sin... olarak bilinen (veya öyle olduğuna inandığı) hükilm
ve ifadeleri ihtiva eden
fasılların başlığı olarak kullanılır.
Vehimlerde, şu veya bu sebeple zihne gelen, hakikate aykırı
sorular ve şüpheler dile getirilir. Tembihler ile de bunlar dü
zeltilir; doğruya çevirilir.
2) Bak. M. Goichon, Directives, giriş, sh. 1 ve dev.
14
îşârât» adı ile Işârât’ın bir özetini vermiş, (3) daha sonra da,
burada karşılaştırmasını sunacağımız, Şerhu’l-ÎŞârât’ını yaz
mıştır. Burada F. Râzî, görüleceği gibi, İbn Sina’nın üslûbuna
uygun olarak açıklamalarda bulunmakta, zaman zaman da Ibn
Sînâ’ya itirazlar yöneltmektedir.
Eserin çeşitli yazma nüshaları vardır. Sadece F. Razının
şerhi olarak veya Tûsî’nin şerhi ile birlikte olmak üzere birkaç
defa basılmıştır.
Biz çalışmalarımızda,
Abdülaziz devrinde
(1290 h.) Âmira matbaasında bir tek cilt hâlinde basılan, or
tada Tûsî'nin, kenarda ise F. Râzî’nin şerhini ihtiva eden nüs
hayı esas aldık. F. Râzî’nin açıklamalarını buradan naklettik;
F. Râzî’ye ait sahife numaralan bu nüshadandır. Ancak bu
baskılarda kitabın mantık bölümü yoktur. Bu bölümde yazma
nüshalara müracaat ettik. Bu bölüme ait metinleri, Süleyma-
niye Kütüphanesi-Yeni Cami bölümü 764 numarada
kayıtlı
bulunan ve 624 h. yılına ait olan bir yazma nüshadan verdik.
el-lşârât'ın ikinci mühim şerhi, N. Tûsî’ye ait olan şerh
tir. Bu, aslında F. Râzî’nin itirazlarına cevap vermek için ka
leme alınmıştır. «H allü Müşkilâtı’l-îşârât» adını taşıînaklâ b ir
likte «Tûsî Şerhi» diye tanınır. Söylediğimiz gibi, hem F. Râ
zî’nin şerhi ile birlikte, hem de ayrı baskıları vardır. Biz ça
lışmalarımızda, Süleyman Dünya tarafından (1957-1960 tarih
leri arasında) üç cilt hâlinde neşredilen Mısır baskısını esas
aldık. Tûsî'ye ait açıklamaların karşılığı bu baskıdan gösteril
miştir.
Tetkikimizde İbn Sînâ’mn kendine ait cümlelerini nak
lederken, elimizdeki nüshaların her ikisindeki ayrı sahife nu
maralarını da gösterdik. Birinci rakam 1290 h. tarihli baskının,
İkincisi ise Süleyman Düpya neşrinin sahife numarasıdır.
3) Bu eser, yukarıda zikrettiğimiz «el-lşârât’ın tenkidli neşri»
ile birlikte, aynı zât tarafından ve el-İşârât’ın sonunda, bir
ilave olarak, nüsha farklarının da kaydı ile, neşredilmiştir.
15
I
V A R L I K
Varlık Tabiri ve Kavramı
Tetkike mevzuu edindiğimiz «el-lşârât ve’t-Tenbîhât»
isimli kitabında îbn Sînâ «vücut» kelimesinin ne yapısını in
celer, ne de bu kavram hakkında herhangi bir açıklamada bu
lunur.
Fahreddin Râzî açıklamasında bu kavramn.ı mutlak oluşu
na dikkat çekerek;
«...mutlak manâda; vücut olarak vücut
şartsızdır; herhangi bir sebebe bağlı değildir» <2) der.
Tûsî ise, «bu tâbir burada mutlaktır. Hiçbir sebebin eseri
bulunmayan T an rıya hamledilebildiği gibi,
benzetme yolu
ile 1
2
(3) birer sebebin eseri olan mevcutlara da hamledilebilir.
Ancak, benzetme yolu ile çeşitli şeylere hamledilen «vücut»
şeyin mahiyetinden ayrıdır» (4) demektedir.
1) Işâretler ve Tembihler.
2) F. Razı, Şerhu’l-lşârât, 287
3) Metinde «teşkil ile» ifadesi kullanılmaktadır. Bitişik, karışık,
şüpheli ve kapalı anlamlarını İfade eder. Fransızca «analo-
gie» kelimesi ile karşılanmaktadır
Müşterek olmayı ifade
ederse de kasıtlı olarak «şirket» kelimesi
kullanılmamıştır
Biz de «benzetme yolu ile» demeyi uygun bulduk.
4) N. Tûsî, Şerhu’l-lşârât, III/435
16
Görüldüğü gibi kelime ve kavram olarak «vücut» burada
yeterince açıklanmamıştır. İbn Sînâ hiçbir şey söylemezken.
Râzî ve Tûsî varlık kavramının mutlak olduğunu söylerler.
Hemen ilave olarak da varlık kavramı ile varolan arasındaki
bağlantıya geçerler. Ayrıca Tûsî, Tanrı’mn dışındaki varolan
larda varlığın mahiyetlerden ayn olduğuna dikkati çeker. Ya
ni, maddî ve diğer bütün varlıklarda (yalnızca Allah müstesna
olmak kaydıyla) varlık (vücut) ve mahiyet ayrılığı vardır.
Her üç mütefekkirin de kullandığı «vücut» Arapçadır (5).
Felsefede teknik bir terim olarak varlık; varolmak, varoluş ve
varolan manâlarından kullanılır (5a\
5) Vecede-yeciaü-vücide an... şekillerinde kullanılır. (Aradığını)
bulmak, (İstenene) kavuşmak, karşılaşmak, İdrak etmek,
(meydana) çıkmak, hasıl olmak, varolmak... manâlarını İfa
de eder. «Îcâd-Varetmek», «mûcid-vareden» tarzında da kul
lanılır. (Bak, L. M â’lûf, Müncld, Ş. Sâmf, Kamûs tere. 1/702-
703. Belot. Ferâid, ait olduğu maddeler.)
Bu kelime Fransızcada âtre ve existence, Latincede ise
existere.esse kelimelerine mukabildir.
(Karş-Prof. Dr. N
Keklik, Sad. Kon. Fels. AUah-Kâinât, sh. 24) Ancak «vücut»
mücerred manâda varlığı (etre ve esse’i), mevcut ise müşah
has olanı (ens'i)' gösterir. (Bak, M. Goichon, Lexique, num.
748)
K ur’an’da bu kelime kullanıldığı tarzda; «vücut» şeklinde
geçmez. Fakat lügatin çeşitli manâlarında ve çeşitli kalıplar,
da defalarca kullanılır. Mesela : «...Zekeriyâ ma’bedde onun
yanına her girişinde bir nzık bulurdu K u r’an. 3/37», «...orada
bir millete rastladı... K ur’an, 18/86».
Biz, Türkçede bütün bu manâları «varlık»
kelimesi ile
karşılamaya çalışacağız. Ancak yerine göre «varlık-varolan.
mevcut» da diyeceğiz.
5a) Bak, Prof Dr. N. Keklik, Muh. İbn. Arabi, sh. 18
17
Varlık kavramı hakkında burada hiçbir şey söylemeyen
İbn Sina, başka kitaplarında bize oldukça önemli bilgiler ve
rir. Mesela «en-Necât» da; «varlık, varlık isminden (tabirinden)
başka birşeyle açıklanamaz. Zira o. bütün açıklamaların te
meli, ilk prensibidir. Şu hâlde o açıklanamaz. Fakat, onun ta
savvuru ruhta doğrudan doğruya (€) yer alır. Ancak o, cevher
ve araza bölünebilir» * (7) 8
. Bundan önceki eseri olan eş-Şifâ’da
mesele daha açıktır . «Varlık fikri (şeye ve Zarurîye ait olan)
ruhta ilk olarak yer alan kavramdır. Bu kavram, kendisinden
daha iyi bilinen şeyler yardımı ile meydana gelmiş değildir,
aksine o, kendiliğinden bilinen ilk kavramdır. Varlık bakımın
dan bu, şu ve öteki bütün şeylerde müşterektir. Bundan ötürü
dür ki, kendisinden daha iyi bilinen birşey yardımı ile açıkla
namaz. Açıklamaya kalkışılınca da içinden çıkılmaz bir çem
berin 0
.
Râzî, bu noktada daha ayrı düşünür. Muhassal isimli kita
bında; «Filozofların çoğu, Mutezile ve bütün kelâmcılar; (var
lık; \arolanlar arasında müşterek olan bir sıfattır) derler. Bi
ze b ">yle değil gibi gelmektedir. Şayet böyle olmuş olsaydı, bu
takdirde varlık ve mahiyet ayrı ayrı şeyler olur ve böylece de
varlık varolmayan şeyle kâim olmuş olurdu...» der <10). Yine
aynı kitabında varlık tasavvuru için şunları söyler . «Varlığın
f
Vasıtasızca-Directement
7)
İbn Sına, en-Necât, 325
8)
Devr-ı dâim; devr-i bâtıl
9)
İbn Sınâ, eş-Şifâ, 11/291-292. kars-M Goichon, La Distinc-
tion, sh. 3
10) F. Râzı, Muhassal, 33-34
18
ve yokluğun tasavvuru herkes için apaçıktır (ll). -Çünkü bu iki
şeyin tasdiki sadece yine kendilerinin tasavvuruna dayanmak
tadır. Zira birşeyin varolduğunu bilmenin içinde varlık bir
parçadır. Mürekkebin (12) bilinmesi apaçık olunca birimlerin
bilinmesi de böyledir» (13).
Tûsî, bu son cümlelerinde Râzî’yi doğru bulur (14) Lâkin,
onun b ir önceki hükmünü; varlığın müşterekliği hakkındaki
sözlerini tenkit eder : «...durum Râzî'nin zannettiği gibi değil
dir. (Kavram olan) varlığın mahalli sadece akıldır. Bu varlığın
mevcut bulunup bulunmaması söz konusu değildir. Şayet var
lık, varolan birşeyin varlığı olarak alınacak olursa, burada var
lık ile mahiyet ayn ayrı şeylerdir. Fakat, bunun böyle olması
birinin bir mahal ve ötekinin de hâl olmasını gerektirmez» (I5) 1
6
.
Yukarıda naklettiğimiz ifadeler göstermektedir ki Ibn Si
na’ya göre varlık b ir kavram; hem de b ir ilk kavram; ruhta
ilk yeri alan bir kavramdır. Bütün kavramların ilki olduğun
dan kendisinden daha iyi bilinen bir kavram yoktur. Bundan
ötürü de o, başka birşeyle açıklanamaz. Ancak ve sadece yine
kendi kendisiyle açıklanabilir.
Ibn Sînâ, varlığın bütün va
rolanlar arasında müşterek olduğunu eş-Şifâ’sında söylerse de.
bundan sonra kaleme alman en-Necât’ta böyle bir ifade yok
tur. Daha sonra yazılan el-îşârât’ta ise mesele, ilerde ele ala
cağımız gibi, <16) daha değişik b ir durum arzeder.
11) İspatsız bilinen; bedihî; müteârife; axiom; sens d61ib6ratlon.
12) Parçalardan meydana gelmiş bütün; composfe
13) F. Râzî. Muhassal, 32.33
14) N. Tûsî, Telhis, 33
15) N. Tûsî, Telhis, 34
16) Bak, sh. 125
19
Râzî için de bu kavram ispatı gerektirmez şekilde apa
çıktır. Ancak, tbn Sînâ’da olduğu gibi, Râzî; «varlık şuurun bir
ilk kavramıdır» demez
Bu noktada Râzî kendi mektebi (17)
mensûbu olan kelâmcılardan da aynlır. Bizzat kendisi onların
bunu «bütün varolanlar arasında müşterek» saydıklarını söy
leyerek kendi kanaatinin böyle olmadığını ilave eder. Acaba
kendi görüşü nedir? İtiraf edelim ki kendi kanaatini kesin bir
şekilde ortaya koymuş değildir. Ancak biz, onun bu ifadelerin
den şunu anlıyoruz ki Râzî, varlığı varolanda görmektedir. Baş
ka bir deyişle ona göre tamamıyla mücerred; bütün şeniyyet-
teıı soyulmuş, başlı başına bir varlık yoktur. Böyle olmuş ol
saydı diyor Râzî, mevcut olmayan şeyin varlığı olmuş olur
du. Bu ise, ona göre, saçmadır. Şu hâlde, onun kanaatinde
varlık birşeyin; bir nesnenin; bir mevzuun varlığıdır. Nitekim,
ilerde-ele alacağımız varlık-mahiyet münasebetinden söz eder
ken : «Biz, mahiyeti (omın varlığından şüphelendiğimiz hâlde)
akledebiliyoruz. Böylece (mücerred olarak) varlığın kendisini
de, onun hariçte hasıl olup olmadığını bilmediğimiz hâlde ak-
ledebilir miyiz? Bundan da varlık için başka bir varlık... ve
dolayısıyla da uzayıp giden bir varlık zinciri doğmuş olmaz
mı? (Yalnız başına varlık akledilebilir; başlı başına varlığa hü
küm verilebilir) denirse de bundan şu anlaşılır : Yalnız; başlı
başına varlığa (hasıl oldu) veya (hasıl olmadı) gibi bir hüküm
verilemez. Burada (hasıl oldu) veya (hasıl olmadı) hükmünü
alan mücerred varlık değil, mahiyetin kendisidir. Zira varlık,
varlıkla sıfatlanamaz. Aksi hâlde bir tek şey, bir tek yönden
iki defa vasıflandırılmış olu r» tarzındaki ifadelerini bulaca
ğız (17a>.
20
17)
Sünnî kelâm ekolü (ecole)
17a) F. Râzî. Şerhu’l-îşârât (yazma). 14b
Burada Râzî, sanki Descartes’ın «düşünüyorum, o hâlde
varım » (lb) diyen akıl yürütmesinin tam aksi bir hareketle
«...var ise düşünüyorum» der gibi düşünmektedir. Dediğimiz
gibi, Râzî’de bu açık değildir. Fakat sözlerinin neticesi buraya
çıkar. Burada da onu şöyle bir güçlük karşılar : Bu takdirde
zihnimizde tamamıyla mücerred bir varlık kavramı hiç mi bu
lunmaz? Zihnimiz mutlak ve itibari 1
8
(19) birşey düşünse burada
düşünce varlığı mı, varlık düşünceyi mi takip edecektir? Râzî'
nin kanaati ile bunlara cevap vermek pek kolay görünmemek
tedir. Ayrıca Râzî’uin bu görüşleri, yine bizzat kendisinin, iler
de sunacağımız, görüşlerine zıt düşmektedir (20) 2
1
Tûsî, meseleyi "üstadı îbn Sînâ'ya uygun olarak düşünmek
tedir. Ona göre zihindeki varlık kavramı dışardaki herhangi
bir varolanı göstermez. Bu varlık sadece zihinde bulunur; onun
mahalli zihindir. Fakat, bu kavram, varolan üzerinde düşünü
lünce yarlık, varolandan ayn değildir. Lâkin burada hemen
şu soru akla gelir; nesne üzerinde varlık, varolandan ayrı de
ğil; onun kendisi ise nasıl olup da nesnenin mahiyeti ile var
lığı birbirinden ayrılmaktadır. Bu meseleyi ilerde ele alaca
ğız <21). Ancak burada şu kadarını söyleyelim ki Tûsî’nin ve
hatta onun otoritesi olan Ibn Sînâ’nın düşünce sistemine uy
gun olarak buna verilecek cevap şudur : Varolanda varlık biz
zat onun kendisindedir; kendisidir. Ancak onu «varlık » ve «m a
hiyet »e ayıran zihindir.
18) Descartes, Metot Üz. Konuşma, sh. 41,10 ve Felfesenin İlke
leri, sh. 29 (Türkçe tere.)
19) Hayâli; farazi; flctlfe
20) Bak, sh. 58-59
21) Bak, sh. 57
21
V A R L I K ' I İ D R A K
II
Varlık hakkındaki fikirleri gördük. Onun gerçeklik kazanış
şeklini (varoluşu) ilerde ele alacağız. Fakat, burada şu husu
sun tespiti gerekmektedir : Varlık, hangi sahada gerçekleşirse
gerçekleşsin, biz, kavramların en umumîsi
olduğuna karaı
verdiğimiz varlık’ı nasıl bilir, onu hangi yo! ve vasıtalarla id
rak eder, ne şekilde kavrarız?
îbn Sînâ, ne Descartes’ın yaptığı gibi, düşünceyi varlığa
delil diye gösterir n), ne de varlığı düşünceye temel sayar. Onun
varlık’m idraki hakkındaki kanaati çok açık ve kesindir. O bu
idrakte hiçbir vasıta, hiçbir delil tanımaz ve hiçbir kıyaslama
da yapmaz. Onun «varlık ruhun ilk kavramıdır» sözünü nak
letmiştik 1
(2). O bunu «uçan adam» temsili (3) ile tasvir eder :
«Kendinin bir ilk yaratılışla ve bir defada; akıl ve evsafça da
tam olarak yaratılmış olduğunu farzet. Bütün heyet ve vaziye
tin de gelişmiş hâlde bulunsun. Bedeninin organlarından hiç
biri görülmesin, birbirine temas etmesin. Bir an içinde bom
boş bir boşlukta asılmış olasın. Bütün eşyadan habersiz bu
lunduğun hâlde (benlik)in sabit kalacak, nefis kendi kendisi
nin (varolduğu)nu bilecektir» (4).
1) Descartes için bak, sh. 21 ve aynı sahifede not 18
2) Bak, sh 18
3) Allegorique
4) tbn Sînâ, el-İşârât, 179, 11/319.320
22
Râzî bunun delilsiz olarak kabul edilecek tarzda apaçık
olmadığını söyledikten sonra kendisi delile başvurur ve arka
sından kendi delilinin de yetersiz olduğunu söyler (5). Bununla
beraber Râzî’nin kendi gerçek kanaatine göre de varlık'ın id
rakinin apaçık bulunduğunu nakletmiştik (6) 7
.
Tûsî bunun apaçık olduğunu söyleyerek Râzî'nin itirazını
cevaplandırmaya değer bulmaz(7>.
Görüldüğü gibi İbn Sînâ’nın «varlık ’ın idraki-bilinmesi-
kavranması» hakkındaki kanaati «apaçıklık» tır.
îm di hemen aklımıza şu soru gelmektedir : Bu sonuç ile
acaba; «ruhumuzdaki birtakım kavramların doğuştan geldiği»
esası mı ispat edilmiş olmaktadır?
Zihnimizde doğuştan gelme birtakım kavramların bulu
nup bulunmadığı münakaşası, aşağı yukan bütün felsefe tari
hini kaplayan bir meseledir. Meseleye çeşitli felsefe ekollerin
de, her ekolün kendi temel prensip ve metoduna uygun olarak
hareket edişinden dolayı, farklı şekillerde bakılmış ve ayn so
nuçlar çıkarılmıştır.
Sözgelimi akılcılaıın (rasyonalistlerin)
bazı kavramlarm «doğuştan» geldiğini kabul etmelerine karşı
lık tecrübeciler (ampiristler) zihnimizde, akıl ve hafızamızda
fikir, düşünce, kavram... adına ne varsa hepsinin tecrübeden
geldiği, tecrübe ile kazanıldığı iddiasındadırlar.
Çeşitli sahalarla ilgili olarak aklımızda yer aldığı kabul
edilen «a p riori» kavramlar hakkındaki münakaşalar b ir yana,
şuurun kendi kendini idraki, başka bir ifadeyle, daha doğrusu
îbn Sînâ’nm dili ile, şuurun kendi varlığının yine kendisi tara
fından idraki, bizce, doğrudan doğruyadır. Hatta şuur, mater
5) F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 179-168
6) Bak, sh. 19
7) N. Tûsî, Şerhu’l-İşârât 11/319-321
23
yalistlerin iddia ettiği gibi, maddî organların fonksiyonel bir
tezahürü olarak kabul edilse bile, bu neticeyi değiştirmez. An
cak, şuurun kendi kendini idrak edişinde b ir idrak eden (süje),
bir de idrak edilen (obje) düşünülmüş olmaktadır.
Böylece
acaba şuur iki ayn varlık hâlinde mi ortaya çıkacaktır? Bu
takdirde her iki şuurun varlık hâli nasıl düşünülecektir? işte
bu noktada bazı egzistansiyalistler (mesela J.P. Sartre) şuuru;
«birşeyi idrak eden» olarak ele almakta ve bu idrakten önce de
onu yok kabul etmektedir. Meseleye fenomenolojik açıdan ba
kanlar, yine şuuru «birşeyin şuuru» tarzında kabul etmekle
birlikte, idrak edilen şeyi (objeyi) parantez içine alarak, idrak
ten bağımsız hâldeki şuuru «mutlak şuur» olarak benimser gö
rünmektedirler.
Sonuç şu ki şuur kendini doğrudan doğruya (vasıtasız ola
rak) idrak etmektedir. Fakat, burada da sonucun karşısına şu
mesele çıkmaktadır : Şuurun doğrudan doğruya idrak ettiği ve
kendisine ait olan bu «varlık»tan öteki «va rlık » veya «varlık
lar»
nasıl çıkacak, ya da çıkarılacaktır? Düşünürlerimizin
kendi meslek ve metotlarına uygun olarak buna; «kıyas ve is-
tidlâl yolu ile» tarzında cevap verilebilir. Bu da bizi (ilerde
ele alacağımız) «varoluş» problemine götürür.
Burada şuna da özellikle işaret etmek gerekir ki : «V ar-
lık'ın doğrudan doğruya idraki» akılcılığın (rasyonalizmin);
«akıldaki bazı kavramların doğuştan geldiği» prensibini doğ
rularken, «doğrudan doğruya» hükmü de yine kendilerinin;
«kesin hakikate ancak akıl yürütme (dedüksiyon) yolu ile va
rılır» tarzında ifade edilen temel kabullerini yıkar.
Biz neticeyi b ir kere daha tekrar edelim. Varlrk en umu
m î ve ruhta ilk yer alan bir kavramdır. Ruh tarafından, bu
vasıtasız bir tarzda, doğrudan doğruya idrak edilir. Fakat, aca
ba bunun, şu veya bu alanda gerçekleşmesi nasıl olacaktır?
24
I I I
V A R L I K S A H A L A R I
1
—
Hissedilen Âlemde Varlık
Bundan önce birinci bölümde, her üç mütefekkirin görüşü
açısından ana çizgilerini verdiğimiz varlık'ın gerçekliği (1) ne
dir? Başka bir deyişle o hangi alanlarda bulunabilecek veya
neye hamledilecek ve onun hamledildiği mevzuun gerçekliği
nâsıl olacak; yani varlık hangi alanlarda tahakkuk edecektir?
ı
Bu meseleye îbn Sina, kendisine tam ters düşen bir eko
lün görüşlerim naklederek girer. Der ki : «Bazılarına göre var
lık duyumlarla bilinen şeylerden (2) ibarettir, özü hissedileme-
yenin varlığı kabul edilemez. Varolan, ya doğrudan doğruya
kendisi bir mekâna sahiptir; cisimdir. Ya da mekândakinin
üzerinde bulunur; renk, koku... gibi cisme bağlıdır. Bunun
ötesinde «va rlık » yoktur» (3).
1) Hakikati; realitesi
2) Mahsûs şeylerden
3) İbn Sina, eUİşârât, 287, HI/435
25
Râzî'ye göre bu görüş sahipleri sadece cismin kendisinin
ve cisimde bulunan hâllerin gerçekliğine inanır, bunun dışın
da varlık kabul etmezler. Hemen hatırlatalım ki bunlar, diyor
Râzî, duyumlarımızın ötesinde mesela zihne ait olan varlığı in
kâr etmezler. Ancak bunun; hıssedilebilenin ötesindeki bu var
lığın hiçbir gerçekliğe <4) sahip olmadığını iddia ederler, işte
zaten problem de budur : Hisötesı alandaki varlığın gerçekliği
nedir? 4
(5) 6
.
Tûsî, varlığı maddî ve mahsus âleme sıkıştıran (e) bu züm
renin antropomorfistler (7) ve onlar gibi düşünenler olduğunu
söyler (8).
İktibas ettiğimiz ifadelerde maksat oldukça açıktır. He
men belirtelim ki burada bir epistemoloji meselesi söz konusu
değildir (9). îbn Sînâ’nın tenkidini yapmak üzere naklettiği bu
4) Hakikate, realiteye
5) F. Râzî, Şerhu’l jş â r â t , 289
6) Hasreden, inhisâr ettiren
7) Müşebbihe; Tanrı’yı insana benzetenler.
8) N. Tûsî, Şerhu’l-îşârât, III/435
9) Bilindiği gibi sansüallzm (sensualisme; ihsascılık, duyumcu
luk), bilginin sadece duyumlardan (ihsaslardan) geldiğini, do
layısıyla da bildiğimiz şeyin yalnızca duyulan (mahsus) şeyler
olduğunu iddia eder. Mesela Condillac (1715-1780) : «...ruh,
bütün bilgilerini ve melekelerini bu duyumlardan elde eder»
der. (Cundillac, Duyumlar Üzerine İnceleme, tere. sh. 4). Bu
nunla beraber bu görüş mahsus dünyanın ötesini inkâr etmez.
Sözgelimi yine Condillac; «...benim ancak içinde bulunduğu
muz hâlden bahsettiğimi hatırlamak gerekir...» der. (Condil-
Dostları ilə paylaş: |