Ayələrin Tərcüməs(n)i


) Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak bitiren, h



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə50/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   60

261) Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak bitiren, hər bir başakta yüz/üz tane bulunan bir tək tanenin örneği gibidir.

"Allah yolu"ndan maksat, dini bir məqsəd güdülerek və bunun üçün çaba sarfedilerek Allah'ın rızası ilə sonuçlanan hər iştir. Çünkü ifade, ayə içinde mutlak olarak sunulmuştur. Gerçi bundan önceki ayetlerde "Allah yolunda savaş"tan söz ediliyor. "Allah'ın yolunda" ifadesi bir çox ayette "cihad" ilə birlikte anılır. Ancak bu durumun ifadenin "cihad"a özgü kılınmasını gerektirmediği açıktır.

Tefsir bilginleri "bir tək tanenin örneği gibi." ifadesinin "bir tək tane qrup da, bundan yedi başak elde edən kimsenin örneği gibi" şeklinde yorumlanması gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü yedi başak bitiren bir tək tane, Allah yolunda infak edilen mala benzer, malı infak edene değil. Bu husus açıq bir şekilde ortadadır.

Bu değerlendirme özü itibariyle isabetli görünüyor isə də, biraz düşünüldüğü zaman farklı bir sonuçla karşılaşılacaktır. Çünkü Quranı Kerim'de verilen örneklerin büyük çoğunluğunun durumu bundan ibarettir. Quranda yaygın olarak başvurulan bir ifade tarzıdır bu.

"İnkar edenlerin örneği tıpkı bağırıp çağırmaktan başka bir şey işitmeyene haykıran kimsenin örneği gibidir." (Bakara, 171) Halbuki bu kafirlerin değil, kafirleri çağıranın örneğidir.

"Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz su gibidir." [Oysa ki dünya hayatı, yağmur vasıtasıyla yeşeren bitkilere benzetilmiştir.] ( Yunus, 24)

"Onun nurunun misali, bir kandil gibidir." (Nur; 35) [Oysa ONun nuru kandil nuruna benzetilmiştir.]

Ayrıca tefsirini sunduğumuz ayeti izleyen ayette də şöyle buyuruluyor: "Onun durumu bir kayanın durumuna benzer." [Oysa kayanın üzerinde bulunan toprağın durumuna benzetilmek istenmiştir] (Bakara, 264)

"Yalnızca Allah'ın rızasını istemek və kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek üçün mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan bir bahçenin örneğine benzer." (Bakara, 264) [Oysa bahçe, verilen malın örneğidir, malı verenlerin değil.] Daha bir çox ayeti buna örnek gösterebiliriz.

Ayetlerde dikkatlerimize sunulan bu örnekler ortak bir nokta üzerinde birleşiyorlar. Şöyle ki: Sadece örneğe əsas oluşturan nesnenin üzerinde duruluyor. Yani örnek verilen madde ön plana çıkarılıyor və bir örneklendirme ifadesinde olması gereken diğer temel öğeler göz ardı ediliyor. Bununla güdülen məqsəd, ifadenin kısa və öz olmasını sağlamaktır.

Konuyu biraz daha açacak olursak: Gerçekte örnek çeşitli yönlerden bir başka olaya benzerlik arz eden yaşanmış bir olaydan ya da bir varsayımdan ibarettir. Örnek vermedeki məqsəd, muhatabın zihnini örneği tasavvur etmekten al/götürüb örnek verilen olgunun eksiksiz tasavvuruna yöneltmektir. "Nə dişi, nə də erkek devem var." [Heç bir şeyim yox denmek istenildiğinde bu örnek söylenir.] və "Yaz mevsiminde sütü kaybettin." [Muhataba işi zamanında yapmadığı və bu konuda çox gec kaldığı anlatılmak istenince bu örnek verilir.] ifadelerinde olduğu gibi. Bunlar gerçekte yaşanmış olayları anlatmaktadır. Bu örneklendirme ilə güdülen məqsəd, dinleyicinin bu olayları hatırlaması və əsl konuya uyarlaması, dolayısıyla konunun ana fikrini daha açıq bir şekilde anlamasıdır. Bu nedenle "Örnekler değişmez." denilmiştir. Varsayımdan ibaret olan örnekler isə tıpkı bunun gibi: Allah yolunda mallarını infak edenlerin örneği, bir tək tane qrup, bunun karşılığında hər birinde yüz/üz tane bulunan yedi başak məhsul elde edən adamın örneğine benzer." Bu örnek, varsayıma dayalı, hayali bir kıssadır.

Örneklendirilen durumun ölçüldüğü bir kriter işlevini də gören örneğin içerdiği anlam, bazen örnekten ibaret olan kıssanın tamamı olabilir. Bu ayəs(n)i kerimede olduğu gibi: "Kötü söz, kötü bir ağac gibidir." (İbrahim, 26) Bu ayə də buna bir örnektir: "Kendilerine Tevrat yükletilip də sonra onu taşımayanların (buyruklarını tutmayanların) durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma, 5) Bazı durumlarda də kıssanın bir kısmı olabilir. Şayet örneklendirme ilə güdülen məqsəd gerçekleşiyorsa. İşte biz buna "temsil maddesi (=örneğin ana maddesi)" diyoruz. Kıssanın diğer kısmının açıklanmasında məqsəd isə, kıssayı tamamlamaktır. Son örnekte olduğu gibi (infak və tək bir tane örneği); çünkü burada, örneğin ana maddesi "yedi yüz/üz tane bitiren tək tane"dir. Biz də tək taneyi əkən adamı, kıssanın öğeleri tamamlansın diye ona ekledik.

Quranı Kerim'de yer alan örneklerden, örneklendirmenin ana mad-desini oluşturanlar, örneğin tamamı iseler, bunlar oldukları gibi sunulurlar. Bunlar arasında, örneklendirmenin ana maddesi kıssanın bir kısmı niteliğinde olanlarda isə, fakat kıssanın ana maddesi sunulur, dolayısıyla, kıssanın tamamı yerine geçerli olurlar. Çünkü verilen örnekle güdülen məqsəd dinleyicinin zihnini harekete geçirmektedir. Ki bir şeyi kaybederken, bir başka şeyi onun yerine buluyor, ki bu da amacın gerçekleşmesi üçün yeterli oluyor. Dolayısıyla güdülen məqsəd, bir açıdan kıssanın kendisidir, bir diğer açıdan başka bir şeydir. Burada Quranın son derece latif bir şekilde kullandığı edebi sanatlardan ürək sanatı ilə özlü anlatımın güzel bir örneğiyle karşı karşıya bulunuyoruz. [Bu köklü anlatım sanatına örnektir. Çünkü, örneklendirilmenin sadece ana maddesi olan "bir tək tane" sunulmuştur. Ürək sanatına bir örnektir. Çünkü "tək bir tane"yle infakı örneklendirme yerine infak edən kimse örneklendirilmiştir.]

"Yedi başak bitiren, hər bir başakta yüz/üz tane bulunan..." Başak anlamına gelen "sünbül"ün nə olduğunu hepimiz biliyoruz. "Fun'ul" veznindedir. Bir görüşe göre, kelimenin əsl anlamı "örtme"dir. Başak də taneleri kılıfları içinde örttüğü üçün bu şekilde adlandırılmıştır.

Ayetle ilgili olarak ileri sürülen ipə sapa gelmez itirazlardan biri şudur: Güya burada verilen örnek, yani bir başağın yüz/üz taneyi kapsaması örneği realite dünyasında gerçekleşmiyormuş. Oysa daha önce də vurguladığımız gibi, örneğin içeriğinin objeler dünyasında gerçekleşmiş olması şərt değildir. Çünkü hayal ürünü sayısız örnekler vardır. Kaldı ki, bir başakta yüz/üz tanenin bulunması veya bir tanenin yedi yüz/üz tane başak bitirmesi heç bulunmayan bir olgu də değildir.

Allah, dilediğine qat qat artırır. Allah ('ın ihsanı və lütfu) geniştir, bilendir.

Yani dilediğine yedi yüzden daha fazlasını verir. Çünkü ONun ihsanı geniştir. Kimse ONun bağışını, cömertliğini, engelleyemez, lütfu-nu sınırlandıramaz. Bir ayette şöyle buyuruluyor: "Allah'a karşılığını çox arttırma ilə qat qat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir?" (Bakara, 245) Burada "çox arttırma" mutlak olarak kullanılmıştır. Belli bir sayıyla sınırlandırılmamıştır.

Bir görüşe göre; ifadenin anlamı şudur: "Yüce Allah dilediği kimse üçün bu arttırmayı qat qat fazlalaştırır. Dolayısıyla, yedi yüz/üz qat arttırma, ayetin işaret ettiği qat qat arttırmanın son noktasıdır." Bu durumda cümle illetlendirme konumunda olar. Dolayısıyla, ifadenin bu ayəs(n)i kerimedeki gibi "inne (=şüphesiz)" kelimesi ilə başlaması gerekirdi: "Allah, kendisinde sükun bulmanız üçün geceyi, aydınlık olarak də gündüzü sizin üçün var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fəzl sahibidir." (Mömin, 61) [Şüphesiz manasına gelen "inne" kelimesi, cümlenin illet və nedenini açıklamaya yönelik olduğunu gösterir] Buna örnek olarak başka ayetler də gösterilebilir.

Yüce Allah'ın verdiği örnek, ahiret hayatı ilə sınırlandırılmamıştır. Bilakis, örnek (Allah infakınızı qat qat artırır) mutlaktır; ahiret gibi dünyayı də kapsamaktadır. Ağıl da bunu gerektirmektedir. Çünkü herhangi bir şeyi hayır amacıyla infak edən bir kimse, ilk anda malının elinden çıktığını və karşılığında də herhangi bir şey almadığını zannetse bile, biraz düşününce görecektir ki, insanlık topluluğu bir şahıs konumundadır. Bu şahsın isimleri, şekilleri və farklı organları vardır; ancak tümü hayatın amacı noktasında birdir. Sonuç və etki bakımından birbirleriyle bağlantılıdır. Bunlardan biri, sağlık və dengelilik nimetini yitirecek olursa, fonksiyonunu yerine getiremez hala gelirse, bu durum diğer bütün organların də fonksiyonlarını görmede bir gevşekliğe maruz kalmalarına gətirib çıxarar. Onların də hedeflerini yitirmelerine neden olar.

Söz gelimi göz və əl, görünüşte isimleri və işlevleri farklı birer organdır. Ancak yaratılış yasası, insanı görme duyusuyla donatmıştır ki, objeleri işıq, rəng, yakınlık və uzaklık açısından ayırt etsin. Bu işlemden sonra əl, insanın kendisi üçün cəzb etməsi gereken nesneyi al/götürər, kendisinden uzaklaştırması gereken nesneyi də itələyər. Diyelim ki, əl etkinlik gösteremez hala geldi. Bu durumda insanın, əlin kaybıyla birlikte kaybettiği bütün faydaları diğer organları aracılığıyla sağlaması gerekir. Bu da hər şeyden önce normalde insanın tahammül edemeyeceği bir yük, bir zahmete tahammül edilir kılar. [İkinci olarak də] işlevini göremez hala gelmiş organın fonksiyonundan üstlendikleri oranda diğer organların asli fonksiyonlarında bir eksilme olar.

Amma əgər, işlevini göremez hala gelen əlin durumu, daha işin başındayken, diğer organların yedek güc və destekleriyle ıslah edilseydi bu bütün organların durumunun normalleşmesine yol açacaktı. Yararlı bir məqsəd üçün harcadıkları yedek enerji qat qat artarak kendilerine geri dönecekti. Başkalarının durumunu ıslah ederken, kazanç yüzler və binlerle ifade edilecekti. Ayrıca fakirliğin insan içinde oluşmasına yol açtığı kötü və yıkıcı duygular bertaraf edilmiş olacak, kalpte sevgi meydana getirilecekti. Kalbine sevgi yerleşen insanın dilinde tatlı ifadeler, hareketlerinde bir coşku olar. Toplum bütün bunları, doğal olarak infak edən kimse ilə irtibatlandırır. Özellikle yapılan harcamalar eğitim, terbiye və benzeri insan türünün ihtiyaçlarını giderme amacını güden alanlara yöneltildiğinde toplumun tepkisi son derece olumlu olar. İnfak olayı, özü itibariyle bundan ibarettir.

Hayır amaçlı harcama Allah yolunda və ONun hoşnutluğu doğrultusunda olduğu zaman bunu malın bereketlenip artmasının izlemesi tartışılmaz bir gerçektir. Ancak infak, Allah rızası üçün olmadığı durumlarda, sadece infak eden kişiye dönebilecek bir yarar üçün olar. Zengin bir kimsenin zararını defetmek üçün bir yoksula yardım etmesi ya da imkanları geniş bir servet sahibinin toplumsal durumu dengelemek üçün fakirlerin ihtiyaçlarını gidermesi, böylece infak edən servet sahibinin hayatının tehlikelerden arınması gibi. Bu da, zenginin bir anlamda fakiri kendi çıkarına kullanması, onu istismar etmesidir. Bu durumun, bu tərz bir infakın fakirin üzerinde kötü bir etki bırakması və bu etkilerin birikerek bir gün bir patlamaya dönüşmesi mümkündür. Fakat sırf Allah rızası gözetilerek gerçekleştirilen, yalnızca ONun rızasını elde etme amacıyla yapılan harcama bu cür kusurlardan uzaktır. Sadece güzel etkiler bırakır. Arkasından hayırdan başka bir şey gelmez.

262) Mallarını Allah yolunda infak edib də sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan və eziyet etmeyenlerin Rəbləri qarında mükafatları vardır...

Ayetin orijinalinde geçen "itba" kelimesi izlemek, ulaşmak, peşinden gitmek və izletmek, peşinden göndermek anlamına gelir. Bir ayette yüce Allah şöyle buyuruyor: "Böylece güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular." (Şuara, 60) Yani onların peşinden gittiler. "Bu dünya hayatında onların arkasına lənət düşürdük." (Kasas, 42) Yani lənəti arkalarına taktık.

Ayetin orijinalinde geçen "menn" isə, iyiliği yakışıksız duruma dü-şürecek bir şeyin hatırlatılması yani minnet etmek, başa kakmak demektir; kişinin yaptığı iyiliği yakışıksız bir şekilde iyilik yaptığı kişiye hatırlatması "Mən sana bu bu iyiliği yaptım." demesi gibi. Bu kelimenin əsl anlamı "kesmek"tir. Bir ayette şöyle buyuruluyor: "Onlar üçün kesintisiz bir əcr vardır." (Fussilet, 8) Görüldüğü gibi, kelime "kesmek" anlamında kullanılmıştır. "Əza" isə "çabuk veya küçük zarar demektir. "Havf" zarar beklentisinden dolayı duyulan endişedir. "Hüzn" kelimesi də, olan ya da olabilecek nahoş bir olaydan dolayı insan nefsini etkileyen ağır üzüntü anlamına gelir.

263) Maruf (güzel) bir söz və affetmek, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir…

Ayetin orijinalinde geçen "maruf" kavramı, burada insanların geleneksel olarak tepki göstermedikleri söz anlamında kullanılmıştır. Kullanıldığı yere və geleneklere göre değişir. "Mağfiret" isə, aslında "örtmek" demektir. "Gına" ihtiyacın və fakirliğin zıddıdır. "Helm" də hoşlanılmayan kötü söz veya fiil karşısında sessiz kalmak anlamına gelir.

Güzel sözün və bağışlamanın, peşinden eziyet gelen bir sadakaya tercih edilişi şeklindeki bu karşılaştırma gösteriyor ki, "maruf" kelimesi ilə dua ya da istekte bulunan kişi geri çevrilirken kullanılan başka bir güzel söz kastedilmiştir. Kuşkusuz istekte bulunan kişinin, herhangi bir şey istediği kişiyi incitici kötü bir söz kullanmaması də gereklidir. Şayet herhangi bir şeyi isteyen kişi bu arada kötü bir şey də söylerse, bu kusurunu örtmek və hoşgörüyle yaklaşmak söz mövzusu olar. Və bu davranış, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Çünkü infak edenin infak ettiği kişiye eziyet etmesi, yaptığı iyiliği başına kakması, onun infakı və harcadığı malı gözünde büyüttüğünü gösterir. O kadar ki, istekte bulunan kişinin bu tavrından rahatsız olmuştur. Bunlar bir müminin içinde sökülüp atılması gereken olumsuz duygulardır. Çünkü mömin Allah'ın əxlaqı ilə ahlaklanan kişi demektir. Yüce Allah isə, zengindir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; bahşettiği nimetleri asla büyütmez, başa kakmaz. Halimdir; kötülüğü cezalandırma hususunda acele etmez. Hər cahilce tutum karşısında öfkeye kapılmaz. Ayetin sonundaki değerlendirme cümlesinin vermek istediği mesaj budur: "Allah, zengin və hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, halım və yumşaq davranandır."

264) Ey inananlar, Allah'a və ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş üçün malını infak edən adam gibi başa qaxmaq və əziyyət etməklə sadakalarınızı geçersiz kılmayın.

Ayəs(n)i kerime, peşinden başa kakma və eziyet etmenin gelmesi, yapılan infakın geçersiz və boş olacağını göstermektedir. Bazıları, bu ayeti, işlenen hər günahın ən/en azından büyük günahların kendilerinden önceki ibadetlerin sevaplarını geçersiz kıldığının və yox ettiğinin kanıtı olarak ileri sürmüşlerdir. Oysa ayette, sadakayla ilgili başa kakma və eziyet dışında herhangi bir konuya işaret edilmiyor. Amellerin geçersiz kılınışı ilə ilgili doyurucu bilgiler vermiştik.

"...Allah'a və ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş üçün malını infak edən adam gibi..." Burada hitap möminlərə yöneliktir. Yüce Allah'ın belirttiği gibi, gösteriş yapan riyakarlar mömin değildirler. Çünkü riyakarlar yaptıkları işlerde Allah'ın hoşnutluğunu gözetmezler. Bu yüzden yüce Allah, yasağı riya ilə ilintilendirmiyor [yani, "ey inananlar riyakar olmayın" şeklinde buyurmuyor], başa kakma və eziyetle ilintilendiriyor. Yalnızca verdiği sadakanın ardından başa kakan və eziyet edici söz və davranışlarda bulunan kişinin sadakasının geçersiz olması bakımından riyakarlara benzeyeceği vurgulanıyor. Çünkü riyakarın ameli daha baştan itibaren geçersizdir. Sadaka verdikten sonra bunu başa kakan kişinin ameli isə başlangıçta sahih və geçerlidir. Geçersizlik illeti sonradan arıq oluyor.

"Yunfiku malehu (=malını infak edən...)" və "la yu'minu (=inanmayan)" ifadelerindeki fiillerin akışının birliği və "lem yumun (=inanmadı)" şeklinde bir ifadenin kullanılmamış olması gösteriyor ki, infak ederken riyakarlık edən kimsenin Allah'a və ahiret gününe inancının olmamasından kastedilen, infak davetine inancının olmadığıdır. Çünkü bu çağrıyı yüce Allah yapıyor və buna karşılık büyük bir mükafat vadediyor. Şayet bu daveti itibariyle davette bulunana və hər amelin karşılığını alacağı ahiret gününe inansaydı, davranışında Allah'ın rızasını məqsəd edinecekti. Ahiretin büyük ödülünü isteyecek, onu tercih edecekti. İnsanlara gösteriş yapmayı düşünmeyecekti. Bu halda riyakarın imanının olmayışından maksat, onun baştan itibaren asla Allah'a iman etmemiş olması değildir.

Ayəs(n)i kerimeden anladığımız kadarıyla, bir davranışta riyanın olması, kişinin o konuyla ilgili olarak Allah'a və ahiret gününe inanmadığını gösterir.

Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumuna benzer... Allah, kafirler topluluğunu hidayet etmez.

Ayetin içinde yer alan "durumu" ifadesindeki zamir, malını insanlara gösteriş yapmak üçün harcayan kimseye dönüktür. Örnek də onun üçün verilmiştir. Ayette geçen "safvan" və "safa" düz, pürüzsüz və sərt kaya demektir. "Vabil" isə şiddetli sağanak yağmur anlamına gelir. "Heç bir şeye güc yetiremezler." ifadesindeki zamir "gösteriş üçün malını infak edən adam"a dönüktür. Çünkü, bu ifade (infak edən adam), çoğul anlamındadır.

Cümle benzerliğin şeklini açıklamayı amaçlıyor. Benzerlik noktası həm benzeyen unsuru, həm də benzetilen unsuru kapsıyor.

"Allah, kafirler topluluğunu hidayet etmez." ifadesi, varılan yargının genel olarak açıklanışından ibarettir. Buna göre, riyakar kimse, bu tutumunda kafirin somut bir karşılığı konumundadır. Allah kafirler topluluğunu hidayete erdirmez. Söz mövzusu ifade bu nedenle, illetlendirme hükmündedir.

Örneğin ifade ettiği anlamı özetleyecek olursak: Gösteriş olsun diye malını infak edən riyakarın və bundan dolayı elde etmesi beklenen ödülün durumu, üzerinde bir miktar toprak bulunan pürüzsüz və sərt bir kayanın sağanak bir yağmur karşısındaki durumuna benzer. Yağmur, özellikle sağanak halında yağanı, toprağın canlanmasının, yeşermesinin və bitki örtüsüyle süslenmesinin gözle görülür bir sebebidir. Ancak toprak, düz və sərt bir kayanın üzerinde bulunduğu zaman sağnaq yağmur karşısında tutunamaz. Tam tersine, sağanak halında yağan, onu silip süpürür, geride suyu emmeyen və içinde yeşerecek bir tohum barındırmayan sərt kaya kalır. Dolayısıyla sağanak halindeki yağmur və toprak, hayatın ortaya çıkışının və serpilişinin ən/en belirgin sebepleri olmakla beraber, yerin sərt olması, bu ikisinin etkisini geçersiz kılıyor. Bunda də hər ikisinin də herhangi bir kusuru yoktur. Bütün kabahat sərt zeminindir.

İşte, yaptığı işte Allah'ın hoşnutluğunu gözetmeyen riyakar insanın durumu, yaptığı iş, infak gibi, Allah yolunda yapılan, dolayısıyla, sevap almanın ən/en belirgin sebeplerinden olan bir əməl dahi olsa, karşılığında herhangi bir sevap alamaz. Çünkü riyakar insan algılama yeteneğini kaybetmiştir. Onun kalbi rahmeti və onuru karşılayacak kapasitede değildir.

Bu ayetten anlıyoruz ki: Bir amelin Allah katında kabul görmesi üçün halis bir niyete və Allah rızasının amaçlanmasına ihtiyaç vardır. Həm Sünni kaynaklarda həm də Şiə kaynaklarda Resulullah efendimizin (s. a. a) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Ameller niyetlere göre değerlendirilir."

Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin