87
bölgedeki diğer ülkeleri ürküten söylemlerini en azından
belirli bir süre için
erteleyerek dış dünya ile normal diplomatik ilişkiler kurmalı, Batı teknolojisine
ulaşmalı ve İran ekonomisinin gelişmesi için küresel kapitalist sisteme
eklemlenmeliydi. Bu mantığa göre İran gelişmiş bir ülke olduktan sonra, zaten diğer
Müslüman devletler onu takip etmek durumunda kalacaktı. Diğer bir deyişle, devrim
ihracı “barışçı yollarla” sağlanmış olacaktı
116
. Bununla beraber, Humeynizm
konseptinin İran dış politikasından tam anlamı ile yok olmadığını,
aksine kimi zaman
bazı uygulamaların desteklenmesi için “otantik” Humeyni kimliğinden
faydalanıldığını özellikle belirtmek gerekir
117
.
Rafsancani ile başlayan dönemde İran’ın dış dünya ile ilgili bakış açısında
ortaya çıkan değişim, kısa bir sürede stratejik önceliklerin belirlenmesi sürecine
yansıdı. Dış politika davranışlarında “Ne Doğu, ne Batı” gibi reddedici tutum ve
sloganların yerini, o güne değin İran siyasetinde hiç kullanılmamış “Hem Kuzey,
hem de Güney” gibi söylemler almaya başladı. Amaç, gayet açıktı. Güneyde Basra
(Fars) Körfezi güvenliğinin sağlanması, olası Irak tehlikesinin kontrol altına
alınması, bölgesel işbirliği yollarının aranması ve Körfez ülkeleri ile dostane
ilişkilerin
geliştirilmesi düşünülürken, kuzeyde ise SSCB’nin çözülmesiyle
bağımsızlığını kazanan Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetlerinde İran çıkarlarını
tehdit edebilecek istikrarsızlıkların sona erdirilmesi, Hazar sorununun çözülmesi ve
ABD başta olmak üzere Batılı devletlerin söz konusu bölgeye yerleşmelerinin
önlenmesi amaçlanmakta idi
118
.
116
Hashim,
The Crisis of the Iranian State, s.30.
117
Örneğin, Körfez ülkeleri arasında Pan-Arabizmin yayılmasını önlemek amacıyla İslam’ın alternatif
olarak ön plana çıkarılması veya Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan
Müslüman yoğunluklu cumhuriyetlerle ilişkilerin geliştirilmesi gibi. Bkz. Calabrese,
Revolutionary
Horizons, s.26-29; Kaveh,
After Khomeini, s.203.
118
Hüseyin Ahmedi, “Mevazi-ye Cumhuri-ye İslami-ye İran der Siyaset-e Harici”,
Mecelle-yi Siyaset-
e Hareci, C. 9/3,4 (Payiz-Zimistan 1996/97), s.926-948; Mughisuddin, “Humeyniden sonra”, a.g.y.
88
İran dış politika yorumu ve davranışlarında görülen değişim süreci, üst üste
iki kez cumhurbaşkanı seçilen Rafsancani döneminde sürekli gelişme safhası
geçirmiştir. 1997 ve 2001 seçimlerini kazanan Hatemi ile başlayan süreçte ise
yukarıda sözü edilen iç gelişmelerin de etkisiyle önemli mesafe kat etmiştir.
Hatemi’nin yönetime geçer geçmez, geleneksel İranlı siyasetçilerden farklı olarak
sergilediği ılımlı tavrı ve dünya ile işbirliğine değinen konuşmaları dünya
kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır. Ayrıca, BM kapsamında gündeme getirdiği
“Medeniyetler Arası Diyalog” önerisi büyük ilgi görmüştür.
Hatemi dönemi ile ilgili
gelişmelerin İran dış politikası açısından önemi göz önünde bulundurularak, ilerleyen
bölümlerde özel bir başlık altında daha detaylı bilgi verilecektir.
ii) Tarihsel Bağların Yeniden İnşası veya Kimlik Krizi
1501’de Safevi Hanedanlığı tarafından İran devletinin kurulmasından,
SSCB’nin çözülmesine kadar İran, Orta Asya ve Kafkasya ile ilişkilerini geliştirme
fırsatı bulamamıştır. İslam Devriminin gerçekleşmesinden sonra ise politikalarını
başlıca iki istikamette, batı ve güney doğrultusunda geliştirmiştir: ABD’nin
müttefikleri Türkiye ve tutucu Arap devletleri. Gerçi İranlı dış politika kararvericileri
Soğuk Savaş döneminde her ne kadar “Ne Doğu, ne Batı” şiarını ilke edinerek
izolasyon politikaları güttüklerini
iddia etseler de, “Küçük Şeytan” metaforu ile
tanımladıkları Sovyetlerin Orta Asya ve Kafkasya’daki hakim konumundan gerçek
anlamda rahatsız olmamışlardır. İran’ın asıl korktuğu, Sovyetlerin bölgeden
çekilmesi durumunda Batılı güçlerin, daha dar tanımla ABD’nin bölgeye yerleşme
olasılığı idi. Nitekim Haziran 1989’da İmam Humeyni’nin ölümünden hemen sonra
Moskova’ya, ardından da Bakü’ye giden dönem Meclis Başkanı Haşemi Rafsancani,
89
Bakü’de bir cuma hutbesinde SSCB yetkililerini Batı’nın hilelerine karşı uyanık
olmaları konusunda uyarmıştır
119
.
1991 yılında Sovyetlerin resmen çözülmesi, yukarıda da söylenildiği gibi İran
dış politikasını bir çok yeni ve oldukça hassas konularla baş başa bıraktı. En
önemlisi, Orta Asya ve Kafkasya’da bağımsızlığını kazanan
yeni cumhuriyetler
nedeniyle İran dış politikasındaki uygulama alanı zorunlu olarak genişledi. Kara ve
deniz sınırları dahil olmak üzere İran, dünyada Rusya’dan sonra 15 ülkeyle ikinci en
çok komşuya sahip ülke konumuna geldi. Bağımsızlığını kazanan komşu ülkelerden
bazıları Müslüman ülkeler olup (örneğin, Azerbaycan, Türkmenistan) İran’la yakın
tarihsel-kültürel geçmişe sahipti. Bazıları ise İran sınırında yer almasa da hem
Müslüman olmaları, hem de İran’la bir takım tarihsel-kültürel yakınlıkları nedeniyle
İran dış politikası açısından en az komşu ülkeler kadar önemliydi (örneğin,
Özbekistan veya Tacikistan). Kısaca belirtmek gerekirse, İran’ın
yeni dönemde söz
konusu bölgeye uygulayacağı politikalar başlıca şu ülkeleri kapsayacaktı:
Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve
Tacikistan.
İran, Sovyet liderlerin Aralık 1991’de SSCB’nin çözüldüğünü
açıklamalarının hemen ardından yeni cumhuriyetlerin bağımsızlığını tanıdı. Bu
dönemden itibaren İran’ın bölgeye yönelik politikaları iki hedef doğrultusunda
gelişme sürecine girdi.
Birincisi, bölgesel güvenlik çıkarları ile ilgiliydi. Humeynici
söylemle, yıllardır “Demir Perde” arkasında ezilen Müslümanlar olarak tanımlanan
bölge halkları bağımsızlıklarına kavuştular kavuşmasına, ama bu sefer de
119
Olivier Roy, “ The Iranian Foreign Policy Toward Central Asia”,
Dostları ilə paylaş: