2 -Sebep-Eser Münasebetleri :
Burada bir noktanın daha aydınlığa kavuşturulması ge
rekmektedir. Şöyle ki : Acaba mümkünü vareden sebebin
mümkünler topluluğu ile olan münasebeti nedir? Başka bir
deyişle mümkünler topluluğunun varedici sebebi, bu toplu
luk birimlerinden hangisinin sebebi kabul edilecektir?
İbn Sînâ, şöyle düşünür : Bir bütünü meydana getiren
sebep, bu bütünün birimlerinden başka bir sebeptir. Bu se
bep önce bu birimlerden herbirinin ve sonra da bu bütünün
sebebidir. Aksi hâlde parçalar sebebe muhtaç olmamış, dola
yısıyla bu parçalardan meydana gelmiş olan bütün de sebep
81
siz olmuş olurdu (52). Parçalardan bir kısmının sebebi olup ge
ri kalan kısmının sebebi olmayan şeve mutlak manâda «bü
tünün sebebi» denemez (53) *.
Sebep ve eserlerden meydana gelmiş bir bütünde kendisi
başka bir sebebin eseıi olmayan sebep, (bu zincirin) başın
dadır. Çünkü böyle olmamış olsaydı o da bir başka sebebin
eseri olurdu ,M).
tbn Sînâ'nın ifadeleri açıktır. Buna göre mümkünü ve
mümkünler bütününü vareden sebep, bu bütünün hem her
parçasının, hem de l?u bütünün kendisinin sebebidir. Aynı
zamanda bu varedici sebebin kendisi, bir başka sebebin ese
ri değildir. Bundan dolayı da o, sebepler ve neticeler zinciri
nin ilk halkasını; kaynağını teşkil eder.
Râzî’nin ve Tûsî’nm tekrardan ibaret olan açıklamalarını
tekrar etmeyeceğiz.
tbn Sînâ'nın ifadesiyle neticeleri yeniden ve topluca göz
önüne koymak istersek; ister sonlu, isterse sonsuz olsun, se
bepler ve net içeler... den meydana gelmiş bir zincirde kendisi
eser olmayan bir sebep bulunmuyorsa bu zincir, kendisinin
dışında ola,cak bir sebebe ihtiyaç gösterir. Zincir bu sebebe
mutlaka en sonda ulaşır (55).
Kendisi netice olmayan bir sebebin, muhakkak bu zincir
halkalarının sonunda, ilk kaynakta bulunması gerekir (56).
Bütün sebep ve neticeler zinciri, «kendisi bizzat zaruri o-
lan bir varlık»ta son bulur <57).
52 ı
İbn Sînâ, el-Işârât. 298, III/453
53)
İbn Sina, el-İşârât, 298 III/453
54)
İbn Sina, el-İşârât, 299, IU/454
55)
İbn Sînâ, el-İşârât, 299, HI/455
56)
İbn Sînâ, el-İşârât, 299, III/455
57)
İbn Sînâ, el-İşârât, 299-300, III/455
32
Z A R U R Î V A R L I K
V I
A
—
Zaruri Varhk’m B irliği
1 -Eşya Mürekkeptir :
Bundan önceki bölümde mümkünü vareden sebebin «za
ruri varlık» olduğunu söyledi. Acaba zaruri varlığın kendisi
nedir? Başka bir açıdan söylersek bir tek zarurî varlık mı
vardır? Birden fazla zaruri varlık düşünülemez mi?
Daha önce şeyi unsurları bakımından tahlil etmiş, şeyi
meydana getiren unsurların şeyin kendisiyle olan bağlılık de
recelerine göre, mukavvim, lazım ve ârâzlar diye isimlendiril
diğini görmüştür (1). İbn Sînâ bu mevzûu ile alakalı olarak bu
unsurları içinde eşyanın birbirleriyle olan münasebetini göz
den geçirir r
Eşya, mukavvim unsurları bakımından birbirlerine uy
gun (2) 3
, taayyünleri bakımından ayrıdır. Bu unsurlar arasında
çeşitli münasebetler kurulabilir. Ancak, eşyayı birbirinden
ayıran unsur, eşya arasındaki uygunluğu temin eden unsurun
bir lazımı olamaz
Râzî'nin dili ile; eşya, şahsiyet ve hüviyetleri bakımından
birbirlerinden ayrı, bu şahsiyet ve hüviyetin bazı unsurları
açısından benzer ve müşterektirler, im di bu uygunluk ve ay
rılık gösteren unsurlar birbirlerinden başka başka şeylerdir.
Bu da bize eşyanın ayrı ayrı unsurlardan mürekkep olduğunu
göstermektedir (4). Bu unsurlar arasında dört türlü bağlantı
1) Bak. sh. 44-45
2) Müttefik, uygun, identique
3) İbn Sînâ, el-İşârât. 301, III/456-457
4)
F. Râzi. Şerhu’l-İşârât, 301-302
83
düşünülebilir. Ancak «ik i şey arasında ayrılığı temin eden un
sur, müşterek unsurun lazımı olm a» durumu olamaz. Çünkü,
mesela, konuşma kavramı, hayvan kavramının lazımı olmuş
olsaydı, «hayvan» denince onun lazımı olan «konuşma» kav
ramı da birlikte düşünülmüş olacaktı. Oysa gerçek böyle de
ğildir (5).
Tûsî bu son durumun, sadece bir tek ferdi olan nev'iler
için mümkün olduğunu söyler (6) 7
.
Netice, eşya çeşitli unsurlardan mürekkeptir. Bu unsurlar
çeşitli yönlerden eşyanın beraberliğini veya ayrılığını sağlarlar.
Eğer zarurî varlık bir değil birden fazla kabul edilirse,
bu zarurî varlıklar arasında da benzeyiş ve ayrılışlar olması
gerekli olacaktır, im di, bu durumda iki veya daha çok «Z a
rurî V arlık» arasındaki münasebet ne olacak; bunun kabulü
bizi hangi çıkmaza götürecektir?
2 - Şeyin Kendi Unsurları Arasında Sebep-Netice Münasebetleri:
Bundan önce çeşitli unsurlardan meydana geldiğini gör
düğümüz şeyin bu unsurları, acaba bizzat şeyin meydana ge
lişinde veya unsurlardan bir kısmı, öteki unsurların meydana
gelişinde tesir edici herhangi b ir rol oynar mı?
tbn Sînâ’ya göre birşeyin mahiyeti, şeyin herhangi bir sı
fatına sebep olabilir. Yine bir sıfat, b ir başka sıfatın sebeoi
olabilir. Fakat şeyin varlığına, şeyin ne mahiyeti, ne de her
hangi bir sıfatı sebep olabilir. Yani, şeyin varlık sıfatını, he
nüz b ir varlığa sahip olmayan kendi mahiyeti ve ne de onun
bir başka sıfatı meydana getirebilir a).
84
5) F. Râzi, Şerhu’l-İşârât, 302-303
6 )
N. Tûsî, Şerhül-lşârât,
m / 4 5 7
7)
İbn Sînâ, el-lşârât, 303, III/45B-461
Çünkü sebep, varlık olarak eserinden öncedir. Varolma
dan önce bir varlık yoktur W).
Râzî şu açıklamada bulunur : Zarurî Varlık'ın birliğinin
ispatına hazırlık olarak bir mukaddeme ortaya konmaktadır.
Buna göre, birşeyin mahiyeti veya sıfatlarından herhangi bi
ri, şeyin varlığına sebep olamaz. Yani, şeyi varedemez (9). Bu
nun böyle olduğuna delil olarak da sebep-eser arasındaki mü
nasebet gösterildi. Şöyle ki : Sebep, varlık olarak eserinden
önce gelir. Eğer mahiyet kendi kendini varetmiş olsaydı, ken
disi, bir nev’i varlıkla kendi varlığından önce gelmiş olurdu.
Oysa böyle birşey olamaz; birşeyin kendisi kendisinden önce
gelemez. Böyle olunca da mahiyet kendi varlığının sebebi ola
maz (,0).
Bu hükümlerde Râzî, tbn Sina'ya iki yönden çatar. Bun
lardan birisi «varlık kavramının müşterekliği» meselesidir.
(Bunu ilerde ele alacağız) (U).
İkincisi, «sebep-eser» münasebetinde sebebin eserinden
önce gelmesi meselesidir. Râzî, bu hususta İbn Sînâ’ya şöyle
karşı çıkar : Eğer, «sebebin eserinden önce gelmesi» ifade
siyle, «sebebin eserine tesir etm esi» anlatılmak isteniyorsa bu
doğrudur. Y ok eğer bununla «sebep fiilen varolduktan sonra
tesir eder» deniyorsa bu, ispatı isteneni delil diye göstermek
tir n2). Şayet «öncelik» ile tesir edişin dışında b ir durum an
latılmak isteniyorsa, bu, ne kabul, ne de tasavvur edilebilir (,3). * 9
1
0
1
1
1
2
1
3
6)
îbn Slnâ, el-lşârât, 303, ÜI/461-462
9)
F. Râzi Şerhu’l-tşârât, 303
10)
F. Râzi, Şerhu'l-lşârât, 303
11) Bak, sh. 103
12) Müsâdere alel-matlûb; devr-lbâtıl, cercie vicleux; İspatı İs
teneni delil diye göstermek.
13)
F. Râzi, Şerhül-îşârât, 30B
85
Ben diyorum ki, Allah'ın varoluşunda tesir edici sebep,
sadece Allah’ın kendi mahiyetidir, «ön ce gelen bir başka var
lık » düşüncesi olmaksızın bu böyledir (14). Nitekim mümkün
lerin mahiyeti kendi varlıklarım kabul etmektedirler. Bun
dan «mümkünlerin mahiyeti bir çeşit varlıkla önceden var
olur, sonra da bununla kendi varlıklarını kabul ederler» gibi
bir manâ çıkmaz. Allah için de durum böyledir (15). Üstelik
tbn Sînâ kendisi de mahiyetin herhangi bir sıfata sebep ola
bileceğini kabul eder. Bunda herhangi bir öncelik de söz ko
nusu değildir (16) 1
7
1
8
Sonuç şu ki sebebin eser üzerine mevcut olmuş olarak
önceliği şart değildir. Mahiyet kendi varlığına tesir edebilir.
Sebep olma hâlinde o, ne var, ne de yok olarak düşünülür.
Zira, «o, odur» şeklinde; mahiyet olarak mahiyet kendi var
lığından da, yokluğundan da başkadır <17).
Tûsî bu itirazlara cevap verir : B ir sebep, henüz kendisi
mevcut olmazdan önce nasıl tesir edebilir? Kabul edelim ki
mahiyet, kendi varoluşuna sebep olsun. Fakat varolmadan
önce onun tesiri nasıl tasavvur edilebilir? Şu hâlde sebebin
eserine tesir edebilmesi için varlık olarak ondan önce gelmesi
şarttır. Birşeyin kendisi de, kendisinden önce gelemez n8).
Mahiyetin kendi varlığını kabul edici olmasından, elbette
onun «hariçte bir çeşit varlıkla varolup sonra da kendi var
lığım kabul edici oluşu» anlaşılmaz. Fakat mahiyet varlıktan
sadece akılda ayrılır. Ancak burada da yine bir varlıktır. Lâ
kin aklî bir varlıktır. Ne var ki akıl, mahiyeti, onun varlığını
14)
F. Râzf, Şerhu’l-lşârât, 308
15)
F. Râzf, Şerhu’l-İşârât, 308
16)
F. Râzî, Şerhu'l-lşârât, 308
17)
F. Râzf Şerhu’l-îşârftt, 308-300
18)
N. Tûsî, Şerhul-lşârât. III/462
86
dikkate almaksızın düşünür.
Ama bu, yokluk değildir. Şu
hâlde mahiyetin varlıkla sıfatlanması aklî b ir işlemdir (19).
Mahiyetin herhangi bir sıfata sebep olmasına gelince; bu
rada da «mahiyet tam bir yokluk içindeyken bir sıfata sebep
olmuştur» tarzında düşünülmemelidir. Bunda da aklî bir var
lık söz konusudur (20).
Şu hâlde mahiyete aklî de olsa bir varlık vermeden onun
tesiri değil, kendisi bile düşünülemez (2I).
Burada metafiziğin, daha doğrusu ilahiyatın en çetin
meselelerinden biri ile karşı karşıya bulunuyoruz Çeşitli ekol
lerin karşılıklı münakaşalarına en çok sahne olan da bu mev-
zûudur.
ön ce baştaki sorumuzu tekrar edelim : Yalnızca bir tek
zarurî varlık mı vardır? (22). Bunun, ele aldığımız sisteme uy
gun bir cevabını verebilmek için önce şunu hatırda tutmalı
yız : Mümkünü vareden sebep, zarurî varlıktır. Fakat «zarurî
varlık»ın kendisi bir sebebin eseri olamaz. Aksi halde zaru
ret ortadan kalkar (23).
Birden fazla zarurî varlık düşünülmesi hâlinde bunlar
arasındaki münasebet dikkate alınmalıdır. Buna göre, onlar
arasında benzerlik ve ayrılıklar bulunacak, bu da, eşya üze
rindeki müşâhedemize kıyasla, onlardan her birinin mürek
kep olması sonucunu doğuracaktır (24).
19)
N. Tüsi, Şerhul-İşârât, III/462-463
20 ı
N. Tûsî, Şerhu'l-lşârât. III/463
21)
N. Tûsî, Şerhu'l-lşârât, III/463
22)
Bak, 83
23)
Bak. 81
24) Bak. sh. 83-84
87
Mürekkep olan bu zarurî varlıklardan herhangi birini ele
alırsak; bu, zarurî varlık olduğu için, b ir dış sebebin eseri o-
lamayacaktır. Fakat, mürekkep kabul edildiğine göre, terkibi
meydana getiren unsurların kendi aralarında ve birbirleriyle
olan münasebetleri incelenmelidir. İşte bu kısımda bu sonun
cu mesele; unsurlar arasındaki münasebet İncelenmekte, iki
sistemin; felsefe ile .kelâmın derin farkları burada kendini
açıktan açığa göstermektedir.
Kelâmcı (teolog-theologue) görünen Râzî'ye göre bir «ön-
celik-sonralık» düşünülmeksizin Tanrı’ya ait kavramlardan
biri ötekine (daha açıkçası varlık mahiyete) sebep-netice bağı
ile bağlanabilir.
Felsefeyi temsil eden tbn Sînâ ve onun sadık takipçisi
rolünü oynayan Tûsî'ye göre şeyin mahiyeti, kendi varoluşu
na sebep olamaz.
Buraya hemen şunu ekleyiverdim ki Râzî’nin fikirleri
akla yatkın gelmemekle beraber, îbn Sînâ ve Tûsî’nin Tann’ya
ait çeşitli kavramları bir ve aynı saymaları, saf mantık kai
deleriyle çözümleneceğe benzememektedir.
Felsefeye uygun bir yürüyüşle mademki birşeyin kendi
tnahiyeti kendi varlığına sebep olamıyor, öyleyse bu mahiye
tin varoluşuna haricî birşey sebep olmalıdır. Neticede mürek
kep olarak kabul edilen «zarurî varlık »ın kendisine ait kav
ramlarından biri ötekine sebep olamayacağı kendiliğinden or
taya çıkacak ve bu sonuç bizi, bu terkîbi yapacak olan haricî
bir sebep aramaya sevkedecektir. Bu ise, zarurî varlık'm bir
dış sebebe bağlılığı demek olacağından, yürünen yola aykın
olacak, «zarurî varlık» kavramına zıt düşecektir. Şu hâlde
«birden fazla zarurî varlık» kabul edilemez.
88
3 -Zanıri Vaıiık'ın Teayyünü(25) 2
6
2
7
Varlığı ortaya koyan sebebin, mümkünlerin dışında ve
onlardan başka olması gerektiğini söyledik <26). Acaba bu ayrı-
nlış, bu başka oluş nasıl olur? Yani, Zaruri Varlık mümkün
lerden nasıl ayrılır? Onu eşyadan ayıran özellik nedir?
Ibn Sînâ meseleyi şöyle ifadelendirir : Zarurî Variık’ın
teayyünü; ya kendisinin «Zaruri V arlık» oluşundan ileri ge
lir. Buna göre de ondan başka «Zaruri Varlık» yoktur (27\ Ya
da bundan değil, bir başka şeydendir. Fakat, bu durumda da
onun varlığı, teayyününün lazımı, ârâzı... ve benzeri bir hâlle
25) Teayyün : Bu kelime (a-y-n
j *
) kökünden türemedir. Ayn,
Arapçada en çok manâsı olan kelimelerden biridir. Pınar,
göz, kaynak, fert, efendi, birşeyin zâtı, kendisi, şeyin ha
yırlısı... manâlan bu arada sayılabilir. (Bak, L. Mâlûf. Mün-
cld, Firüzâbâdî. Kâmüs, ayn
ûe* maddesi.)
Fransızcada determiner, designer, specifier, source... gi
bi çeşitli kelimelerle karşılanır.
(Bak, Belot, Ferâid, ilgili
madde.) Felsefede bunlara yakın m anâlan İhtiva eden terim
olarak:
determination.
specification,
individualisation...
şekillerinde kullanılır.
(Bak. S. Afnân, Lexicon, teayyün
mad).
Tayin: tahsis, tahdit, şahsiyet kazanma, kendi hüviye
tine bürünme... demektir.
(Bak, t. F. Ertuğrul, Lügatçe-i
Felsefe, determination mad.)
Şeyin kendine ait hususiyettir ki şey bununla başka
larından ayrılır. Bu hususiyet başkalarında yoktur. (Cürcânî.
TaTifât, Teayyün mad.)
Burada şeyin hüviyet kazanması, kendine has hüviye
tine bürünmesi,
başkalarından ayrı ve kendine ait özelliği
ile belirmesi anlamındadır.
Mevzuu, Tanrı olduğuna göre.
Tanrı nın öteki eşyadan ayrı, kendi özelliği ile belirmesi de
mektir. Yani, problem şudur : TanıTyı başkalarından ayıran
özellik nedir?
26)
Bak, sh. 81
27)
İbn Sînâ, el-İşâıât. 309, III/464
bir başka mahiyetin lazımı, sıfatı, ârâzı... olur. Böylece de o,
bir sebebin eseri olma durumuna girer. Bunlar ise imkânsız
dır (28)
Râzî şu açıklamayı verir : «Zarurî Varlık»ın b ir olduğu
gösterilmek istenmektedir. Şöyle ki; iki zarurî varlık farzede-
lim. Bunlar ya biri ötekinden farklı olmayacak ve ayırt edil
mez tarzda bulunacaktır. Bu takdirde ise aynı şey demektir (29).
Yahut da birbirinden farklıdır? İm di bunlar, «Zarurî Var
lık » olma bakımından müşterek, teayyünleri bakımından ise
ayrı olacaklardır. Böylece herbirî müşterek bir unsur ile ayı
rıcı bir özellikten ibaret iki kavram sahibi mürekkep birşey
olmuş olacaklardır (30). Bu iki kavram, yani «Zarurî Varlık»
ile «teayyün» kavramları arasındaki bağlantıyı incelersek - «Y a
müşterek kabul edilen «Zaruret», teayyünün bir lazımıdır.
Yani, zaruret, teayyünün bir neticesidir. Bu, «Zarurî Varlık»
bir mahiyetin eseridir» demek olur ve baştaki mukaddime
mize (31) zıt düşer (32). Yahut da teayyün, zaruretin bir lazımı o-
lur. Yani, zaruretin olduğu yerde teayyün ortaya çıkmaktadır.
Başka türlü dersek teayyün, zaruretin kendisi demektir. Bu
da «Zarurî Varlık»ın bir ve aynı şey olduğunu gösterir (33).
Üçüncü ihtimalle teayyün, zaruretin ârâzı ve son b ir ihtimalle
de zaruret, teayyünün ârâzı olarak düşünülebilir. Fakat, bun
lar haricî bir sebebi gerektireceğinden bu bizi imkân çembe
rine sokar ki tespit edilen prensiplere aykın olur ve kabul
edilemez (34).
28)
İbn Slnâ, el-lşârât, 309. IÜ/464-469
29)
F. Râzî Şerhu'l-lşârât, 309
30)
F. Râzî Şerhu’l-lşârât, 309
31) Bak, sh. 84
32)
F. Râzî, Şerhu'l-lşârât, 309-310
33)
F Râzî, Şerhu’l-lşârât, 310
34)
F Râzî. Şerhu’l-lşârât. 310
W
Bazı noktalardan îbn Sina’ya itirazlar yöneltilebilir. Şöy
le ki : Yine sebep-netice münasebetinde «sebebin önceliği...»
ne temas edilmektedir. Bunu yukarda çürütmüştük (35) 3
6
3
7
3
8
3
9
. İkinci
olarak; «zaruret, varlığın kendine ait bîr sıfat değildir» ,36)
dersek, İbn Sina'nın delili çöker <37). Bunun böyle olduğuna
pek çok delil de vardır. Mesela, zaruret varlığın kendine ait
bir kavram olmuş olsaydı Tanrı’da zaruret, ya Tanrı’nın zâtı,
ya onun dahilî bir unsuru, ya da haricî bir parçası olurdu
ki, bunların hiçbiri kabul edilemez <3S).
Netice; zarurette birçok şeyin birleşmesi, onların mürek
kep olmasını gerektirmez. Çünkü, mahiyetçe ayrı ayrı olan
şeyler, olumsuz sıfatlarda birleşebilirler. Bundan terkip doğ
maz. Teayyün de olumsuz bir sıfattır. Bu da iki şeyirç mürek
kep olmasını gerektirmez. Aksine, teayyünün varlığa ait bir
sıfat kabul edilmesi hâlinde, teayyün zaruretin bir lazımı da
olsa, yine çokluk ortadan kalkmaz, (birlik hasıl olmaz) <39)
Tûsî kanaatlerini şöyle belirtir : Birşey teayyün etmedik
çe hariçte varolmaz. Hariçte varolmayan birşey de bir baş
kasını varedemez. Madem Tanrı, mümkünlerin varedicisidir,
öyleyse onun teayyün etmiş olması lazımdır. Bu teayyün :
Ya onun «Zarurî V arlık» oluşundandır. Bu da «Zarurî Varlık»
ile bu «teayyün eden şey»in aynı olmasını gerektirir. Ya da
başka birşeyden ötürü olur. Bu takdirde o, çeşitli hâllerle bir
sebebin eseri olma durumuna düşer (40).
35) Bak, sh. 85-86
36)
Subûtt değil, selbi; olumsuz (nâgative)
37)
F. Râzi, Şerhu'l-İşârât, 310
38)
F. Râzi, Şerhu'l-İşârât, 311-312
39)
F. Râzi, Şerhu’l-İşârât. 312-313
40)
N. Tûsi. Şerhu'l-İşârât. III/464
Râzî esas hükmü; «teayyün zarurî varltk oluşun bir lazı
m ıdır» şeklinde açıklanmıştır Mn.
Bu bizce uygun değildir
Ayrıca, zaruret ve teayyün kavramlarının; «varlığın kendisine
ait olmadığı»nın tespiti, Râzî’yi kendi iddialarında haklı çı
karmaz 4
1
(42).
Doğrusu şu ki; zaruret, imkân, imkânsızlık... kavramları
akla ait kavramlardır. Bunların miisbet olup olmamalarının
münakaşası birşey kazandırmaz. Burada sözü edilen; «V a rlı
ğın Zarureti» değil, «Zarurî Varlık»tır. Buna elbette ki «men
fî bir sıfattır» denilemez (43) 4
4
.
Teayyün, bir tek tabiattır. Kendi başına çokluk olarak
düşünülemez. Ancak kendisine birşey izafe edilince, kesret
(çokluk) doğar.
Teayyün ait olduğu fertle birlikte düşünü
lünce, hiçbir şeyle müşterekliği yoktur. Müşterek noktada ise
teayyün yoktur <44).
Bu kısmın başında, T an rıyı eşyadan ayıran özelliğin ne
olabileceğine dikkati çekmiştik (45). Naklettiğimiz ifadeleriyle
îbn Sînâ, meseleyi çeşitli ihtimallerle tetkik eder. «Zarurî Var
l ığ ın , hangi manâda olursa olsun bir sebebin eseri olmaya
cağı, olamayacağı neticesinden hareketle Tanrıya ait kavram
ların ayrı ayrı kabul edilmelerinin, onlar arasında sebep-ne-
tice münasebetlerini doğuracağından, bunun «öncelik-sonra-
lık » hâllerine varacağını, bu hâlin de Tann'yı bir sebebin ese
ri olma durumuna sokacağını göz önünde bulundurur. Bu so
nuçlara dayanarak da Tann’nın teayyününün, onun varlığına
ancak ikinci veya daha sonraki kademelerde ulaşabilecek la
41) Bak, sh. 90
42)
N. Tûsî, Şerhül-lş&rât, III/467-468
43)
N. Tûsî. Şerhu’l-lşârât, III/468
44)
N. Tûsî, Şerhül-lş&rât, III/468-469
Dostları ilə paylaş: |