T. C. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı


 Rahmi Karakuş, Türk Felsefesinin İmkânı Üzerine



Yüklə 2,72 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə5/23
tarix09.04.2020
ölçüsü2,72 Mb.
#30799
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23

1.3.4. Rahmi Karakuş, Türk Felsefesinin İmkânı Üzerine 
 
Rahmi  Karakuş  da  Türkiye’de  farklı  tarzlarda  nitelendirilmekle  birlikte  bir  felsefe 
etkinliğinin  varlığına
161
  inanmaktadır.  Ona  göre  var  olan  bu  felsefe  etkinliği  dayandığı 
zeminler, ilgilendiği sorunlar, elde ettiği birikimler ve yöneldiği hedefler bakımından yaklaşık 
bir  asırdır  da  düzenli  olmamakla  birlikte  sorgulanmaktadır.
162
  Aşağıda  Rahmi  Karakuş’un 
“Türk  Felsefesinin  İmkânı  Üzerine”  başlıklı  yazısında  konuya  ilişkin  mülahazalarına  yer 
verilmiştir: 
 
‘Türk  felsefesi’  başlığı  ile  yapılan  bir  soruşturmada  felsefe  adına  belli  bir  kararın 
zemin  alınmasını  Karakuş  normal  karşılamaktadır.  Çünkü  ona  göre  felsefenin  ne  tür  bir 
                                                           
160
 Poyraz, A.g.m., s.124. 
161
 Rahmi Karakuş, “Türk Felsefesinin İmkânı Üzerine”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN: 1303-5137, 
Cilt 
2, 
Sayı 
2, 
Yıl 
2005 
Yayın 
Tarihi: 
14 
Kasım 
2005; 
Web 
adresi: 
https://.j-
humansciences.com/ojs/index.php/IJHS/article/download/24/35. 
162
  Karakuş,  konuya  ilişkin  olarak  bu  görüşünün  altına  tuttuğu  dipnotta  Türkiye’de  gerçekleştirilen  felsefi 
çalışmalarla ilgili genel bir tablo çizmek amacıyla ayrıntılı olarak şu değerlendirmelere  yer vermiştir:  “Felsefe 
etkinliği  bakımından  Türk  felsefesinin  durumunu  genel  olarak  ilk  değerlendiren  biri  M.  Ali  Ayni’dir. 
‘Darülfünun  Tarihi,  İstanbul  1927’  ve  ‘İntikad  ve  Mülahazalar,  İstanbul  1923’  adlı  çalışmalarında  felsefe 
yayınları ile birlikte felsefe alanındaki durumumuz değerlendirilmektedir. Ayni daha sonra bu değerlendirmelere, 
katıldığı dünya  felsefe  kongreleri sonrasında  izlenimlerini kaleme  aldığı  yazılarla  devam etmiştir. Bkz., M. A. 
Aynî, ‘Altıncı Beynelminel Felsefe Kongresi’ Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, İstanbul-1928, S-7. Bu 
yıllarda  M.  İzzet  de  ‘Türkiye’de  Felsefe’,  Hayat  Mecmuası,  Ankara  1928,  C.3,  S67  ve  M.E.Erişgil  ‘Felsefe 
Adamı’,  Millî  Mecmua,  İstanbul-1939,  S-1;  ‘Felsefe  Neşriyatında  Bir  Terakki  Hatvesi’,  Mihrab  Mecmuası, 
İstanbul-1339,  S-3;  ‘Hakikaten  Felsefe  Züğürdüyüz’,  Mihrab  Mecmuası,  İstanbul-1341,  S.30  gibi  çalışmalarla 
Türkiye’deki felsefe etkinliğini değerlendirirler. Türk felsefe etkinliğini değerlendirme sadece Türk yazarlara ait 
kalmamış ülkemizde kuruculuk görevi olan E.V.Aster de benzer değerlendirme yazıları yayınlamıştır. Bkz. E.v. 
Aster,  Felsefe  Tarihinde  Türkler,  Türk  Tarih  Kongresi’nden  ayrı  basım,  İstanbul-1937;  ‘Felsefe  ve  İstanbul 
Üniversitesinde Felsefe Tedrisatı’, Felsefe Semineri Dergisi I, İstanbul-1939. 
Bu ve benzeri değerlendirmelerin kapsamlı örneklerini H. Z. Ülken’in Türk Tefekkür Tarihi, (İstanbul, 1933); 
Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, (İstanbul-1935); Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (İstanbul-1966) adlı 
çalışmaları  oluşturur.  Daha  sonra  bilhassa  Cumhuriyetin  bilhassa  50.  yılı  ile  birlikte  M.  Türker-Küyel’in 
Türkiye’de  Cumhuriyet  Döneminde  Felsefe  Eylemi,  (Ankara-1976)  ve  ‘Türkiye’de  Felsefe  Eğitimi  (1975)’ 
(Felsefe Kurumu Seminerleri, Ankara 1977)ni saymak gerekir. Yine bu dönemde N. Uygur da Türk Felsefesinin 
Boyutları,  (İstanbul-1974)  adlı  çalışması  ile  bu  değerlendirmelere  katılmıştır.  Kurumlaşma  ile  ilgili  ilk 
değerlendirmelerden  biri  H.  Ziya  Ülken’in  ‘Yeni  Felsefe  Cemiyeti  ve  Türkiye’de  Felsefe  Cemiyeti’nin 
Tarihçesi’, İ.Ü.E.F. Sosyoloji Dergisi, S.2, İstanbul 1943 adlı çalışmasıdır. Türk felsefe hayatını takip hususunda 
birçok  çalışmaları  olan  A.  Kaynardağ  (Türkiye’de  Cumhuriyet  Döneminde  Felsefe-Ankara  2002) başta  olmak 
üzere  1980’li  yıllarla  birlikte  birçok  Türk  felsefecisinin  konu  ile  ilgili  değerlendirme  çalışmaları  olmuş  ve 
olmaya devam etmektedir.” Bkz. Karakuş, agm., S.1 

41 
 
etkinlik  olduğu,  neleri  nasıl  ele  aldığı,  diğer  alanlardan,  gerek  konu  gerekse  işleyiş  olarak 
farkının  ne  olduğu  açık  veya  dolaylı  bir  biçimde  bu  tür  soruşturmalarda  görülebilir.  Ancak 
burada;  Türk  felsefesi  deyimi  ile  bir  gelenek  oluşturmak  veya  bir  geleneğe  eklemlenmek 
hedeflenirken, bir yandan da ‘bindiği dalı kesme riski’yle karşı karşıya bulunulmaktadır. Buna 
dikkat edilmesi gerekir.  Burada bindiği dalı kesmek ifadesi ile felsefe çalışmalarının dar bir 
özellikler  alanına  hapsedilmesine  göndermede  bulunulur.  Bu  durum  belli  bir  ekolü 
geliştirebilir  belki  ama  bir  gelenek  oluşturmak  için  lazım  olan  fikri  çoğunluğu  da 
imkânsızlaştırır.
163
 
 
Karakuş’a  göre,  Türk  felsefe  hayatının  bugünü  için  birtakım  sıkıntılardan  söz 
edilebilir.  Bunların  başında  -farklı  anlaşılmakla  birlikte-  terimler  ve  dil  gelmektedir.  Diğer 
sorunlar  da  bunlarla  bağlantılı  veya  aynı  gerekçelerin  zamanla  ortaya  çıkardığı  sonuçlar 
olarak  anlaşılabilir.
164
  “Felsefeyi  Anadolu’da  Yeniden  Yurtlandırmak”  projesi  kapsamında 
kavramlar ve terimler üzerine İslam filozoflarının tanım kitapları bu amaçla Mevlüt Uyanık, 
Aygün  Akyol  ve  İclal  Arslan  tarafından  tercüme  edilip  literatüre  kazandırılmaktadır.
165
 
Karakuş’a  göre  Özellikle  Batı’ya  karşı  yenilmişliğin  yarattığı  olumsuzlukları  gidermek 
maksadıyla  yönelinmiş  bulunulan  Batı  dünyasının  müspet  bilim  ve  teknolojisine  talip 
olunurken aynı zamanda değerler dünyasına da uzak durulmamıştır. Bu yakınlaşmada felsefe 
ve bilim etkinliğini Türkçenin o günkü terim dünyası ile sürdürmesini ve geleneğin içinde yer 
alan  Arapçanın  imkânlarını  kullanarak  bir  çözüm  üretilmesini  savunanlar  olmuştur;  buna 
yakın  bir  diğer  görüşe  göre  ise  de  mevcudu  korumak  gerektiğini  ve  yeninin  de  Türkçenin 
kendi içinden üretilmesi gerektiğini bildirmiştir. Karşıt görüş ise Cumhuriyet yıllarında politik 
gücü de arkasına alarak  dili  baştan sona ‘öz’ veya ‘arı’laştırmayı  tercih  etmiş ve Arapça ve 
Farsça  kaynaklı  terimleri  bugün  kullanılmayan  İslamlık  öncesi  Türkçeden  veya  mevcut 
Türkçe  kelimelerden  türetmek  yoluna  gitmiştir.  Hatta  bilim  felsefe  terimlerinin  dünya  ile 
ortaklığını sağlamak düşüncesi ile Latince ve Grekçenin esas alınması gerektiğini savunanlar 
da olmuştur. Karakuş’a göre bu durum Türk felsefesinde büyük bir anlama sorunu yaratmıştır. 
Bazen  ‘bizde  felsefe  olmadığı  için  terimlerimiz  yetersiz’  bazen  de  ‘terimlerimiz  yetersiz 
                                                           
163
 Karakuş, A.g.m., s.2. 
164
  Karakuş,  Türkiye’de  yaklaşık  iki  yüz  yıldır  süren  batılılaşma  çabalarının,  kendi  kültürel  geçmişimizle 
ilişkisini  kopardığını  veya  bazen  de  kutsallaştırılmasına  sebebiyet  verdiğini  düşünmektedir.  Felsefe 
hayatımızdaki her sorun (burada ifade edilen terim ve dil sorunu da dâhil) bu konunun bir parçası olarak ortaya 
çıkmaktadır. Bkz. Karakuş, A.g.m., s.3. 
165
 Bkz.: İbn Sînâ, Tanımlar Kitâbı, Ed. Mevlüt Uyanık, Çev. Aygün Akyol - İclal Arslan, Elis Yayınları Ankara 
2013; Cabir B. Hayyân, Tanımlar Kitabı, Ed. Mevlüt Uyanık, Çev. Aygün Akyol  - İclal Arslan, Elis Yayınları, 
Ankara,  2015;  Hârizmî,  Felsefî  Tanımlar,  Editör  Mevlüt  Uyanık,  Çev.  Aygün  Akyol  -  İclal  Arslan,  Elis 
Yayınları, Ankara, 2015. 

42 
 
olduğu  için  felsefe  yapamıyoruz’  gibi  garip  bir  çaresizlik  veya  duygu  karmaşası  hali 
yaratılmıştır.
166
 
 
Karakuş,  ‘Türk  felsefesi’  adlandırmasındaki  Türk  kelimesi  ile  Türkiye  ve  Türkçe 
merkezli  bir  değerlendirmenin  kastedildiğini  dile  getirmektedir.  Ayrıca  buradaki  Türk 
kelimesinin vurgusu ile herhangi bir ideolojinin emrine verilmeksizin yirminci yüzyıl Türkiye 
Türkçesini  ve  bu  dilde  yetişenlerin  felsefî  ürünlerini  kapsaması  anlatılmaktadır.  Karakuş’a 
göre  Türk  felsefesi  etkinliğini  Türkçenin  doğu  kolundaki  dil  ve  düşünce  ürünleri  ile 
zenginleştirmek  mümkündür.  Ancak  Türkiye’deki  felsefe  etkinliği  yönünü  tamamen  batıya 
çevirmiş görünmektedir.
167
 
 
XI ve XII. yüzyıllarda ortaya çıkan bir yaklaşımın felsefeye kültür içinde verdiği (dinî) 
değeri  de  Karakuş,  Türk  felsefe  hayatının  bir  diğer  problemi  olarak  görmektedir.  Felsefede 
mütevazı  bir  seviyede  düşünülen  ‘philosophia’  ile  Kur’an’ın  ‘hikmet’inin  birbirinin  yerine 
kullanılması  dinle  felsefeyi  eşit  konuma  getirmiştir.  Felsefe/filozof  ve  din/peygamber 
mukayeseleri  özellikle  Farabî,  İbn  Sina  ve  Gazali  sonrasında  İbn  Rüşd  ile  felsefe  din 
mücadelesi  halini  almıştır.  Gazali  ile  özdeşleştirilmiş  ünlü  felsefe  karşıtlığı,  zamanla 
kalıcılaşmış  ve  ‘felasife’  veya  ‘feylosof’  küfür  ya  da  en  azından  hafifmeşrep,  kalender 
anlamına  gelir  olmuştur.
168
  Felsefe  ile  uğraşanlar  da  bu  nedenle  toplum  nezdinde  hoş 
karşılanmamıştır. Yunan tarzı felsefe veya Meşşailik veya Aristoculuk olarak adlandırılan bu 
akımın  dışında  tasavvufta  yürütülen  felsefe  de  henüz  işlenilmemiş,  sorgulanmamıştır.  Yine 
felsefenin  dine karşı veya  zararlı bir etkinlik olduğu anlayışı Karakuş’a  göre bugün ortadan 
kalkmamıştır belki ama etkili değildir.  
 
Ele alınan bir diğer sorun da Batı’da gelişen bazı felsefe akımları ile bilim çevrelerinin 
felsefeye  yaptıkları  eleştiriler  neticesinde  ortaya  çıkan  yanlış  bir  anlayıştan 
kaynaklanmaktadır.  Bu  durum,  ‘bilim  insanlık  sorunlarını  çözmeye  yeter,  metafizik 
saçmalıklara  gerek  yok’  şeklinde  algılanmıştır.  Felsefe  yerine  bilimin  yeterli  görülmesi,  en 
hafifinden  felsefenin  bilimin  yardımcı  disiplini  gibi  algılanması  felsefecileri  ve  felsefe 
çalışmalarını önemsizleştirmiştir.
169
 
 
Türk  felsefesinin  önünde  duran  sorunlardan  bir  diğeri  de  felsefî  düşüncenin  kökleri 
meselesidir.  Karakuş’a  göre  bu  durum  genel  olarak  felsefenin  de  bir  problemini  teşkil 
etmektedir.  Özellikle  on  dokuz  ve  yirminci  yüzyıllar  boyunca  hararetle  savunulan  ana  tez 
                                                           
166
 Karakuş, A.g.m., s.4. 
167
 Karakuş, A.g.m., s.4. 
168
 Karakuş, A.g.m., s.4. 
169
 Karakuş, A.g.m., s.5. 

43 
 
felsefenin  bir  Yunan  medeniyeti  eseri  olduğu  şeklindedir.  Karakuş,  Z.  Direk’in,  R. 
Bernasconi’ye  dayanarak  şunları  söylediğini  dile  getirmektedir:  “Eski  Yunanlıların  felsefeyi 
Mısırlılardan  öğrendikleri  görüşü,  Warburton’un  1738  tarihinde  dediği  gibi,  ‘Antik  Çağ’la 
ilgili  bilinen  en  sağlam  olguydu.’  Oysa  Hegel,  bu  tarihin  üstünden  henüz  bir  yüzyıl  dahi 
geçmeden  yeni  ortodoks  pozisyonu,  felsefenin  Eski  Yunan’da  başladığını  ilan  eder.  On 
sekizinci  yüzyılın  son  çeyreğinde  geçerli  uzlaşma,  Yunanlıların  başka  halklardan  hiçbir  şey 
öğrenmiş olamayacaklarıdır. Felsefenin  Eski Yunan’da başladığı fikri, 18. yüzyılın  sonunda 
yerleşti. Yunan felsefesinin özerkliğini savunan Dietrich Tiedemann’ın Geist der spekulativen 
Philosophhie von Thales bis Socrates 1791yılında yayınlandı ve bu eserin ardından, Wilhelm 
Tennemann’ın  on  bir  ciltlik  Geschichte  der  Philosophie  adlı  felsefe  tarihi  piyasaya  çıktı. 
Tennemann, Tiedemann’ın projesini tüm Batı tarihine yaymaktaydı. Felsefe tarihinin yeniden 
yazıldığı  bu  an,  Avrupalıların  diğer  kültürleri  inşa  ettiği  andır.  Diğer  kültürlerin  inşa 
edilmesini takip eden son iki yüz yıldır felsefe aile içi bir mesele olarak anlatılır. Oysa Batı 
felsefesinin  yeniden  kurulmasını  başka  kültürlerle  karşılaşmalar  tetiklemiştir.”
170
  Bu 
satırlardan da anlaşılacağı üzere felsefenin Yunan’dan bugünkü Batı’ya intikal ederek gelmiş 
bir Batı medeniyeti ürünü olarak lanse edilişini Karakuş, gerçeği yansıtmayan yapay bir kurgu 
olarak  değerlendirmektedir.  Bu  durumda  ne  yapılırsa  yapılsın  felsefi  düşüncenin  dışında 
kalınacaktır.  Diğer  kültür  çevreleri  içinde  ortaya  konmuş  ürünlerin  felsefe  olarak 
görülmemesi, daima geride kalmayı da beraberinde getirmekte ve felsefe etkinliğine katılmak 
için bu Batılı birikime bağlı kalma zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yani Batı dışındaki 
kültür çevrelerinin düşünce ürünleri dinî, mistik özelliktedir ve onlar felsefî düşüncenin ortaya 
çıkardığı  bilim-teknoloji,  siyaset  vb.  sonuçları  ortaya  çıkaramadıklarından  insanlığın 
gelişmemiş  aşamasını  yansıtırlar.
171
  Karakuş’a  göre  Türk  felsefesi  deyimi  için  de  benzer 
durum  söz  konusudur.  Türklerin  de  bütün  İslam  dünyası  gibi  on  ikinci  yüzyılla  birlikte 
felsefeden  uzaklaştığı  kanaati  hâkimdir.  Karakuş  kişisel  olarak  bu  yargılara  katılmaz.  Ona 
göre  felsefe  eylemi  belli  bir  felsefe  tarzına  kilitlenmeksizin  ele  alınırsa  felsefî  düşüncenin 
kültürel geçmişimizde olmadığı söylenemez. 
 
Karakuş’a  göre,  Türk  felsefesi  deyimi  ile  batı  felsefesine  bağlanmanın,  dolayısıyla 
İslam  felsefesi  adlandırmasının  kapsamından  çıkmanın  ortaya  çıkardığı  durumun  bilincinde 
olunmalıdır.  İslam  felsefesi  deyimi  ortaçağlara  bağlı  zaman  sınırları  ile  düşünülmeyecekse 
yirminci  yüzyılın  başına  kadar  Türk  felsefesi  kavramı  içindedir.  Diğer  taraftan  yirminci 
                                                           
170
 Bkz. Rahmi Karakuş, Zeynep Direk’ten alıntı için şu dipnotu vermiştir: Zeynep Direk, Felsefenin Başlangıcı 
Sorusu,  Anlama  ve  Yorum  Doğan  Özlem  Armağan  Kitabı,  Haz.  A.  Kadir  Çüçen,  H.  Nur  Erkızan,  Güçlü 
Ateşoğlu, İstanbul, 2004, s.223 
171
 Karakuş, A.g.m., s.6. 

44 
 
yüzyılın başlarına kadar gelen bu birikimin içine ilk ve ortaçağ itibarıyla batı ve doğal olarak 
bütün  İslam  dünyası  varken  Türk  felsefesini  yirminci  yüzyılla  -özellikle  Cumhuriyetle- 
başlatmak  ve  bunu  modern  felsefe  ile  istikamet  kazanmış  batı  felsefesinin  bir  kolu  ile 
bütünleştirmeye  çalışmak  düşünce  evrenini  daraltmak  anlamına  gelecektir.  Oysa  Karakuş’a 
göre  Türk  felsefesi  adlandırmasında  ilkçağdan  başlayarak  bugünkü  batı  felsefesi  ile  İslam 
felsefesinin birikiminin bir arada olduğunu unutmamak gerekir. 
 
Türk  felsefesinin  bir  diğer  sorunu  da  ülkemizdeki  felsefe  eğitimi  ile  ilgilidir.
172
 
Karakuş’a  göre  orta  dereceli  okullarda  okutulan  felsefe  eğitimi  içerik  olarak  bir  tarafa 
üniversite  giriş  sınavı  için  değeri  açısından  tam  bir  itibarsızlık  örneği  sunmaktadır. 
Yükseköğretimde  ise  felsefe  bölümlerinin  her  ne  kadar  programları  birbirine  yakın  olsa  da 
bölümlerin felsefe içinde belli bir akıma veya döneme bağlı kalmaları söz konusudur. Ayrıca 
felsefe  derslerinin  başta  sosyal  bilimler  olmak  üzere  felsefe  dışındaki  bölümlere  sınırlı 
derecede  açık  oluşu  da  başka  bir  sorun  teşkil  etmektedir.  Karakuş,  üniversitelerde  bilim  ve 
akademik kavrayışın  yüzeysel bir pozitivizm sergilediğini düşündüğünden felsefi düşünceye 
en  çok  ihtiyaç  duyulan  bölümlerde  dâhil  felsefe  derslerinin  yeterli  olmadığını 
düşünmektedir.
173
 
1.3.5  Muzaffer Metintaş, Bir Türk Felsefesi Mümkün mü? 
Muzaffer  Metintaş  da  “Türklüğü  Felsefenin  Diliyle  Anlatmak:  Bir  Türk  Felsefesi 
Mümkün mü?
174
; “Bir Türk Felsefesi Oluşturulmasının Önündeki Zorluklar
175
 ve “Bir Türk 
Felsefesi  ya  da  Milli  Felsefe  İhtiyacı;  Tam  da  Zamanı  mı?
176
  başlıklı  yazıları  ile 
soruşturmamıza  dahil  edilmiştir.  Aşağıda  onun  adı  geçen  makalelerinde  üzerinde  durduğu 
mülahazalarına yer verilmiştir. 
Metintaş,  toplumların  cemiyet  düzenlerini,  hayat  sistemlerini;  o  toplumların 
varlık/hakikat anlayışları’nın belirlediğini dile getirmektedir.
177
 Bu nedenle felsefe “hakikat”i 
aramak ve manalandırmak olarak tanımlandığında cemiyet sistemi bir felsefeye ya da felsefe 
diliyle bir anlatışa dayanır. Metintaş, Felsefenin üç temel konusu olarak varlık, bilgi ve değer 
                                                           
172
 Karakuş, A.g.m., s.8. 
173
 Karakuş, A.g.m., s.7. 
174
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/739-t%C3%BCrkl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-
felsefenin-diliyle-anlatmak-t%C3%BCrk-felsefesi
 Erişim tarihi 26.04.2017 
175
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 
176
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/822-bir-t%C3%BCrk-felsefesi-ya-da-milli-felsefe-
ihtiyac%C4%B1-tam-da-zaman%C4%B1-m%C4%B1
 Erişim Tarihi 26.04.2017 
177
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/739-t%C3%BCrkl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-
felsefenin-diliyle-anlatmak-t%C3%BCrk-felsefesi
 Erişim tarihi 26.04.2017 

45 
 
alanlarına vurguda bulunur. Ona göre her üç konuda da beklenen; felsefe yapanın/filozofun, 
düşünce,  yargı,  hüküm  ve  kabullerinden  etkilenmemesidir.  Ancak  doğaları  gereği  her  üç 
konuda da felsefe yapılırken bu durum kaçınılmaz bir hal olarak yaşanır. Yani felsefe yapan 
filozof/düşünür,  içinde  yaşadığı  cemiyetten  kendini  soyutlayamaz;  çünkü  o,  bir  paradigma 
içerisinde yaşar. Paradigma ise Thomas Kuhn’dan mülhem; aslında filozofun içinden çıktığı 
ve  yaşadığı  cemiyetin  “kültür-medeniyet  iklimi”dir.  Metintaş’a  göre  felsefe,  eşyaya,  varlığa 
mana  verirken  bilimsel  bilgiyi,  nesnel  gerçekleri  kullanır;  ama  sadece  onlarla  yetinmez,  bu 
gerçeklere  san’at  bilgisinin,  sezginin,  din  bilgisinin  ürünlerini  de  dilediği  gibi  katarak  ve 
kullanarak üstüne düştüğü her konuya şekil ve mana verir. Yani felsefe, içinde felsefe yapılan 
toplumun  kültürünü  de  güçlü  şekilde  kullanır.  Felsefe  yapanın  varlık  ve  hayat  hakkında 
kabulleri-kanaatleri  felsefe  yaparken  çok  işlektir.
178
  Öyleyse  felsefe,  belirleyici  şekilde, 
felsefe  yapılan  çevrede  kabul  edilen  anlayıştan,  coğrafyadan,  kültürden,  medeniyet 
unsurlarından,  inançlardan,  yerellikten,  yani  o  toplum  için  o  topluma  ait  olandan-milli 
olandan kaynak alma ve özellikle ahlaki değerler olarak bu yerel halleri kullanma halindedir. 
Bundan  dolayı  da  Metintaş,  bir  “milli  felsefe”den  bahsedilmesini  imkân  dâhilinde 
görmektedir. 
Felsefe  alanları,  yani  alt  disiplinleri  de  (bilim  felsefesi,  tarih  felsefesi,  din  felsefesi, 
siyaset  felsefesi,  dil  felsefesi)  Metintaş’a  göre  kendi  konuları  üzerinde  çalışırken  aslında 
konunun o cemiyet  içinde  yaşanan haliyle uğraşır. Filozof, kendine ait düşünce kuramlarını 
geliştirirken,  kullandığı  “kıyaslama  işi”  bir  yöntem  de  olsa,  onun  cemiyetinin  anlayış  ve 
değerlerinden  kendini  kurtaramaz.  Nitekim  felsefe  geleneklerinde,  Alman  felsefesi,  Fransız 
felsefesi,  Çin  felsefesi,  Hint  felsefesi,  Afrika  felsefesi;  inanç  sistemleriyle  ilgili  İslam 
felsefesi,  Hıristiyanlık,  Taoizm,  Hinduizm,  Budizm,  Yahudilik  gibi  din  felsefelerinde  taraf 
olmak bu yüzden doğal bir durumdur.
179
 
Milli  bir  felsefe  -biraz  önce  de  değinildiği  üzere  her  ne  kadar  içerisinde  neşet  ettiği 
toplumun  değer  yargılarından  kendini  kurtaramasa  da-  yerel  bir  anlayış  olarak  kabul 
edilemez.  Çünkü  “değerler”  felsefe  yapmanın  üç  ana  konusundan  birisidir  ve  üretildiği 
cemiyete  yaşattığı  yüksek  insani  değerler  ile  evrensel  mesajlara  da  sahip  olabilir;  bu 
mesajlarla tüm insanlığa evrensel nitelikte değerler sunabilir (inanç anlayışı, ahlaki değerler, 
bilim  tanımları,  tarih  şuuru,  estetik  anlayış,  san’at  açılımları,  eşitlik  ve  adalet  değerleri 
                                                           
178
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/739-t%C3%BCrkl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-
felsefenin-diliyle-anlatmak-t%C3%BCrk-felsefesi
 Erişim tarihi 26.04.2017 
179
 Web adres: 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/739-
t%C3%BCrkl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-felsefenin-diliyle-anlatmak-t%C3%BCrk-felsefesi
 Erişim tarihi 
26.04.2017 

46 
 
gibi).
180
  Bu  durum  Metintaş’a  göre  bir  “Türk  felsefesi”  için  de  geçerlidir.  Türklerin  çok 
eskilerden gelen “tek Tanrı” inancı ve ona uygun varlık anlayışı, bu anlayışın geliştiricisi olan 
İslam’a  girişle  yarattıkları  muazzam  Tasavvuf  geleneği,  insanlık  hayatında  örneği  pek  de 
olmayan  çok  özgün  bir  varlık/hakikat  tarifleri  ve  kabulleri  sağlamıştır.  İşte  Metintaş  bu 
varlık/hakikat tariflerini bir “Türk felsefesi” olarak nitelendirir. Bu felsefe, Selçuklu-Osmanlı 
gibi medeniyetlerin doğmasına kaynaklık etmiş bir ahlak sistemidir. Yani Türk felsefesi ona 
göre zaten vardır, ama mütecanis halde değildir; dağınıktır, kopuktur, durgundur; yaratıcı bir 
halde değildir. Ya da bir başka ifade ile felsefenin diliyle anlatılan bir “Türk felsefesi” yoktur. 
Bu yüzden de, muazzam birikimleri ile büyük bir potansiyel oluşturan memleketsever, milli 
nitelikli aydınlar Metintaş’a göre bütün işlerini güçlerini bir kenara koyup, öncelikli olarak bir 
“Türk  felsefesi”  oluşturmak  işiyle  uğraşmalıdır.  Yani  yapılması  gereken,  zaten  var  olanı 
bütünlük içinde yeniden ortaya çıkarmaktır; ortaya çıkarılacak olan bu “Türk felsefesi” ile de 
bir dünya görüşü oluşturulacak ve bütün sorunlara/arayışlara cevap üretilebilecektir.
181
 
Varlık,  bilgi  ve  değerler  üzerinden  inşa  edilecek  olan  “Türk  felsefesi”  sorgulama  ve 
yorumlama  sürecinde  kozmolojiden  tarihe,  biyolojiden  ilahiyata,  edebiyattan  iktisada, 
san’attan  siyasete  kadar  hiç  de  küçümsenmeyecek  engellerle  karşılaşılacaktır.  Metintaş,  bu 
engelleri  “cemiyetimizin  oluşumu  boyunca  ortaya  çıkan  zihni  ve  yapısal  sorunlar”  ile 
içerden entelektüel sorunlar” olmak üzere iki gruba ayırarak değerlendirir.
182
 Bu iki engele 
sırasıyla bir göz atalım: 
a) Cemiyetin  oluşumunda  ortaya  çıkan  zihni  ve  yapısal  sorunlar,  modern  cemiyet 
yapısının  gelişimi  sırasında  hem  ekonomik  ilişkiler  hem  de  fikir  hayatı  olarak  edilgen  bir 
halde  kalınması  nedeniyle  ortaya  çıkan  ve  halen  Türkiye’de  hâkim  konumda  olan  fikir  ve 
düşünce  hayatındaki  çarpıklığı  ifade  eder.
183
  Bu  çarpıklık  Metintaş  tarafından  şöyle  analiz 
edilir: Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, 19. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ortaya çıkan 
ve  yaygın  kabul  gören  aydınlanma  hareketlerine  koşut  olarak  dünya  ölçeğinde  ticaret 
yapılması  sayesinde  biriken  sermaye  “kapitalizmi”  doğurdu.  Kapitalizm  de  yeni  bir  sosyal-
ekonomik  sınıfı,  “burjuvaziyi”  ortaya  çıkardı.  Hem  sermaye  hem  sanayii  hem  de  ticaret 
alanına  sahip  olan  burjuvazi,  ana  üretici  durumuna  ulaştı,  bu  haliyle  de  siyasi  ve  idari 
                                                           
180
 Web adres: 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/739-
t%C3%BCrkl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-felsefenin-diliyle-anlatmak-t%C3%BCrk-felsefesi
 Erişim tarihi 
26.04.2017 
181
 Web adres: 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/739-
t%C3%BCrkl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-felsefenin-diliyle-anlatmak-t%C3%BCrk-felsefesi
 Erişim tarihi 
26.04.2017 
182
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 
183
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 

47 
 
yönetimde belirleyici oldu. Kapitalist burjuvazi, hem ana topraklarında kabul görme hem de 
sömürgeci emperyalist ilişkilerini yayabilmek ve ona haklılıklar kazandırabilmek için milli bir 
karakter  içinde  oluştu;  İngiliz,  Fransız,  Alman  ve  hatta  diğer  Batılı  ülke  burjuvazileri  bu 
nedenledir  ki  milli  birer  karakter  taşırlar.  Bunlar  sömürgelerindeki  tahakkümleri 
sürdürebilmek amacıyla, kendi içlerinde başka bir burjuvazi yarattılar. Metintaş’ın “işbirlikçi 
burjuvazi”  olarak  nitelendirdiği  bu  yapı  bulunduğu  coğrafyanın  sömürülmesine  aracı  olmak 
için  kendi  kültürüne  yabancı,  milletin  halkın  değerlerine  karşıt  ve  tahrip  edici  bir  işlev 
üstlendi. Halkın güçsüzleştirilmesi için siyasi, dini, etnik ve ekonomik karşıtlıklara ayrılması 
ve hiç durmadan değişik nedenlerle çatıştırılması gerekiyordu. “Küçük Burjuvazi” toplumsal 
uyanış  ve  farkındalığa  engel  olmak;  halkın  birlik  ve  beraberliğini  önlemek;  ekonomik  ve 
siyasi yapının istenildiği gibi oluşturulmasını sağlamak için elinden ne geldiyse yaptı.
184
  
 
Metintaş’a göre Türkiye’de yapılanan bu küçük burjuvazi Batı’dakinin aksine milli 
değerleri korumak ve geliştirmekle değil, bilakis, bunun tam aksine onları (halkın değerlerini) 
unutturmakla  vazifelendirildiği  için  konumlanmaları  da  muhafazakârlık  ve  milliyetçilik 
üzerinden olmadı. Bu zihni ve davranışsal yapıya “sol” yakıştırması yapıldı. Bu yapı isminde 
Türk  olabilecek  her  şeye  ve  her  akıma  karşı  çıktı,  karşıtlıkları  da  tahrip  etmek,  yok  etmek 
üzerine  kurguladı.  İşte  Metintaş’a  göre  bu  durum  Türkiye’de  neşv-ü  nema  bulacak  milli 
hareketler  için  büyük  bir  sorun;  üzerinde  durulması,  düşünülmesi  bilimsel  yöntemlerle 
çözümlemeler  yapılması  gereken  ciddi  bir  engeldir.
185
  Yine  gelişmiş  Batı  sermayelerinde 
burjuvazinin  “sağ  muhafazakâr”  olması,  sistematik  eleştirinin  “sol”  muhalefetten  gelmesi; 
Türkiye’de  ise  işbirlikçi  burjuvazinin  ve  onun  küçük  burjuvazisinin  “sol  muhafazakâr” 
olması, eleştirinin ise daha çok milli kanattan gelmesi ya da en azından beklenmesi yaşanan 
sosyal  bir  gerçektir.
186
  Metintaş’a  göre  “Türk  felsefesi”  oluşturma  çabalarındaki  bir  başka 
engel  de  bu  yaman  çelişkinin  sağ-muhafazakâr  kanatta  oluşan  şaşırtmalarıdır.  Bu  kanat 
sermayeyi “ekmek kapısı” ve “velinimet” olarak gördüğü için işbirlikçi burjuvazinin istediği 
şekilde  hareket  etmektedir.  “Burjuvazi”,  “kapitalist”,  “emperyalist”,  “sömürü”  gibi  işlevsel 
tanımlamaları  “sol  jargon”  kabul  edip  bu  yüzden  ayırt  edici  eleştiriye  toptan  karşı 
çıkabilmektedir.
187
  Türk  halkına  modernitenin  gerçekleri  dayatıldı  ve  ülke  yarı  sömürge 
                                                           
184
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 
185
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 
186
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 
187
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 

48 
 
haline  getirildi.  Ancak  halk  iki  çıkmaz  arasında  sıkışıp  kaldı.  Bundan  dolayı  da  ne  Batılı 
olabildik  ne  de  biz  olabildik.  İşbirlikçi  burjuvazi  ve  küçük  burjuvazi  mevcut  İslamcı 
yaklaşımla biraz hırpalanmış olsa da bu duruma çözüm üretmekte gecikmedi. Metintaş’a göre 
bu  yeni  çözüm:  “Dindar  zenginler,  Müslümanın  zengin  olanın  peygamberce  sevilmesi 
anlayışı,  Anadolu  Kaplanları,  siyaset  destekli  yeni  yetme  orta  çaplı  zenginler…”  dir.  “ 
İslamcı”  diye  addedilen  sermaye,  ona  göre  İslamcı  ya  da  ideolojik  bir  sermaye  değildir. 
Bunlar  sadece  cemiyetler  için  emperyalizmin  bir  çözümüdür.  İşte  bu  düşünceyi  aşamamış 
muhafazakârların  hayata  ve  dine  karşı  safdil  görüşleriyle  takındıkları  haller,  yeni  hayat 
tarzları geliştirilecek bir Türk Felsefesi önündeki engellerden birisidir. 
b) İçerden  entelektüel  sorunlar,  Metintaş’ın  bir  Türk  Felsefesinin  geliştirilmesinin 
önünde  gördüğü  ikinci  grup  engellerdir.  Bunlar,  sözü  edilen  felsefi  işlevi  ve  medeniyet 
tasavvurunu  oluşturacak  aydın  grubunun  taşıdığı  sorunlardır.  Bu  sorunlarda  sorumluluk 
doğrudan  doğruya  ülkenin  aydınlarına  aittir.  Bu  sorunların  başında  da  Türkiye’de  bilim  ve 
sözde  bilim;  bilim-ilim,  bilim-felsefe  ilişki  tanımlamalarının  tam  olarak  yapılmayışı,  ayırt 
edici kriterlerin ortaya konulmamış olması gelir. Durum böyle olunca da neyin bilimsel neyin 
sözde  bilim  olduğu;  sosyal  bilimler  ile  fen  bilimlerinin  arasındaki  ilişki,  birliktelik  ve 
ayrılıklar tam olarak görülememekte, ortak zeminlerde buluşulamamaktadır. Doğal olarak da 
sözü  edilen  bu  bilimlerin  tamamını  kapsayan  ve  anlamlandıran  bir  ortak  işlev  olarak  kabul 
edilen  felsefenin  nasıl  yapılacağı  ve  felsefe  işini  kimin  yapacağı  hususu  sorun  teşkil 
edecektir.
188
  Aynı  makalede  Metintaş,  Türkiye’de  henüz  fen  ve  sosyal  bilimleri  bir  zeminde 
okutacak araştırma merkezleri, enstitüler, üniversite birimleri  ya da güçlü sivil kurumlarının 
olmayışını Türk düşünce hayatı için çok büyük bir eksiklik olarak değerlendirir.   
 
Bir Türk Felsefesi oluşturma çabasının önündeki bir diğer engel de bu çaba içerisinde 
yer alabilecek aydınların detayda çok oyalanmaları riskidir. Çünkü detayda çok zengin olmayı 
beklemek  de  milli  felsefe  çabalarının  önünde  bir  engeldir.
189
  Küçümsenmeyecek  sayıdaki 
entelektüelin  siyasal  hayatla  aktif  biçimde  iç  içe  olmaları  da  yine  bir  Türk  Felsefesi 
oluşturulmasının önündeki engellerden birisidir.  
 
                                                           
188
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 
189
 
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/918-bir-turk-felsefesi-olusturulmasinin-onundeki-zorluklar
 
Erişim Tarihi 26.04.2017
 

49 
 
Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin