1.3.2. Milay Köktürk’te Türk Felsefesinin İmkânı Problemi
Milay Köktürk, 2011 yılı “Türk Yurdu” dergisinde yer alan “Türk Felsefesinin Varlığı
ve İmkânı Problemi”
118
başlıklı makalesinde konu hakkındaki görüşlerine derinlemesine yer
vermiştir. Köktürk bu yazısında, hâlihazırda bir Türk felsefesinin varlığından
bahsedebilmenin tutarlı olamayacağı tespitinde bulunur ve bu tespitlerin neler olduğunu
gerekçeleriyle açıklar. Bununla birlikte, şu an için imkânsız gibi görünen bu durumun,
gelecekte de bir Türk felsefesinin varlığını imkânsız kılacağı gibi bir algıyı yaratmaması
gerektiğini vurgular. Bu karamsarlıktır. Böylesi bir karamsarlığa gerek yoktur. Köktürk’ün,
yukarıda bahsi geçen makalesinde değindiği; hâlihazırda bir Türk felsefesinden
bahsedilmesini şu an için imkânsız kılacak tespitlerine aşağıda bir göz atalım:
Köktürk’e göre bir şeyin var olduğunu söyleyebilmek için onu ya bizzat unsurları,
karakteristik özellikleri ve yapısal nitelikleri bakımından gösterebilmek ya da onun kendini
gösteriş biçimini ve işlevini ortaya koyabilmek gerekir. Onun var olduğunu ileri sürmek yahut
var olmasını arzu etmek, var olduğu iddia edilen şeyi var kılmaz. Köktürk, bu durumu “başka
felsefe çevrelerine nispet yapılarak ‘varmış gibi’ davranılamaz”
119
sözleriyle dile getirir. Bu
bir yanılgıdır. Çünkü “Felsefe sadece Batı’da değildir, bizde de, halkımızda ve kültürümüzde
116
Keklik, A.g.e, s. 41-42; Mehmet Ali Aynî ve çalışmaları için ayrıca bakınız: Türkiye’de Bir Felsefe Gelen-ek-
i Kurmaya Çalışmak feylosof simalardan seçme metinler 2, Ed. Recep Alpyağıl, İz Yayıncılık, 2011, s.217-257.
117
Keklik, A.g.e, s.41-43.
118
Milay Köktürk, Bir Türk Felsefesinin Varlığı ve İmkânı Problemi, Türk Yurdu, C.31, S. 283, Evren
Yayınları, Ankara, 2011, s.105-115.
119
Köktürk, A.g.m, s.105.
30
de felsefe vardır.” sözü yanlış bir yargı içerir ve tutarlı değildir. Var olan bilfiil kendini
göstermeli, ortada apaçık halde bulunmalı ve felsefî problem incelemelerinde yahut
çözümlemelerinde tezahürlerini göstermelidir. Buna mukabil içinde bulunulan durum, bir
düşünce yapımızın olmadığı anlamına da gelmemektedir. İşte Köktürk’e göre bu ikisi arasında
fark vardır. Çünkü bu dünyada boy gösteren her derinlikli fikir felsefe değildir.
120
Özellikle bu
noktada halk kültürüne sığınmak hatadır; şekillenip netleşmemiş, sistematik, bütüncül ve
temellendirilmiş biçimde ortaya konmamış, insan dünyasındaki problemleri kuşatamamış bir
düşünce hareketi felsefe olamaz. Halkın düşünce yapısı halk kültürünün doğasını verir.
Felsefe ise bir dünya görüşü değildir. Çünkü dünya görüşü, bir bireye yahut topluma ait
olması bakımından öznel karakterlidir. Oysa felsefe bütün insanlığa, insanlığın bütün
çağlarına, toplumlarına ve bireylerine hitap eden tüm çağlara ve bilinçlere sunulmuş bir
kurgu, sistematik ve daha önemlisi rasyonel bir üründür. Filozof insanlık adına düşünür;
ondaki bu düşünce, insanlık adına ve insanlığa konuşan bir sestir.
121
Köktürk, “Türk felsefesi” tabirine de bir açıklık getirilmesi gerektiğini düşünür. Çünkü
ona göre Hakan Poyraz’dan mülhem Türk kelimesi “ideolojik bir perspektif sunabilir ve
birleştirici olmak yerine ayırıcı bir kavram da olabilir.”
122
Türk kelimesinin burada bir
etnisiteyi ifade etmediği söylenebilir belki ama bu Köktürk’e göre tartışmalıdır. Ayrıca Türk
felsefesi kavramı felsefenin öznelleşmesi olarak anlaşıldığında, felsefe kavramıyla
çelişmektedir. Köktürk’e göre felsefe yerel yahut ulusal bir etkinlik değildir. Onun anavatanı
tüm zamanların insanlık dünyasıdır. Bu adlandırma sadece Türklere ait bir felsefe olarak
anlaşılırsa, felsefe etkinliği sınırlandırılmış olur. Öyleyse “Türk felsefesi” tabirinden, bu
coğrafyadaki kültür dünyası bireyinin dünya, hayat ve varlık algısını felsefi düzeyde yansıtan,
Türkçe ile dile getirilmiş sistematik kurguları anlaşılmalıdır.
Nietzsche’nin kurguladığı jeo-felsefe anlayışına Deleuze ve Guattari ikilisinin
yönelttiği; “ Neden yalnızca bu üç kapitalist ülke?” sorusunda da değindiğimiz İngiliz, Alman
ve Fransız felsefelerine Köktürk’ün bakış açısı biraz daha farklıdır. Köktürk’e göre Fransız
pozitivizmi, İngiliz empirizmi yahut Alman idealizminden hiçbiri içinde doğduğu toplumun
milli ya da kültürel tanıtımı değildir. Hatta onların içinde doğdukları kültürü yüceltme gibi bir
amaçları da yoktur. İlk baştan onların isimleri zikredilip (Alman felsefesi, İngiliz felsefesi
120
Köktürk, A.g.m., s.105.
121
Köktürk, A.g.m., s.106.
122
Bkz. Köktürk, Poyraz’dan alıntıladığı kısımla ilgili şu dipnot bilgisini sunmuştur: Türkiye’de Felsefe, I.
Felsefe Çalıştayı, Hakan Poyraz’ın Konuşması, Ed. Rahmi Karakuş, Sakarya 2009, s.68.
31
gibi) sonra felsefeleri inşâ edilmemiştir.
123
Bu nedenle “Türk Felsefesi“ başlığını atıp da altını
zoraki doldurmaya çalışmak doğru bir yaklaşım değildir. Böyle bir tartışma ile işe başlamak
düşünsel bir proje, yapay bir fikir üretiminden öteye gitmez. Köktürk’e göre buradaki doğru
soru “Bu kültür çerçevesinde felsefe mümkün müdür?”
124
olmalıdır.
Türk kültür çevresinin tasarım dünyasını felsefenin diline aktarmak felsefe yapmak
değildir. Sırf kültürü anlamaya çalışmak yahut kültürün keşif çabası yalnızca kültürün derin
yapısına nüfuz etmeyi amaçlar. Dil o kültürün dili olur belki ama buradan bir felsefe
çıkmaz.
125
Köktürk’e göre bir kültürde felsefenin neşvünema bulması için ilk önce kültürün
tasarım dünyasının akılcı bir tarzda kavranması gerekir. Sonrasında ise bu dünyanın içerikleri
sadece o kültüre özgü deneyim olarak bırakılmamalı, genel insanlık durumuna
taşınabilmelidir. Her felsefe bir kültür dünyasından konuşur. Ancak o, kendi kültürel köklerini
öteki kültür dünyalarına kabul ettirmeye değil, insanlık dünyasına bir anlam zenginliği
katmaya yöneltir.
126
Köktürk, “İslam uygarlığının altın çağlarında var olan felsefe etkinliği, ortaya konan
felsefî sistemleri acaba ‘Türk felsefesi’ diye adlandırılabilir mi?”
127
nin muhasebesini de
yapar. Ancak bu soruya net bir cevap vermekten kaçınır. Çünkü bu soruya net bir cevap
verebilmek için Ortaçağ felsefesinin ana temaları iyi irdelenmelidir. O dönemlerde yaygın
olarak entelektüel kültürün yahut mistik nitelikli düşünsel eğilimlerin, özel olarak felsefenin
yeri eğitimli kesimdir. Eğitim ise o yüzyıllarda ayrıcalıklı ve sınırlı bir konumdadır. Yine
Ortaçağ’da cereyan eden felsefe hareketi hem Batı hem de İslam coğrafyası için teolojik
temellidir. Dolayısı ile o dönemde yaşamış olan Türk soylu filozofların felsefî sistemleri o
çağın egemen temalarını içermektedir. Bu nedenle de Köktürk’e göre kendine özgü
karakteristiğe sahip olan ve salt Türk kültür çevresinin duyuş düşünüş ve tasarımlarını
felsefeye taşıyan ‘Türk Felsefesi’ diye adlandırılabilecek bir felsefe hareketinden söz
edilemez.
128
Ortaçağ’ın bitiminde felsefe temaları her ne kadar teolojiden yakasını sıyırıp
çeşitlenmeye başlasa da bu durum Türk-İslâm coğrafyasına yansımamıştır.
Felsefe geleneği nicelik bakımından önemlidir. Köktürk’e göre sayısız birey hakikati
akılcı yoldan ve evrensel düzeyde kavrama eğiliminde olmalı; yine bu eğilimleri de onların
123
Köktürk, A.g.m., s.107.
124
Köktürk, A.g.m., s.108.
125
Köktürk, A.g.m., s.107.
126
Köktürk, A.g.m., s.107-108.
127
Köktürk, A.g.m., s.108.
128
Köktürk, A.g.m., s.108.
32
fikir hayatına hissedilir biçimde egemen olmalıdır. Örneğin Türklerin devlet tasavvuru,
onların geçmişte devlet kurumuna bakışlarını ve bu bakışları ile gerçekleştirdikleri
örgütlenmeleri anlatır. Yine Köktürk’e göre bu durum kendisi olarak yaşamakta olan bir
İngiliz’in toplumsal var oluşuna hitap etmez. Bu tasarımın felsefe olabilmesi için, insanlığa
yapılmış bir ‘iyi’ teklifi, devletin ‘olduğundan daha iyi’ olması için gösterilen akılcı bir çaba
olması gerekir.
129
Burada felsefe geleneğinden kasıt ise, sistemleri ve tezleri farklı olan ama
felsefi etkinlik olmak bakımından müştereklik taşıyan bir zihinsel yönelimin, toplumun
düşünen bireyleri nezdinde sürekli ve yaygın biçimde kabul görmesidir.
130
Bir kültür coğrafyasının evrenselliğe açılabilmesi için yapılması gereken ilk şey
“ gelenek sorunu”nu tartışmaya açmaktır. Köktürk, bu konuda Süleyman Hayri Bolay’ın şu
sözlerine vurgu yapar: Düşünce hayatımızın canlanması için ilk önce onun yıkılan geleneğinin
kurulması lazımdır. Osmanlı bu geleneği yenileyemediği için fikri hayatını da gerektiği
şekilde geliştirememiştir.
131
Köktürk’e göre Ortaçağ İslam dünyasının verimsizleşmeye
başladığı yüzyıllardan sonra, tasavvuftan başka bir felsefe hareketi olmamıştır. Ancak
tasavvufun da ne ölçüde felsefî olduğu tartışmalıdır.
II. Meşrutiyet sonrasında ise genel anlamda felsefe geleneği değil, belli bir felsefe
geleneği etkinlik kazanmıştır. Bu durum, felsefenin doğasındaki çokluk ve çeşitlilik eğilimini,
dolayısıyla felsefeyi, geleneğini öldürmüştür. Hele tek bir felsefe, bir zihniyet yahut dünya
görüşü haline getirilmişse ve bu felsefenin doğası da baskıcı karakterliyse felsefe o kültür
coğrafyasında siyasal egemenliğin yahut toplumsal biçimlendiriciliğin silahı haline dönüşür.
Köktürk’e göre Osmanlı aydınlarından miras kalan Pozitivist felsefe işte tam da bu rolü icra
etmiş ve çağdaşlık, modernlik söylemleri altında, çağdaşlık ve modernliğin vazgeçilmezi olan
çoğulcu düşünceye ağır darbe vurmuştur.
132
Çünkü bir geleneğin oluşabilmesi için gerekli
şartlardan biri de o coğrafyadaki özgürlük ortamıdır. Köle yahut köle ruhlu toplumlarda
felsefe yapılamaz. Söyleyecek sözü olanın dile getireceklerinden dolayı varoluşsal bir kaygı
taşıması, düşünce dünyasını sarsıp ona bir ivme kazandırabilecek bir ‘farklı’yı dile
getirmesine engel teşkil eder. Yani düşünce dünyasının zenginliği için ifade özgürlüğü var
129
Köktürk, A.g.m., s.109.
130
Köktürk, A.g.m., s.109.
131
Bkz. Köktürk makalesinde dipnot olarak şu bilgiyi vermiştir: Süleyman Hayri Bolay, Türk Düşüncesinde
Gezintiler, Nobel Yayın, Ankara, 2007.
132
Köktürk, A.g.m., s.110.
33
olmalıdır. Anadolu coğrafyasının fikir yoksunluğunun gerekçesi olarak da işte bu ifade
özgürlüğünün sınırlılığı gösterilmektedir.
133
Düşünen birey ile egemenler siyasal arenada karşıt konumdadırlar. Köktürk’e göre
egemenler faydacı; düşünenler ise eleştireldir. Yani bakış açıları birbirinden farklıdır. Bu
yüzden siyasal sistemin güç odakları egemenlik biçimlerine darbe vurabilecek nitelikteki
muarızlarını, onlar düşünen bireyler olsa da, tehdit olarak görürler. Neticede siyasal
kavgalardan, fikir düzeyinde de olsa felsefe çıkmaz.
134
Ayrıca Köktürk siyasal kavga ile
felsefi kavga arasında bulunan yöntem farkına da vurgu yapar. Siyasal kavga yok edici iken
felsefî kavga zenginleştiricidir. Aslında burada felsefî kavga tabirinden kastedilen şey de bir
kavga değil; farklı hakikat arayışlarıdır. İşte Köktürk’e göre Türkiye’de felsefe hayatı,
neredeyse yüz yılı aşkın süredir bu politik kavgalar dolayısıyla ve politik fikirlerin felsefe ile
eşdeğer algılanmasıyla yoksullaşmıştır. Zaman içerisinde siyasal alanın ideolojilerce işgal
edilişi ve katı ideolojik yönelmişlik felsefenin verimli zeminini adeta zehirli atıkla
doldurmuştur. Özellikle cumhuriyetin yerleşme sürecinde yalnızca resmi görüş tek egemen
kılınmış, bu da resmi ideoloji halini almıştır. Dolayısı ile felsefe bizzat devletin ve siyasetin
emrine tahsis edilmiştir. Oysa bir felsefe geleneğinde ihtiyaç duyulan özgürlük, olup biten
karşısında filozofça tavır ve fikir beyanının sergilenebilmesidir.
135
İmparatorluğun yıkılış sürecinde verilen var olma kavgası da Köktürk’e göre bir başka
sorun teşkil etmektedir. Çünkü varoluş kavgası derin felsefî çözümlemeleri imkânsız kılar.
Felsefe daha ziyade siyasal ve sosyal olarak sükûnetli coğrafyaların ürünüdür. Bu yüzden de
kapıda böylesi bir tehlikenin belirmesi pratik çözüm arayışını gerektirecektir ve bu arayış
ertelenemez. Hem pratik problemlere boğulmuş hem de varoluş kaygısıyla tüm enerjisini bu
arayışta tüketmiş düşünceler teorik gerçeklik arayışına yönelemez.
136
Felsefî çözümlemeleri imkânsız değil ama anlamsız kılan bir diğer etken ise, siyasal
organizasyonun dünyaya egemen olmasıdır. Köktürk’e göre Osmanlı bunun bir örneğidir.
Dünyaya egemen olduğu için Osmanlı, artık onu anlayıp açıklama kaygısından uzaktır; onun
asıl kaygısı kendi egemenliğini ve bu egemenliğinin sürekliliğini sürdürebilmektir. Siyasal
133
Köktürk, A.g.m., s.111.
134
Köktürk, A.g.m., s.111.
135
Köktürk, A.g.m., s.111-112.
136
Köktürk, A.g.m., s.112.
34
egemenliğin zirvesinde bulunma durumu Köktürk’e göre uzun soluklu çöküşü de beraberinde
getirmiştir.
137
Bir uygarlık veya kültür çevresinden yeni bir felsefenin yeniden filizlenmesi için
Köktürk, ilk önce bir felsefe geleneğinin oluşması gerektiğini dile getirmektedir. Ancak
böylesi bir geleneğin oluşması kısa vadede olacak bir şey değildir. Tanzimat’tan bugüne kadar
yaşanan süreçte bu gelenek oluşmamıştır; bugünkü birikim ise varlığını büyük ölçüde son
yirmi-otuz yıla borçludur. Köktürk’e göre felsefe geleneğinin oluşumu için atılacak en önemli
adım, mevcut gelenekle yahut geleneksizlikle hesaplaşmaktır.
138
Bu mülahazaların ardından Köktürk, Türk felsefesinin mümkün olduğunu dile getirir.
Çünkü ona göre Türk aydınının önünde Grek, İslam ve Rönesans sonrası Batı felsefesi mirası
vardır. Bu Batı felsefesinin birikimine ve düşünme yöntemine, çözümleme mantığına sahip
olan felsefî akıl, Türk kültür coğrafyasında yeni felsefî hareketleri oluşturabilir. Ancak
hâlihazırdaki felsefe dünyamızda yürütülen çalışmalar, felsefe tarihçiliği yahut problem
tarihçiliği ağırlıklıdır. Köktürk’e göre bu durum, söylenmiş olanın başka bağlamlarda
tekrarlanışından başka bir şey değildir. Özgün olma iddiasında olanlar da sadece başka felsefe
çevrelerinde ortaya konan fikirlerin o felsefe çevresine uzak olarak tartışılmasından öteye
gitmez. Tartışmaların akabinde bütüncül ve özgün bir teze ulaşılması gerekirken sadece
inceleme boyutunda kalındığı da bir gerçektir.
139
Yine yoğun bir dünya görüşü kavgasının
yaşandığı, belli bir dünya görüşünü egemen kılmak için devlet aygıtının kullanıldığı
Türkiye’de, bu kavga sona ermedikçe yahut entelektüeller bu kavganın dışına çıkmadıkları
sürece, bu coğrafyaya özgü felsefi kurgular dizisinin ortaya çıkması zor görünmektedir. Bir
ideolojinin kendi egemenlik vasıtası olarak devleti görmesi ve onu ele geçirmesi fikir
dünyasını siyasallaştırır. Böylece fikir siyasetin silahı haline gelir ve bu da hemen
kamplaşmayı doğurur.
140
Bu nedenle de Köktürk, bir Türk felsefesinin imkânı için en önemli
şart olarak, düşünürlerin, güncel politik ya da sosyal sorunlara gelip geçici ama her hal ve şart
altında kolayca duygusal yahut düşünsel tepki doğuracak şekilde taraftar olmamaları ve
ilkesel olmayan çözümlerle zaman harcamamaları gerektiğini görür. Sanat, edebiyat ve
felsefede, kamu otoritesince korunan ve imkân sağlanan, üzerine baskı kurulmayan, resmi
ideolojinin propagandası haline getirilmeyen, özgürce düşünen entelektüeller var olmalıdır.
137
Köktürk, A.g.m., s.112.
138
Köktürk, A.g.m., s.113.
139
Köktürk, A.g.m., s.114.
140
Köktürk, A.g.m., s.115.
35
Diğer yandan sivil toplum kesiminin düşünen düşünceleri de bunlara kulak vermeli, onlara
nefes alabilecekleri böylesi ortamları sunmalıdırlar.
141
Köktürk’e göre Batı uygarlığı tüm düşünsel yönelim seçeneklerini tüketmiştir. Buna
mukabil Türk felsefesi, yani Türk kültür coğrafyasının felsefenin diline tercüme edilen
düşünüş tarzı, artık kendini yenileme yetisini kaybeden Batı felsefesinin yerine, insanlığa
“iyi” olanı teklif edebilir. Bugünün ve geleceğin dünyasının “gelin canlar bir olalım” diyen
bakış açısına ihtiyacı vardır.
142
1.3.3. Hakan Poyraz, Türk Felsefesi: İmkândan Gerçekliğe
“ Bir Türk felsefesi var mıdır?”
143
sorusu üzerine görüş bildiren felsefecilerimizden
birisi de Hakan Poyraz’dır. Poyraz, bahse ilişkin bu sorunun, sorulduğu kadar kolay
cevaplanamayacağı imasında bulunur; zira “ Türk felsefesi” hayli tartışmalı bir ifadedir.
144
Yine de o, konu hakkındaki duruşunu net bir şekilde dile getirmekten çekinmez. Çünkü
Poyraz, bu tartışmalarda bir sürüncemede kalmamış ve bir taraf olduğunu açık yüreklilikle
dile getirmiştir. Poyraz, Türk felsefesinin sadece imkânına değil, gerçekliğine de
inanmaktadır. Bu düşüncesine gerekçe olarak da yazısında Rahmi Karakuş’tan mülhem
145
şu
sözleri ileri sürer:
“Eğer Türk felsefesi tartışılıyorsa, mümkün olan, aktüel olmuştur.”
Aşağıda Hakan Poyraz’ın “ Türk Felsefesi: İmkândan Gerçekliğe” başlıklı yazısında bu
aktüaliteyi geçerli kılacak mülahazalarına yer verilmiştir.
Poyraz daha önce kaleme aldığı “ Var mı, Yok mu? ‘Osmanlı’da Felsefe Yoktur’
İddiası Üzerine”
146
başlıklı makalesinde, okumuş yazmışlarımızın Türk felsefi birikimine
bakışını belirleyen “bizde felsefe yoktur deme geleneği”nin apriori bir bilinç kategorisi gibi
onların zihinlerine yerleşmiş olduğuna vurgu yapar. Poyraz’a göre bu iddiayı ileri sürenler, bir
gerçekliği değil de bir kanaati ifade etmektedirler; çünkü onlar yetersizlik ile yokluk
arasındaki farkı görememektedirler. O yüzdendir ki bu yargıyı dile getirenler aslında
141
Köktürk, A.g.m., s.115.
142
Köktürk, A.g.m., s.115.
143
Hakan Poyraz, “Türk Felsefesi: İmkândan Gerçekliğe”, Türk Yurdu Dergisi, Evren Yayınları A.Ş, Ankara,
2011, Cilt 31, Sayı, 283, s.121.
144
Poyraz, A.g.m., s.121.
145
Bkz. Hakan Poyraz, Türk Yurdu Dergisi’nin 283. sayısında “Türk Felsefesi: İmkândan Gerçekliğe” başlıklı
yazısında, 2009 yılında Sakarya’da gerçekleştirilen “Türkiye’de Felsefe Çalıştayı”nda Rahmi Karakuş’un bu
sözleri dile getirdiğini 2. dipnot olarak vermiştir. Poyraz, Agm., s.125.
146
Hakan Poyraz, Var mı Yok mu? “Osmanlı’da Felsefe Yoktur” İddiası Üzerine, Türk Yurdu, Sayı. 148-149,
Yıl 2000.s
36
Türkiye’deki felsefî faaliyeti külliyen inkâr anlamında değil, onun yetersizliği anlamında
söylemişlerdir.
147
Dolayısı ile Poyraz’a göre felsefi birikim eksik bulunabilir ya da Türk
felsefe ortamından yeterince tatminkâr olunmayabilir; fakat bu durum onun yokluğu anlamına
gelmez. Bu iki durumun birbirine karıştırılmaması gerekir.
Poyraz, Türk dil mantığı ve zihniyet gibi yapısal sorunlarla Türk felsefesinin
olmayışını açıklamaya çalışanların ciddiye alınmaması gerektiğine de vurgu yapar. Çünkü bu
kerameti kendinden menkul yapısal sorun nedeni ile teorik düşünme eksikliğimiz veya soyut
düşünme becerisindeki noksanlığımızdan söz edenler yanılgı içerisindedirler. Poyraz’a göre
“ Bizde felsefe (Niçin) yok?” sorusuna verilen “ Çünkü bizde teorik düşünce eksikliği var” ya da
“ Çünkü dikey eksendeki öz(metafizik), yatay eksendeki söz(kültürel düzlem) ile kesişmez.
Felsefecilerimizin ne özü, ne de sözü vardır” türünden iddialar kötü birer kültür
metafiziğinden
148
öte bir anlam içermemektedir.
Poyraz’ın özellikle altını çizdiği iki yaklaşım vardır ki bunları yukarıdakilerden ayırt
etmek gerekir. Varlık yokluk üzerinden değil, felsefe dili üzerinden meseleyi izah eden
birincisi, Bir Felsefe Dili Kurmak adlı çalışmasında İsmail Kara’nın dile getirdiği, gelenekle
felsefeyi buluşturma amacıyla bir felsefe dili kurmaya çabalayanların tasfiyesidir. İkincisi ise
Betül Çotuksöken’in Cumhuriyet Dönemi Türkiye’de Öğretim ve Araştırma Alanı Olarak
Felsefe adlı eserindeki Türkiye’de felsefenin gerçek anlamıyla başlangıcının bu tasfiyeyi
yapan, 1933 üniversite reformu olduğu iddiasıdır. Bu iki görüş birbirinin karşıtıdır.
Çotuksöken’e göre, Babanzade Ahmet Naim’in 1933 üniversite reformu ile açığa alınması,
böylesi bir simgesel anlam taşımaktadır. İşte düğüm, tarihin bu kırılma anında yaşanmıştır.
Zira Çotuksöken, felsefeyi bu kopuşla başlatır. Poyraz’a göre her iki yazar da bu konuda
kendileri gibi düşünenlerin dillerine tercüman olmaktadır. Nüanslara rağmen işte bu iki
düşünce farkı şu şekilde ele alınır: Birincisinde, Türkiye’de felsefenin kurulamama nedeni,
onu kuracak dilin kaybolması, bu dilin yaşattığı kültür ikliminin ve düşünce evreninin yok
olması sebebiyledir. İkincisi ya da onların karşıtları ise felsefenin kurulmasındaki en büyük
engeli bu kopuşta görenlerdir. Bunun için Cumhuriyet dönemi felsefesinin gerçek başlangıcı,
bu yeni felsefe dilini kurmuş olan felsefecilerdir. Hülasa Poyraz, iki yazarın da okuyucuya
bıraktığı izi şu şekilde açıklar:
147
Poyraz, A.g.m., s.121.
148
Poyraz, A.g.m., s.121.
37
1933’e kadar bir felsefe dilimiz ve dolayısıyla felsefe ile bağ kurabileceğimiz bir
geleneğimiz vardı; kaybettik. Karşıt olarak: 33’ten önce adına felsefe diyebileceğimiz bir
birikim yoktu. Artık var!
149
Bu durumda birinci görüşe göre sorun, eski medeniyet dairesinden ve geleneğin
anlam dünyasından kopuştadır; ikinci görüşe göre ise, bunun tam aksine, bu kodların zaten bir
felsefe üretmeyeceğindedir ve bundan dolayı da onların geleneksel kodlardan kopuş ile bir
felsefe yapılacağına inanmalarıdır.
150
Poyraz, 33 öncesinde de 33 sonrası kadar çeşitlilik
gösteren felsefi tarzlardan söz edilebileceğini, sonrasında da önceki tarz, üslup ve geleneklerin
varlığını sürdüregeldiğini ifade eder. O yüzden de “Bizde felsefe yok/bizde teorik düşünme
eksikliği var” gibi iddiaları dile getirenlerin “felsefe”den ne anladıklarını netleştirmeleri;
felsefe ve felsefe olmayanların sınırlarını iyice ortaya koymaları gerektiğini düşünmektedir.
“Türk felsefesi” ibaresindeki sınırlandırıcı manaya Poyraz da değinir. Bu ifadede
felsefe gibi evrensele yönelişi ifade eden bir etkinlikle Türk gibi bir ulusu ifade eden tabirin
buluşması tartışmalı gibi görünmektedir. Felsefenin bir ulusun mülkiyetinde olmadığı
bilinmektedir. Fakat Poyraz’a göre “Türk matematiği veya Türk fiziğinden nasıl söz edilemez
ise Türk felsefesinden de öylece bahsedemeyiz” türünden ifadeler doğru yargı içermemektedir.
Zira ona göre felsefe bir ulusun dilinde yapılır, bu dilin kendine özgülüğü onun yapılma
biçimine ve rengine yansır. Felsefenin evrensele doğru yöneldiği gerçeğini Poyraz da kabul
etmektedir; fakat burada onun dikkat çekmek istediği husus bu yönelişini zeminini kültürün
oluşturmasıdır. Poyraz bu durumu, “Ulusal felsefe, evrensele kendi nehrinden akmaktadır.”
151
sözleri ile açıklamaktadır.
Poyraz’a göre dil, bir dünya tasarımı sunar. Bu tasarımın ürünleri,
felsefeleştirilecek malzeme sunmakla beraber henüz felsefe değildir ve onlar Ahmet İnam’ın
deyişiyle “ön felsefe”
152
olabilirler. Bu malzemeyi felsefece anlama, yorumlama ve
çözümleme denemeleri Türk felsefesinin ön hazırlığıdır. İşte Poyraz’a göre Türk felsefesi ve
bu felsefeyi inşa edecek olan akıl, anlayan, yorumlayan ve çözümleyen bir akıldır; malzemesi
ise o kültürün yaşama alanları; dili, dini, edebiyatı, sanatı, folkloru, hatta yaşama alanında
149
Poyraz, A.g.m., s.121-122.
150
Poyraz, A.g.m., s.123.
151
Poyraz, A.g.m., s.122.
152
Bkz. Poyraz, adı geçen makalenin 10. dipnotunda Ahmet İnam’ın “ön felsefe” tabiri için “Cumhuriyetten
Günümüze Türk Kültürünün Dünü, Bugünü, Geleceği V. Türk Kültürü Kongresi” kitabında “Cumhuriyet
Döneminde Türkiye’deki Felsefenin Serüveni” adlı sunusunu (AKBM, Ankara, 20005) kaynak göstermiştir.
Agm., s.125.
38
çıkmış veya form değiştirmiş kültürel arkeolojisi: Mitolojisi, masallarıdır.
153
Tıpkı dil gibi
kültür için de Poyraz, yazısında benzer düşünceleri dile getirir. Kültürün bütün yaratmaları
kültürün çekirdek alanından beslenir ve bu yaratmanın ürünlerine kendi mührünü basar.
Atasözleri, deyimler, masallar, yani kültürün anonim ürünleri, bu bağıntılar yoluyla kültüre
özgü kalıplardan geçerken onun mührünü taşırlar. İşte bu yüzdendir ki Poyraz, kültürü
anlama, yorumlama, çözümleme denemelerinin bir Türk felsefesi için düşünülen ön hazırlığı
veya malzemeyi sunacağı kanaatindedir. Neticede ortaya çıkacak olan felsefe etkinliği ve
birikimi, Türkçenin düşünce evreninde sürdürülegelen ve onu Alman, Fransız, İngiliz
felsefelerinden ayıran kendine özgülüğü olacaktır.
Nasıl Türk tarihinden, Türk edebiyatından söz edebiliyorsak Poyraz’a göre Türk
felsefesinden de söz edebilmeliyiz. Poyraz tarafından bu durum Türk matematikçilerinin
birikimlerinin bir ifadesi olan “Türk matematiği” tabirine benzetilir. Buradaki “Türk
matematiği” tabiri ile matematik Türkleşmemiştir; tıpkı Türk felsefesinin de felsefeyi
Türkleştirmeyeceği gibi. O halde bu manada düşünülebilecek Türk felsefesi, Türk medeniyet
çevresi içerisinde üretilen felsefedir; Türkçede üretilen felsefedir; içinde yapıldığı dilin
kültüründen hareketle, bu kültüre felsefi bir derinlik kazandırmak isteyen, kendi birikimini bu
doğrultuda değerlendiren bir felsefedir.
154
Kısaca ifade edilecek olursa Türk felsefesinden
anlaşılan şey Türklerin yaptıkları felsefedir ve bu felsefe sadece geçmişe değil, günümüze ve
geleceğimize dair felsefe yolunun adıdır. Türk felsefesinin geleceği için yapılması gereken
şey; geçmişle (tarih) günümüz arasındaki bağı kurabilmektir.
Poyraz, “Felsefe etkinliğimiz yeterli midir?” sorusunu da yine bu bağlamda
değerlendirir; bu sorunun bir ölçüt sorununu da beraberinde getireceğine inanır. Çünkü
“Felsefe etkinliğinin yeterliliğini belirleyeceğimiz bir ölçüt var mıdır?” sorusuna ancak
kıyaslama yoluyla cevap verilebilir. Geçmişe bakarak, “Düne göre bu gün Türkiye’de felsefe
nerededir?” şeklinde ve aynı şekilde “Başka yerlerde, kültürlerde, ülkelerdeki felsefî
etkinlikle yan yana koyulduğunda Türk felsefesinin durumu, boyutu onlarınkine göre ne
haldedir? diye sorulabilir.
155
Poyraz buna cevap olarak da Erişilgil’in “Neden Filozof Yok?”
adlı eserini yayınlamasının (1957) ardından bir hayli zaman geçmesini hatırlatır. Yine
Türkiye’deki felsefe çalışmaları ve Türk felsefesinin içinde bulunduğu durumu tasvir etmek
153
Bkz. Poyraz, bu kısmı yine kendisine ait olan “Masallarımızdaki Felsefe” Hayatın Manevi Boyutları(Türk
Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005) adlı kitap bölümünden alıntıladığını 11. dipnot olarak vermiştir.
A.g.m. s.125.
154
Poyraz, A.g.m., s.123.
155
Poyraz, A.g.m,. s.124.
39
suretiyle Türkiye’nin felsefî birikimini ortaya koyan Hilmi Ziya’dan bu yana oldukça değerli
çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca İstanbul ve Ankara’da açılan Dil Tarih Coğrafya Fakültelerinin
felsefe bölümünden yola çıkılarak nihayetinde bugün otuzu aşkın felsefe bölümüne
gelinmiştir. Gerek üniversitelerin akademik ortamında gerek akademi dışında, yazılarıyla,
dersleriyle felsefe eylemini sürdüren birçok felsefecimiz mevcuttur. Kurumsal düzeyi ile
yahut yayımlanan telif ve çeviri eserleri, dahası alan endekslerinde taranan süreli yayınlarıyla
olsun, Türkiye’de felsefe, alanını hayli genişletmiştir.
156
Batı felsefesi Poyraz’a göre artık alanı genişletilmiş bu Türk felsefesi için bir tekrar
değil, yeniden üretim kaynağı olarak durmaktadır. Buna mukabil şu anda yapılmakta olan
felsefe, Batı felsefesinin 2500 yıllık bir tarzı, geleneğidir. Bu tarz felsefenin ayırıcı özelliği,
rasyonel argumantasyon ve sistematizasyondur.
157
Poyraz, bu tarz bir formata mecbur
olunmadığı kanaatindedir. Ona göre farklı kültürel gelenekler farklı felsefe yapma tarzları
ortaya koyabilmelidir. Ancak felsefe eğitimi yapan kişiler (kendisi de dâhil olmak üzere) bu
formata alışkın olduklarından kendilerini daha iyi ifade edebildikleri için bu format içinde
kalmayı yeğlemektedirler. Burada felsefenin başlangıcı coğrafya üzerinden kurulacak olursa
Poyraz’a göre Türkiye’de felsefe 2500 yıl önce Ege kıyılarında başlamıştır cevabı hiç de
yanlış olmaz. Çünkü bu tarz felsefe, Türk felsefesinin geçmişi anlamında İslam felsefesi
dediğimiz felsefe geleneğimizin de hareket noktasıdır. Felsefenin doğduğu, Herakleitos’un
felsefe yaptığı topraklarda biz bugün yaşarken bu felsefî mirası da yaşamalıyız. Dolayısıyla
Türk felsefesinin kökü, felsefenin ilk köklerine ulaşabilmelidir.
158
Türkiye’de felsefenin başlangıcı için ‘kültür’ merkeze alınacak olursa da Poyraz,
Türk medeniyet çevresi denilen başka bir manzaranın ortaya çıkacağını ileri sürmektedir. Bu
manzaraya göre Antik Çağ bilgeliğini Platon ve Aristo eliyle bize taşıyan ve Arapça fonetiğe
uydurarak felâsife adını alan etkinlikle ilk münasebetlerimiz 10. yüzyılda başlar. Antik
Yunan’daki felsefî hikmet, medeniyet çevremizde, el-Kindi (873), Farabî (950), İbn Sina
(1037), İbn Miskeveyh (1030), İbn Rüşd (1198) gibi Meşşaî (peripatetic) yani Aristotalesçi ve
Razi’den (910) Ravendi’ye (925); tabiîyyûndan dehriyyûna diğer filozoflarca işlenmiştir. 13.
yüzyıllarda ise Mevlana gibi isimlerle kendi orijinal şekillerini bulmuştur.
159
156
Poyraz, A.g.m., s.124.
157
Poyraz, A.g.m., s.124.
158
Poyraz, A.g.m., s.124.
159
Poyraz, A.g.m., s.124.
40
O halde bu bilgiler ışığında “ Türkiye’de felsefe etkinliği ne zaman başlamıştır?”
sorusu Poyraz’a göre şu şekilde cevaplandırılabilir: Batı felsefesi formunda Tanzimat’la;
Cumhuriyet dönemi referans alınırsa da 1933 üniversite reformu ile başlamıştır. Hangisi
kabul edilirse edilsin yukarıda da değinildiği üzere Poyraz’a göre Türk felsefe mirası ile Batı
felsefe mirası ortaktır. O sebeple geçmişe ilişkin karşılaştırmayı da bu zemin üzerinden
yapmak, Türk felsefesinin imkândan gerçekliğe çıkışını buradan görmek gerekir.
160
Dostları ilə paylaş: |