280) Əgər borçlu zorluk içindeyse, ona varlıklı və imkan sahibi oluncaya kadar süre verin.
Ayette geçen "kane" fiili nahiv ilmi ıstılahına göre "tamme"dir; yani "bulunursa" anlamını ifade edər. Yani: "Əgər zorluk içinde bulunursa..." "Nazire" kelimesi, süre, mühlet anlamında kullanılmıştır. "Mey-sere" ise,varlıklı və imkan sahibi olmak və zorluğun karşıtıdır. Yani: Borçlularınızdan biri; zorluk içinde bulunursa, borcunu ödeyecek imkanı yoksa, bu durumda ona süre verin. Borcunu verebilecek duruma kadar mühlet tanıyın.
Ayə, mutlak bir ifadeye sahip olmasına və herhangi bir kayıtla sınırlandırılmış olmamasına karşın, faiz konusu ilə örtüşüyor. Çünkü cahiliye döneminde faizle borc verenler borçlarının vadesi dolunca borçlarını isterlerdi. Borçlu də "Bana bu kadar əlavə süre ver, bu kadar fazla ödeyeyim" derdi. İşte ayəs(n)i kerime, faiz karşılığı yapılan bu vade uzatımını yasaklayarak borçluya faizsiz süre tanınmasını emrediyor.
Borcu sadaka olarak bağışlamanız isə, sizin üçün daha hayırlıdır; əgər bilirseniz.
Yani çətin durumdaki borçludan borcunu silerseniz, sadaka olarak bağışlarsanız, bu sizin üçün daha hayırlı bir tutumdur; əgər bilirseniz. Çünkü siz böyle yapmakla, faiz şeklinde alacağınız, amma tükenmesi kaçınılmaz olan artış yerine, sadaka yoluyla gerçekten artacak olan bir gelir elde etmiş olursunuz.
281) Allah'a döndürüleceğiniz günden sakının...
Bu ifade, faizin hükmünü və cezasını kapsayan ayetlere ilişkin bir değerlendirme və tamamlama hükmündedir. Burada genel olarak kıyamet gününün konuya uygun olan bazı nitelikleri hatırlatılıyor. Bu sıfatları hatırlatma muhatapların nefislerini Allah korkusuna və hayatın esasını oluşturan insan hakları ilə ilgili yasaklardan kaçınmaya hazır hala getirir. Deniliyor ki: Önünüzde bir gün vardır; o günde Allah'a döneceksiniz və hər nefis kazandığının karşılığını eksiksiz alacaktır və heç kimse ən kiçik bir haksızlığa uğratılmayacaktır.
Allah'a göre hər zaman ONun huzurunda olduğumuz halda, tekrar ONA dönmek nə anlama gelir? Eksiksiz olarak karşılık almak nə anlam taşıyor? Bu soruların cevabını inşaallah Ən'am Suresi'nde ayrıntılı bir şekilde vereceğiz.
Bir görüşe göre: "Allah'a döndürüleceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek və onlara haksızlık yapılmayacaktır." ayeti Resulullah efendimize (s. a. a) enən ən son ayettir. Biraz sonra ələ alacağımız rivayetler bölümünde, bu görüşü destekleyen rivayetleri də sunacağız.
AYETLERİN hədislər IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Tefsir'ul-Kummi'de: "Faiz yiyenler..." ayetiyle ilgili olarak İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah (s. a. a) buyurdu ki: "Gece vakti gökyüzüne (miraca) götürüldüğüm zaman bir kavimle karşılaştım. Bunlardan biri kalkmak istediğinde, karnının büyüklüğünden dolayı yerinden kalkamazdı. "Bunlar də kim ya Cebrail?" dedim. Dedi: "Bunlar faiz yiyenlerdir. Şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka bir tarzda kalkamazlar. "Gördük ki, bu kavim Firavunoğulları hanedanı mensupları gibi, sabah-akşam ateşe sunuluyorlar və "Rabbimiz, kıyamet nə zaman kopacak?" diyorlar."[205]
Mən deyərəm ki: Burada görülen berzah alemine ilişkin bir örnek və misaldir, bu hadis, Peygamberimizin (s. a. a) bu sözünü də tasdik edər mahiyettedir: "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz."
ed-Dürr'ül-Mensur təfsirində, İsfahani "Terğib" adlı eserinde E-nesdən şöyle rivayet edər: Resulullah efendimiz (s. a. a) buyurdu ki: "Kı-yamet günü, faiz yiyen kişi deli və ayaklarını yerde sürüyerek haşredilir." Sonra bu ayeti okudu: "Ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin yaşaması gibi bir hayat sürdürmekten başka bir tarzda yaşamazlar…"
Mən deyərəm ki: Gerek Şiə kanallardan və gerekse Ehlisünnet kanallardan faizin cezası ilə ilgili çox sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin bazısında, faizin, faizcinin yetmiş kere annesi ilə zina etmesine bərabər ağır bir cinayət/günah olduğu belirtiliyor.[206]
et-Tehzib adlı eserde, yazar kendi rivayet zinciriyle, Sabur parçası (Huzistan'ın Şapur kentine aid bir parça türü) satıcı Ömər b. Yezid'den şöyle rivayet edər: İmam Cəfər Sadiğə (ə.s) dedim ki: "Sana feda olayım. İnsanlar para almaya mecbur olan kimselerin də faizli para almalarının haram olduğunu sanıyorlar?" İmam dedi ki: "Zengin olsun, fakir olsun, herhangi bir kimsenin ihtiyacı olmadan bir şey satın aldığını gördün mü? Ey Ömər, heç şüphesiz yüce Allah alış-verişi halal, faizi haram kılmıştır. Qazanc əldə et, amma faiz alma." Dedim ki: "Faiz nedir?" Buyurdu ki: "Bir miktar dirhemi, iki mislini almak üzere vermektir. Bir miktar buğdayı iki mislini almak üzere vermektir."[207]
el-Fakih'de yazar kendi rivayet zinciriyle, Ubeyd b. Zürare'den o da İmam Cəfər Sadiqdən (ə.s) şöyle rivayet edər: "Faiz ancak ölçekle (keyl) veya teraziyle tartılıp ölçülen şeyler də olar. "[208]
Mən deyərəm ki: Faiz muamelesine əsas oluşturan şeyler hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ehlibeyt mezhebinin görüşü şöyledir: Faiz ancak nakit (altın, gümüş, para vs.) ölçekle veya teraziyle ölçülüp tartılan şeylerde söz mövzusu olabilir. Konu fıkhın kapsamına girdiği üçün, bundan fazla bir ayrıntıya girmeyi gerekli görmüyoruz.
el-Kafidə İmam Məhəmməd Mis və İmam Cəfər Sadiq olmak üzere ikisinden birisinin ancak Tefsir'ul-Ayyaşi'de İmam Cəfər Sadiğin, "Kime Rabbinden bir öyüd gelir də (haramdan) vazgeçerse..." ayeti ilə ilgili olarak: "Öğütten kasıt, tövbedir." dediği rivayet edilir.[209]
et-Tehzib adlı eserde Muhammed b. Müslim'in şöyle dediği rivayet edilir: "Horasan halkından bir adam İmam Məhəmməd Misin (ə.s) yanına geldi. Adam faizle muamele etmiş və artmıştı. Durumunu fakihlere arzetmiş, onlar də: "Sən faiz yoluyla elde ettiğin bu malları sa-hiplerine iade etmediğin sürece senin hiçbir amelin kabul edilmez." demişlerdi. İşte bu adam İmam Məhəmməd Misə (ə.s) geldi və başından geçenleri anlattı. İmam Məhəmməd Mis (ə.s) ona dedi ki: "Se-nin kurtuluşun Allah'ın kitabında belirtilmiştir: "Kime Rabbinden bir öyüd gelir də (haramdan) vazgeçerse, artık geçmişte olan kendisinindir və işi də Allah'a kalmıştır." Sonra şöyle buyurdu: "Buradaki öğütten maksat, tövbedir.[210]
əl-Kafi və el-Fakih'te İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "İnsanlar bilmeden faiz yeseler, sonra bundan tövbe etseler, şayet tövbeleri samimi isə, kendilerinden kabul edilir. "Sonra buyurdu ki: "Bir adama babasından bir mal miras kalsa, adam bu malın içinde faiz olduğunu bilse, ancak faizli mal ilə faizsiz mal muamelede birbirine karışmış olsa, bu mal adama halaldır. Bundan yiyebilir. Şayet faizle elde edilen malın hangisi olduğunu bilirse, sermayeyi ayırıp fazlasını iade etmesi gerekir."[211]
el-Fakih və əlinin adlı eserlerde İmam Rıza'nın (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Faiz yiyen, haram olduğunu açıkladıktan sonra də bu işi yaparsa, büyük günah işlemiş olar. Allah'ın haram kılışını küçümsemek insanı küfre düşürür."[212]
el-Kafidə rivayet edildiğine göre: İmam Rıza'dan (ə.s) şöyle sorulmuş: "Bir adam halal olduğunu sanarak faiz yese durumu nə olar? "İmam bu cevabı vermiştir: "Haram olduğunu bilerek yemediği sürece bu ona zarar vermez. Amma haram olduğunu bilerek faiz yese, o, yüce Allah'ın belirttiği menzilde olar. "[213]
əl-Kafi və el-Fakih'te belirtildiğine göre İmam Cəfər Sadiqdən (ə.s) "Allah faizi yox edər də, sadakaları arttırır." ayetinin yorumu sorulmuş, və: "Bana göre faiz alan/sahə kişi malını arttırır, denilmiştir. Bunun üzerine İmam Cəfər Sadiq (ə.s) şöyle buyurmuştur: "Faizle alınan dinardan başka hangi şey kişinin dinini bu şekilde yox edər. Həm adamın tövbe etse bile malı gider, kendisi də fakir düşer."[214]
Mən deyərəm ki: Bu rivayette görüldüğü gibi, malın yok oluşu, teşrii yok oluşla açıklanıyor. Demek istiyorum ki: Yok oluş, mülkiyetin muteber olmayışı və elde edilen malın haram oluşu şeklinde algılanıyor. Bunun tam karşıtı isə, sadakadır. Bu değerlendirme, daha önce belirttiğimiz "yok oluş"un genelliği ilə çelişmiyor.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde İmam Əlinin (ə.s) şöyle dediği belirtilir: "Resulullah efendimiz (s. a. a) faiz muamelesiyle ilgili olarak beş kişiyi lanetledi: Faiz yiyen, yediren, şahit olan iki kişi və yazan kişi."
Aynı anlamı içeren bir rivayet, et-Dürr'ül-Mensur təfsirində çeşitli kanallardan Hz. Əliyə dayandırılmıştır.
Tefsir'ul-Ayyaşi'de İmam Məhəmməd Misdən (ə.s) şöyle rivayet edilir: Allah buyurdu ki: "Mən hər şeyin yaratıcısıyım, hər şeye də başkasını vekil kıldım. Ancak sadaka hariç. Onu bizzat mən kendi elimle alırım. Hatta bir adam veya kadın bir hurmanın yarısını bile sadaka olarak verirlerse, onu arttırır, geliştiririm. Tıpkı bir adamın sütten kesilmiş deve (veya inək) yavrusunu və tayını beslemesi gibi. Nihayet onu kıyamet günü Uhud Dağı'ndan daha büyük bir haldeyken serbest bırakırım."[215]
Yine aynı eserde İmam Zeynelabidin'in (ə.s) Resulullah efendimiz-den (s. a. a) şöyle aktardığı rivayet edilir: "Allah birinizin sadakasını eynilə sizin çocuklarınızı beslediğiniz gibi besleyip geliştirir. Nihayet bu sadakayı kıyamet günü Uhud Dağı kadar büyümüş halda görür."[216]
Aynı anlam ifade edən rivayetler, Ehlisünnet kaynaklarında Əbu Hureyre, Aişe, İbn Ömər və Əbu Berze el-Eslemi gibi sahabeler kanalıyla Resulullah efendimize (s. a. a) dayandırılmıştır.
Tefsir'ul-Kummi'de şöyle deniyor: "Faiz yiyenler..." diye başlayan ayə inince, Resulullah efendimizin (s. a. a) yanında oturan Halid b. Velid ayağa kalktı və şöyle dedi: "Ya Resulullah, babam Sakif'te faizle borc veriyordu, ölürken də bunları almamı vasiyet etti." Bunun üzerine bu ayə indi: "Ey inananlar, Allah'tan korkup-sakının və əgər inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın."[217]
Buna yakın bir rivayet də Mecma'ul-Beyan tefsirinde İmam Məhəmməd Misdən (ə.s) rivayet edilmiştir.
Mecma'ul-Beyan'da Süddi və İkrime'nin şöyle dedikleri rivayet edilir: Bu ayə, Abbas və Halid b. Velid'in bazıları üzerinde bulunan faiz borçlarından arta kalanları hakkında inmiştir. Bu ikisi cahiliye döneminde ortaktı və Sakif aşiretinin bir kolu olan Əmr b. Umeyr oğullarına faizle borc para verirlerdi. İslam geldiği sırada bunların faizden birikmiş büyük miktarda malları vardı. Bu ayə inince Resulullah efendimiz (s. a. a) şöyle buyurdu: "Haberiniz olsun, cahiliye döneminin bütün faiz muameleleri geçersizdir. İlk geçersiz kıldığım faiz, Abdulmuttalib'in oğlu Abbas'ın faizidir. Cahiliye döneminin bütün qan davaları də iptal edilmiştir. İlk iptal ettiğim qan davası, Abdulmuttalib'in oğlu Ha-risenin oğlu Rebia'nın qan davasıdır. Rebia Leys oğulları arasında süd çocuğu olarak büyüdü, Hüzeyl tarafından də öldürülmüştü."
Bu rivayet ed-Dürr'ül-Mensur təfsirində İbn Cerir, İbn Münzir, İbn Əbu Hatem kanalıyla Süddidən aktarılmıştır. Ancak burada ayetin Ab-dulmuttalib'in oğlu Abbas və Muğire oğullarından bir adam hakkında indiği belirtiliyor.
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində Əbu Davud, Tirmizi (sahih olduğunu belirterek), Nəsəs(n)i, İbn Mace, İbn Əbu Hatem və Beyhaki (Sünen'inde) Əmr b. el-Ahvas'dan şöyle rivayet ederler: "Əmr, Resulullah'ın Veda haccı'na katıldığını belirttikten sonra, onun şöyle buyurduğunu söyler: "Haberiniz olsun, cahiliye dönemindeki bütün faizler geçersizdir. Ancak sermayeniz sizindir. Nə zulmetmiş olursunuz, nə də zulme uğratılmış olursunuz."
Bu anlamı pekiştiren bir çox rivayet aktarılmıştır. Şiə və Sünni kanallardan gelen bu rivayetlerin ortak noktası, bu ayetin Muğire oğullarının Sakif aşireti mensupları üzerindeki faiz borçları hakkında indiğidir. Muğireoğulları, Sakiflilere cahiliye döneminde faizle borc verirlerdi. İslam gelince, alacaklarını talep ettiler. Onlar də İslamın faizi ge-çersiz kıldığını ileri sürerek bu borçları ödemeyi reddettiler. Mesele Resulullah'a (s. a. a) intikal etti. Bunun üzerine yukarıdaki ayə indi.
Bu rivayetler, bizim daha önce yaptığımız bu değerlendirmeyi pekiştiriyor. Faiz bu ayetin inişinden önce haram kılınmıştı. Ayrıca haram olduğu də insanlara açıklanmıştı. Bu ayə, sadece önceki haramı yeniden hatırlatıyor və vazgeçilmesini tembihliyor. Dolayısıyla faizin peygamber efendimizin (s. a. a) son dönemlerinde enən ayetlerle haram kılındığı və Resulullah vefat ederken bir çox kimsenin bu yasaktan haberdar olmadığı şeklindeki rivayetlere itibar etmemek gerekir. Nitekim et-Dürr'ül-Mensur təfsirində İbn Cerir və İbn Mürdeveyh kanalıyla Ömər b. Hattab'ın bir hutbesinde şöyle dediği rivayet ediliyor: "Qur-anın ən son enən ayetlerinden biri də faiz ayetidir. Resulullah (s. a. a) vefat ederken bunu bize açıklamamıştı. Siz də şüphelendiklerinizi bırakıp şüphelenmediklerinizi uygulayın."
Ayrıca Ehlibeyt İmamları'nın (ə.s) mezhebinde əsas olan şudur: Yüce Allah, elçisini (s. a. a) insanların dinde ihtiyaç duydukları hər şeyi hüküm olarak belirtip insanlara açıklamadıkça onu aramızdan almamıştır.
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində çeşitli kanallardan İbn Abas, Süddi, Atiye el-Avfi, Əbu Salih və Said b. Cübeyr'den şöyle rivayet edilir: "Qur-anın ən son enən ayeti: "Allah'a döndürüleceğiniz günden sakının." diye başlayan ayettir."
Mecma'ul-Beyan tefsirinde İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Allah faizi çox şiddetli bir şekilde yasaklamıştır ki, insanlar güzel borc və karşılıksız yardım gibi iyilikler yapmaktan kaçınmasınlar."
Yine Mecma'ul-Beyan təfsirində, Hz. Əlinin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Allah bir memleketin helak olmasını diledi mi, orada faizle muamele yaygınlaşır."
Daha önceki açıklamalarımız içinde, bu rivayetlerin içeriklerini açıklayıcı bölümler vardır.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde: "Eğer borçlu zorluk içindeyse, ona varlıklı və imkan sahibi oluncaya kadar süre verin..." ayetinin tefsiri bağlamında "zorluk içinde olma"nın sınırı hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu çerçevede İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Zorluk içinde olmanın sınırı, kişinin gerek kendisinin və gerekse ailesinin ortalama geçimini temin etmeden fazla bir güce sahip olmamasıdır."
Yine aynı eserde, İbn Abbas, Dahhak və el-Hasan'a dayandırılarak, hər türlü borc işleminde zorluk içinde olan borçlulara süre vermenin fərz olduğu belirtilir. Aynı yönde bir görüş də İmam Cəfər Sadiq (ə.s) və İmam Məhəmməd Misdən (ə.s) rivayet edilmiştir.
Aynı eserde, İmam Məhəmməd Misin (ə.s) şöyle buyurduğu belirtilir: "İmkan sahibi oluncaya kadar" ifadesinin anlamı çətin durumda olduğu haberi imama ulaşıp, imam onun yerine alacakların haklarını ödeyinceye kadardır. Ancak borçlu kişinin aldığı malı maruf yollarda harcamış olması gerekir."
el-Kafidə İmam Cəfər Sadiqdən (ə.s) şöyle rivayet edilir: "Bir gün Resulullah efendimiz (s. a. a) minbere çıktı. Allah'a hamdetti, ONU övgülerle tenzih etti. Sonra peygamberlerine salavat getirerek şöyle buyurdu: "Ey insanlar, burada bulunanlarınız, hazır olmayanlara duyursun. Haberiniz olsun, kim çətin durumdaki borçluya süre tanısa, yüce Allah hər gün üçün ona malı miktarında sadaka yazar. O borcunu alana kadar böyle devam edər." Sonra İmam Cəfər Sadiq şöyle dedi: "Əgər borçlu zorluk içindeyse, ona varlıklı və imkan sahibi oluncaya kadar süre verin. Borcu sadaka olarak bağışlamanız isə, sizin üçün daha hayırlıdır; əgər bilirseniz." Çətin durumda olduğunu bildiğiniz borçludaki alacaklarınızı sadaka olarak ona bağışlayın, bu sizin üçün daha hayırlıdır."[218]
Bu rivayet, aynı zamanda "Əgər bilirseniz" ifadesinin tefsirini də kapsıyor. Daha önce diğer bir anlamını sunmuştuk. Bu və benzeri anlamları içeren bir çox rivayet aktarılmıştır. Bunlar üçün başvurulacak kaynaklar fıkıh kitaplarının borçla (deyn) ilgili bölümleridir.
FAİZLE İLGİLİ İLMİ YAKLAŞIM
Geçen bölümlerde defalarca şunu vurguladık: İnsanın hayattaki tək gayesi, sergilediği hareketlerle varoluşsal kemalini sağlamaktır. Diğer bir ifadeyle, insan fiil və davranışlarının gayesi, maddi ihtiyaçlarını ortadan kaldırmaktır. İnsan, bir açıdan madde ilə ilintili olan bir iş yapar; bununla hayati bir ihtiyacını gidermiş olar. Dolayısıyla insan həm işinin və həm də işin hedefi olan maddenin sahibidir. (Bu konuda iş (əməl), etmek və edilmekten daha genel bir kavramdır. Sosyal bilimcilere göre, əməl, insanın madde ilə olan nisbəti və bağlantısıdır ki bunu sonuçlar izler.) Yani, insan, üzerinde çalıştığı maddeyi kendi nefsine özgü kılar. Onu üzerinde tasarruf edebileceği bir kişisel mülkü addeder. Sosyal realiteyi gözlemleyen ağıl erbapları da insanın bu davranışını onaylıyorlar. Nə demek istediğimizi iyice anlamalısınız.
Nə var ki, insan yalnızca kendi çabasıyla bütün ihtiyaçlarını gideremediği üçün, bu durum sosyal dayanışmayı gündeme getirmiştir. Başkasının çalışmalarından yararlanma ya da başkasının çalışması sonucu elde ettiği şeylerden istifade etme olgusu belirginleşmiştir. Bunun sonucu insanlar arasında mübadele (değiş-tokuş) fikri doğmuştur. Hər insan bir alanda ya da birkaç alanda çalışacak, bunun sonucunda bazı şeylere sahip olacak, bunun ihtiyacını giderecek kısmını kendisine ayırıp, ihtiyaç fazlası olan kısmını da, sahip olmadığı, ancak başkasının yanında bulunan bir diğer madde ilə değiştirecektir. Ticari alış-verişin və değiş-tokuşun temeli bu anlayıştır.
Ancak mal və eşyanın növ olarak büyük farklılıklar göstermeleri, bir mala və eşyaya duyulan ihtiyacın şiddeti və zayıflığı, azlığı və çokluğu değiş-tokuş işleminde bazı problemlere yol açmıştır. Söz gelimi meyve yemek amacı ilə üretilir. Merkep yük üçün vardır. Suyun varoluş gayesi də içme içgüdüsüdür. Pahalı mücevherler də örneğin gerdana takılmak ya da yüzük olarak kullanılmak içindirler. Bunların də, hayatta duyulan ihtiyaç oranında değerleri və ağırlıkları farklı olar. Birbirlerine göre oranları farklıdır.
Böyle bir ihtiyaç, nesnelerin değerlerine karşılık para, dirhem və dinar gibi etibarı değerlerin icad edilmesini kaçınılmaz kılmıştır. Paranın bir değer olarak ortaya çıkışının öyküsü şöyledir: İnsanlar örneğin altın gibi değerli bir madeni əsas alarak, diğer bütün eşya və fiyatların değerini ona göre belirlemeye başladılar. Böylece herhangi bir türün noksansız birimi diğer parçalarının də ölçüsü halına geldi. Mıskal və tartı gibi. Para olarak herhangi bir birim, genel değerin ölçüldüğü değer olarak algılandı. Hər eşyanın değeri ona göre belirlendi. Böylece hər şeyin bu birim karşısındaki değeri və birbirlerine karşı olan değerleri də belirginleşti.
Sonra insanlar bu icadın yararını genelleştirmek amacıyla, eşyanın türlerine göre ölçü birimlerini icad ettiler. Örneğin zira və benzeri ölçüleri, uzunluk ölçü birimi, litreyi hacim ölçü birimi, rıtıl gibi şeyleri də ağırlık ölçü birimi olarak geliştirdiler. Bu sayede eşyanın bir birine karşı değeri və oranı belirginlik kazandığı gibi, karışıklık də ortadan kalktı. Örneğin bir kırat elmasın dörd dinara, bir rıtıl buğday ununun on dinara bərabər olduğu anlaşıldı. Bir kırat elmasın də qırx rıtıl buğday ununa bərabər olduğu də böylece ortaya çıkmış oldu. Bütün eşyayı buna göre değerlendirebilirsin.
Arkasından insanlar, değişik madenlerden, pahalısından, ucuzundan daha farklı para birimlerini icad ettiler. Bununla kolaylık və genişlik sağlamayı amaçladılar. Gümüş, bakır, bürünc, kağıt gibi para birimlerini geliştirdiler. Ayrıntılı açıklamaları iktisatla ilgili kitaplarda bulabilirsiniz.
Alış-verişin yaygınlaşmasından sonra ticaret və qazanc kapılarının açılması ilə birlikte, sadece değiş-tokuş işleriyle uğraşan insanlar ortaya çıktı. Bunlar qar/qazanc amacıyla bir eşyayı diğer bir eşyayla değiştirmeyi iş edindiler. Kişinin verdiğine karşılık olarak aldığı fazlalıktır qar/qazanc.
Bu işleri insanlar öncelikle ihtiyaçlarını gidermek üçün geliştirdiler. Ancak get gide genel ihtiyacın dirhem və dinarın kapısına dayandığı şeklinde bir durum ortaya çıktı. Hər şey gelip paraya dayandı. Bunun değer yönü malın kendisiymiş gibi algılandı. Sanki insanın ihtiyaç duyduğu bütün eşya paradan ibaretmiş gibi, pratik bir durum ortaya çıktı. Çünkü insan, paraya sahip olmakla, dünya hayatında ihtiyaç duyduğu və arzuladığı her şeyi elde edebileceği bir durumla karşılaştı. Sonuçta para də bir ticaret eşyası konumuna getirildi. Başka eşyalar kazanmak üçün çalışıldığı gibi para kazanmak üçün də çalışma gereği doğdu və para üzerinde değiş-tokuş gerçekleşti. Buna də "Sərf" və bu işi yapana "Sarraf" adı verildi.
Bu açıklamalardan bu sonuca varıyoruz: Ticari alış-verişin və mübadelenin aslı ihtiyaç fazlası bir eşyanın ihtiyaç duyulan diğer bir eşya ilə değiştirilmesine dayanıyordu. Değiş-tokuş böyle bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ya da burada aslolan, değer olarak mübadele edilen şeyden arta kalan qar/qazanc amacı güdülmüştür. Bu şey, yani verilen şeyle alınan şeyin farklılığı, toplumsal hayatın dayanağını oluşturur. Bir şeyin növ olarak benzeri olan bir şeyle değiştirilmesi şeklindeki alış-veriş türüne gelince, şayet bir artı değer istemiyorsa, bir şeyi ayniyle geri almak üzere borc vermek gibi, aklı başında olan insanlar, bir ihtiyaçtan dolayı böyle bir muameleye ihtiyaç duyabilirler. Böyle bir muamele toplumun yükünü hafifletir, ihtiyaç sahibinin ihtiyacının giderilmesine gətirib çıxarar və ayrıca yıkıcı sonuçlara də sebep olmaz. Əgər böyle bir muamelede verilen şeyin misli ilə birlikte fazladan bir ödemede də bulunulsa, bu artı değere faiz denir. Şimdi faizin nasıl bir sonuç doğurduğuna bakalım?
Faiz -ki bir şeyin kendi misliyle bir miktar fazla alınmak suretiyle değiştirilmesine denir. Bir süre üçün on vermek ya da değeri, on edən bir eşyayı belli bir süre üçün verip, süre dolunca da on iki almak gibi- ancak müşterinin ya da borçlunun çətin durumda olması halında gündeme geldiğini düşünürsek, onun ihtiyacının kazancından fazla olduğu anlaşılır. Diyelim ki, bu adam günde ortalama on (lira) kazanıyor, buna karşılık günlük ihtiyacının miktarı yirmi (lira)dır. Bu yüzden ihtiyaç duyduğu on lirayı yarın on iki lira vermek üzere borc alıyor. Bu durumda, yirmi liraya ihtiyaç duyduğu halda ertesi günü ancak sekiz lirası vardır. bu noktadan itibaren geçiminin və hayatının dengesi yıkılışa və çöküşe yüz/üz tutar. Çox geçmeden, bütün kazancı tükenip amma bütün borçları yerinde durur. Kendisinden yirmi lira istenir, oysa elinde hiçbir şey yoktur. Bulunduğu nokta (O-20)dir. Bunun anlamı həlakdır, hayattaki bütün emeklerin boşa gitmesidir.
Faiz alan/sahə kimseninse, yanında həm kendi on lirası, həm də borçlunun on lirası birikir. Bu yirmi liranın tamamı demektir. Hər iki mal bir tarafta toplanır, diğer taraf malsız kalır. Bunun tək sebebi, maddi bir karşılığı olmaksızın alınan fazlalıktır.
Dolayısıyla faiz, çətin durumdaki yoksullar sınıfının helak olmasına və malın zenginler sınıfında toplanmasına gətirib çıxarar. Bunun kaçınılmaz sonucu faizci sermayedarların emredici pozisyonda olmaları, insanların mallarına, ırzlarına və canlarına hükmeder duruma gelmeleridir. Arzuladıkları və tutkuyla canlarının çektiği şeyleri elde etme uğruna yoksulların kanını emerler. Çünkü insanda yükselme və bu amaçla başkalarını kullanma içgüdüsü vardır. Beri tarafta kullanılan və horlanan yoksullar də, içinde bulundukları acılarla dolu bir hayatta canlarını savunmak durumunda kalırlar. Bunun üçün hər türlü savunma və qisas alma yöntemlerini kullanırlar. İşte sosyal sistemin hercümerç oluşu, insan hayatının bozuluşu budur. Bu isə insanlığın həlakı və medeniyetin çöküşü demektir.
Bunun yanında bir də faizcilerin mallarının də zarara uğradığını ya da yox olduğunu düşünmeliyiz. Çünkü ağır faiz borcu altında inleyen hər borçlu borcunu ödeyemez ya da ödemek istemez.
Bu, zenginlerle fakirler arasındaki faiz esaslı muamelenin durumu. Bir də bankaların temsil ettiği ticari faiz vardır; faizle borc vermek və faiz ticareti yapmak gibi. Bu muamelede ən/en azından malın tedrici olarak bütünüyle faize yatırılma sonucunu doğurur. Kənar yandan ticari sermayenin büyümesini və real değerinden daha güçlü görünmesini sağlar? Böylece sermayedarlar birbirlerini yemeye, birbirlerini tüketmeye başlarlar. Hər bir sermayedar kendisinden daha güçlü olanın yox olması üçün çabalar. Yoksulların durumu gittikçe ağırlaşır, servet belli bir azınlığın elinde birikmeye başlar və az önce sıraladığımız sakıncalar bir dəfə daha gündeme gelir.
Ekonomi alanında araştırma yapan biri şundan kuşku duymaz ki: Komünizmin yayılmasının, sosyalist hareketlerin ilgi görmesinin tək sebebi, servetin belli kişiler nezdinde aşırı bir şekilde birikmesi və hayat düzeylerinin belirgin bir şekilde farklılaşarak yükselmesidir. Çoğunluğu oluşturan diğer insanlarınsa, yoksun olmaktan başka seçenekleri yoktur.
İktidarı də ellerinde bulunduran zenginler sınıfı, bu zayıfları aldatmaktan də geri durmuyor. "Uygarlık", "adalet", "özgürlük", "eşitlik" və "insan hakları" gibi parlak sözlerle akıllarını çalıyorlar. İçlerinde geçmeyen, inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylüyorlar. Bunlarla, gerçekte əsl anlamlarının karşıtı olan bambaşka anlamlar kastediyorlar? Bunu yaparken, arzuladıkları lüks hayata ulaşma, alt sınıfları ezme, onlara üstünlük sağlama, onlara istedikleri gibi egemen olma amacına yardımcı olduğunu sanıyorlar. Ancak kazdıkları kuyuya kendileri düşüyor, kurdukları tuzak kendi başlarına geçiyor. Onlar hileli düzenler kurdular, Allah də bir düzen kurdu. Allah'ın kurduğu düzen, hileli düzenleri boşa çıkarma bakımından daha hayırlıdır. Kötülük edenlerin aqibəti çox kötü oldu. İnsan denen bu canlı türünün geleceğinin hangi yöne doğru gittiğini yüce Allah herkesten daha yaxşı bilir.
Bu faiz denen uğursuz illet, malın kolaylıkla hazinelerde birikmesi, milyonlarca servetin Banka mahzenlerinde hapsedilmesi onca servetin ticaretten alı konulması, bazılarının yan gelip lüks və tembellik koltuklarına oturması, diğer büyük çoğunluğunsa fıtratının kendisine tanıdığı və aynı zamanda bəşəri hayatın çalışmaya dayanmasının bir gereği olan haklardan yoksun kalması gibi büyük felaketlere gətirib çıxarar. Bu günkü realite tam da şunu gösteriyor: Bazıları lüks içinde rahat bir hayat yaşadıkları üçün çalışmıyor, bazıları də lüks içinde yaşayanların serveti tekellerine almış olmalarından dolayı çalışamıyorlar. Böylece hayat ən/en temel dayanağından yoksun kalıyor.