Muhammes
Cândadur subh-i ezelden mihr-i ruh-sârıŋ seniŋ
N’ola tâ şâm-i ebed olsam taleb-kârıŋ seniŋ
Şimdi cânâ bolmamış ben âşıḳ u zârıŋ seniŋ
Ey ezelden tâ ebed göŋlüm giriftârıŋ seniŋ
Çâre ḳıl kim boldı cânım esrü efgârıŋ seniŋ
Tuttılar teşhîs-i derd içün mu’âlicler regim
Taptı bu sıhhat ki firḳatden yaḳındur ölmegim
Çün yaḳîn oldı devâsız derdden cân vermegim
Cân verir çagda başımġa Tanrı içün gel begim
Bari görmiş bolġa min bir lahza dil-dârıŋ seniŋ
Hûblarnı imtihân itmekde çok çektim cefâ
Nâle vü zâr ile bildüm derd-i dil bulmaz şifâ
Ben sınadım şimdi sen pendim eşit, kıl iktifâ
Çünki hûblar mezhebinde yoġ imiş resm-i vefâ
Ey göŋül ne yerge gitgey nâle vü zârıŋ seniŋ
Göŋlüm aldı ol iki ayyâr çeşm-i pür-humâr
Şimdi can ḳasdına durmışlar ne reng ilen ki var
Urf içinde olsa ger ayyâr ḳavli üstüvâr
Şer’ile ger tutsalar esrik sözine i’tibâr
Ḳanıma birgey tanıḳlıḳ iki ayyârıŋ seniŋ
Sanma cevr itseŋ
Fuzûlî
incinip terkin ḳıla
834
Ger cefâ ḳıl ger vefâ cânım fidâ sen kâtile
Ben hod öldüm imdi sen tîġ-ı cefâ alıp ele
Lutfî
’ni öldürseŋ ey dil-ber cefâ tîġı bile
Anda hem bolġay benim rûhum meded-kârıŋ seniŋ
Bütün bunlar bize Fuzûlî’nin sadece Osmanlı sahasını, Fars ve Arap
edebiyatlarını değil, Türkistan coğrafyasında yetişmiş diğer şair ve edipleri de
yakından takip ettiğini gösterir. Dolayısıyla O, yalnızca kendi yetiştiği edebiyat
muhitiyle ilgilenmez, gönül kapılarını Türk yurtlarının tüm ediplerine açar. Türk
dünyası ve Türk diliyle daima meşgul olur (Mazıoğlu, 1986, s. 25).
Fuzulî, Büyük Selçuklular devrinde Irak’a gelip yerleşen Oğuz
Türklerindendir. Eserlerine Azerî Türkçesinin hususiyetlerini yansıtır. Yaşadığı
devrin hayat anlayışı, yaşam biçimi, içinde bulunduğu medeniyetin kâinat algısı en
geniş ölçüde O’nun eserlerinde yansımasını bulur. 16. yüzyılda hayat süren şair,
şöhretini bütün Türk diyarlarına ve boylarına ulaştırmasını bilir; bütün Türk
memleketlerinde tanınır, eserleri okunur ve sevilir. Güney Kafkasya’da,
Azerbaycan’da, İran’da, Türkistan’da yaşayan Türkler, O’nun Türkçeyi
kullanmaktaki ustalığı ve ifade gücünü derinden hissederler; O’na mühim hürmet,
muhabbet ve saygı beslerler. Bu sayede, Fuzûlî, Türkistan illerindeki Buhara,
Semerkand, Hive, Hokand gibi edebiyat muhitlerinde yaygın, geniş ve sürekli bir
şöhrete nail olur. İşte şair Fuzulî’ye büyük hürmet besleyen ve O’na nazireler
yazan bir şahsiyet de Hokand edebî muhiti içerisinde yetişen Hokand Hanı şair
Ömer Han’dır.
Ömer Han, 1787 yılında Hokand’da doğar. Babası, 1763-1799 yılları arasında
Hokand hükümdarlığı yapan Narbuta Bek, annesi ise Ming Ayim adıyla meşhur
Zühre Ayim’dir. O, üç çocuklu bir ailede Alim Han ve Aftab Ayim kardeşlerin
ortancasıdır. Ömer Han, ilk eğitimine ailesinin yanında Hokand sarayında başlar.
Daha sonra, Hokand Medresesine devam eder. Burada, Arapça ve Farsçayı bütün
incelikleriyle öğrenir; ardından Şark edebiyatına büyük ilgi duyar; bu sahanın
şöhretli şairlerini, ediplerini yakından takip eder. Hatta O, dinî-tasavvufî konularda
da esaslı bilgiler edinir; yaşadığı asra göre iyi bir eğitim alır. 1798 yılında babası
Narbuta Bek’in vefat etmesi üzerine Hokand hanlığında taht kavgaları başlar. Bu
mücadelelerden ağabeyi Alim Han zaferle çıkar ve 1799 yılında Hokand tahtına
geçer. Hanlıkta kendisine muhalif bulunan tüm idarecileri katledip makamını
sağlamlaştırır. Alim Han’ın tahta oturmasıyla Hokand Hanlığı iç siyasette büyük
bir istikrar yakalar. Bunun üzerine Ömer Han, ağabeyi Alim Han’ın hizmetine
girer. Bu dönemde, Alim Han’ın gerçekleştirdiği askeri seferlerin pek çoğunda
ordu birlikleri komutanı olarak görev yapar. Ardından çeşitli başarılar kazanır.
1807-1808’de Alim Han O’nu Mergilan Hakimbekliğine tayin eder ve aynı
835
zamanda O’nu güzelliği ile şöhret bulan dayılarının kızı Mahlar Ayim Nadire
Begim ile evlendirir (Şen, 2021, s. 115-132; Eckmann, 1963, s. 130-131).
Ömer Han, ağabeyi Alim Han’ın 1810 yılında ölümüyle birlikte tahta çıkar.
Bunu bildirmek için Hive’ye, İstanbul’a ve Pekin’e elçiler gönderir. Böylece,
Hokand Hanlığını milletlerarası siyasette de etkin hale getirmeye çalışır. Ömer Han
devrinde ilk defa Osmanlı Devleti ile siyasi münasebetler kurulur. Bu amaçla, Hacı
Mir Kurban İstanbul’a elçi olarak görevlendirilir. Ömer Han diğer taraftan 1808-
1839 yılları arasında Osmanlı tahtında kalan Sultan II. Mahmud’a, tabi olduğunu
ifade eden Farsça bir mektup yazar. Mektubunda amacının gaza ve cihat olduğunu,
Hitay idaresindeki Müslüman halkı kurtardığını, Hoten, Hitay ve Kazgan’dan
Kaşgar’a kadar olan sahayı kontrol ettiğini, dolayısıyla Osmanlı padişahından
kendisine name, tuğ ve kılıç verilmesi isteğini belirtir. Ömer Han, ömrünü Hokand
Hanlığı’nın genişletilmesi, refahı ve imarına ayırır. Asrının büyük devletleriyle
önemli ilişkiler kurar. Devlet idaresinde ve askeri alanda önemli yenilikler
gerçekleştirir. Pek çok kaleler inşa ettirir. Saltanatının 12. yılında av için Mergilan
ve Andican’a gitme hazırlığı yaparken hastalanıp 12 Ocak 1822’de Cuma günü
hayata gözlerini yumar (Şen, 2021, s. 115-132).
Ömer Han, uzun boylu, siyah sakallı, kırmızı yüzlü bir görünüme sahiptir.
Devlete ve millete bağlılığı yanında, sanatı ve edebiyatı seven bir şahsiyettir. O,
1810-1822 yılları arasında 12 yıl Hokand Hanlığı’nda hükümdarlık yapar. O’nun
döneminde Hokand edebiyat muhiti, altın çağını yaşar. Kendisi de şair olan Ömer
Han onları korur ve sarayında etrafına toplar. O’nun saltanat yıllarında Hokand
edebiyat muhiti adeta, Ali Şîr Nevâyî ve Fuzûlî’yi taklit eden şairlerin toplandığı,
kuvvet gösterisi yaptığı bir merkez haline gelir. Tarihçiler O’ndan dindar ve adil
bir padişah olarak söz eder. Ömer Han, şiire daha şehzadelik yıllarında merak
salar. Meclislerinde daima âlimleri ve şairleri bulundurur. O, edebiyata, sanata ve
şiire tutkun bir handır. Eş seçimi yaparken yine bu durumu gözetir. Andican
hâkimi olan dayıları Rahmankulu’nun kızı Nadire Begim ile evliliği gündeme
gelince, eşinin de kendisi gibi şiire yatkın, şair ruhlu birisi olmasını ister. Bunun
üzerine Nadire Begim “Üveysi” mahlasıyla şiirler yazan Cihan Atın’dan dersler
alır. Aldığı derslerle şiire olan kabiliyeti artar, bu durum, Ömer Han’ın dikkatini
çeker ve akabinde ikilinin evliliği gerçekleşir (Şen, 2021, s. 115-132; Eckmann,
1963, s. 130-131).
Ömer Han, şiirlerinde kendisine Ali Şîr Nevâyî’yi örnek alır. Devrinde
yaşayan şairler, O’nun zamanını Hüseyin Baykara devriyle karşılaştırır. Şiirlerini
Ali Şîr Nevâyî ve Mevlana Lutfî tarzında yazan Ömer Han, Onların pek çok şiirini
tahmis eder; bilhassa, Ali Şîr Nevâyî’ye büyük hürmet besler (Tanç 1994, 66-68-
72-286; Aslan 2011: 43-44-45-46). Şiirlerinde Emir mahlasını kullanır. Ömer
Han’ın kendisi gibi karısı Nadire Begim ve oğlu Muhammed Ali de edebiyatla
836
ilgilenerek şiirler kaleme alırlar, eşi Mahlar Ayim Nadire Begim’in şair olmasının
tesiriyle, Ömer Han devrinde, kadın şairlere olan ilgi artar. Bu yalnızca Hokand
Hanlığında değil, tüm Türkistan coğrafyasında kendini gösterir. Ömer Han’ın şiire,
edebiyata ve sanata olan tutkunluğunun tesis ettiği bu iklim neticesinde Şair
Mahlar Ayim Nadire Begim, Hokand Hanlığı’nın farklı mekânlarında yetişen genç
kızlara imkân sağlamak gayesiyle, onları Hokand’a getirir. Sarayda himaye eder ve
saray kütüphanesini şairlerin hizmetine sunar. Bu çabalar ve gayretler sonunda
Ömer Han’ın sarayında yetmişi aşkın şair bir araya gelir. Bu şairler, gerileme
devrine girmiş bulunan Türk dilini ve Türk şiirini yeniden canlandırma çabası
içerisine girer, bunda da büyük ölçüde başarı sağlarlar. Bunlar arasında, Fazlî
Namanganî, Sultan Han Töre Ahrarî, Mahmur, Molla Muhammed Gazi Hokandî,
Molla Muhammed Şerîf Gülhanî ve kadın şairlerden Mahzuma, Üveysî,
Hayrunnisa, Fazilet Banu, Dilşad Berna en meşhur olanlarıdır (Şen, 2021, s. 115-
132; Eckmann, 1963, s. 130-131).
Ömer Han, sadece yaşadığı Türkistan coğrafyasının şair ve edipleriyle
ilgilenmez; aynı zamanda siyaseten büyük hürmet gösterdiği Osmanlı sahası edip
ve şairleriyle de yakından ilgilenir. Bunlar arasında Fuzûlî mühim bir yer tutar.
Türk tarihine ve töresine kıymet veren Ömer Han, Fuzûlî’ye samimi hürmet duyar.
Nevâyî’ye gösterdiği hayranlığı Fuzûlî için de gösterir. O’nu Hokand sarayındaki
edebiyat meclislerinde devrin şairleriyle birlikte yâd eder. O, adeta Türk şiir dilinin
kemal noktasına ulaşmasında ve ihyasında Fuzûlî’nin yerinin ve mevkiinin
muhkem olduğunu hissetmiş gibidir. Bunun bir göstergesi olarak O’nun
gazellerinden bazılarını tahmis eder. Böylece vefa örneği olarak tek eseri
durumundaki
Divan
’ı arasına şairler sultanı Fuzûlî’nin adını ve sözlerini nakşetmiş
olur. Bunlardan biri, O’nun “
Gûşe-i ebrûlarında çeşm-i câdûlar mıdur
” (Tarlan,
2014, s. 276-278) mısraı ile başlayan meşhur gazelidir (Tanç, 1994, s. 65-66;
Aslan, 2011, s. 43-46):
Dostları ilə paylaş: |