7)
tbn Sînâ, el-lşârât. 44b. 1/319
B) İbn Sina, el-lşârât, 45a, 1/320
9) Yukarıdaki ifadeler
«zaruri» tabirinin durumunu
ortaya
koymuş bulunmaktadır.
O, hem vacibi, hem
mümteniyi
göstermektedir
Bununla beraber biz, kelimenin Türkçe
söylenişine ve Türkçedeki manâlandırıhşına
önem vererek
onu «vacip» yerine; «olması zaruri» manâsında kullanacağız.
İmtinâı ifade etmek istediğimiz zaman da zarurî-yl mutla
ka bir sıfatla; «... olmaması zaruri...» şeklinde kullanaca
ğız. «İm tinâ» yerine de imkânsız diyeceğiz.
69
letmeyeceğiz. Ancak onun, ilerde de karşımıza çıkacak olan şu
ifadesi çekicidir : «...bunlar mantığa uygun, akla yatkın hü
kümler olsa da bizce imkân varlığın kendisine ait birşey de
ğild ir» (10) demektedir. Ayrıca her iki hâle müsait olarak kabul
edilen imkân, ona göre «... mevcuda ait birşey ise varolan,
yokluğun şartı olmuş olur. Şayet yokluğun vasfı ise yokluk,
varlığın şartı durumuna girer... Bunlar da olamaz» (11) 1
2
1
3
1
4
.
Bu noktada Râzî, İbn Sînâ'dan tamamen ayn, fakat kendi
usûllerine uygun düşünmektedir. Bizce o, her iki yöne; varlı
ğa ve yokluğa müsait olan imkânı «s ırf yokluk» olarak kabul
etmektedir. Çünkü, onun düşüncesinde varlık ile yokluk ara
sında bir vasıta yoktur (,2). Bununla beraber Râzî’nin imkânı
büsbütün kapı dışan ettiği de söylenemez. Zira «...bize göre
aklın kendisinin işaret edebildiği birşey, herhangi bir şekilde
gerçekleşebilecekse, o mevcut sayılır» demektedir <13). Şu hâl
de Râzî, imkânı yalnızca b ir yöne çevrilmiş olarak görme te-
mâyülündedir.
Tûsî meseleyi boş bırakmaz. Râzî’nin «...im kân neye ait
tir?»
sorusuna karşılık
«imkân, zarureti ortadan kaldıran
şeyin kendisi değildir. Aksine o, bunu gerçekleştiren manâ
d ır» ğildir.
Görüldüğü gibi burada İbn Sînâ'nm b ir başka ayınmı;
«mümkün» ve «zaru rî» ayırımı ile karşılaşmaktayız. İşte Gaz-
zâlî'nin en şiddetli hücumuna hedef edan noktalardan birisi
bu ayınındır. Gazzâlî'ye göre bu ayırım hiçbir netice hasıl et
10)
F. Râzî, Şerhu’l-lşârât, 44b
11)
P. Râzî, Şerhu’l-lşârât, 45a
12)
F. Râzî, Muhassal, 38-39
13) F. Râzî, Muhassal, 38-39
14)
N. Tûsî, Şârhu’l-lşârât, 1/318
70
mez (15). Aynca M. Türker, Gazzâlî’yi bu noktada isabetli bu
lur (l6) 1
7
1
8
1
9
.
•«Varlık ve mahiyet» ayırımı ile «mümkün ve zarurî» ayı
rımlarından hangisi ötekinin kaynağını teşkil eder?
Bu iki
ayırım birbirlerine tam bir paralellik gösterirler. Fakat han
gisinin asıl kaynağı teşkil ettiğini tespit etmek pek kolay gö
rünmemektedir. Aksine bize, biri ötekine ircâ edilemez gibi
gelmektedir.
Dj. Saliba’ya göçe bu ayırım da İbn Sînâ'nm ikinci bir
hususiyetini ortaya koymaktadır {i7). Goichon bunu Aristote
les'e dayandırmak ister (18>. Fârâbî bu kavramlar hakkında bazı
tasvirler vermiştir H®.
Biz daha önceki hükmümüzü
burada da tekrarlayaca
ğız : (20) Bu m otifi bütün b ir sistemin en önemli unsurların
dan biri olarak, birçok neticeler ortaya koyacak şekilde ve
mütecânis bir hâlde işleyen İbn Sînâ'dır.
Bahsin sonucunu bir kere daha söyleyelim : İki türlü mev
cut vardır. Birisi varlığı kendi zâtının icabı olan; başka bir
sebebin eseri bulunmayan zarurî varlık, ötekisi zâtının var
lığı ve yokluğu eşit derecede kabul edilebilen mümkün var
lıktır.
Acaba «zaruri varlık» diye birşey var mıdır? önce şunu
tespit etmeliyiz : Mademki mümkünün varlığı ile yokluğu eşit
derecededir, öyleyse o, neden ve nasıl varolmuştur?
15) Gazzâli, Tehâfllt, sh. 157-159
16) Dr. MUbâhât Ttlrker (KUyel), Üç. Teh. Bag. Fels. Din. Mün.
126
17) Dj. Sallba, La M6taphysique d’Avlcenne, sb. 96
18)
M. Goichon, Dlrectlves, sh. 358 dipnot 4
19) F&râbİ, Fusûs, sh. 3
20) Bak, sh. 52
71
B
—
Mümkünün Varoluşu
Bundan önceki bölümde iki türlü varlığın bulunduğu gö
rüldü. Mümkün için varlık ile yokluğun eşit derecede olduğu
da belirtildi. Buna göre de bahsin sonunda şunu sormuştuk :
öyleyse mümkün nasıl varolur? Yani onun varlığı nereden ve
nasıl gelir?
İbn Sînâ'nm düşüncesi şudur : Zâtı bakımından imkân
hakkına sahip olan birşey, kendiliğinden varolmaz.
Çünkü
mümkün olması dolayısıyla zâtmın varlığı, yokluğundan da
ha üstün değildir. Şayet bunlardan birinin herhangi bir üs
tünlük kazanması söz konusu ise bu, başka birşeyin hazır ol
masına veya olmamasına bağlıdır (21).
Şu hâlde her mümkünün varlığı başkasındandır (22) 2
3
.
Râzî'nin ifadesiyle, ortaya konmak istenen şudur : Ma
demki mümkünün varlığı kendi zâtından gelmez.
Şu hâlde
bu varlık b ir başkasından gelmelidir f23).
Buna karşı şöyle denebilir : Burada iki hüküm ileri sü
rülmektedir. Birinci hükme göre mümkünün varlığı kendi zâ
tından gelmez. İkincisine göre mümkünün varlığı başkasından
gelmektedir. Herşeyden önce, bu iki hüküm arasında, birisi
ötekini gerektirecek şekilde b ir bağ yoktur. Başta birinci hü
küm yersiz ve kısırdır. Şöyle ki : «V arlığı kendi zâtından ol
mayanın, varlığı kendi zâtından olamaz» denmektedir. Bundan
hiçbir neticeye gidilemez.
İkinciyi ele alalım : Mümkünün
varlığının kendi zâtından gelmediği kabul edilmiş bulunsun.
Bu hüküm ile «...onun varlığının başkasından geldiği...» ne
ticesine nasıl gidilebilir? Biz pekala «mümkünün varlığı hiç
21)
İbn Sina, el-lşârât. 294-295, III/448
22)
İbn Sin&, el-lşârât, 295, III/448
23)
F. Râzl, Şerhu’l-lşârât, 295
72
bir şeyden gelmez; ne kendi zâtından, ne de başkasından» di
yebiliriz. Şu hâlde bu varlığın başkasından geldiğini söyleye
bilmek için, bu sonuncu itirazın ortadan kaldırılması; «var
lığı hiçbir şeyden gelm ez» hükmünün çürütülmesi gerekir. Bu
nu ortadan kaldırmak için, ya mümkünün varlığının zaruri ol-
luğu söylenmelidir. Ya da başka bir delil getirilm elidir (24) 2
5
.
Belki de cevap olarak «bu sonuncu itirazın çürüklüğü or
tadadır. Bu sebeple tbn Sînâ buna temas bile etmedi» dene
bilir <25>.
Tûsî, Râzî’nin endişelerini görmemezlikten gelir, hiç te
mas etmez.
Bu bölümün başında mümkün varlığa varlığının nereden
geldiğini sormuştuk. Bu arayışta akla gelecek ilk ihtimal, bu
varlığın mümküne yine kendi zâtından gelmiş olmasıdır. Fa
kat Jbn Sînâ'nın düşüncesiyle buna hemen «h ayır» diyeceğiz.
Çünkü bu «im kân» sıfatına aykırıdır. Zira mümkün için var
lık ile yokluk arasında hiçbir fark yoktur, öyleyse niçin var
oldu?
ikinci bir ihtimal olarak, Râzi'nin ince bir sezişi ile öyley
se «mümküne varlık hiçbir yerden gelm ez» diyeceğiz. Zira var
lığı kendisinden gelmemektedir. B ir bakıma Râzî’nin bunda
hakkı vardır. Çünkü «varlık mümküne kendi zâtından gel
mez» kaziyyesinin neticesi «öyleyse varlık ona başkasından
gelir» hükmü değildir. Pekala «varlık ona hiçbir yerden gel
mez» denebilir. Bizce Râzî’nin bu sezişi ince olmakla beraber,
itirazı yerinde değildir. Şöyle k i : Eğer, «varlığı hiçbir yerden
gelmez» cümlesiyle «mümkünün yokluğunun zarureti» söylen
mek isteniyorsa bu, kabul edilemez. Çünkü bu, teknik bir ta
24)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 295
25)
F. RâzS, Şerhu’l-İşârât, 295
73
bir olarak varlık ve yokluk zarûretini ortadan kaldıran im
kân kavramına aykırıdır. Şayet bu cümle ile «mümkünün hiç
bir yerden gelmemiş olan mevcut varlığı» kastediliyorsa, bu
noktada Râzî, bir şartla haklıdır. Yani; zihnimiz herhangi bir
hâdiseyi, hiçbir sebep olmadan vaki olmuş olarak kabul ede
bilirse, mümkün de hiçbir yerden gelmemiş olan bir varlıkla
varolmuş olabilir. Acaba böyle bir düşüncenin gerçekliği ne
dir?
Bu soru bizi psikolojik alana götürecek; bizdeki sebep
fikrinin tahlilini ve bu fikrin temelinin bulunmasını gerekti
recektir ki, böyle bir teşebbüs mevzûmuzun çerçevesini aşa
caktır. Bu münasebetle biz, netice olarak şunu söyleyeceğiz
ki; kaynağı nereden gelirse gelsin «sebep arama» insan zihni
nin en belli başlı fonksiyonlarından birini teşkil eder.
Gerçi mümkünün varlığında Gazzâlî de Râzî gibi düşü
nür ve aynı tarzda filozoflara itiraz eder (26). Aynca Gazzâlî,
«sebep-netice» arasındaki bağın zarurî olmadığını da söyler.
N e var ki, onun maksadı mutlak manâda sebep kavramını or
tadan kaldırmak değil, aksine gerçek sebebin Tann olduğunu
belirtmektir (27).
İşte bu hükme paralel olarak ortaya çıkan herhangi bir
varlığın «nereden'geldiğini sormak» temÂyühi de, zihnimizin
en tabiî b ir fonksiyonu olmaktadır .
Bize göre üçüncü bir ihtimalle mümkünün varlığı kendi
sine b ir tesadüf olarak gelebilir. Tesadüf, hâdiselerin sebep
leri arasında yer alabilir mi? Alabilirse hangi çeşit hâdisele
re sebep olabilir...? gibi meseleler bir yana mümkünün var
lığına sebep kabul edilmesi hâlinde tesadüf, mümkünün ken
74
26) Gazz&ll, Tehâfüt, sh. 239
27) Gazz&li, Tehâfüt, sh 249
di dışında bir sebep olur. Böylece de o, bundan sonraki ihti
mal içinde incelenmelidir.
Şu hâlde son olarak, mümkünün varlığı kendi zâtı dışın
da b ir başka sebepten gelmektedir. Netice olarak, takip et
tiği yol doğrultusunda İbn Sînâ, bizce, haklı görünm ektedir:
Mümkünün varlığı için, eğer bir sebep aranacaksa bu, iki
kaynaktan gelebilir. Birincisi mümkünün kendi zâtıdır. Fa
kat, bu, «mümkün» vasfına aykın olduğuna göre, ikinci kay
nak işe karışacak ve
«mümkünün varlığı basmasındandır»
hükmünü vermek mantıkî bir netice olacaktır.
Bu netice bir başka meseleyi meydana çıkartmaktadır :
Acaba mümkünü vareden bu sebebin kendisi nedir? Başka bir
deyişle, bu sebebin kendi varlığının varoluşu söz konusu o-
lunca durum ne olacaktır?
1 — Mümkünün «Varoluşu»nda İmkânın Aşılması :
Bundan önceki bölümün sonunda mümkünü vareden se
bebin kendisinin ne olduğunu sormuştuk. Tabiî işleyişi içinde
zihnimiz, herhangi bir hâdisenin sebepleri arasında, bu hâdi
seye en yakın olanım bu hâdisenin sebebi olarak görür. İşte bu
tabiî işleyişe uygun olarak mümkünü vareden sebebin de bu
na en yakın olan b ir başka mümkün olması veya böyle kabul
edilmesi mantığımızın en düzgün hâlinin bir neticesi sayıl
mak icap eder. Fakat acaba zihnimiz, mümkünün varoluşun
da sebep olarak yakaladığı bu en yakın sebeple yetinir mi?
Eğer zihnimiz yakaladığı bu en yakın sebebin kendisi üzerin
de de düşünmeye başlarsa bu takdirde biz, ister istemez bir
sebepler yığınının içine düşmüş olacağız.
Acaba bu sebepler yığınının içinden çıkmanın çareleri ne
ler olacaktır? işte bu bölümde otorite îbn Sînâ bu ihtimal
73
leri ele alır. Şöyle k i : B ir mümkünü vareden sebep, bir baş
ka mümkün ise bu sebebi vareden de bir başka mümkün,...
bulunacak ve böylece sonsuza doğru ilerleyen bir sebepler
zinciri meydana gelmiş olacaktır. Bu düşünceye karşı îbn Sî-
nâ şöyle der :
— Sebepler zinciri sonsuza uzanabilir. Bu takdirde zin
cirin halkalarından (sebeplerden) herbiri kendi zâtı içinde
mümkündür. Zincirin bütünü de bu halkalara bağlı (onlardan
meydana gelmiş) olduğuna göre bütünün kendisi de mümkün
olacak ve zarureti ancak bir başkasından alacaktır (28).
Birimlerinden her biri bir sebebin eseri olan her bütün
muhakkak bu birimlerin dışında b ir sebebi gerektirir. Şöy
le ki :
Bu bütün ya hiçbir sebebi gerektirmez. Bu takdirde ken
disi zarurî varlık olmuş olur. Oysa mümkün birimlerden za
rurî bir bütün nasıl olur? (29). Şu hâlde «bu bütün, bir sebep
gerektiriyor» demektir. Bu takdirde de :
Ya bu birimlerin hepsi birden sebep olur. Böylece de bü
tün, kendi kendisinin eseri olmuş olur. Çünkü birimlerin top
lamı ile bütün aynı şeydir. (Yani, b ir şey kendi kendisinin se
bebi ve eseri olmuş olur) (30) 3
1
.
Ya bu birimlerden, (yalnız başına) herbiri bir sebep olur.
Fakat, bu birimlerden hiçbiri bütünü meydana getiremez <31).
Yahut da bu birimlerden bir kısmı bütünü meydana getiren
sebep olur. Ancak burada da birimlerden bir kısmı, sebep
olma bakımından ötekilerden daha farklı değildir, bir üstün
2B)
îb n Sînâ. el-lşârât, 295. III/449
2 9 )
îbn SInâ, el-lşârât,
297. in / 4 5 1
30)
İbn Sînâ, el-İşârât, 297, III/452
31)
İbn Sînâ, el-lşârât, 297, III/452
76
lüğü yoktur. Üstelik kendileri de bir sebebin eseri bulunduk
larından bütünü meydana getiren sebebin, bu birimler değil,
onları da meydana getiren sebep olması akla daha yatkındır<32)
Nihayet bütünü meydana getiren sebep bütün bu birim
lerin dışında b ir sebep olabilir ki hakikat de bundan iba
rettir <33).
Râzî’nin açıklaması şöyledir : Sebepler zincirinin uzayıp
gitmesi ihtimali çürütülmektedir, İddiâ şudur : Hepsi bizzal
mümkün olan sebepler zincirleme uzayıp gitseler de bunların
yine dıştan bir sebebe ihtiyaçları kaçınılmaz olurdu 3
2
3
3
(34).
Bu mümkünler bütününün ve bunlardan her birinin ken
disine muhtaç ve bağlı bulunduğu bu haricî sebebin de bun
lardan başka olması lazım gelirdi (35) 3
6
.
Bu mümkünler bütününden ve onun birimlerinin herbi-
rinden başka olan bir varlığın da onlardan başka olabilmesi
için bizzat kendisinin mümkün olmaması icap eder. Aksi hâl
de, mümkün olsa, o da ötekilerinden ayrı olmamış olur l36).
Netice bütün mümkünler, kendisi mümkün olmayan bir
«Zarurî Varlık» a dayanır. İşte istenen de budur (37).
tbn Sînâ buradaki kıyaslamalarda bazı kaziyyeleri de at
lamıştır (38).
Burada mümkün sebepler zincirinin sonsuzca gidemeye
ceğini ispat edebilmek için önce; sebep-netice münasebetinde
sebebin zaman olarak neticesinden daha önce gelemeyeceğini,
eski hâlde her mümkünün, kendisinden önce gelen bir baş
32)
İbn Sînâ, el-İşârât, 297, III/452
33) İbn Sînâ, el-İşârât, 297, III/452
34)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 296
35)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 296
36)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 296
37) F. Râzî. Şerhu’l-İşârât, 296-297
38)
F. Râzî, Şerhu’l-İşârât, 296
77
kasına dayandırılmasının imkânsız olamayacağı ispatlanmalı
idi. Bunun ortaya konmasıyla ancak «sonsuz zincirleme» id
diasına karşı; «mademki sebep neticesi ile bulunmalıdır. Şu
hâle göre bir sebepler zinciri kabul edilince burada sebeple
rin ve neticelerinin toplu hâlde ve birlikte bulunmaları ge
rekir» denebilir <39). Oysa sebebin eserden önce gelmesi, Ibn
Sina’ya göre, imkânsız değildir. Üstelik sebep ve neticelerin
topluca birlikte bulunması da onca imkânsız olmamaktadır.
Halbuki yukarda sözü edilen delil buna bağlıdır 3
9
(40).
Tûsî şunları ilave eder : Bundan önce mümkünün varo
labilmesinin bir sebebe bağlı olduğu tespit edilmiş idi. İmdi,
bu sebep nedir? Mümkünü vareden bu sebep, ya doğrudan
doğruya mümkünün dışındaki «Zarurî Varlık» olur. Böylece
de neticeye varılmış demektir (41).
Eğer bu sebep bir başka mümkün varlık olmuş olursa bu
da, bir önceki gibi, bir zaruri varlıkta son bulabilir ve me
sele yine tamamlanır (42).
Yok eğer mümkünü vareden sebep, zaruri bir varlığa da
yanmaz ise, bu takdirde ilk ihtimalle devr-i dâim ortaya çı
kabilir. Fakat böyle bir ihtimalin saçmalığı ortadadır. Bundan
dolayı da îbn Sînâ onu söz konusu etmedi (43).
Son bir ihtimâlle de sebepler bir zincir hâlinde sonsuzca
uzayıp gidebilir (44) Fakat, bu takdirde de mümkünler zinciri
yine dıştan bir sebebe muhtaçtır. Çünkü, sonlu veya sonsuz
mümkünlerden m'eydana gelmiş olan bir zincirin bir sebebe
muhtaç olmaması düşünülemez. Aksi hâlde imkân vasfına ay-
39)
F. Râzi, Şerhu’l-lşârât, 296
40)
F. Râzî, Şerhu’l-îşârât, 295-296
41)
N. Tûsî, Şerhu’l-İşârât, III/449
42)
N. Tûsî, Şerhu’l-lşârât, III/449
43)
N. Tûsî, Şerhu’l-lşârât, III/449
44)
N. Tûsî
Şerhu’l-İşârât, III/449
7.8
kındır (45).
Kendisine muhtaç olunan bu sebep; birimlerin
toplamı, onlardan herbiri veya bir kısmı olamaz. Zira bunla-
n n hepsi kendileri sebebe muhtaçtırlar (46).
itirazlara gelince : Sonsuza «bütün» denemeyeceği itira
zının üzerinde durmaya değmez Çünkü faraziye yürütürken
bu tabirin kullanılması mahzurlu sayılmaz (47) 4
8
.
Râzî'nin itirazı da sözde b ir itirazdır : «Birşeyin zaman
olarak kendinden önce bulunan bir sebebe bağlanması imkân
sızdır» diyebilmek için; «sebep yok olduktan sonra eser za
man olarak baki kalamaz» kaziyyesini ortaya koymak lazım
dır. Çünkü, zincirdeki her halka iki zamanda bakî kalabilirse
bunlardan birisinde kendinden önceki bir sebebin eseri ve
ikinci zamanda da kendisinden sonraki bir eserin sebebi o l
muş olur. Böylece de her mümkünün kendinden önceki bir
başkasına bağlanması mümkün olur. Râzî’nin söylemek iste
diği budur <48).
Naklettiğimiz ifadelerde mümkünü vareden sebebin ne
olduğu tespit edilirken onun ne olabileceği ihtimalleri üzerin
de durulur, tbn Sina’nın kanâatleri açıktır Ona göre müm
künü vareden sebep, bir başka mümkün olamaz. Bunun böy
le kabul edilmesi hâlinde sebepler, ister bir zincir hâlinde
sonsuza doğru uzansın, isterse bir bütün meydana getirsin,
burada hangisi ötekine sebep olarak kabul edilirse edilsin
neticede varlığın ortaya çıkışı yine mümkünlerin dışında bir
sebebe bağlıdır.
Râzî mümkünü varedici sebebin, mümkünlerin dışında
ve onlardan başka olabilmesi için onun kendisinin mümkün
45)
N. Tûsi. Şerhu l-Işarât, III/451
46)
N. Tûsi, Şerhül-tşârât, 01/451-453
47)
N. Tûsi, Şerhu’l-İşârât, III/451
48)
N. Tûsi. Şerhül-Işârât, III/450
79
olmaması gerektiğini; yani, bu sebebin «Zaruri Varlık» olan
«A llah» tan ibaret bulunduğunu belirtir.
Ayrıca Râzî, ihtimallerin sıralanışındaki aklî yürütmelerde
ihmal edilen noktalan tamamlar. Çünkü, onun bu yürüyüşler
deki teknik aksaklıklara hiç tahammülü ve müsamahası yok
tur. Bundan başka o, bu kıyaslamanın geçerli olabilmesi,
devr-i dâimin ve sonsuza giden zincirin çürütülmesi için se-
bep-netice bağındaki «öncelik-sonralık» motifinin daha önce
işlenmiş olması lüzumuna temas eder. Üstelik îb n Sînâ'nm
delillerini çürütebilmek için bu motifin İsrar ve ehemmiyetle
üzerinde durur (İlerde bu mesele tekrar ele alınacaktır) (,49).
Tüsî, Râzî'nin bu sonuncu itirazını cevaplandırmaz. Biz
ce buradaki akıl yürütme için bunun önemi yoktur. Çünkü is
tenen şudur : Mümkünü vareden sebep, bir başka mümkün
kabul edilsin veya edilmesin, fakat, neticede varlığın ortaya
çıkışı, kendisi mümkün olmayan bir zarurî varlığa dayanır.
Şu şartla ki, sonsuza uzanma ihtimalinin ortadan kaldırılma
sı ispat edilmiş olsun. Acaba böyle bir ihtimal akılla kaldırı
labilir mi? İşte daha önce Gazzâlî’nin itirazı da bu idi. Tıpkı
Râzî gibi o da bunun ispatlanamayacağını, sonsuza giden bir
sebepler zincirinin pekala düşünülebileceğini savunuyordu 4
9
(50) 5
1
.
Râzî’nin bu tutumıj yanında Gazzâlî’nin bu noktadan felsefeye
hücumu daha serttir. Ona göre, bu yolda bir ilk sebep ispat
edilemez. Hadiseler başlangıcı olmadan; sonsuzca devam ede
bilir. Daha doğrusu ona göre bu akıl yürütme ile mümkün
sebepler zincirinden «Zarurî Varlık» a nasıl geçilebilir? Bizi
bunu kabule zorlayan nedir (5,).
80
49) Bak, sh. 84 ve dev.
50)
Gazzâlî, Tehâfüt, sh. 158
51)
Gazzâli, Tehâfüt, sh. 158
İtiraf edelim ki
Gazzâlî’nin sorularını cevaplandırmak
pek kolay görünmemektedir.
Tûsî, açıklamasında farklı olarak devr-i dâim ihtimaline
temas eder : İki şeyden herbiri ötekinin aynı zamanda hem
sebebi, hem eseri olma ihtimali aklın hiçbir açıklama olma
dan, doğrudan doğruya reddedeceği bir saçmalıktır. Bu mü
nasebetle üzerinde durulmamıştır, der ve bunda haklıdır. Ne
tice :
1 — Mümkünü vareden sebep, mümkünler topluluğu
nun kendisi, bunun herhangi bir parçası veya bu parçalardan
belirli bir kısmı olamaz.
2 — Biri ötekinin sebebi ve eseri olacak şekilde; devr-i
dâim usûlü ile de bir varlığın ortaya çıkışı düşünülemez.
3 — Sonsuza doğru uzanan mümkün sebep ve neticeler
zincirinden varlığın zuhuru beklenemez.
4 — Şu hâlde mümkünü vareden sebep, bütün mümkün
lerin dışında ve kendisi mümkün olmayan; başka bir sebebin
eseri bulunmayan «Zaruri V arlık» tan ibarettir.
25> Dostları ilə paylaş: |