276) Allah, faizi yox edər də, sadakaları artırır.
Ayetin orijinalinde geçen "mahk" kelimesi, bir şeyin peyderpey eksilişi və tedrici olarak yok oluş sürecine girmesi anlamına gelir. "Yurbi" fiilinin məsdəri olan "irba" isə geliştirme, çoğaltma demektir. "Əsəm" günah taşıyan günahkar demektir. Daha önce "ad" kelimesinin anlamına işaret etmiştik.
Ayəs(n)i kerimede sadakaların artışı və faizin peyderpey tükenişi karşılıklı olarak gündeme getiriliyor. Daha önce sadakaların artışının və gelişmesinin sırf ahirete özgü bir durum olmadığını, bilakis özelde ahirette və genelde də ahirette olduğu gibi dünyayla də ilgili bir durum olduğunu belirtmiştik. Netice olarak aynı durum zorunlu olarak faizin tükenişi üçün də geçerlidir.
Malın çoğalması sadakanın ayrılmaz bir özelliğidir. Bu onun ən/en belirgin və kaçınılmaz işlevidir. Bu da beraberinde rahmetin yaygınlaşmasını, sevginin və güzel anlaşmanın davranışlara egemen olmasını, kalplerin birbiriyle kaynaşmasını, güven koruyuculuğun hər tarafı kuşatmasını getirir. Kalpler başkasının malını kapma duygusundan, bozgunculuktan və hırsızlıktan uzaklaşır. Sadaka, birliği, yardımlaşmayı və dayanışmayı gerektirir. Bu sayede, mala musallat olan bozgunculuk və yok oluş yollarının bir çoğu kapanır. Bütün bunlar malın artışına, qat qat gelişmesine yardımcı olurlar.
Aynı şekilde faizin də karakteristik özelliği malı peyderpey tüketmesi, tedrici olarak yox etmesidir. Katılığın və hüsranın yayılmasını sağlar. Geride kin,düşmanlık və kötü zənn duygularını bırakır. Güven duygusunu yox edər. İnsanları imkan buldukça, sözlü, fiili, dolaysız ya da dolaylı yollardan intikam almaya itələyər. Tefrikaya, ihtilafa sebep olar. Bu şekilde bozgunculuğun bir çox yolu və mal tükenişinin bir çox kapısı açılmış olar. Malın, faizin yol açtığı afetlerden, yaygınlaşmasına neden olduğu musibetlerden kurtulduğu çox nadir görülmüş şeydir.
Bütün bunların nedeni gerek sadakanın və gerekse faizin yoksul və muhtaçlar sınıfı hayatıyla ilintili olmasıdır. Bunların derin duyguları, zorunlu ihtiyaçları nedeniyle uyarılmış halda olurlar. Bastırılmış və tatmin edilmemiş nefislerinin hayat hakkını savunmaya hazırdırlar. Hər fırsatta karşı çıkmayı başkaldırmayı düşünürler. Şayet bu gergin atmosferde onlara iyilik yapılsa, karşılıksız yardımda bulunulsa, duyguları iyilikle karşılık verme, yaxşı niyet besleme yönünde eğilim gösterir, bunu olumlu sonuçlar izler. Bunun üzerine onlara kötülük edilse, kaba və haşin davranılsa, mallarına, ırzlarına və canlarına yönelik tavırlar içinde olunsa, buna intikamla və ellerine geçen hər fırsatı zarar verme amacıyla kullanırlar. Yoksulların bu ölümcül və yıkıcı intikamlarından faizcilerin canlarını kurtardıkları çox görülmüş değildir. Hər yerde faizcilerin mallarının yok olduğuna, evlerinin harap və emeklerinin hüsrana uğradığına ilişkin haberler duymak ya da bizzat gözlemlemek mümkündür.
Öncelikle şunu bilmemiz lazım: Sosyal olguların və olayların dayandığı sebep və illetlerin varlık və etkinlikleri genellik ifade edər. Biz sergilediğimiz fiiller aracılığı ilə, onların genellikle gerçekleşen hedef və sonuçlarını kastederiz. Bunlardan birini kastettiğimiz zaman, sürekli değil, amma genellikle ondan, yani müsebbebinden ayrılmayan sebebini də yanı başında hazırlarız. Nadiren ortaya çıkabilen ihtimalleri də yox sayıyoruz. Varoluş açısından malılının kendisinden ayrı olması muhal olan noksansız illetlere gelince, bunlar tekvine və varoluşa özgüdürler və objeler dünyasındaki hakikatleri araştırmaya dayalı ilimlerin kapsamına girerler.
Mutluluk ya da mutsuzluğu doğuran fiil və davranışların yapıcı və yıkıcı yönlerinden söz eden hükümleri içeren ayetler üzerinde düşündüğümüz zaman, Quranın amellerin sonuçlarını yine amellere dayandırma və amelleri illetleri üzerinde bina etme ameliyesinde bu yöntemi izlediğini; genellikle ortaya çıkan sonucu hər zaman ortaya çıkan sonuç gibi sunduğunu görürüz. Akıllıların yönteminde də bu tutum esastır.
İkincisi: Toplum fərd gibidir. Toplumsal işler tıpkı ferdi işleri andırırlar. Varlık itibariyle hər birine uygun olarak baş gösteren durumları birbirine benzer. Ferdin bir hayatı, ömrü, zamanı belirlenmiş ölümü, fiiller və bunları izleyen sonuçları olduğu gibi toplumun də hayatı, ölümü, ömrü, fiilleri və sonuçları vardır. Quran bunu açıq bir dille ifade ediyor: "Biz kendisi üçün bilinen bir kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. Heç bir ümmet, kendi ecelini nə geçebilir, nə də (onlar) geri kalır." (Hicr, 4-5)
Buna göre, bir iş ferdilikten çıkıp toplumsallık niteliğini kazanırsa kalıcılığının veya yok oluşunun niteliği də değişir, söz gelimi iffetlilik ya da iffetsizlik nitelikleri ferdi boyutlarda kaldıkları sürece, bunların kendi çapında bir etkinlikleri olar hayat üzerinde. Çünkü hayasızlık yapan bir kimse insanların nefretini kazanır; onunla evlenmekten, oturup, kalkmaktan kaçınırlar. İnsanların güvenini kaybeder. Bu, toplumun karşı olduğu durumda hayasızlığın ferdi boyutlarda kalmasının sonucudur.
Hayasızlık və fuhuş, toplumsal boyutlar kazanıp herkes tarafından bilinir hala gelince, yukarıdaki sakıncalar ortadan kalkar. Çünkü bunlar genel inkarın və işlenen fiile yönelik toplumsal tepkinin sonuçları olarak ortaya çıkmışlardı. Hayasızlık yaygınlaşıp genellik kazanınca bu cür sakıncalar də ortadan kalkmış olar. Ancak neslin kesilmesi və cinsel hastalıklar gibi doğal bozgunculuklar və fıtratın qəbul etmədiyi diğer sosyal bozgunculuklar -neslin birbirine karışması, soyun bozulması, etnik köken ayrılıklarının ortadan kalkması və bunlara bağlı olan diğer sosyal yararların yox olması gibi- bunun kaçınılmaz sonuçlarıdır. Aynı şekilde, bozgunculuğun ferdi olması durumunda sonuçları çabuk ya da yavaş ortaya çıkma bakımından bunun toplumsal nitelikli bir bozgunculuk olmasından farklı olar.
Bunu öğrendiğine göre, şunu bilmiş olmalısın: Yüce Allah'ın sadakaları arttırmasına karşılık faizi yox etmesi, kaçınılmaz olarak fiilin ferdi ya da toplumsal nitelikte olması durumuna göre değişiklik arz edecektir. Kişisel çerçevede gerçekleşen faiz muamelesi ilə toplumsal boyutlar kazanan faiz muameleleri gibi. Ferdi olunca, bu işi yapan kişi genellikle helak olar. Faizcilerin bu aqibətdən kurtuldukları çox az görülmüştür. Çünkü ancak bu muamelelerin gerçekleştiği ortama özgü bazı sebepler və etkenler faizcinin hayatından yok oluş və zelillik unsurlarını bertaraf edebilirler.
Fiilin toplumsallığına gelince; buna günümüzdeki milletler və devletler arasında cari olan faiz muamelelerini örnek gösterebiliriz. Bunun için kanunlar konulmuş, bankalar kurulmuştur. Toplum bu fiili onayladığı, yaygınlaşmasına icazə verdiği və ekonomik muamelelerinde bir uygulama olarak kabul ettiği, ayrıca insanlar bunun olumsuzlukları üzerinde kafa yorma gereğini duymadıkları üçün ferdi niteliklerini belli ölçülerde kaybetmiştir. Ancak faizle muamele etmenin kaçınılmaz sonuçlarında bir değişim olmamıştır. Bir yandan genel servetin katlanarak büyüyüp bir kesim yanında toplanması, bir diğer yandan genel bir yoksulluk və yoksunluğun egemen olması, kənar yandan zenginlerle fakirler arasındaki uçurumun gittikçe büyümesi gibi. Bunlar çağdaş faiz sisteminin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Yakında bu sistemin uğursuz etkileri kendini gösterecektir.
Sonuçların bu tərz belirginleyişini, ortaya çıkışını ferdi açıdan yavaş və ağır bir gelişme olarak algılarsak, bazen uzun vadeli oluşundan dolayı yox gibi değerlendirsek bile, toplumsal açıdan hızlı bir gelişmedir bu. Çünkü toplumsal ömür, ferdi ömürden farklıdır. Toplum açısından bir gün gibi değerlendirilen bir zaman dilimi, ferdi açıdan uzun bir zaman dilimine bərabər olabilir. Yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "İşte o günleri Biz insanlar arasında devrettirip dururuz." (Al/götürü İmran, 140) Bu ayette geçen gün kelimesi ilə, bazı insanların diğer bazı insanlara, bir taifenin diğer bir taifeye, bir hükümetin diğer bir hükümete və bir toplumun diğer bir topluma üstünlük sağladığı çağ kastedilmiştir. Bu göz ardı edilemez bir gerçektir ki, insanın mutluluğuna ferdi açıdan nasıl diqqət gösteriliyorsa, toplumsal açıdan də diqqət gösterilmelidir.
Quranı Kerim fertle ilgili ifadelere yer/yeyər verse də aslında fərd hakkında konuşmaz, onu əsas alan/sahə değerlendirmelerde bulunmaz, bilakis Quran, növ və fərd olarak insanın mutluluğunu gerçekleştirmek üzere Allah tarafından indirilmiştir, dünyanın geçmişiyle, geleceğiyle mutluluğunu garanti edər.
Bu halda: "Allah faizi yox edər də, sadakaları artırır." ifadesi, faiz və sadakanın durumu və fərd və növ olarak insan üzerindeki etkisi ilə ilgilidir. Yox olma faizin kaçınılmaz bir gereğidir; ondan ayrılmaz. Aynı şekilde artış də sadakanın kaçınılmaz gereğidir və ondan ayrılmaz. Bu halda faiz "riba (=artış və fazlalık)" olarak adlandırılsa bile, aslında tükeniştir. Sadaka də, artış olarak isimlendirilmezse bile, aslında gerçek bir artış (riba)dır. Ayəs(n)i kerime buna işaret ediyor: "Allah, faizi yox edər də, sadakaları artırır." Görüldüğü gibi, burada faizin (riba) niteliği (riba=artış) sadaka çeşitlerine uyarlanıyor. Faiz isə, bilinen adının (riba=artış, fazlalık) ifade ettiği anlamın aksine bir nitelikle yani tükenişle anılıyor.
Bu ana kadar ki açıklamalardan, bazılarının bu tərz iddialarının zayıflığı ortaya çıkıyor: Diyorlar ki: Faizin yox edilişi, çalışmanın geçersiz kılınışı, faizden elde edilen malın ortadan kaldırılması suretiyle işin hüsranla sonuçlanışı anlamına gelmez. Çünkü somut gözlem və fiili durum bunu yalanlıyor. Ayəs(n)i kerimede geçen "yox etme"den maksat, çalışmanın, emeğin, faiz muamelesiyle güdülen amaçlar bağlamında geçersiz kılınışıdır. Çünkü faizle muamele edən kişi, bu tərz mal biriktirme yöntemiyle rahatlığın lezzetini, hayatın güzelliğini və kolay bir geçimi arzuluyor. Ancak mal biriktirme telaşı, dirheme dirhem ekleme endişesi, kendisine, malına və qarına göz koyanlara karşı koyma içgüdüsü bütün bunlara engel olar. İnsanların düşmanca bakışları və yoksulların kini faizci üzerinde yoğunlaşır. Bu değerlendirmenin zayıflığı ortadadır.
Aynı durum diğer bazılarının bu tərz değerlendirmeleri üçün də geçerlidir: Onlara göre də, kastedilen ahiretteki yok oluştur. Faizcinin kıyamet günü amellerinin sevabından yoksun kalışıdır. Ya da faizle uğraşmasından dolayı fərz ibadetlerinin sevabından mahrum olmasıdır.
Bu değerlendirmenin zayıf yönü şudur: Onların işaret ettiği tarzda bir yoksun oluşun də yaşanacağı kuşkusuzdur. Ancak, yox oluşu sırf buna özgü kılmanın kanıtı yoktur.
Aynı şekilde, mutezile ekolünün: "kim geri dönerse" diye başlayan ifadeye dayanarak büyük günah işleyenlerin ebediyen ateşte kalacaklarına ilişkin çıkarsamalarının də zayıflığı ortaya çıkıyor. Daha önce bu çıkarsamaya və cevabımıza yer/yeyər vermiştik.
Şüphesiz Allah, hiçbir içine günah yerleşip də fazlasıyla en-qar/qazanc edeni sevmez.
Bu ifade, faizin yox edilişine yönelik genel nitelikli bir gerekçelendirme konumundadır. Vurgulanan anlam şudur: Faiz yiyenin küfrü çoktur. Ən/en başta yüce Allah'ın kendisine bahşettiği bir çox nimete karşılık nankörlük edər, küfran-ı nimette bulunur; çünkü insan hayatına egemen olan fitri yolların üzerini örter. Fitri yollardan kastımız, fitri muamele və alış-veriş yöntemleridir.
Ayrıca faiz yiyen kişi, ibadetlerle və meşru alış-veriş muameleleriyle ilgili bir çox hükmü də inkar edən bir pozisyondadır. Faizle muamele edən kişi, faizden elde ettiği malı yiyeceğinde, içeceğinde, giyeceğinde və barınağında kullanmakla ibadetlerinin bir çoğunu iptal etmiş olar. Çünkü şartlarını yitirir. Elindeki faiz malını kullanmakla bir çox muamelesini də geçersiz kılar. Başkalarına aid malları çeşitli şekillerde gasp eder. İnsanların mallarına yönelik olarak tamahkar davranır, ihtirasına göre hareket edər, kendisi üçün haqq gördüğünü elde etme üçün ən sərt və ən/en kaba yöntemlere başvurur. Böylece əxlaq və faziletin bir çox temel ilkesini və ayrıntı nitelikli kurallarını çiğner. O, bir günah taşıyıcısıdır.Günah onun içine yerleşmiştir. Bu yüzden Allah, onu sevmez. Çünkü Allah, içine günah yerleşip də fazlasıyla inkar da bulunan birini sevmez.
277) İnanıp güzel amellerde bulunanlar...
Sadaka verenlerin və Allah'ın yasakladığı faiz muamelesine son verenlerin uğrayacakları sevabı açıklamaya yönelik bir genel gerekçelendirmedir bu ifade və konuyla də tam bir uyğunlaşma oluşturmaktadır.
278) Ey inananlar, Allah'tan sakının və əgər inanmışsanız, faizden (henüz alınmayıp) artakalan kısmı bırakın.
Burada hitap möminlərə yöneliktir. Bu bağlamda Allah'tan korkup sakınmaları emrediliyor. Bir bakıma bu emirle, biraz sonra gelecek bu emre zemin hazırlanıyor: "Faizden artakalan kısmı bırakın." Bu ifade gösteriyor ki, ayəs(n)i kerimenin indiği sıralarda müminlerin içindeki bazı kişiler faiz alıyorlardı. Bunların bir takım insanların üzerinde faiz borçları vardı. İşte burada bu cür borçlardan vazgeçmeleri isteniyor və arkasından bu tehdit cümlesine yer veriliyor: "Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a və Resulüne savaş açtığınızı bilin."
Bu değerlendirmemiz, bir sonraki rivayetler bölümünde ayetin eniş sebebine ilişkin olarak yer/yeyər vereceğimiz rivayeti də pekiştiriyor.
"Əgər inanmışsanız" ifadesi ilə cümlenin kayıtlandırılması, faizden artakalanı terk etmenin imanın gereklerinden olduğunu vurgulamaya yöneliktir. Ayrıca daha önce geçen: "Kim geri dönerse..." və "Allah, günahkar kafirlerin heç birini sevmez." cümlelerinin anlamını də destekleyici bir ifadedir.
279) Şayet böyle yapmazsanız, Allah və Resulüne savaş açtığınızı bilin.
"İZəni" kelimesinin kökü olan "icazə" kelimesi, kalıp və anlam olarak "elm" kelimesiyle aynıdır. Bazıları, "izan" kökünden əmr olmak üzere "fe-azinu" şeklinde okumuşlardır. (Yani Allah və Resulüne karşı savaş elan edin) "Bi-harbin" kelimesinin başındaki "ba" harfi, kelimenin "yakin" və benzeri kesinlik ifade edən bir anlamı içermesine dönüktür. Bu durumda cümlenin anlamı şöyle olar: "Savaşı kesin bilin veya kendinize Allah'tan və Resulünden taraf elan edilmiş savaşı kesin olarak bildirin." "Hərb" kelimesinin nekre (=belirsiz) bırakılması savaşın büyüklüğünü (Allah və Resulü ilə yapılan savaş, çox büyüktür.) ya da çeşitliliği (Faiz almak bir nevi Allah və Resulü ilə savaştır.) vurgulamaya dönüktür. Yine "savaş"ın Allah'a və Resulüne nisbət edilişi, onun konuluş və yasama açısından yüce Allah'ın və tebliğ açısından elçisinin (s. a. a) pay sahibi olduğu hükümle irtibatlı oluşundan kaynaklanıyor. Şayet sadece Allah'la bağlantılı olsaydı, bu durumda yaratma və varoluşsal bir olgu olurdu. Elçisine (s. a. a) gelince, bir işte, bir emirde Allah'tan ayrı bağımsız bir yetkiye sahip olması söz mövzusu değildir. "İşte sana bir yetki yoktur." (Al/götürü İmran, 128) Yani hiçbir konuda müstakil değilsin. (Buraya kadar denilenler faizcinin Allah və Resulü ilə savaşmasıyla ilgilidir. Ancak Allah və Resulünün faizciye karşı savaşı isə şöyledir:
Herhangi bir hükmü kabul etmeyenlere karşı Allah və Resulünün savaş açması, Müslümanlar içinde söz mövzusu hükmü reddedenlere, o hükmün savaş yoluyla dayatılması demektir. Bu ayəs(n)i kerime buna işaret ediyor: "Tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın." (Hucurat, 9) Ancak yüce Allah, koyduğu hükmü savunmada bir diğer yöntemi də devreye sokuyor. Hükmünü reddedenlere karşı fıtrat yoluyla savaşıyor. Genelin sahip olduğu fıtratı onların aleyhine ayaklandırıyor. Nefes al/götürüb vermelerini bu fıtrat engeller; yurtlarını viraneye çevirir. Yeryüzünden izlerini siler. Yüce Allah bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor: "Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun varlık və güc sahibi önde gelenlerine emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz (əzab kararı)hak olar da, onu kökünden darmadağın ederiz." (İsra, 16)
Əgər tövbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir; böylece nə zulmetmiş olursunuz, nə də zulme uğratılmış.
"Əgər tövbe ederseniz" diye başlayan cümle, daha önce hitabın faizle muamele edən bazılarının kendileriyle alış-veriş edenlerin üzerinde faiz borçları olan bazı müminlere yönelik olduğu şeklindeki açıklamamızı destekliyor. "Artık sermayeleriniz sizindir." yani, faizden arınmış əsl malınız size aittir. Nə faiz almak suretiyle zulmetmiş olursunuz, nə də sermayelerinize tecavüz edilmek və alınması suretiyle zulme uğramış olursunuz.
Ayəs(n)i kerimede öncelikle mülkiyetin asli olduğu vurgulanıyor. İkincisi; daha önce də söylediğimiz gibi faiz almanın bir zulüm olduğu belirtiliyor. Üçüncüsü; alış-veriş və muamele çeşitleri onaylanıyor. Çünkü "sermayeleriniz" buyuruluyor. Mal çeşitli muamelelerde və kazanç yollarında kullanıldığı zaman "sermaye" adını al/götürər.