2.2 İtaatsizlik Üzerine
Sözlük anlamı olarak itaatsizlik; “İtaatsiz olma durumu veya itaatsizce davranış”
245
şeklinde tanımlanmaktadır. Aynı kavramın eylem biçimi olan itaatsizlik etmek söz öbeği ise:
“söz dinlememek, boyun eğmemek, buyruğa uymamak”
246
şeklinde karşılık bulmaktadır. Bu
edimin faili ise itaatsiz olarak nitelendirilir.
Kavramın tersi olarak gösterebileceğimiz itaatkâr yahut itaatli sözcükleri ise anlamsal
bir bütünlük içindedir; birbirlerinin yerine de kullanılabilen bu iki ifade sözlükte “söz dinler,
itaat eder, buyruğa uyar
247
şeklinde tanımlanır.
Tanımlar bahsini bir tarafa bırakacak olursak, dile getirildiği yerde itaatsizlik
kavramının ülkemiz insanlarına umumiyetle hoş olmayan, aykırı, menfi manalar
çağrıştırdığına tanıklık ederiz. Bu aykırılığın nedeni sözcüğün bünyesinde barınan (ve isimleri
olumsuz yapan) sız/siz ekinden ziyade uysallık kavramının tersine işaret ediyor oluşundan
ötürüdür. Çünkü sız/siz eki Türkçede her kelimeye aynı manada olumsuzluk anlamı katmaz.
Mesela çorap-çoraplı-çorapsız arasındaki anlam ilişkisi ile itaat-itaatli-itaatsiz arasındaki
anlam ilişkisi birbirinden oldukça farklıdır. Çünkü ‘çorap/sız’ sözcüğü bir norma yahut bir
değere uyma/ma -karşı çıkma- baş kaldırma anlamını katmaz; bunun toplum açısından absürt
bir yanı yoktur. Fakat itaat/siz için aynı durum söz konusu değildir, uysallık toplum nezdinde
kişiden beklenen (olumlu) davranışlar; yani iyi erdemler arasında gösterilir, en azından
sözcüğün çağrışımı bu yöndedir. O halde diyebiliriz ki birbirinin zıttı olan bu iki kavramdan
itaatkâr toplum nezdinde normal; itaatsiz ise a/normal karşılık bulmaktadır.
Bir hukuk profesörü olan Harrop A. Freeman da benzer şekilde “sivil itaatsizlik”
(disobedience) kavramının başında bulunan “dis” ekinden (olumsuzluk eki) ötürü insanlarda
hukuka karşı koymayı kabul etmesinde en büyük engeli teşkil ettiğini düşünür.
248
Şükrü Nişancı da ülkemiz insanlarının itaatsizlik kavramına bakışının menfi yönde
olduğu kanaatindedir. Nişancı’ya göre, “Ortalama bir insana, içinde ‘itaatsizlik’ kavramı
geçtiği için oldukça kötü şeyleri çağrıştırması muhtemel olan bu olgu, ne yazık ki, Türk sosyal
245
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük 1 TDK Yayınları, Ankara, 1998, s.1121.
246
TDK, Age., s.1121
247
TDK, Age., s.1121
248
Harrop A. Freeman, “Sivil İtaatsizlik Üzerine Görüşler”, Mohandas Gandhi & H. David Thoreau Sivil
İtaatsizlik ve Pasif Direniş, Vadi Yayınları, İstanbul, 2015, s.129.
70
ve siyasal bilimciler tarafından da hakkıyla incelenmemiştir.”
249
Yani Müslüman Türk
kimliğinin “itaatsizlik” edimine bakışı soğuktur. Disobedience (itaatsizlik) kavramı üzerinden
Batı mantalitesi ile ülkemiz arasındaki paradigmatik farka vurguda bulunmak isteyen Nişancı
şöyle der:
Batı’da disobedience, demokratik değere ulaşılmasında anahtar bir rol üstlenmekle,
sıcak, munis (evcil) bir hareket tarzı olarak kabul edilirken bizde cemaatin dümenine
girmeyen her eylem mahkûm edilir; en küçük farklılık belirtisi, bütünlüğü bozmaya yönelen
bir girişim olarak algılanır.
250
Toplumun bütününü bir puzzle; bu toplumu oluşturacak bireyleri de puzzle’ın bir
parçası olarak düşünecek olursak; her parça bütün/puzzle/toplum için ait olduğu yere uy/malı
yani uysal (konformist) olmalıdır. Aksi halde toplum normları ile çatışma yaşanacağından
(yani puzzle’ın bütünlüğü bozulacağından) edimin failine pek de iyi gözle bakılmayacaktır.
Bu parça puzzle’daki diğer parçalar tarafından asi, bozguncu, aykırı, fasit, sabote eden olarak
nitelendirilecek; ondan ya kendisini düzeltip bütünün/sistemin bir parçası (ıslah) olması
istenecek ya da tamamen gözden çıkarılıp yok edilecektir.
Durumu zihinde biraz daha somutlaştırmak adına ahlak kavramı üzerinden de benzer
bir açıklamaya gidebiliriz. Ahlak müstakil manada (itaat sözcüğünde olduğu gibi) müspettir.
Erdemli insanlar ahlaklıdır; çünkü ahlak/lı olmak toplum tarafından istendik/beklendik bir
durumun ifadesidir. Abdurrahman Şeref’e göre de ahlak birdir/evrenseldir; yani onun
kanunları, kuralları bütün insanlığı kapsar, milletlere mezheplere göre değişmez.
251
O halde
ahlak/sız kelimesi sözü edilen manada evrensel normlara bir karşı çıkışı ifade eder; menfidir
ve faili de bu yüzden yadırganır.
İtaatsizlik edimi de tıpkı ahlak örneğinde olduğu gibi birden fazla özneye ihtiyaç
duyar. Bütünün normları ile değerlendirilir. Çünkü “ahlak” nasıl genelin değer yargılarını
aksettiriyor; toplum da bu değer yargılarına uyanlara ahlak/lı uymayanlara da ahlak/sız
yakıştırmalarını yaftalıyorsa; “itaat” de aynı gerekçe ile genel normlara uyanlara itaat/kâr
uymayanlara da itaat/siz yakıştırmalarında bulunuyor.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da her iki edimde de belirleyicinin dışarıdan
geliyor oluşudur. İnsan, meydana geldiği toplumda bir ahlak anlayışı içine doğar,
yaşamı/yapıp ettikleri ile bu anlayışa ters düşmezse kendisinden sonraki kişiler için bir
aktarıcıdır, yani sistemin bir parçasıdır; tehdit olarak görülmez, o ahlaklı’dır. Lakin aksi bir
249
Şükrü Nişancı, Sivil İtaatsizlik, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013, s.8.
250
Nişancı, A.g.e., s.159.
251
Abdurrahman Şeref, Ahlak İlmi, Günümüz Türkçesine Akt.: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Elis Yayınları,
Ankara, 2012, s.17.
71
durumda ise kişi sistem tarafından dışlanır; sözü edilen bu birey değiştirilmesi/dönüştürülmesi
gereken hatalı bir sürümdür/üründür; ahlaksız’dır. İtaat-itaatli-itaatsiz kavramları için de
buradakiyle aynı durum söz konusudur.
Yine dikkat edilmesi gerekir ki kişi kendisine emir veremez; istekte bulunabilir yahut
bir durumun gerekliliğini dile getirebilir; ama emir veremez. Bu yüzden Türkçede eylemler
birinci tekil şahıs emir kipinde çekimlenemez. Yani itaatsizlik olgusundan bahsedebilmemiz
için en az bir itaat isteyen ve yine buna ilaveten de en az bir itaati istenen olmalıdır. Hayrettin
Ökçesiz de benzer bir gerçekliğe vurguda bulunur ve “Buyruk itaat ister”
252
der. Biraz evvel
de değindiğimiz üzere kişi, içine doğduğu toplumda sonradan gelen konumundadır ve
önceden gelen’lerin yasalarına/normlarına/şeriatlerine uymak zorundadır, idare edenlerce
ondan bu yönde hareket etmesi beklenir, istenir. Ökçesiz’e göre bu zorlayıcı bir istektir.
Çünkü buyurmak güçlünün işidir ve çoğunlukla kaba güce dayalı bir yaptırım ile kişiye
yöneltilir.
253
Ökçesiz, bu durumu çağımızın yönetim biçimi olan demokrasi üzerinden şöyle
bir örnekle açıklar:
Güçlü, çağımızda demokratik çoğunluktur: O buyurur. Yani yasaları o yapar. Ancak
bu “çoğunluğu” yaratan ve sınırlayan daha üstün bir güç daha vardır ki o da ona bu yasama
yetkisini veren yani onun bu gücünün elinden alınmasına hiçbir biçimde rıza göstermeyecek
olan “konsensüs”tür. Çünkü verdiğini ancak o geri alabilir.
254
Bu durumda itaatkâr; konsensüs tarafından çoğunluğa verilen yetki neticesinde
çıkacak yasalara uyandır. Çoğunluğun konsensüs ile çatışması durumunda Ökçesiz, sınırlayıcı
gücün (konsensüs tarafından) devreye sokulacağı imasında bulunur. Fakat çoğunluğun ileri
sürdüğü ve konsensüs tarafından da makul karşılanan yasalar, kişi/yahut kişilerin vicdanı ile
çelişmesi durumunda yapılması gereken(ler) ne olmalıdır? İşte bu soru yasa-vicdan arasında
sıkışıp kalan birey(ler)i huzursuz etmekte; on(lar)a erdemli bir itaatsizliğin/sivil itaatsizliğin
kapılarını aralamaktadır.
Yetkilerini kötüye kullanan iktidarların tarihi neredeyse iktidar olgusunun ortaya
çıktığı zamanlardan beri vardır. Şükrü Nişancı bu durumu her şeyden önce iktidarların
doğaları gereği bozulma eğiliminde olmalarına bağlar.
255
Nişancı’ya göre güvenlik ihtiyacı,
en temel insani ihtiyaçlardan biridir. Devletin birincil varlık nedeninin de bu olduğu
252
Hayrettin Ökçesiz, Sivil İtaatsizlik, Legal Yayınları, İstanbul, 2011, 17.
253
Ökçesiz, A.g.e., s.17.
254
Ökçesiz, A.g.e., s.17.
255
Şükrü Nişancı, Sivil İtaatsizlik, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013, s.15.
72
söylenebilir. Ne var ki, genel olarak böyle bir ihtiyaçtan doğduğu kabul edilen
devletin/devletlerin, tarihin her döneminde zaman zaman zorbalaştığı görülebilmektedir.
256
İşte itaatsizlik/direnme olgusunu ortaya çıkaran da iktidarların bu zorbalaşma halidir.
Burada direnme ile devrim arasındaki farka dikkat edilmesi gerekir. Direnme eşittir
şiddet değildir; ama şiddete meylederse devrimin yolunu açar. Nişancı bu durumu Ernest van
den Haag’dan hareketle: “Her devrim bir direnme sayılabilir ama her direnme bir devrim
değildir.”
257
tümcesiyle açıklar. Bizim burada ele alacağımız (sivil itaatsizlik edimine kapı
aralayan) direnme, sistemi kökten ortadan kaldıracak bir direnme/devrim değildir. Kanun
koyucuların adaletsiz yasalarına karşı erdemli bir dik duruştur. “Devrim” ve “direnme”
arasındaki bu farka işaret ettikten sonra “isyan” ve “itaatsizlik” kavramları arasındaki ilişkiye
de bir benzer bir kıyaslamayla yaklaşalım. Abdullah Karatay bu iki kavram için şu tespitte
bulunur: “Her isyan itaatsizliktir, her itaatsizlik de bir tür ‘isyan’dır aslında; ancak her isyan
sivil değildir kuşkusuz.”
258
Ökçsesiz’in yukarıda dile getirdiği, konsensüsün de üzerinde -kişiyi herhangi bir
yaptırımla yıldırtamayacak- bir yasa var mıdır? Varsa böyle bir yasaya sempati duyulamaz
mı? Böylesi bir durumda itaatsizlik toplum nezdinde (biraz evvel de değindiğimiz üzere)
nahoş kavramlar sınıfından kendini kurtaramaz mı? İtaatsizlik bir erdem olamaz mı? Dahası
Nurettin Topçu’nun isyan ahlakına bir de bu gözle bakılamaz mı? Ahlaklı isyan ile erdemli
itaatsizlik aynı kavram havuzunda yoğurulamaz mı? Her ikisinde de kişiyi harekete geçirecek
dinamikler, saik(ler)aynı yerde aranamaz mı?
İçinde yetiştikleri topluma uğraşları ile yön vermiş iki farklı sosyalizm temsilcisi -
Yaşar Kemal ile Nurettin Topçu-yu düşünce ile yurtluk arasında irtibatımızı sağlayan
Anadolu merkezli jeo-felsefe arayışımız içerisinde isyan ahlakı ve sivil itaatsizlik kavramları
açısından bu bölümde sorgulayacağız.
Bu sorgulamaya geçmeden önce fiziki düzlemde (düşünce mirasımızda) itaatsizlik
temasının ağırlık kazandığı iki Yunan trajedisini ele alacağız. Bu iki trajedi arasındaki farkı
netleştirdikten sonra aynı kavramın metafizik temelleri için ilahi kitabımız Kur’an’ı Kerim’i
inceleyeceğiz.
256
Nişancı, Age., s.9.
257
Bkz. Nişancı belirtilen sözün dipnotu olarak 65. sayfada şu bilgiyi veriştir: Ernest van den Haag, Political
Violence and Civil Disobedience, New York: Harper Row Publisher’s, 1972, s.6
258
Abdullah Karatay, “Kürtlerin Sivil Alan Siyaseti ve Sivil İtaatsizlik: Yeni Bir Karşılaştırma”, Cogito, Sivil
İtaatsizlik, Sayı 67, Yaz 2011, İstanbul, 2015, s.206.
73
2.2.1. Sofokles Antigone’de Bize Ne Anlatıyor?
Yapıtlarıyla çağları aşacak bir üne kavuşan büyük trajedi ustası Sofokles’ten (MÖ
496-MÖ 406) günümüze kalmayı başarabilmiş yedi büyük oyundan (Aias, Antigone, Kral
Oidipus, Trakhisli Kadınlar, Elektra, Filoktetes, Oidupus Kolonos’ta) bir tanesi de
Antigone’dir.
259
Eser Thebai Üçlemesi (Kral Oidupus, Oidupus Kolonos’ta ve Antigone)
olarak da bilinen serinin sonuncusudur.
Antigone her ne kadar üçlemenin üçüncü oyunu olarak bilinse de yazılış sırası
bakımından Sofokles’in serideki ilk metni ve aynı zamanda da sözü geçen eserler arasında en
eski olanıdır.
260
Bu da bize gösteriyor ki serinin diğer iki oyununu Sofokles, Antigone’den
geriye doğru kurgulamıştır. Eser ilk kez İ.Ö. 442’de sahnelenmiştir.
261
Karakterden çok
konunun ağırlık kazandığı bu trajedide Sofokles, dünya edebiyatının ilk direniş oyununu
sahnelemiştir.
262
Thebai Üçlemesi’ndeki her bir oyun kendi içinde bir bütünlük teşkil etmesi
bakımından çağdaşlarından ayrılır. Bu nedenle Antigone -tıpkı serideki diğer iki trajedi gibi-
kendi içinde müstakil bir hüviyet taşmaktadır. Sofokles, trajediye adını da verdiği kadın
kahramanı “Antigone” ile bizlere dizgine gelmeyen, başkaldıran bir insan örneği
263
ni
resmetmiştir. Ayrıca yine eserin çevirmeni Güngör Dilmen’e göre “Antigone, trajik boyutlara
varan ölçüde ülkücüdür.” Bir sonraki bölümde göreceğimiz Prometheus mitosu için de
Dilmen aynı kanaati taşımaktadır.
264
Bu ele avuca sığmayan/asi/itaatsiz/başkaldıran
karakterinden ötürü Antigone, incelememize dâhil edilmiştir. Fakat bizim burada bu karakteri
doğru anlayabilmemiz/algılayabilmemiz için söylence (efsane) ile ilgili malumatı bilmemiz
gerekecektir. Güngör Dilmen’in, eserin Önsöz’ündeki bilgilendirmesinde değindiği efsaneyi
şöyle sadeleştirebiliriz:
265
Thebai kentinin kurucusu Kadmos’tur. Kadmos’tan sonra soyağacı şöyle ilerler:
Kadmos’un oğlu Polüdorus, onun oğlu Labdakos ve Labdakos’un oğlu Laios… Söylenceye
göre Laios, Lokaste ile evlenir. Bu evlilikten bir oğul dünyaya gelir. Fakat Tanrı Apollon bir
kehanette bulunarak çocuğun ileride babasını öldürüp öz annesiyle evleneceği haberini onlara
iletir. Bu korkunç bir kehanettir. Yazgıdan kaçmak isteyen ebeveynler bebekten kurtulmanın
259
Sofokles, Antigon, Eski Yunan Tragedyaları 1, Çev. Güngör Dilmen, TEM Yayınları, İstanbul, 2014; Ayrıca
Bkz.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sofokles
, 01.01.2017.
260
Age., Güngör Dilmen, “Önsöz” s.14.
261
Dilmen, A.g.m., s.15.
262
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sofokles
, 01.01.2017.
263
Dilmen, Agm., s.16.
264
Dilmen, Agm., s.16.
265
Dilmen, Agm, s.11-15.
74
yollarını ararlar. Lakin bebeği öldürmeye kıyamadıkları için çocuğu bir çobana verip onu dağ
başına bırakmalarını isterler. Kaçmasın diye de çocuğun ayaklarını şişlerler.
Çoban, bebeğe acıdığı için bu emri yerine getirmez. Onu Korinthoslu bir köylüye
teslim eder. Köylü de bebeği çocuğu olmayan Korinthos kralı Polübos’a verir. Kral, evlat
edindiği bu çocuğa Oidipus (Şiş ayak) ismini takar.
Oidupus büyüdüğünde kehanet kulağına çalınır. Yazgıdan kaçmak ister; Korinthos’tan
ayrılır. Lakin genç adam (tıpkı ailesi gibi) yazgıdan kaçmak isterken aslında yazgıya
koştuğunun farkında değildir. Yolu Thebai kenti yakınlarına düştüğü bir vakit kendisine yol
vermek istemeyen ihtiyar bir adamı öldürür. Yaşlı adam Oidipus’un babası Laios’tur. Birinci
kehanet burada gerçekleşir.
Laios’un ölümünden sonra Thebai’ye Sfinks adında korkunç bir ejder musallat olur.
Pençesine düşürdüğü Thebailılara “muammalar” yani bilmeceler sorarak onları canlarından
bezdirir; bilemeyenleri öldürür. Oidipus, kıvrak zekâsı ile kendisine sorulan bilmeceleri çözer
ve Sfinks’i alt eder. Halk da böylece ejderden kurtulmuş olur. Şehirde büyük saygınlık
kazanan Oidipus, Thebai’ye kral olur. Tabi bu durumda ikinci kehanetin gerçekleşmesi de
uzun sürmez. Genç kral Oidipus, Laios’un dul karısı Lokaste ile evlenir. Lokaste, Oidipus’un
öz annesidir.
Bu evlilikten iki kız ( Antigone ve İsmene); iki de erkek evlat ( Eteokles ve Polüneikes)
dünyaya gelir. Oidipus, öz annesiyle evlenmek suretiyle bilmeden işlediği günahın bedelini
şehrine çöken lanetle öder. Amansız bir salgın Thebai insanlarını kırıp geçirir. Halk daha
evvel kendilerini Sfinks adlı ejderden kurtaran Oidipus’tan ikinci kez kahramanlık bekler. İşte
üçlemenin birinci oyunu Kral Oidipus Tragedyası bu sahneyle açılır.
Lokaste’nin kardeşi Kreon, Apollon’dan aldığı bilgiyi onlara iletir. Buna göre salgının
nedeni kentte yaşayan bir suçlu’dur. Salgın ancak bu lanetli kişinin kentten atılması ile son
bulacaktır. Oidipus’un sırrı çözmek için verdiği uğraş, onu kendi yazgısıyla yüzleştirecektir.
Baba katili olduğunu ve öz annesiyle evlendiğini öğrenen Oidipus kendi elleriyle gözlerini
oyar ve kör olur; Lokaste de intihar eder. Şehirden atılması gereken suçlu, Oidipus’un ta
kendisidir. Kolonos’a sürgüne giderken kızları Antigone ve İsmene’yi de (kayınbiraderi)
Kreon’a emanet eder.
Serinin ikinci oyunu olan Oidipus Kolonos’ta işte bu sürgün olayını konu edinir.
Oidipus sürgün yaşamının sonunda ölmek üzeredir. Ancak dramı bitmez. Oğulları Eteokles ile
Polüneikes onu kendi çıkarları için kullanmak; babalarını vesayetleri altına almak isterler.
Ancak Oidipus, Atina Kralı Theseus’un yardımıyla gelenleri eli boş gönderir. Hemen
ardından da ölür ve ruhu huzura kavuşur. Bu sırada Antigone de artık yetişkin bir kızdır.
75
İki erkek kardeş Eteokles ile Polüneikes babalarının ölümü üzerine ülkenin idaresi için
bir anlaşmaya varırlar. Bu anlaşmaya göre bir dönem Eteokles bir dönem de Polüneikes
ülkeyi idare edecektir. Ancak bir süre sonra işler değişir. Küçük kardeş Eteokles anlaşmayı
bozar. Polüneikes’e idareyi teslim etmez ve onu Thebai’den kovar. Bunun üzerine Polüneikes
Argos Kralı Adrastos’a sığınır ve onun kızıyla evlenir. Zamanı gelince de kardeşinden
intikam almanın yollarını arar. Kayınpederi Adrastos’un desteğini de arkasına alarak yedi
tümenlik bir orduyla Thebai’yi saldırır. Amansız bir çatışma olur. Kuşatma sırasında iki
kardeş trajik bir şekilde birbirlerini öldürür. Kuşatma ordusu da bozguna uğrayıp dağılınca
Kreon tartışmasız olarak Thebai kentinin yeni kralı olur.
Kuşatmanın sona ermesiyle Kreon, Eteokles’in cenazesini ona yakışır bir şekilde
törenle kaldırtır. Polüneikes’in cesedini ise ona ceza; âleme de ibret olsun diye ortada bırakır,
gömülmesine müsaade etmez. Bu durum Eski Yunan’da bir aşağılamanın ifadesidir.
266
İşte
serinin üçüncü oyunu olan Antigone bu trajediyi konu edinir.
KREON:
…
Yurdu için yiğitçe dövüşerek can veren Eteokles
törenle gömülecek, öte dünyaya giden ölülere
gösterilen bütün saygı, son görevler
eksiksiz uygulanacak cenaze töreninde.
Kardeşi olacak haine gelince,
sürgünden dönerek anayurdunu
ataların tapınaklarını ateşe salmak,
ulusu köle etmek isteyen Polüneikes’in
şu ya da bu biçimde törenle gömülmesi
ona yas tutulması yasak! Böylece biline.
Açıkta ortalıkta kalan leşi
akbabalara, köpeklere şölendir
yesinler didiklesinler…
267
266
Bkz. Homeros İlyada’da bize benzer bir trajediyi resmetmektedir. Truva Savaşı’nda Akhilleus, Kral
Priamos’un oğlu Hektor’u öldürdüğü vakit onun ölüsünü sürükleyip götürür (Hektor’un Öldürülmesi s.451-471)
Hektor’un gömülmesine müsaade etmez. Kral Priamos oğlunun bu şekilde aşağılanmasını kaldıramaz ve bütün
tehlikeleri göze alarak Akhilleus’a yalvarmaya gider. (s.516) Homeros, İlyada, Çev. Fulya Koçak, Arkadaş
Yayınları, Ankara, 2011.
267
Sofokles, A.g.e., s.75-76.
76
Kreon despottur; ölüyü gömmeye çalışanı ölümle cezalandıracağını bildirir. Bu durum
iki kız kardeş Antigone ve İsmene arasındaki konuşmalarda izleyiciye şöyle aksettirilir:
ANTİGONE:
Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin
öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için.
Eteokles’in cenazesini doğru dürüst
törenle duayla kaldırttı, saygınlık içinde
varsın diye ölüler ülkesine.
Ama onunla kucak kucağa can veren Polüneikes’i
kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak
Kardeşimizi böyle gömütsüz, gözyaşsız
leş kargalarına, akbabalara peşkeş çekmiş
şölen niyetine.
…
Şakası yok uygulanacak emir
Yasağa karşı çıkan olursa, halkça taşlanarak
can verecek surlarda…
268
Antigone, Kreon’un buyruğuna tahammül edemez. Buyruk adil değildir; dolayısı ile
kız kardeşi İsmene’den Polüneikes’i gömmek için yardım ister:
ANTİGONE:
Bana yardım eder misin, tehlikeye atar mısın kendini?
İSMENE:
Ne tehlikesi? Sana nasıl yardım edecekmişim?
ANTİGONE:
Ölüyü birlikte gömeceğiz.
269
İsmene, Antigone’nin teklifini kabul etmez; Kreon’un hışmından korkar. Kadın
olmanın zaaflarını hatırlatır kardeşine. Bu düşüncesinden derhal vazgeçmesini öğütler. Ancak
Antigone kararlıdır; buyruk adil değildir ve bu yüzden ona itaat de gerekmez.
268
Sofokles, A.g.e., s.69-70.
269
Sofokles, A.g.e., s.68.
77
ANTİGONE:
Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi
bu uğurda ölsem ne gam!
Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi,
suçsa kutsal bir suç benimki.
Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi?
270
Pasajdan da anlaşılacağı üzere Antigone, ölümü göze alır ve doğru bildiği yoldan
şaşmaz. Yasalara karşı gelir. Çünkü yasa adaletsizdir, vicdanı ile çelişmektedir. Bu yüzden de
tarafını yasadan yana değil; vicdanından yana kullanır. Kardeşi Polüneikes’in cesedini gizlice
gömer. Çünkü kardeşi bu onuru hak etmektedir.
NÖBETÇİ:
Tamam söylüyorum. Ölüyü… Demin…
Birisi örtmüş kuru toprak yığmış üstüne,
törenini duasını yapmış gitmiş.
271
Kreon bu duruma çok öfkelenir. Buyruğuna itaat edilmemesi onurunu kırmıştır.
Suçlunun derhal bulunmasını ister; aksi halde nöbetçiler cezalandırılacaktır. Bu tehdit
karşısında nöbetçiler panikler. İlkinde tedbirsiz davransalar da ikincisinde aynı hataya
düşmezler. Bir kurnazlık düşünürler; Polüneikes’i kimin gömdüğünü bulmak için cesedi
yeniden gün yüzüne çıkarırlar. Antigone, işte ikinci kez kardeşini defnetmek isterken
yakalanır. Suçunu gizlemeye de çalışmaz:
KREON:
Demek karşı geldin bana, yasamı çiğnedin?
ANGİGONE:
Evet öyle, çünkü Zeus böyle bir yasa koymamış,
ne de Adalet denen Tanrıça
buyurmuş böyle bir şey insanlara.
Senin buyrultunun da bir ölümlüye
Tanrıların başlangıçsız sonrasız
270
Sofokles, A.g.e., s.69.
271
Sofokles, A.g.e., s.77.
78
yasalarına karşı gelme gücünü vereceğine
inanmıyorum.
272
Dikkat edilirse Antigone, eyleminin gerekçesini Kreon’a izah ederken yasanın adil
olmadığı gerçeğine vurguda bulunuyor; çünkü böyle bir yasadan Tanrıların haberi yoktur.
Antigone’ye göre Tanrıların koymadığı bir yasa koşulsuz itaati gerektirmez. Bu yasa
Kreon’un -yani bir ölümlünün- keyfi buyruğudur; üstelik de adaletsizdir. Bu yüzden o, göksel
bir hukuku, Kreon’un temsil ettiği ve savunduğu hikmet-i hükümetin üstünde görür. Bu hukuk
onun Kreon’un buyruğuna itaatsizliğinin kaynağıdır.
273
Öyleyse çiğnenmelidir. Antigone,
bütün oyun boyunca düşüncelerinden en ufak taviz vermez:
ANTİGONE:
Bana hiç acı gelmiyor bu yazgıya katlanmak
Ama öz kardeşimi gömülmeden bırakmak
bunu yüreğim hiç kaldırmazdı.
İçim rahat şimdi, görevimi yaptım
belki budala sanıyorsunuz beni
belki de siz öylesiniz, beni öyle sandığınız için.
274
Kreon-Antigone arasındaki tartışmalar/çatışmalar bu minvalde sürüp gider. Antigone
buradaki haksızlığı teorik olarak herkesin kabul ettiğini; ama pratikte kimsenin kılını bile
kıpırdatmadığını Kreon’a şöyle anlatır:
ANTİGONE:
Gömdüm kardeşimi, benim için bundan daha büyük
ne şeref olabilir? Bu yurttaşlar da
bana yürekten katılıyor, ama korkudan
açamıyorlar ağızlarını
275
272
Sofokles, A.g.e., s.86.
273
Ökçesiz, A.g.e., s.22
274
Sofokles, A.g.e., s.86.
275
Sofokles, A.g.e., s.87.
79
Antigone aynı zamanda Kreon’un oğlu Haimon’un da nişanlısıdır. Kreon,
Antigone’nin infazı için verdiği buyruğun haklılığı hususunda Haimon’u iknaya çabalarken
itaat kavramına da vurguda bulunur. Ona göre anarşiden daha büyük kötülük yoktur.
276
KREON:
Kim kişisel sınırlarını aşarak yasaları zorlar
devletin yöneticilerine buyruk geçirmeye kalkarsa
herhalde övecek değilim onu. Hayır,
devlet kimi getirmişse başa ona boyun eğmek
küçük büyük konularda ve haklı olsun olmasın
onu dinlemek gerekir. Yürekten söylüyorum şunu:
İtaat etmesini bilen iyi yönetici olur ilerde,
iyi yönetici iyi yurttaştan yetişir…
277
Haimon babasının bu düşüncelerine katılmaz. Her ne kadar Kreon’a saygıda kusur
etmese de ona göre bütün Thebai halkı Antigone’den yanadır; ancak (Antigone’nin de dediği
gibi) Kreon’dan korktukları için bu gerçeği dile getirememektedirler. Haimon’a göre tek
kişilik devlet olmaz; bu despotluktur. Çünkü babası adaletten şaşmıştır ve Tanrısal yasaları
çiğnemekle kendi iktidarını gölgelemektedir.
…
HAİMON:
Bütün Thebai bir ağızdan hayır suçlu değil diyor.
KREON:
Vereceğim buyrukları bana halk mı öğretecek?
HAİMON:
Çocukça konuştuğunun ayırdında mısın?
KREON:
Ben başkaları adına mı yöneteceğim devleti?
HAİMON:
Tek kişiyle devlet mi olurmuş, despotluk bu seninki.
KREON:
276
Sofokles, A.g.e., s 93.
277
Sofokles, A.g.e., s.92.
80
Devlet ona hâkim olanındır anlaşıldı mı?
278
Antigone, despot kral Kreon karşısında asla geri adım atmaz; bundan ötürü de Antik
Yunan’da direnişin sembolü olmuştur. Aykut Çelebi, Antigone’nin soylu yasaya dayanarak
geçerli yasayı ihlal etmesini, sivil itaatsizlik kavramını ortaya atan Thoreau’nun vicdanına yol
gösteren soylu adalet düşüncesine benzetmektedir. İtaatsizliğin, sivil itaatsizliğe evrilmesi
sürecindeki bu örnek dikkat çekicidir.
279
Zira burada dikkat çekilen ya da soylu yasa tabiriyle
işaret edilen “hak”; doğal hukuk’ta mevcuttur.
Aynı hususa Ökçesiz de değinmiştir.
280
Pozitif hukukta olmasa da doğal hukukta var
olan bu “hak” sivil itaatsizlik edimi için bir hareket noktası olabilir. Ökçesiz doğal hukuku
sivil itaatsizliğin temellendirilmesi için önemli bağlamlardan birisi olarak görür.
Gerekçesi her ne olursa olsun Sofokles’in Antigone adlı eseri bu sebeple dünya
edebiyatında başkaldırının ilk örneği olarak kayıtlara geçer.
Dostları ilə paylaş: |