Ayetin orijinalinde geçen "hədd" kelimesinin kökeninde "men etmə" anlamı yatar. Bu kelimenin bütün kullanımları və bütün türevleri bu köke dönüktür. Hadd'us-seyf (=kılıcın keskinliği), hadd'ul-fucur (=günahlardan dolayı uygulanan hədd cezası), hadd'ud-dar (=evin sınırı), hadid (=demir veya keskin)" gibi. Sınırlara yanaşmaya ilişkin yasak içeren ifade, bu sınırları çiğnemekten, onları aşmaktan kinaye olarak kullanılmıştır. Yani; sakın oruçluyken yeme, içme və kadınlara yanaşma günahlarını işlemeyin, veya Allah'ın belirlediği bu hükümleri və yasakları çiğnemeyin. Allah bunları size açıklamış və orucun hükümleri olarak vurgulamıştır. Bunları göz ardı ederek və takva olgusunu tərk ederek Allah'ın koyduğu sınırları çiğnemeyin.
AYETİN hədislər işığında AÇIKLAMASI
Tefsir'ul-Kummi'de İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Ramazan'da geceleyin uyuduktan sonra birinin yemesi, içmesi və kadınlara yanaşması haram idi. Yani, yatsı namazını kılan, ardından uyuyan bir kimse, şayet iftarını açmamışsa, artık ertesi günün akşamına kadar iftar açması haram olurdu. Cinsel birleşme isə, ramazan ayı boyunca həm gündüz, həm gece haram idi. Resulullah efendimizin (s. a. a) ashabı arasında Havvat b. Cübeyr el-Ensari adında biri vardı. Bu adam, Resulullah'ın Uhud Savaşı'nda, elli okçunun başında bir geçidin ağzına yerleştirdiği, daha sonra, arkadaşlarının kendisini terk etmesinden dolayı, on iki kişiyle yalnız kalarak geçidin ağzında şehit edilen Abdullah b. Cübeyr'in kardeşiydi. İşte bu Havvat b. Cübeyr yaşı oldukça ilerlemiş zayıf bir kimseydi. Hendek savaşı sırasında Resulullah'ın yanında bulunuyor və o sırada oruc da tutuyordu. Bir gün akşamleyin evine gitti və yanınızda yiyecek bir şey varmı? dedi. 'Sana yiyecek bir şeyler hazırlayıncaya kadar uyuma.' dediler. Ailesi yemeği keç getirince, iftarını açmadan uyuya kaldı. Uyandığında ailesine şöyle dedi. Bu gece yemek, içmek artık bana haramdır. Sabah olunca, hendek kazma faaliyetlerine katıldı. Bir süre sonra də açlığın etkisiyle bayıldı. Resulullah (s. a. a) onun bu durumuna acıdı. Bazı gençler də Ramazan geceleri, yasağa rağmen eşleriyle cinsel ilişkiye giriyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah, 'Oruc gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halal kılındı...' ayetini indirdi. Dolayısıyla, ramazan ayında gece vakti cinsel ilişki və şafak sökene kadar yeme, içme, -uyku uyunmuş olunsa dahi- serbest bırakıldı. Bunu, 'Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar...' ifadesinden anlıyoruz. Beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilmesi ilə, gündüzün aydınlığının gecenin karanlığından ayırt edilmesi kastedilmiştir."[48]
Mən deyərəm ki: "Yani, yatsı namazını kılan..." diye başlayan və "həm gece haram idi" ifadesiyle son bulan söz, ravinin sözüdür. Bu anlamda başka rivayetler də vardır. Kuleyni, Ayyaşi və başkaları rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerin tümünde, "Yiyin, üçün" diye başlayan ifadenin eniş sebebi olarak, Havvat b. Cübeyr el-Ensari'nin yaşadığı hadisə gösterilir. "Size halal kılındı." cümlesinin eniş sebebininse, gənc Müslümanların tutumu olduğu vurgulanır.
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, bir çox tefsir bilgini kanalıyla Bura b. Azıbın şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Peygamber'in ashabından biri, oruçluyken iftar vakti, iftarını açmadan uyusaydı, ertesi günün akşamına kadar bir şey yiyemezdi. O günlerde Kays b. Sarme el-Ensari də oruçlu olduğu halda tarlasında çalışmış, akşam vakti də iftarını açmak üzere karısının yanına gelmişti. Kadına, "Yanında yiyecek bir şey varmı?" diye sormuş, kadın də, "Hayır; amma gidip senin üçün yiyecek bir şeyler bulayım." demişti. Fakat Kays uykuya yenik düştü. Karısı geldiğinde kocasının uyuduğunu gördü. "Yazık sana uyudun mu?" dedi. Adam böylece bir şey yemeden uyuyakaldı. Gündüzün ortasına doğru, açlıktan bayıldı. Sonra Əriyin başından geçenler Peygamber efendimize anlatıldı. Bunun üzerine, "Oruc gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halal kılındı." diye başlayan ayetin "Fecir vakti... yiyin üçün." diye başlayan kısmına kadarki bölümü indi. Bu ayetin inişiyle müminler büyük bir sevinç yaşadılar.
Mən deyərəm ki: Aynı kıssa başka kanallardan də aktarılmıştır. Bazı kiçik tefek farklılıkların yanında kimisinde olayın kahramanı Kube b. Sarme, kimisinde də Sarme b. Malik el-Ensari gösterilir.
Yine et-Dürr'ül-Mensur təfsirində iştirak edən bir rivayette, İbn Cərir və İbn Münzir'in tahricine göre İbn Abbas şöyle demiştir: "Önceleri Müslümanların ramazan ayında yatsı namazını kıldıktan sonra gelecek geceye kadar, eşleriyle cinsel ilişkiye girmeleri, yemeleri, içmeleri haramdı. Daha sonra bazı insanlar, Ramazan ayında yatsı namazını kıldıktan sonra eşleriyle ilişkiye girdiler, yiyip içtiler. Bunların arasında Ömər b. Hattab də vardı. Sonra bu olayı Resulullah'a açıb şikayette bulundular. Bunun üzerine yüce Allah, 'Oruc gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halal kılındı.' diye başlayan ayetin, 'Artık onlara yaklaşın...' -yani onlarla cinsel ilişkiye girin- diye başlayan ifadesine kadarki kısmını indirdi."
Mən deyərəm ki: Ehlisünnet kaynaklarında, bu anlamı destekleyen mahiyette bir çox rivayet vardır. Çoğunda də bu gelişmelerin kahramanları arasında Ömərin adı da geçer. Bu rivayetlerin tümünün ortak noktası, cinsel ilişkinin və tıpkı yeme içme gibi yatsı namazından önce halal yatsı namazından sonra haram olduğudur. Oysa, bizim təqdim etdiyimiz ilk rivayet, cinsel ilişkinin bütün ramazan ayı boyunca, həm gece, həm gündüz yasak olduğunu vurgulamaktadır. Yeme içme isə, gecenin başlangıcında və uyumadan önce halal, uyuduktan sonra də haram idi. Ayetin akışı də bunu destekler niteliktedir. Çünkü əgər, cinsel ilişki də tıpkı yeme və içme gibi uykudan önce serbest, uykudan sonra də yasak olsaydı, lafzın gaye ilə kayıtlandırılması (yani cevazın sonunun belirlenmesi) gerekirdi: "Sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, üçün." ifadesinde olduğu gibi. Oysa yüce Allah, "Oruc gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halal kılındı." buyurmuş, buna karşı, gayeye delalet edən bir kayda yer/yeyər vermemiştir.
Bazı rivayetlerde deniliyor ki: "Ayəs(n)i kerimede işaret edilen 'xəyanət etme' sırf cinsel birleşmeye özgü bir durum değildi. Aksine yemə və içme konusunda də bazılarının ihaneti söz konusuydu." Amma bu değerlendirme, ayetin akışı içinde "Yiyin üçün" sözünden önce, "Allah, gerçekten sizin nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi." ifadesinin yer/yeyər alması ilə verilmek istenen mesajla uyuşmamaktadır.
Yine et-Dürr'ül-Mensur təfsirində deniliyor ki: Resulullah efendimiz (s. a. a) şöyle buyurmuştur: "İki tane fecir vardır. Birisi qurd kuyruğuna benzer. Bu fecir heç bir şeyi halal, heç bir şeyi də haram kılmaz. Amma bir tanesi vardır ki, üfüq çizgisi boyunca uzanır. İşte bu fecir sabah namazı vaktinin girdiğini və yeme, içmenin haram olduğunu ifade edər."
Mən deyərəm ki: Həm Ehlisünnet və həm də Şiə kanalıyla aktarılan və aynı anlamı işleyen rivayetler müstafizdir, yani çox fazladır. Aynı durum itikaf və bu durumda geçerli olan cinsel ilişki yasağı ilə ilgili rivayetler üçün də geçerlidir.
Ayənin Tərcüməs(n)i
188- Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin və bile bile insanların mallarından bir bölümünü yemeniz üçün onları hakimlere aktarmayın.
Ayənin AÇIKLAMAsı
188-Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin.
Ayette kullanılan "yemek"ten maksat, alma, el koyma veya genel olarak tasarrufta bulunmadır. Bu, məcazi bir kullanımdır. Sözünü ettiğimiz bu məcazi kullanımın dayanağı də, "yeme"nin, insanın yapma gereğini duyduğu doğal fiillerin ən/en yakını və ən/en öncelikli olanı olmasıdır. Çünkü insan, varlık alemine adımını təyin edər atmaz ilk algıladığı şey, beslenmeye duyduğu ihtiyaçtır. Sonra giyinme, barınma və cinsel əlaqə gibi diğer doğal ihtiyaçları algılar. Bu halda "yeme" insanın kendiliğinden bilincine vardığı ilk tasarruftur. Bu yüzden, özellikle mal ilə ilintili olarak "tasarruf" və "alma" eylemlerinin "yeme" fiili ilə ifade edilmesi sadece Arapça'ya özgü bir durum değildir. Aksine bu tərz kullanım bütün dünya dilleri üçün geçerlidir.
"Mal"; mülk edinilmesine meyl gösterilen hər şeye denir. Və öyle sanıyorum ki "əl-meyl" mastarından türetilmiş bir ad olarak değerlendirilebilir. Çünkü ürək mala meyleder. Ayetlerin orijinalinde geçen "beyn (=ara)" isə, iki veya daha fazla şeyin arasındaki mesafeye denir. "Batıl" hakkın karşıtıdır. Haqq isə bir şekilde kalıcı olan şey demektir.
"Mallarınızı... yemeyin." ifadesindeki hükmün "aranızda" ifadesiyle kayıtlandırılması gösteriyor ki, bütün mallar, bütün insanlar içindir. Yüce Allah, bu malları insanlar arasında haqq ilkesine dayalı olarak bölüştürmüştür. Koyduğu ədalətli yasalarla malın hakka göre aralarında dengelenmesini sağlamıştır. Bu sayede bozgunculuğun tohumlarının gelişme göstermesini önlemiştir. Ancak bu çerçevenin dışındaki hər tasarruf batıldır. Bu bakımdan tefsirini sunduğumuz bu ayəs(n)i kerime "Yeryüzünde nə varsa hepsini sizin üçün yarattı." ayetini açıklar niteliktedir.
Yüce Allah'ın bu ayəs(n)i kerimede malları insanlara izafe etmesi və "mallarınızı" diye buyurması, insan topluluklarının dayandıkları temeli vurgulayıcı və geçerli edər bir özelliğe sahiptir. Bu temel genel olarak mülkü geçerli bilip bu yasaya saygı gösterilmesidir. Dinsel metinler və tarihsel verilerin bize bildirdiklerine göre mülkün bu niteliği, insan türünün yerküresine yerleştiği günden bu yana geçerliliğini korumuştur. Bu temel niteliğe Quranı Kerim'de "mülk", "mal", mülkü ifade edən "lam" edatı, "bazılarını başkalarının mallarında tasarrufta halife və yetkili kılma." gibi kavramlarla yüzden fazla yerde dikkat çekilmiştir. Burada hepsini teker teker zikretmenin bir anlamı yoktur. Ayrıca, alış-veriş və ticarete ilişkin yasamalar içeren ayetlerden hareketle böyle bir sonuca varabiliriz: "Allah, alış verişi halal kılmıştır." (Bakara, 275) "Mal-larınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan doğan bir ticaretten başka, haksız yollarla yemeyin." (Nisa, 29) "Az qar/qazanc getireceğinden korktuğunuz ticaret." ... (Tevbe, 24) Mütevatir sünnet də bu anlamı pekiştirmektedir.
Və bile bile insanların mallarından bir bölümünü yemeniz üçün onları hakimlere aktarmayın.
Ayetin orijinalinde kullanılan ["tudlu" kelimesinin mastarı olan] "el-idla" deyimi su çekmek amacı ilə kovayı kuyuya salmak demektir. Bu deyimle, kinaye sanatı uyarınca, rüşvet verenin isteği doğrultusunda hükmetmeleri üçün hakimlere mal peşkeş çekme eylemi anlatılmıştır. Kuşkusuz, ilginç olduğu kadar latif bir kinayedir bu. Orijinal kullanımda, rüşvet aracılığı ilə hakimlerden istenen hükmün verilişi, bir kimsenin kovasını salarak yukarı çekmek istediği kuyudaki suya benzetilmiştir. Yine ifadenin orijinalinde geçen "el-ferik" bir şeyden ayrılmış, kopuk kısmı demektir. Bu cümle də "yemeyin" ifadesiyle başlayan cümleye matuftur. Dolayısıyla, fiilin cezimli halı, nehiyden kaynaklanmaktadır. Ayrıca ifadenin başındaki "vav" "mea" birliktelik anlamında kullanılmış olabilir. Bu durumda, fiil, takdir edilen "ən/en" edatı ilə mansup kabul edilir. Buna göre ifadeyi açacak olursak: "yemenizle beraber..." şeklinde bir anlam elde etmiş oluruz. Bu takdirde ayə, bütün olarak aynı amacı açıklamaya dönük tək ifade olarak belirginleşir. Yani, rüşvet verenle alanın, aralarında anlaşarak insanların mallarını aralarında bölüştürmeleri, hakimin də rüşvet olarak kendisine aktarılanı alması, ayrıca rüşvet verenin, bu malın diğer bir kısmını günah yoluyla alması, həm rüşvet verenin, həm də rüşvet alan/sahə hakimin bunun haksız bir kazanım olduğunu bile bile bir cinayəti işlemelerinin yasaklanışıdır, ayetin vurgulamak istediği husus.
AYETİN hədislər IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
el-Kafidə, İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) bu ayəs(n)i kerime ilə ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilir: "İnsanlar aileleri və malları üzerine kumar oynarlardı. Yüce Allah bu alışkanlığı yasakladı."[49]
Yine el-Kafidə Əbu Basir'in şöyle dediği rivayet edilir: İmam Cəfər Sadiğə (ə.s) "Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin... onları hakimlere aktarmayın." ayetini sordum, dedi ki: "Ey Əbu Basir, yüce Allah, bu ümmet içinde zulümle hükmedecek hakimlerin olacağını biliyordu. Burada adaletle hükmeden hakimleri kastetmiyor, zulümle hükmeden hakimleri kastediyor. Ey Əbu Muhammed, əgər senin bir adam üzerinde hakkın varsa və sən onu adaletle hükmeden hakimlerin huzurunda mahkemeleşmeye çağırsan, buna karşın o, kendisinin lehine hükmedeceklerini bildiği zalim hakimlere başvurmayı önerirse, bil ki, o, tağutun hükmüne başvurmak isteyen biridir. Bu ayəs(n)i kerimede bu cür olaylara işaret ediliyor: Sana indirilene və senden önce indirilene gerçekten inandıklarını sananları görmedin mi? Bunlar, tağut tarafından muhakeme olmayı istemektedirler."[50]
Mecma'ul-Beyan təfsirində şöyle deniyor: Bir rivayete göre İmam Məhəmməd Mis (ə.s) şöyle demiştir: "Batıl və haksızlıktan maksat başkasının malına əl koymak üçün, yalan yere içilen anttır."
Bu anlam, ayetin anlamını somutlaştırıcı mevzii örneklerdir. Amma ayə geneldir, mutlaktır.
İLMİ VƏ SOSYOLOJİK AÇIDAN Xüsusi Malikiyet
Yeryüzünde gördüğümüz bütün varlıklar, bitki, hayvan və insanda dahil olmak üzere objeler dünyasında varlığını korumak və sürdürmek amacı ilə, kendi varlığı dışında bu amacına yönelik faydalanabileceği hər türlü tasarrufta bulunur və onlardan yararlanma mücadelesi verir. Buna göre varlıklar bütününde, aktif olmayan bir varlıktan söz edilemez. Yine varlıklar bütününde, failince sergilenen bir fiilin, failin yararına dönük olmaması mümkün değildir. Bitkiler, varlıklarını sürdürmek, gelişip serpilmek və türlerinin devamını sağlamak maksadı ilə kendi türlerine özgü bir aktivite içindedirler. İnsan və hayvan türleri də, sonuçta bir şekilde kendilerine yarar olarak dönecek bir eylem sergilemektedirler. Bu yararlanmanın hayali ya da akılsal olması, sonucu değiştirmez. Bu genel yapıdan kimse şüphe etmemektedir.
Sözünü ettiğimiz bu yaratma aktivitelerin failleri doğal içgüdüyle, hayvanlar və insanlar də bir növ içgüdüsel bilinç aracılığı ilə varlıklarını sürdürmek noktasında yararlanma və doğal ihtiyaçlarını giderme amacı ilə, maddi evrende aktivite göstermelerinin, ancak o şeyi kendilerine özelleştirme yani "tək bir fiil iki fail tarafından gerçekleştirilemez." gerçeği çevresinde söz mövzusu olabileceğini algılarlar. (Meselenin sonucu, özü və ölçüsü budur) Bu yüzden insan ya da eylemlerinin özünü algıladığımız herhangi bir türe mensup bir fail, kendi işine müdahale edilmesini, aktivite göstermek istediği alanda başka aktivitelerin gündeme gelmesini önler. İşte ihtisasın özelliğinin temeli budur. Ki hiçbir insan bu realiteye ilişkin şüphe etmez.
"Li haza", bu benimdir. "Leke haza", bu senindir. "Li ən/en ef'ale keza", mən şunu yapmalıyım. "Leke ən/en tef'ale keza", sən şunu yapmalısın gibi ifadelerdeki "lam" harfinin altında yatan anlam də budur.
Hayvanların, içinde yaşadıkları yuva, en və kulübe üçün ya da avladıkları yahut buldukları yiyecekler üçün veya eşleri üçün birbirleriyle didişmeleri, çocukların yiyecekleri hususunda kavgaya tutuşmaları bunun tanığıdır.
Hatta süd əmən çocuklar bile emdikleri memeyi bir başkasıyla paylaşmak istemezler, bunun üçün kavga ederler. Bunun ötesinde insanın öz yaratılışının gereği və içgüdüsünün öngörüsü olarak toplumsal bir varlık olarak yaşamını sürdürmesi, insanın ancak fitri olarak algıladığı bütünsel bilinci sağlamlaştırır. Topluma karışıp yaşamını bu çerçevede sürdürmesi ancak bütünsel olarak algıladığı bu karakteristik özelliğin, ilk konuluşu əsas alınarak, yürürlükteki sosyolojik yasalar biçiminde düzenlenmesini və ayrıca önemsemesini gerektirir. Bu aşamada herkeste bütünsel olarak yer/yeyər edən o sözünü ettiğimiz özellik farklı türler olarak çeşitlenir. Farklı biçimlerde kendini gösterir, örneğin maliyyə ihtisasa mülk, başka ihtisaslara də haqq vs. denir.
İnsanların miras, alış veriş, sultanın gasbetmesi gibi sebepler bazında, ya da mülke sahip olan insan (buluğ çağına ermiş, çocuk, aptal, birey veya topluluk gibi) bazında mülkiyetin gerçekleşme şekli üzerinde farklı yaklaşımları söz mövzusu olabilir. Söz gelimi kiminin mülkiyetinde arttırmaya gidilebilir, kimininki kısılabilir, kimininki olduğu gibi korunabilir, kiminin mülkiyetine də son verilebilir. Amma mülkiyetin herkes üçün bir kaçınılmazlık olduğu gerçeğini kimse inkar edemez. Bu yüzden mülkiyete karşı çıkanların, neticede onu bireyden al/götürüb topluma ya da egemen devlete devrettiklerini görüyoruz. Buna rağmen mülkiyeti tamamen bireyin elinden almaya güc yetiremiyorlar. Bunu hiçbir zaman gerçekleştiremezler də. Çünkü mülkiyet, fıtrat yasasının bir gereğidir. Fıtratın devre dışı bırakılması, insanın yok oluşu ilə eşanlamlıdır.
İleride bu kalıcı gerçekle, sebepler bazında ilintili olan, ticaret, qar/qazanc, miras, ganimet və toplama, yine kanun bazında ilintili olan buluğ çağına ermiş kimse və çocuk gibi olgular üzerinde inşaallah uygun bir yerde etraflıca duracağız.
Ayənin Tərcüməs(n)i
189- Sana hilalleri sorarlar. Də ki: "O, insanlar və həcc üçün belirlenmiş vakitlerdir. İyilik, evlere arkalarından gelmeniz değildir, amma iyilik sakınandır. Evlere kapılardan girin və Allah'tan sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz."
Ayənin şərhi
189-Sana hilalleri sorarlar. Də ki: "O, insanlar və həcc üçün belirlenmiş vakitlerdir."
Ayetin orijinalinde geçen "ehille (=hilaller)" sözü, "hilal" sözünün çoğuludur. Aya kameri ayların başlarında "hilal" adı verilir. Bu sırada ay, ayın birinci və ikinci gecesinde güneş ışınlarının altından çıkmaya başlamıştır. Bazılarına göre də dolunay halına kadar bu isimle anılır. Başka bir görüş də şöyledir: Aydınlığı gecenin karanlığını bastırıncaya kadar aya hilal adı verilir. Bu da ayın yedinci gecesine kadar sürer. Bundan sonra "kamer" adını al/götürər. On dördünde isə, "bedir" olarak nitelenir. Ərəblər nezdindeki genel adı isə "zibrikan"dır.
"Hilal" kelimesi, doğum sırasında çocuğun ağlayışını veya çığlık atışını ifade etmek üçün kullanılan "istehalle's-sebiy" deyiminden alınmıştır. Arapların, həcc yapan insanların "telbiye" getirirken seslerini yükseltmelerini ifade etmek üçün "ehalle'l-kavm" demeleri də, bu isimlendirmeye əsas oluşturur. Dolayısıyla ayın ilk göründüğü gece, onu görenlerin bunu elan etmek üçün bağrışmaları yüzünden aya hilal adı verilmiştir. Yine ifadenin orijinalinde geçen "mevakit" kelimesi, "mikat" sözünün çoğuludur. Bir fiil üçün belirlenen vakit demektir. Ayrıca bir fiil üçün belirlenen belli bir məkana da bu ad verilir.
"Sana, hilalleri sorarlar." ifadesinde, sorunun hangi bakımdan yöneltildiği açıklanmamıştır. Bazılarının iddia ettiği gibi ayın hakikati, Hilal, Kamer və Bedir şeklinde değişik görüntüler sergilemesinin sebebi mi sorulmuştur? Yoksa, yine bazılarının iddia ettiği gibi, ayın görünmez olduğu son on üç gecenin ardından, yeni ayın başında görünmeye başlayan hilalin mahiyeti mi sorulmuştur? Yoksa soru başka bir hususu öğrenmeye mi yöneliktir?
Ancak, "Sana hilalleri sorarlar." ifadesinde "ehille (=hilaller)" şek-linde çoğul bir kelimenin kullanılmış olması gösteriyor ki, soru ayın mahiyetine, değişik oluşumlarına ilişkin değildi. Əgər öyle olsaydı, şöyle bir ifadenin kullanılmış olması daha uygun olurdu: "Yes'eluneke ani'l-kamer." yəni sana ayı sorarlar. Hilaller, ifadesinin kullanılması uygun düşmezdi. Ayrıca şayet, soru "hilal"in mahiyetine və xüsusi biçiminin sebebine ilişkin olsaydı, şöyle bir ifade daha uygun olurdu: Yes'eluneke ani'l-hilal (=sana hilali sorarlar...). Çünkü böyle bir durumda, çoğul bir ifade kullanmaya gerek duyulmazdı. Bu halda, "hilaller" şeklinde çoğul bir ifadeyle sorunun yöneltilmiş olması gösteriyor ki, ayın hilal şeklinde görünmesinin sebebi veyahut yararları və kameri ayları sergilemesi kastedilmiştir. Bu yüzden "hilaller" şeklinde çoğul bir ifade kullanılmıştır. Çünkü kameri ayları gerçekleştiren, bu hilal şekilleridir. Dolayısıyla cevapta də, aynı bu şekilde görünmesinin yararlarına dikkat çekilmiştir.
Bu sonucu, sadece verilen cevaptan algılıyoruz. "Də ki: O, insanlar və həcc üçün belirlenmiş vakitlerdir." Çünkü fiiller və işler üçün belirlenen vakitlerle ancak "aylar" kastedilebilir, gökteki "hilal" değil. Hilal zaman adı değildir. Ayın aldığı bir şekildir.
Kısacası, sorunun yöneltiliş amacı, kameri ayların sebep və sonuçlarıyla bağlantılıdır. Bu yüzden, sonuçları, insan hayatına yönelik yansımaları ön plana çıkarılıyor verilen cevapta. İnsanların dünya və ahi-rete yönelik işleri üçün belirlenen vakitler və zaman dilimleri oldukları vurgulanıyor. Çünkü yaratılış yasası itibariyle insanın hepsinde hareket kabilinden olan fiillerini və amellerini belli zaman ölçülerine uydurması gerekir.
Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak də insanların işlerinin və aktivitelerinin mutabık olduğu uzayıp giden zamanın, küçük ya da büyük dilimlere bölünmesi gereği doğar. Gece, gündüz, gün, ay, mevsim və il gibi. Kuşku yox ki zamanın bu şekilde bölünmüş olması ilahi denetim və gözetimin və varlıklara ilişkin evrensel planlamanın, onları yaşayışlarına və reellerine uygun zemine yöneltmenin bir ürünüdür. Alim, cahil, ilkel, uygar herkesin istifade edebileceği, kavrayabileceği zamansal bölünme, ancak günlerin kameri aylara göre belli dilimlere ayrılmasıdır. Bu düzenlemeyi aklı və duyuları yerinde olan hər normal insan algılayabilir. Amma güneşin hareketlerine göre belirlenen aylar üçün aynı şeyi söyleyemeyiz. İnsanoğlu bu sistemin işleyişini və ayrıntılı hesaplanışını ancak yeryüzündeki hayatının başlanmasının üzerinden uzun devirler, yüzyıllar geçtikten sonra tespit edebilmiştir. Bununla beraber söz konusu sistemi tespit etmek, hər zaman hər insanın harcı değildir.
O halda ayın hareketlerine göre belirlenmiş aylar, insanoğlunun dünya və ahiret amaçlı aktiviteleri üçün konulmuş, öngörülmüş zaman dilimleridir. Xüsusi olarak də həcc ibadetinin icra edileceği vakitlerdir. Çünkü həcc ibadeti ancak bilinen aylarda yerine getirilebilir. İkinci bir qəşəng olarak özellikle haccın söz mövzusu edilmesi, bu ibadetin bazı aylara özgü olduğunun vurgulanacağı sonraki ayetlere bir ön hazırlık niteliğindedir.