Ayələrin Tərcüməs(n)i



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə54/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   60

Ayələrin Tərcüməs(n)i

275- Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin ayakta durması (yaşaması) gibi bir hayat sürdürmekten başka bir tarzda ayakta durmazlar (yaşamazlar). Bu onların: " Alış-veriş də ancak faiz gibidir." demelerinden dolayıdır. Allah, alış-verişi halal, faizi haram kılmıştır. Öyleyse kime Rabbinden bir öyüd gelir də (o öğüte uyarak haramdan) vazgeçerse, artık geçmişte olan kendisinindir və işi də Allah'a kalmıştır. Kim (harama) geri dönerse, artık onlar atəş ehlidir, orada sürekli kalacaklardır.

276- Allah, faizi yox edər də, sadakaları artırır. Şüphesiz Allah, hiçbir içine günah yerleşip də fazlasıyla inkar edeni sevmez.

277- İnanıp güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar və zəkatı verenler; şüphesiz onların ödülleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur və onlar mahzun olmayacaklardır.

278- Ey inananlar, Allah'tan sakının və əgər inanmışsanız, faizden (henüz alınmayıp) artakalan kısmı bırakın.

279- Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a və Resulüne savaş açtığınızı bilin. Əgər tövbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir; böylece nə zulmetmiş olursunuz, nə də zulme uğratılmış.

280- Əgər (borçlu) zorluk içindeyse, ona varlıklı və imkan sahibi oluncaya kadar süre verin. Borcu sadaka olarak bağışlamanız isə, sizin üçün daha hayırlıdır; əgər bilirseniz.

281- Allah'a döndürüleceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek və onlara haksızlık yapılmayacaktır.

Ayələrin AÇIKLAMAsı

Ayetler faiz yasağını pekiştirmeye, faizle muamele edenlere sərt eleştiriler yöneltmeye dönüktür. İlk dəfə yasa koymaya özgü bir ifade tarzı değildir bu. Yasa koyma dili bundan farklıdır. Faizle ilgili yasağı ilk dəfə bildiren ayə olarak Al/götürü İmran Suresi'nde iştirak edən bu ayeti örnek gösterebiliriz: "Ey iman edenler. Faizi qat qat arttırılmış olarak yemeyin. Və Allah'tan sakının, umulur ki kurtulursunuz." (Al/götürü İmran, 130) Gerçi incelediğimiz ayetler grubundaki bir ayetin ifadesi yasa koyma niteliğindedir: "Ey iman edenler, Allah'tan sakının və əgər inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın." Bu ayetin akışı gösteriyor ki, Müslümanlar, faiz yasağına ilişkin önceki direktiften sonra, bibi/hələ faizli muameleye devam ediyorlardı. Aralarında belli ölçüde faizle iş görüyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah, bundan vazgeçmelerini və borçlulardan əsl borcun dışındaki faizi almamalarını emrediyor. Buradan baktığımızda bu ayetin anlamı açıklık kazanıyor: "Kime Rabbinden bir öyüd gelir də faize bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi də Allah'a aittir." Bu ayetin açıklamasını ileride yapacağız.

Al/götürü İmran Suresi'ndeki faiz yasağından önce, Mekke dönemi inişli Rum Suresi'nde şöyle bir ayə yer/yeyər alıyor: "İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Amma Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zəkat isə, işte(sevap və gelirlerini) qat qat artıranlar onlardır." (Rum, 39) Bu da gösteriyor ki, faiz, daha Resulullah efendimizin (s. a. a) görevlendirilişinin ilk dönemlerinde, hicretten önce kaçınılması gereken bir ekonomik muamele olarak algılanıyordu. Nihayet Al/götürü İmran Suresi'ndeki ilgili ayette kesin olarak yasaklandı. Sonra Bakara Suresi'ndeki bu ayetlerde yasak pekiştirildi. Ayetlerin akışı,yasağın daha önce gerçekleştiğini gösteriyor. Bundan də anlıyoruz ki, bu ayetler, Al/götürü İmran Suresi'nden sonra inmişlerdir.

Kənar yandan, yüce Allah'ın: "Ondan nehyedildikleri halda faiz almaları" (Nisa, 161) sözünde vurgulandığı və onların diliyle anlatılan: "Ümmiler konusunda üzerimizde bir sorumluluk yoktur." (Al/götürü İmran, 75) sözünden də anlaşıldığı gibi, faizin Yahudilik dininde yasak olması, bunun yanında Quranın onların kitabını tasdik etmesi və onların kitabında yer alan yasağın neshedildiğine ilişkin açıq bir kanıtın də bulunmaması, onun İslamda da haram olma niteliğini sürdürdüğünü gösterir.

Faiz konusunu işleyen bu ayetlerin, bundan önceki infak ayetleriyle bağlantısı vardır. Nitekim yüce Allah ayetin birinde bu bağlantıya işaret ediyor: "Allah, faizi yox edər də sadakaları arttırır." Bir yerde də şöyle buyuruyor: "Sadaka olarak bağışlamanız isə sizin üçün daha hayırlıdır." Aynı şekilde, Rum və Al/götürü İmran surelerinde faiz konusu işlenirken infaktan də söz edilmiş. İnsanlar infak etmeye teşvik edilmişlerdir.

Ayrıca faizle sadaka arasında tersten bir karşılaştırma yapmak suretiyle də aralarında bir bağlantı kurulabilir. Faiz karşılıksız almadır. Sadaka isə karşılıksız vermedir. Faizin yol açtığı kötü sonuçlar, sadakanın yol açtığı güzel sonuçlara tekabül edər, tək bir istisna və ayrılık söz mövzusu olmaksızın tam hizasında yer alır. Buna göre, faizden kaynaklanan hər bir bozgunculuğun tam karşısında, sadakadan kaynaklanan tersi bir yapıcılık, bir maslahat iştirak edər; rahmet və sevginin yayılması yoksulların və muhtaçların omurgalarının tik durması, malın real olarak gelişme göstermesi, ekonomik hayatın düzene kavuşması, sosyal düzenin istikrarı və toplumsal güven sadakadan kaynaklanırken, bunların tam tersi faizden kaynaklanır.

Yüce Allah faiz yasağının üzerinde çox sıkı bir şekilde durmuştur. Öyle ki, din düşmanlarını dost edinme və yönetime getirme meselesi hariç, dindeki ayrıntı nitelikli hiçbir mesele üzerinde bu kadar sıkı durulmamıştır. Din düşmanlarını dost edinme (ya da yönetime getirme) meselesinde takınılan tavır, faize karşı takınılan tavra benzer. Diğer büyük günahlara gelince, Quranı Kerim bunlara karşı çıkmış və sərt ifadelerle bu cür davranışlara son verilmesini istemiştir; ancak bunların haram kılınışı bağlamında kullanılan dil, bu iki olgu (faiz və din düşmanlarını dost və yönetici edinmenin yasaklığı) bağlamında kullanılan dilden daha yumuşaktır. Buna zina, içki, kumar, bunlardan daha ağır bir cinayət/günah olan Allah'ın haram kıldığı cana kıyma və yeryüzünde bozgunculuk yapma də dahildir. Bu suçların tümü, faizle muamele etmek və din düşmanlarını dost və yönetici edinmek suçundan daha hafif kalırlar.

Bunun sebebi şudur: Yukarıda işaret edilen günahların tümünün uğursuz sonuçları bir ferdin ya da birkaç ferdin ötesine geçmez. Sadece ruhların bazı yönlerini olumsuz yönden etkilerler. Yalnızca bireysel işlere və fiillere egemen olma özellikleri vardır. Amma bu iki büyük suçun (faizle muamele etme və din düşmanlarını dost və yönetici edinme suçlarının) olumsuz sonuçları, dinin binasını temelinden yıkıcı, insan hayatı üzerindeki etkilerini silici niteliklere sahiptir. İnsan denen canlı türünün hayat düzenini alt-üst edər, insanın fıtratı üzerine kalın bir perde çekerek, onu fonksiyonsuz hala getirir. Fıtrat unutulmaya tərk edilir. İnşaallah bu hususa belli ölçülerde açıklık getireceğiz.

Tarihin akışı, bu iki cinayət/günah üzerinde sıkı sıkıya duran Allah'ın hitabını doğrulamıştır. Çünkü din düşmanlarıyla uzlaşma, onları dost və yönetici edinme, onlarla sevgi bağlarını kurma, onlara eğilim gösterme İslam milletlerini helake sürüklemiştir. Yox meydana gəl çukurlarına yuvarlayarak onlara yem olmuşlardır. Mallarına, ırzlarına və namuslarına sahip olamamışlardır. Bu duruma düşen İslam milletlerinin nə ölme nə də yaşama hakları vardır. Onlara egemen olan İslam düşmanları icazə vermezler ki ölsünler, göz yummazlar ki hayatın nimetlerinden yararlansınlar. Din, bu duruma düşen İslam milletlerini tərk etmiş, bütün değerler kervanı onları geride bırakarak göçüp gitmiştir.

Faizle muamele etmenin doğal sonucu malın depolanması, servetin üst üste yapılması, böylece ən/en üstün şeref halına gelmesidir. Bu durum dünya savaşlarına və insanlık aleminin mutlu varsıllarla, mutsuz yoksullara bölünmesine neden olmuştur. Aradaki uçurum də durmadan büyümektedir. Öyle felaketler yaşadı ki bu yüzden insanlık, dağları un ufak edən, dünyayı sarsan, insanlığı yok oluşla və dünyayı yıkılışla tehdit edən cinsinden. Bəli kötülük edenlerin aqibəti kötü oldu.

İnşaallah, yüce Allah'ın faiz və din düşmanlarını dost və yönetici edinme ilə ilgili olarak buyurduğu hususların Quranın mucizevi mesajlarından olduğunu açıq bir şekilde göreceksiniz.

275) Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin ayakta durması (yaşaması) gibi bir hayat sürdürmekten başka bir tarzda ayakta durmazlar (yaşamazlar).

Ayetin orijinalinde geçen "yetehabbetu" fiilinin kökü olan "habt" düzensiz və dengesiz yürüme, demektir. Gidiş yönünde bir düzensizlik olan deve üçün Arapça "Habete'l-beiru" denir. İnsanoğlunun hayatı boyunca sağa-sola sapmadan izlediği dosdoğru bir yol vardır. O, hayat yolunda zorunlu olarak, içinde yaşadığı çevreye uygun bir takım fiiller və hareketler sergilemek durumundadır. Bu davranışların düzeni, mənəvi inanc hükümleriyle koruma altına alınmıştır. İnsan bu hükümleri belirlemiş, bir sistem halına getirmiş, sonra də bireysel və toplumsal davranışlarını bu sisteme uydurmuştur. Örneğin insan acıktığı zaman bir şeyler yemek üçün harekete geçer. Susadığı zaman su ister. Cinsel birleşme istediğinde yatağa yönelir. Yorulduğunda istirahata çekilir. Dinlenmek istediğinde gölgelik axtarar. Aynı şekilde insanlar arası ilişkilerinde bazı şeylerin peşine düşer, bazı şeylerden də kaçınır. Bir şeye muhtaç olduğunu hissettiğinde onun öncüllerini araştırır. Bir şeyi elde etmeyi düşündüğünde başlangıçta sebeplerine sarılır.

Bu inanc temellerine dayalı bu davranışlar birbirleriyle bağlantılı və bir növ birlik halindedirler. Aralarında çelişkiye yol vermeyen uyğunlaşma vardır. Bunların toplamına hayat yolu denir.

İnsanoğlu, içine yerleştirilmiş bir güc aracılığı ilə sözünü ettiğimiz bu dosdoğru yola iletilmiştir. Buna hayır ilə şerri, yararlı ilə zararlıyı, güzel ilə çirkini birbirinden ayırma yeteneği diyoruz. Daha önce bu meseleye değindik.

Çarpılmış insan isə, ayırt etmə yeteneği bozulan kimseye denir. Böyle bir insan güzel ilə çirkini, yararlı ilə zararlıyı, hayır ilə şerri birbirinden ayıramaz. Bunların her biri ilə ilgili hükmü, karşıtı olan olgu hakkında yürütür. Fakat güzelin, çirkinin veya başka bir şeyin anlamını unuttuğu üçün böyle yapıyor değildir. Nihayetinde o da irade sahibi bir insandır. Bir insandan gayri insani davranışların sadır olması mümkün değildir. Tam tersine, onun böyle davranmasının sebebi, çirkini güzel, güzeli çirkin, hayrı və yararlıyı şər və zararlı olan ya da bunun tersi görmesidir. Böyle bir insan hüküm yürütmede və olguları belirlemede dengesiz davranır.

Bununla beraber, bu insan anormal davranışı normal və normal davranışı də anormal hala getirmez. Böyle bir durum onun düzenli görüş və düşüncelere sahip olmasını və fakat bunları aid olmadıkları olgulara uyarlamış olmasını gerektirir. Oysa onun kafasında normalin və anormalin hükmü bozulmuştur. Onun nazarında təbii/tabe olunan, hayal edilen və irade edilendir. Dolayısıyla normal və anormal onun yanında birdir. Tıpkı dengesiz bir şekilde yolda yalpalayarak yürüyen bir deve gibi. Bu adam anormal bir ortamda, normali ancak anormal gibi görür. Normale heç bir ayrıcalık tanımaz. Sonuçta anormalden kaçınıp normale yönelmez. Buna dikkat edib anlayınız.

Faiz alan/sahə (bir şeyi belli bir süre üçün veren və bu sürenin sonunda verdiği şeyle beraber fazlasını də alan/sahə) faizcinin durumu bundan ibarettir. Oysa fıtratın istediği, öz yaratılışın onayladığı və insanın sosyal hayatını dayandırdığı temel ilke şudur: İnsanın ihtiyaç fazlası olan malını vererek karşılığında ihtiyaç duyduğu şeyi almasıdır. Malı verip də belli bir süre sonra verilen malla birlikte fazlasını də almak, fıtratın hükmünü və hayatın temelini yıkan bir davranıştır. Faiz esaslı muamele faizcinin, borçlunun elinde avucunda olan malı kapmasına, servetini qat qat arttırmasına neden olar. Bu mal, heç kuşkusuz artacak, gelişecektir; amma başkalarına aid mallarla... Faizli muamele bir taraf üçün eksilme və ayrılma, o biri taraf içinse artış və eklenti demektir.

Faiz ödemekle yükümlü borçlu açısından bu muamele, zaman geçtikçe sürekli artan və bir türlü bitmeyen ihtiyaçlarla birlikte masrafların də artması anlamına gelir. Masraf arttıkça, yani faiz katlandıkça ihtiyaçlar də eksilmeden artmaya devam edər. Bu isə borçlu açısından hayatın yıkılması demektir.

Bu halda faiz sosyal dengenin, ölçülü hayatın zıddıdır. İlahi fıtratın insana telkin ettiği dosdoğru insani yola egemen olan düzenin bozulmasıdır.

Faizcinin, şeytan tarafından çarpılmış kimse gibi çarpılışının anlamı budur. Çünkü faiz esaslı ekonomik muamele, insanlar arası ilişkilerin və alış-veriş sisteminin onun açısından bozulması sonucunu doğurur. Bu yüzden alış-veriş ilə faiz arasında fərq görmez.

Faizden vazgeçip alış-veriş yapması istendiğinde "Alış-veriş də faiz gibidir. Faizden bir ayrıcalığı yoktur. Dolayısıyla alış-veriş üçün faizi bırakmak gereksizdir." cevabını verir. Bu yüzden yüce Allah, faizle muamele edenlerin çarpılmışlıklarına delil olarak onların: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir." sözlerini aktarıyor.

Bu değerlendirmelerden sırasıyla bu hususlar açıklığa kavuşuyor:

1) "...Ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin ayakta durması (yaşaması) gibi bir hayat sürdürmekten başka bir tarzda ayakta durmazlar." ifadesinin orijinalinde geçen "kıyam" kavramı ilə kastedilen anlam hayata atanmak və maişet işini yerine getirmektir. Arapların də kullanımlarında yer/yeyər verdiği gibi, "kıyam" kavramının bir anlamı də budur. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "İnsanlar adaleti ayakta tutsunlar diye." (Hadid, 25) "Göğün və yerin ONun emriyle durması." (Rum, 25) "Yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız." (Nisa, 127) Burada kavramın oturmanın karşıtı anlamında kullanılmış olması ihtimaline gelince, bu ayetin içinde yer/yeyər aldığı ayetler grubunun konusu ilə bağdaşmadığı gibi ayetin anlamı də bu şekilde netleşmiş olmuyor.

2) Bazı tefsir bilginlerinin sözlerinden anlaşıldığı gibi, şeytan çarpılmışlarının düzensiz və dengesiz davranışlarından maksat, sara esnasındaki ya da sonrasındaki davranışlar değildir. Çünkü bu durum, ayetlerin açıklamayı hedefledikleri konu ilə də örtüşmüyor. Əsl kastedilen, faizle muamele edən kişinin, alış satımla faiz arasında fərq görmeyen anlayışı və bu anlayışa bina ettiği davranışlarıdır. Bunun, sonucunda, çarpık və dengesiz inancından kaynaklanan özgür iradesi ilə sergilenen hareketlerdir. Bununla saralının davranışları arasındaki fərq büyüktür. Dolayısıyla açıklamanın seyri, bizim, "Kastedilen husus, faizle muamele edən kişinin hayatının seyrinde və yaşayışını sürdürmesinde şeytan çarpmış birinin hayat meselelerinde dengesiz bir tavır içine girmesine benzemesidir." şeklindeki değerlendirmemize yöneliktir.

3) "Bu, onların: Alış-veriş də ancak faiz gibidir." demelerinden dolayıdır." buyurularak alış satımın faize benzetilmesi, bunun yanında "faiz də ancak alış-veriş gibidir." şeklinde bir ifade kullanılmamış olmasında ince bir nokta vardır. Nitekim bu son ifade zihinde daha önce beliriyor. Az sonra bunun detaylı açıklamasını sunacağız.

4) "...Şeytanın dokunup çarptığı kimsenin..." ifadesindeki teşbih, bazı delirmelerin şeytanın dokunup çarpması sonucunda gerçekleştiğini eyham ediyor gibidir. Gerçi ayəs(n)i kerime, hər deliliğin şeytan çarpması olduğuna delalet etmiyor; ancak, bazı deliliklerin şeytan çarpması sonucunda gerçekleştiklerine də delalet etmiyor değildir. Aynı şekilde ayə, bu çarpmanın bizzat, İblis'in işi olduğuna də delalet etmiyor. Çünkü, "şeytan" çox şerli demektir. Bu həm İblis, həm də insanlardan və cinlerden kötü olan kimseler üçün də kullanılan bir niteliktir. İblis cin kökenlidir. Ayetin işaretlerinden şöyle bir kesin sonuç çıkıyor karşımıza. Hepsinde olmazsa bile, bazı çarpılma olaylarında cinlerin etkisi vardır.

Bazı müfessirler, bu teşbihin halkın bazı yanlış inançlarıyla məcazi olarak örneklendirme türünden olduğunu söylemişlerdir. Çünkü halkın geneli delilerin bu durumları üzerinde cinlerin etkisinin olduğuna inanıyordu. Böyle bir örneklendirmenin herhangi bir sakıncası yoktur. Çünkü neticede hükümle ilgisi bulunmayan bir teşbih yapılıyor. Dolayısıyla pratik durum açısından yanılmaya də düşülmüş olmaz. Buna göre, ayetin anlamının gerçek açılımı şöyledir: "Faiz yiyenlerin durumu, şeytan çarpmış delilerin durumu gibidir. Ancak deliliğin şeytanın çarpmasından kaynaklanması mümkün değildir. Çünkü yüce Allah şey-tanı kulunun aklına veya mömin kuluna musallat etmekten münezzehtir, O, adildir. Böyle bir haksızlık yapmaz."

Yukarıdaki değerlendirme ilə ilgili olarak söyleyeceklerimiz vardır: Bir kere yüce Allah heç bir şekilde kelamında batıla və saçma sapan sözlere dayanmaz. Ancak batıllığını vurgulamak və sahibine gereken cevabı vermek amacıyla aktarır. Nitekim yüce Allah kelamını vasf ederken şöyle buyuruyor: "O, əziz bir kitaptır. Batıl, ona önünden də, ardından də gelemez." (Fussilet, 41-42) "Şüphesiz o, (haqq ilə batılı) ayırt eden bir sözdür, o, bir şaka değildir." (Tarık, 13-14)

Deliliği şeytanın tasarrufuna bağlamak, onun insanın aklını başından götürdüğünü düşünmek, yüce Allah'ın adaletiyle bağdaşmaz meselesine gelince; aynı problem, kendilerinin yaklaşımı üçün geçerlidir. Çünkü onlar də aklın gitmesini doğal sebeplere dayandırıyorlar. Ancak doğal sebepler də, aklı götürmeleriyle birlikte neticede yüce Allah'a dayanırlar.

Ayrıca, yüce Allah'ın insanın aklını başından alması bir problem oluşturmaz. Çünkü aklın ortadan kalkması ilə birlikte yükümlülük də ortadan kalkar. Əsl problem ağılı kavrayışın, yerinde duruyor olmasına rağmen hakkın axış yolundan və doğruluk yasalarından sapmasıdır. Aklı başında olan bir insanın güzeli çirkin, çirkini də güzel görmesi ya da sorumsuzca, şeytanın etkisinde kalarak hakkı batıl, batılı da haqq olarak algılaması gibi. Əsl bunun yüce Allah'a nisbət edilmesi caiz değildir. Fakat ayırt etmə yeteneğinin ortadan kalkmasının və buna bağlı olarak hükümlerinin bozulmasının doğaya ya da şeytana nisbət edilmesinin bir sakıncası yoktur.

Kaldı ki, deliliğin şeytana nisbət edilmesi də direkt və aracısız değildir. Tersine sinirlerin bozulması ya da beyinde bir hasarın meydana gelmesi gibi doğal sebeplerin arkasında iştirak edər şeytan. Aynı şekilde kerametler də meleklere nisbət edilir. Oysa burada də doğal sebeplerin aracılığı söz konusudur. Benzeri bir durumu, Quranı Kerim Hz. Ey-yubla (ə.s) ilgili olarak dile getiriyor: "Gerçekten şeytan, bana bir yorgunluk və əzab dokundurdu." (Sad, 41) "Şüphesiz bu dərd beni sarıverdi. Sən merhametlilerin ən/en merhametli olanısın." (Ənbiya, 83) Dərd dediği hastalıktır. Bunun də bedende açıkça görülen doğal sebepleri vardır. Dolayısıyla Hz. Eyyub (ə.s) bir takım doğal sebeplere dayanan hastalığını şeytana nisbət etmiş oluyor.

Bu və benzeri problemler materyalist görüşlerden kaynaklanıyor, ki bu düşünceler bir çox araştırmacının zihninde debeleniyor. Amma şunun farkında değildirler ki, materyalistler, Allah'a inanan kimselerin meydana gelen olayları ONA ya da bir kısım olayları ruha, meleklere ya da şeytana nisbət ettiklerini görünce, bunu yanlış algıladılar. Sandılar ki, burada doğal sebepler iptal ediliyor, onların yerine metafizik güçler yerleştiriliyor. Amma şunu düşünemediler: Bununla kastedilen, sebeplerin boyuna araştırılmasıydı, enine değil. Daha önce defalarca bu konuya değindik.

5) Diğer bazı tefsir bilginlerinin bu değerlendirmeleri də yanlıştır: Bu benzetme ilə kastedilen, faiz yiyenin kıyamet günündeki durumunu açıklamaktır. Buna göre, onlar, kıyamet günü kabirlerinden cinnet getiren saralının çarpılmış halını andırır bir halda kalkacaklardır. Bu görüşün yanlışlığı şuradan ileri geliyor: Daha önce açıkladığımız gibi ayetin zahiri bu manaya müsait değildir. Rivayet də ayette açıkça belirtilmeyen bir şeyi, ayette açıq bir hal almasını sağlayamaz. Olsa olsa faiz yiyenlerin kıyamet günündeki durumlarını açıklamış olar.

el-Menar tefsirinde konuya ilişkin olarak deniyor ki: Faiz yiyenin, şeytan tarafından çarpılmış olan kimsenin ayakta durması və yaşaması gibi durmasına və yaşamasına gelince; İbn Atiye bu ifadenin tefsiri bağlamında diyor ki: Burada kastedilen dünyada faiz yiyen kişinin şeytan çarpmış saralının durumuna benzetilmesidir. Tıpkı değişik və düzensiz hareketler sergileyen biri üçün: Falanı cin çarpmıştır." denilmesi gibi.

Müellif devamla deyər ki: Benim kanaatime göre, ayette anlatılmak istenen belirgin anlam budur. Ancak ulemanın çoğunluğu farklı bir yorum benimsemiştir. Demişler ki: Bu ayette sözü edilen kalkıştan maksat, diriliş günündeki kabirlerden kalkıştır. Yüce Allah, faizle muamele edenlerin ayırıcı vasfını, saralılar gibi dirilmeleri olarak öngörmüştür. Tefsir bilginleri İbni Abbas və İbn Məsuddan bunu destekleyen açıklamalar rivayet etmişlerdir. Hatta Taberani Avf b. Malik'ten merfu olarak şöyle rivayet edər: Bağışlanmaz günahlardan sakın: Biri xəyanətdir. Hər kəs nə hainlik yapmışsa kıyamet günü onunla huzura getirilir. Bir diğeri də faizdir. Faiz yiyen kimse, kıyamet günü şeytan çarpmış deli gibi diriltilir.

Müellif devamla deyər ki: Ayəs(n)i kerimeden ilk bakışta algılanan şey, İbn Gələcəyənin dediğidir. Çünkü "kalkmak"tan söz edildiği zaman, hemen bildiğimiz işlere başlama, yapma anlamına çekilir. Bununla ölümden sonra dirilişin kastedildiğine ilişkin bir ipucu də yoktur. Bu ayetin kıyamet günündeki duruma işaret ettiğini belirten rivayetlerin dayanakları kuşkudan uzaq değildirler. Ayrıca bunlar Quranla birlikte vahiy yoluyla də inmiş değildirler. Merfu bir haberin ayetin tefsirinde əsas alınması doğru değildir. Böyle olmasaydı, pratik sıhhatini görmeyenlerden başkası, İbn Atiye'nin işaret ettiği anlamın dışında bir yorum getirmezdi.

el-Menar müellifi devamla şöyle diyor: Hadis uydurmacıları, Qur-anın zahiriyle çelişme problemini ortadan kaldırmak üçün də, ayetleri açıklayıcı rivayetler də uydurmuşlardır. Dolayısıyla tefsirle ilgili rivayetlerin çox azı sahihtir. Müellifin sözleri burada sona erdi.[204]

Adı geçen müfessir, yukarıdaki değerlendirmelerin yanlışlığını vur-gulamada isabet etmiştir; ancak kendisi, ayetteki benzetmenin anlamını belirleme noktasında yanılgıya düşmüştür. Benzetmeyi açıklarken şöyle diyor: İbn Atiye'nin söylediği şey apaçık və tutarlıdır. Çünkü ma-lın cazibesine kapılan, onun tutsakları halına gelenler, ömürlerini onu toplamakla tüketiyorlar. Onlar üçün mal, bizatihi amaçtır. Mal kazanmak üçün, bütün doğal kazanma yollarını bir kenara bırakıyorlar. Bu nedenle, insanların çoğunluğunun sahip olduğu dengelilik onlarda bulunmaz. Bunu onların hareketlerinde və bütün davranışlarında gözlemlemek mümkündür. Borsada oynayanlarla, kumarbazların hareketleri bunun tipik bir örneğidir. Bu insanlar işlerine öylesine dalıyorlar ki, düzensiz davranışlar sergilediklerinin farkına varmıyorlar. İşte onların hareketleriyle şeytan çarpmış kimsenin hareketleri arasındaki benzerlik buradan geliyor. Çünkü "tehabbut" kelimesi, "habt" kökünden gelir və bir növ düzensizlik anlamını ifade edər. Kor devenin düzensiz yürüyüşü gibi. (el-Menar tefsirinden yaptığımız alıntı burada son buldu.)

Yazarın, faiz yiyenlerle ilgili olarak: "Onların hareketleri denge və düzen sınırları dışına çıkar" şeklindeki açıklaması sözün özü itibariyle doğru olmakla beraber, bu sadece faiz yemenin sonucunda ortaya çıkan bir durum olmadığı gibi, ayetteki teşbihin də amacı bu değildir. Sebebine gelince; öncelikle kulluğun anlamından uzaklaşıp maddi lezzetler dünyasına dalarlar. Bilgi bakımından ulaştıkları düzey budur onların. Bu yüzden dinin iffetini və nefsin vakarını yitirirler. Nefisleri hər türlü maddi lezzetten etkilenir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak də hareketlerindeki denge unsuru ortadan kalkar, davranışlarının düzeni bozulur. Bunu yukarıda yaptığımız tanımlamanın içine giren herkeste somut olarak gözlemleyebiliriz. Böyle birisi hayatı boyunca faize bulaşmamış biri də olabilir.

İkincisi; ayəs(n)i kerimede yer/yeyər verilen gerekçelendirme bağlamında, onların çarpılmış olmaları, teşbihin hedefi ilə ilgili olarak söylenenlerle örtüşmüyor. Çünkü yüce Allah, onları, kalkışlarında çarpılmışlar gibi olmalarının nedeni olarak onların bu sözlerini gösteriyor: "Bu onların: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır." Əgər du-rum yazarın söylediği gibi olsaydı, kanıt olarak onların davranışlarındaki düzensizliğin və dengesizliğin gösterilmiş olması daha uygun düşerdi. Bu halda bizim söylediklerimiz daha isabetlidir.

Bu, onların: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir." demelerinden dolayıdır.

Daha önce neden alış-verişin faize benzetildiğini, örneğin neden "faiz də ancak alış-veriş gibidir" denilmediğini açıklamıştık. Çünkü çarpılan və davranışlarındaki denge bozulan kimseler, oturmuş normal sistemin dışına çıkarlar. Akıllı insanların nazarındaki maruf və münker kavramları onların nazarında bir anlam ifade etmez. Söz gelimi onlardan birine işlediği münkeri tərk etmesini və marufa dönmesini emredecek olursan sana şöyle cevap verecektir -şayet cevap verirse-: "Yapmamı istediğin şey də, yapmamamı istediğin şey gibidir. Aralarında bir fərq yoktur. " Əgər sana "Yapmamamı istediğin şey də, yapmamı istediğin şey gibidir." derse bu durumda aklı başında olduğu, düşüncesinde bir düzensizlik olmadığı anlaşılır. Çünkü bunun anlamı, şudur: "Bu adam kendisine emredilen şeyin əsl olduğunu, meziyetinin bulunduğunu, dolayısıyla uyulması gerektiğini kabul ediyor; ancak yasaklanan şeyin də onun gibi meziyetli olduğunu, iddia ediyor." Bu sözleri, çarpılmış kimseninki gibi, emredilen şeyin meziyetlerinin iptali anlamına gelmezdi. Şeytan çarpmış gibi davranan faizcinin: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir." şeklindeki sözünden bu anlaşılıyor. Əgər: "Faiz də ancak alış-veriş gibidir." deseydi, yüce Allah'ın emrini reddetmiş, şeriatını inkar etmiş olurdu, şeytan çarpmış bir dengesiz değil.

Şurası açıktır ki: "Bu, onların: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir." demelerinden dolayıdır." ifadesi onların fiili tavırlarını anlatmaktadır. Bunu dilleriyle ifade etmiş olmaları şərt değildir. Bu tərz bir söylem, yani durumun söylenmiş söz olarak aktarımı halkın içerisinde bilinen bir ifade tarzıdır.

Bununla, bazı kimselerin bu sözlerinin yanlışlığı ortaya çıkıyor: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir." sözleri ilə, faiz ilə alış satımın bir olduğunu vurgulamak istiyorlar. Teşbihte bu şekilde yer/yeyər değiştirip faizi əsl və alış satımı də ona benzetmeleri mübalağa amacına yöneliktir. Tıpkı şairin bu sözünde olduğu gibi:

"Bir səhra/çöl ki, hər tarafını toz kaplamış,

Sanki zemini göğünün rengini almış."

(Halbuki əsl məqsəd, göğün tozun şiddetli oluşundan dolayı zemin rengini almış olmasını açıklamaktır.)

Diğer bazı müfessirlerin bu növ değerlendirmeleri də yanlıştır: Diyorlar ki: "Teşbihte yer/yeyər değiştirme olmaması ihtimali də vardır. Belki də onlar kendi anlayışlarına dayanarak böyle bir teşbih yapmışlardır: Alış-veriş ancak kazanç və fayda sağladığı üçün halaldır. Bu da faizde vardır. Faiz dışındaki muamelelerde isə bu kadar kesin değildir..." Yukarıdaki açıklamalarımızdan, bu iki değerlendirmenin yanlış olduğu anlaşılabilir.

Allah, alış-verişi halal, faizi haram kılmıştır.

Bu cümle, yeniden başlayan bir ifadedir. Yeniden başa dönüştür. Bunu söylememizin dayanağı şudur: Fiil cümlesi, mazi fiille başlamıştır. Əgər cümle hal konumunda olsaydı, başında "kad" edatının bulunması gerekirdi. Araplar şöyle derler: "Caeni Zeydin və kad zarabe Amren"Yani, "Bana Zeyd geldi Əmri dövmüş olduğu halda.." Ayrıca bu cümlenin hal oluşu, sözün başlangıcında oluşan anlam ilə örtüşmüyor. Çünkü hal, amilinin zamanı üçün bir kayıt, tahakkuku üçün də bir zərf hükmündedir. Əgər cümle hal olsaydı, bu anlamı ifade etmiş olacaktı: "Onların çarpılmışlıkları, alış-veriş də ancak faiz gibidir, demelerinden dolayıdır. Halbuki, Allah alış-verişi halal, faizi isə onlara haram kılmıştır." Oysa durum bunun tam tersidir. Çünkü onlar, bu halal kılma və haram kılmadan sonra də önce də çarpılmış haldeydiler. Bu halda cümle hal değil, söze yeni bir başlangıçtır.

Daha önceki açıklamalarımıza dayanarak diyoruz ki, ifadenin yeniden başlamış olması, ilk dəfə yasama anlamını ifade etmez. Çünkü a-yetlerden, haram hükmünün daha önce verildiği açıkça anlaşılmaktadır. Bilakis, buradaki açıklamalar, Al/götürü İmran Suresi'ndeki bu ifadeye dayandırılmış durumdadır: "Ey inananlar, faizi qat qat arttırılmış olarak yemeyin. Və Allah'tan sakının, umulur ki kurtulursunuz." (Al/götürü İmran, 130) Dolayısıyla "Allah alış verişi halal kıldı." ifadesi hükmün yürürlüğe konuluşunu değil, önceden verilmiş bir hükmü haber vermeyi və bu hükmü geliştirmeyi və hemen arkasından gelen bu ayrıntı nitelikli ifadeye hazırlık yapmayı hedefliyor: "Kime Rabbinden bir öyüd gelir də..." Bu, ayəs(n)i kerimenin ifade ettiği və zahiri ilə örtüşen bir değerlendirmedir.

Bazıları demişlerdi ki: "Allah alış-verişi halal, faizi haram kılmıştır." sözü faizcinin: "Alış-veriş də ancak faiz gibidir." şeklindeki iddialarını çürütmeye dönüktür. Demek isteniyor ki, əgər durum söyledikleri gibi olsaydı, bunların hükümleri, hükmedenlerin hakimi olan Allah'ın katında farklı olmazdı. Halbuki Allah, alış-verişi halal, faizi haram kılmıştır.

Bu değerlendirme, kendi içinde kanıtsallık açısından tutarlı olmakla beraber, ayetin lafzı ilə uyuşmuyor. Çünkü bu, "Allah alış-verişi halal kıldı." diye başlayan cümlenin hal olmasını gerektiriyor ki, hal olmadığını belirttik.

Bunlardan daha zayıf olan bir görüş də şudur: "Allah, alış-verişi halal kıldı..." diye başlayan cümle ilə vurgulanan anlam şudur: "Alış-veriş yoluyla sağlanan artış, faiz yoluyla sağlanan artış gibi değildir. Çünkü mən, alışverişi halal, faizi isə haram kıldım. Əmr bana aittir. Varlıkları də mən yarattım. Nasıl dilersem öyle hükmederim. Onları istediğim şekilde kendime ibadet ettiririm. Heç kimsenin benim hükmüme itiraz etme yetkisi yoktur."

Bu yoruma ilişkin değerlendirmemiz şudur: Bu yorum də önceki gibi cümlenin yeni bir başlangıç değil də hal olması varsayımına dayanıyor. Ayrıca hükümlerle maslahatlar və fasit olgular arasındaki bağlantı, sebep müsebbeb ilişkisi inkarı söz konusudur. Diğer bir ifadeyle varlıklar arasındaki nedensellik və malullük olgusu bir kenara atılarak hər şey aracısız bir şekilde yüce Allah'la irtibatlandırılıyor.Bu görüşün batıl olduğu apaçık və herkes tarafından bilinen bir şeydir. Ayrıca bu yaklaşım, Quran yöntemine aykırıdır. Çünkü Quranda hükümler və yasalar xüsusi ya da genel maslahatla illetlendirilir.

Kaldı ki, incelediğimiz ayetler kapsamındaki: "Əgər inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın.", "...Nə də zulme uğratılmış olursunuz.", "Fiaz yiyenler..." və "faiz gibidir." şeklindeki ifadeler gösteriyor ki, alış-verişin halal kılınışının nedeni; fıtratın və öz yaratılışın sünnetine uygun cereyan etmesi, faizin haram kılınışının altındaki neden də hayattaki yerleşik və değişmez yasaların dışında cereyan edən bir olgu olmasıdır. Allah'a iman ilə bağdaşmaması, bir zulüm olmasıdır.

Öyleyse kime Rabbinden bir öyüd gelir də (o öğüte uyarak günahtan) vazgeçerse artık geçmişte olan kendisinindir və işi də Allah'a kalmıştır.

Bu ifade, "Allah, alış-verişi halal kıldı." cümlesinin bir ayrıntısı ko-numundadır. Aslında bu ifade, sırf faizle kayıtlı değildir. Bu, külli bir hükümdür, cüzi bir mesele üçün konulmuştur ki onun bu hükmün somut karşılıklarından biri olduğunu, hükmün onun üçün geçerli olduğunu göstersin. Bu durumda ifadenin anlamı şöyle olar: Faizle ilgili olarak size anlattığımız, Rabbinizden size gelen bir öğüttür. "Kime Rabbinden bir öyüd gelirse..." Əgər faiz işine son verirseniz, geçmişte yaptıklarınız sizindir, işiniz də Allah'a kalmıştır.

Buradan anlaşılıyor ki: Öğütün gelmesinden maksat, Allah'ın koyduğu hükmün ulaşmasıdır. Vazgeçmekten maksat də tövbe etmek və Allah'ın yasakladığı fiili işlememektir. Keçmişin kendisine aid olması ilə kastedilen anlam də hükmün, konulduğu zamandan öncesine dönük olmamasıdır. Dolayısıyla: "Artık geçmişte olan kendisinindir və işi də Allah'a aittir." sözünün anlamı şudur: "Kim günaha geri dönerse, artık onlar atəş ehlidir, orada sürekli kalacaklardır." cümlesinin işaret ettiği sonsuz əzab onlar üçün geçerli olmaz. Dolayısıyla onlar bu yok edici azaptan kurtulmak suretiyle geçmişte yaptıklarından yararlanıyorlar. Üzerlerinde bir tək bu kalıyor: İşleri Allah'a aittir. Belki də bazı hükümlerde onları serbest bırakır. Ya da kaçırdıklarını elde etmelerini sağlayacak bir hükme təbii/tabe tutar onları.

Biliniz ki: Bu ayə son derece ilginçtir. Şöyle ki: "Öyleyse kime Rabbinden bir öyüd gelir də." diye başlayan ifadenin içerdiği kolaylaştırıcı durum və sərt hüküm sırf faize özgü değildir. Bilakis, genel bir ilkedir və bütün helak edici büyük günahlar üçün geçerlidir. Bazıları, bu ayeti anlamlandırmada yetersiz kaldıkları üçün, geçmişte yapılanların atfı bağlamındaki değerlendirmeleri sırf faiz konusuna indirgemişlerdir. Yaptığına son verenin işinin Allah'a kalması, sonsuz azabın, kendisine öyüd geldikten sonra tekrar eski suçuna geri dönen kimseler üçün geçerli olmasını sırf faizle ilgili olarak değerlendirmişlerdir. Oysa bütün bunlar, gördüğün gibi, ayetin içerdiği genel nitelikli ilkelerdir.

Bunu bildiğine göre, bu gerçek də senin açından açıklığa kavuşmuş olmalıdır. "Artık geçmişte olan kendisinindir və işi də Allah'a kalmıştır." ifadesi, üstü kapalı bir anlam içermektedir. Bu anlam, öğüte muhatap olan günahın belirginleşmesiyle belirginleşir. Öğütün kastettiği günah değiştikçe anlam də değişir. Bu durumda ifadenin anlamı şudur: Kim kendisine gelen bir öğütten dolayı işlediği günahtan vazgeçerse, daha önce işlediği günah ister Allah'ın hakları, ister insanların haklarıyla ilgili olsun, o, bizzat bunlardan sorumlu tutulmaz. Amma bu, zorunlu olarak onun işlediği günahın sonuçlarından də kurtulacağı anlamına gelmez. Tıpkı günahın kendisinden kurtulduğu gibi. Tersine, işi Allah'a kalmıştır. Dilerse onun üçün bir yükümlülük koyar, kaçırılan namazın, bozulan orucun kaza edilmesi gibi. Hədd və tazir cezasını gerektiren suçlar, qəsb ya da faiz yoluyla alınan və şimdi mevcut olan malın iadesi vs. gibi, amma tövbe və vazgeçme ilə günahın kendisi affedilir. Yahut dilerse, günahı bağışlar və tövbeden sonra artık kişiye bir yükümlülük öngörmez. Şirkten tövbe edən müşrik, yakışıksız eğlence və içki gibi kulla Allah arasında olan günahlardan vazgeçen kimse gibi. Çünkü, "Kime Rabbinden bir öyüd gelir də yaptığı işten vazgeçerse..." ifadesi mutlaktır; hükmün ilk konuluşu zamanında bulunan kafir, mömin herkesi, tabiini və bunlardan sonra gelecek kuşakları də kapsar.

Kim geri dönerse, artık onlar atəş ehlidir, orada sürekli kalacaklardır.

Bundan önceki cümlede yer alan "vazgeçme" kelimesine karşılık bu cümlede "geri dönme" kelimesinin kullanılmış olması gösteriyor ki, bununla son vermemeyi də kapsayan geri dönme fiili kastediliyor. Bunun doğal sonucu, günahta ısrar etmek və hükmü kabul etmemektir. Bu isə, sözlü bir kanıt olmamakla beraber gizli küfür və irtidad anlamına gelir. Çünkü bir kimse bir günaha geri dönerse və pişmanlık ilə də olsa günah işlemeye son vermezse, o, konulan hükme kesinlikle teslim olmamıştır və ebediyen kurtuluşa eremez. Bu halda, ayəs(n)i kerimede ifade edilen iki qəşəng gerçekte muhalefet etmemeye dayalı hükme teslim meydana gəl ilə genellikle teslim olmayıştan kaynaklanan və öğrenmiş olduğunuz gibi ebediyen cehennemde kalmayı gerektiren günahta ısrar ediştir.

Bu, aynı zamanda, ayəs(n)i kerimeden büyük günah işleyenlerin ebediyen cehennemde kalacakları çıkarmasını yapan mutezile ekolüne də bir cevap niteliğindedir. Çünkü ayəs(n)i kerime büyük günah işleyenlerin, daha doğrusu günah işleyen herkesin ebediyen cehennemde kalacaklarına delalet ediyorsa də, ayetin delaleti, hükme teslim olmamakla beraber günah işleme durumuna özgüdür. Bu çıkarsama də yanlış değildir.

Tefsir bilginleri: "geçmişte olan kendisinindir", "işi Allah'a kalmıştır" və "kim geri dönerse" ifadeleriyle ilgili olarak; ulemanın genel olarak daha önce də işaret ettiğimiz gibi ayetten anladığına dayalı olarak çeşitli anlamlara və ihtimallere dikkat çekmişlerdir. Ancak bu ihtimallerin dayanakları çürük olduğu üçün bunları sıralamaqda bir yarar görmedik.

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin