabilmekte ve uzmanlık çalışması sınırları dışına taşmaktadır.
Bu araştırma özetle, uygulanan eğitim çalışmasının DDHB tanısı almış
ilköğretim yaşında çocukları olan annelerin karşılaştıkları sorunlarla baş etme bilgilerini
artırdığını, annelerin çocuklarında daha az sorun algılamasına yol açtığını
göstermektedir. Gelecek çalışmalarda bu araştırmada ele alınamayan konuların
kapsanması önerilebilir. Eğitim programında elde edilen değişimler daha doğrudan
yöntemlerle ve uzun süreli olarak incelenebilir. Ailedeki gerilimleri artırabilen bir etken
olarak çocuk sayısının etkisi araştırılabilir. Bu araştırmanın temel önerisi ise,
toplumsal
bir
hizmet
olarak,
ana-baba
eğitim programı uygulanmalarının
yaygınlaştırılmasıdır. Çocuğu DDHB tanısı almış ana-babalar çocuklarıyla baş etmede
ortalama ailelerden çok daha
fazla güçlük yaşamakta, ancak yakın aile desteği dışında
Sonnur Öztürk ve Deniz Albayrak-Kaymak
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Dergisi Cilt 21 (2)
12
sistematik bir yardım görememektedirler. Bir süre sonra çocukla ilgili sıkıntılara ana-
babada kaygı ve depresyon, aile ilişkilerinde gerginlik ve sosyal yalıtlanma sorunları
eklenmektedir. Okullarımızda özel eğitim hizmetleri çok sınırlıdır, hastanelerde
sağlanan sağlık hizmetleri yanı sıra profesyonel psikoeğitimsel desteğe büyük
gereksinim vardır. Bu araştırmaya temel kaynak oluşturmuş olan Cunningham’ın özgün
programı kalabalık gruplarla etkili olarak uygulanmaya uygundur ve Kanada’da o sırada
çocukları da yardım alırken, hem anne hem babalarla toplum merkezlerinde
yürütülmektedir. Ülkemizde de gerek Halk
Eğitim Merkezleri gibi devlet, gerekse de
ilgili dernek ve vakıflar gibi sivil toplum kuruluşları ana-babaların birbirleriyle
etkileşim kurup ve destek sağlayacakları kapsamlı eğitim programı uygulamaları ve
danışmanlık hizmetleri için uygun ortamlar yaratmalıdırlar. Bu, önemli ve verimli bir
toplumsal hizmet yatırımı olarak görülmelidir.
Dostları ilə paylaş: