Gerek insanlar arasında və gerekse diğer hayvan türleri arasında, hər nə zaman bir topluluk oluşursa ki bazı hayvan türlerinde topluluk halında yaşamanın örneklerini gözlemleyebiliriz, (örneğin karınca və bal arısı gibi) bu fitri ihtiyaç esasına dayalıdır. Söz konusu canlı türünün öz yaratılışında mevcut bulunan bu dürtü ilə, varoluşun korunması və sürekliliği amaçlanır.
Fıtrat və yaratılış, canlı türüne varlığını koruma və sürdürme bakımından hayatı üçün yararlanacağı alanlara yönelik tasarruf hakkını vermiştir. Söz gelimi insanoğlu; cansız varlıklar, bitkiler, hayvanlar və hatta belli ölçülerde insanlar üzerinde, mümkün olan yöntemlerle tasarrufta bulunur. Hayvanların hakları, bitki və cansız varlıkların kemale doğru ilerlemesi gibi diğer varlıkların haklarının çiğnenmesi söz mövzusu olsa də, insan bu tasarrufu kendisi üçün bir haqq olarak algılar. Yine hayvan türleri də, başka varlıklar üzerinde bir növ tasarrufta bulunur və içgüdüsel olarak bunu kendi hakkı olarak algılar.
Aynı zamanda fıtrat və yaratılış hər canlı türüne, fıtrat bağlamında yasal haklarını savunma hakkını də vermiştir. Çünkü tasarruf hakkı ancak savunma hakkının bulunması ilə pratize edilebilir. Dünya didişme və izdiham yurdudur. Bu yurtta geçerli olan yasa də, münakaşa, çekişme yasasıdır. Varlığını və sürekliliğini bilen və eylem olarak koruma durumunda olan hər canlı türü fitri olarak haklarını korumak üçün, kendisinde savunma hakkını də görür. Bunun, kendisi üçün mubah olduğunu düşünür. Tıpkı söz mövzusu tasarrufu kendisi üçün mübah görmesi gibi.
Bunun kanıtı, hayvan türlerinde gözlemlenebilen davranışlardır. Bir kavga və didişme anında hayvanlar derhal ən/en elverişli bedensel gereçleri devreye sokarlar, onlarla kendilerini savunurlar. Kimisi boynuzunu kullanırken; kimisi keskin dişlerini kullanmayı yeğler. Bazısı pençesine güvenir. Kimisinin silahı çiftesidir. Bazısının gagası veya vücudundaki dikenler caydırıcı bir silahtır. Bu cür güçlü doğal silahlarla donatılmamış bazı hayvanlarsa, çareyi kaçmakta ya da gizlenmekte veya kendini kamufle etmekte bulur. Bazı ov hayvanları, kurbağalar və haşereler gibi. Bazı canlı türleri də düşmanını aldatma, hile və tuzaklarla başından savma yeteneğiyle donatılmıştır. Bunları savunma amacı ilə kullanırlar. Maymunlar, ayılar və tilkiler bu hayvanlara örnek gösterilebilir.
Bütün hayvanlar içinde, sadece insanoğlu bilim və düşünce silahıyla donatılmıştır. Bu özelliği sayesinde insan, başka canlıları və nesneleri kendi savunması uğruna kullanabilir. Ayrıca yararlanma amaçlı tasarruflarda də bu özelliğine baş vurur. Hər canlı türü gibi, insanın də dayandığı bir fıtratı vardır. Yine hər canlı türünde olduğu gibi, onun fıtratının də bir takım öngörüleri və hükümleri söz konusudur. Fıtratın hükümlerinden biri, insana tasarruf hakkını vermesidir. Buna bağlı olarak fitri haklarını savunma hakkını tanımasıdır. İşte insanı toplumun önemsediği konularda savaşım vermeye yönelten, mücadele vermeye itələyən, fıtratı və öz yaratılışı uyarınca algıladığı bu (ikinci) haktır. İnsanın yaşamsal çıkarları doğrultusunda kullanabildiği hər şeyi kullanabilir olmasıyla ilgili fitri olarak algıladığı ilk hüküm və haqq değildir. Çünkü hər insanın kendi öz yaratılışı uyarınca algıladığı bu haqq və yetki, toplumsal boyutta, belli bir dengeye kavuşur. Şöyle ki insan, kendi türdeşlerini də kullanma ihtiyacını duyduğu zaman, onların də bu konuda kendisiyle aynı konumda olduklarını anlar. Bu noktada hemcinsleriyle anlaşma, uygarlık və sosyal adalet uyarınca uzlaşma gereğini duyar. Kendi çıkarı və savunması uğruna başkasını kullandığı kadar, kendisinin də başkasına hizmet etmesi gündeme gelir. Böylece ihtiyaçlar dengelenir. Toplum bu uzlaşı və dengelenişin mərkəz noktası işlevini görmüş olar.
Bundan dolayı biliyoruz ki: İnsanoğlu çevresine karşı verdiği savaşında yalın fıtratından algıladığı, başkasını kullanma, köleleştirme dürtüsüne dayanmamaktadır. Çünkü insanoğlu toplum içine adım/addım attığı andan itibaren, fıtratın bu genel hükmünü yürürlükten kaldırmış (neshetmiş) və başkalarının çıkarları üzerinde, ancak onların kendisinin çıkarları üzerindeki tasarrufları oranda tasarruf edebileceğini itiraf etmiştir. Tam tersine insanoğlu çevresine karşı verdiği savaşımda, çıkarları şeklinde somutlaşan haklarını koruma və savunma hakkına dayanmaktadır. Bu səbəbdən insan, önce kendisi üçün bir hakkı varsayıyor, sonra də bu hakkın bir şekilde kaybedilmek istendiğini gözlemliyor və ardından kendi varsaydığı hakkını savunmaya kalkışıyor.
Bu yüzden hər savaş, gerçekte bir savunmadır. Hatta ülkeler fetheden krallar və galip gelen devletler bile, başlangıçta kedileri üçün bir haqq varsayımına dayanırlar. Hükmetme hakkı və başkalarını yönetme yeteneği ya da geçim sıkıntısı veya toprakların azlığı gibi. Bu və benzeri gerekçelerle insanlara saldırmalarını, qan dökmelerini yeryüzünde bozgunculuk çıkarmalarını, çevreyi və nesli mahvetmelerini mazur göstermeye çalışırlar.
Böylece anlaşılıyor ki: İnsan haklarını savunma, fıtrattan (öz yaratılıştan) kaynaklanan bir haktır. İnsanın bu hakkını kullanması mubahtır. Bəli amma bu haqq bizzat kendisi hedef değildir, bu haqq başka bir şeye varılmak üçün istenilmektedir. Bu səbəbdən önemlilik noktasında varılmak istenen başka şeyle dengelenmelidir. Bu yüzden savunma ilə kaybedilecek yararlar karşısında, yaşamsal əhəmiyyət açısından, uğruna savaşılan və kurtarılması istenen hakkın önemi fazla olduğu takdirde ancak savunma ilkesine başvurulur. Fakat Quranı Kerim, insan haklarının ən/en önemlisinin tevhid ilkesi və buna dayalı dinsel yasalar (şeriat) olduğunu kesin olarak kanıtlamıştır. İnsan topluluklarının akıllıları də insanlık üçün ən/en önemli hakkın, insan topluluğuna egemen olan və bireylerin yaşamsal çıkarlarını güvence altına alan/sahə yasaların gölgesindeki yaşama hakkı olduğuna inanırlar.
AYETLERİN hədislər IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Mecma'ul-Beyan təfsirində, İbn Abbas'ın "Allah yolunda savaşın." ayeti ilə ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilir: "Bu ayə, Hudeybiye barış antlaşması hakkında inmiştir. Resulullah (s. a. a) ashabı ilə birlikte umre yapmak istedikleri il Medine'den hareket ettiği zaman, sayıları toplam olarak min dörd yüz kişiydi. Yollarına devam ederek Hudeybiye'ye gelip konakladılar. Müşrikler Mescid-i Haram'a girmelerine engel oldular. Onlar də kurbanlık hayvanları Hudeybiye'de boğazladılar. Sonra müşriklerle bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşma gereği Müslümanlar o il Kəbəni ziyaret etmeden geri döneceklerdi. Amma ertesi il gelip Kəbəni ziyaret edebileceklerdi. Mekke, onlar üçün üç gün boyunca boşaltılacak, Müslümanlar Kəbəni tavaf edecek və dileklerini yapabileceklerdi.
Resulullah və ashabı kaçırdıkları umreyi kaza etmek üzere hazırlıklara başladılar, donanmalarını tamamladılar. Kureyşlilerin sözlerini tutmamalarından, Mescid-i Haram'ı ziyaret etmelerine engel olmalarından, Bu səbəbdən aralarında savaş çıkmasından korkuyorlardı. Resulullah haram ayda, harem bölgesinde müşriklerle savaşmak istemiyordu. Bunun üzerine Yüce Allah yukarıdaki ayeti indirdi.
Aynı anlamı destekleyen rivayetler, et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, çeşitli kanallardan İbn Abbas'a və başkalarına dayandırılarak aktarılmıştır.
Mecma'ul-Beyan təfsirinin bir yerinde Rabi b. Ənəs və Abdurrah-man b. Zeyd b. Eslem'den şöyle rivayet edilir: Bu, ilk defa savaştan danışan ayettir. Bu ayə indikten sonra, Resulullah kendisine savaş açanlara savaş açtı, savaşmaktan vazgeçenlere karşı yürüttüğü savaşa son verdi. Nihayet bu ayə inerek adı geçen hükmü içeren ayeti neshetti: "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün."[52]
Mən deyərəm ki: Bu yorum, Rebi və Abdurrahman'ın içtihadıdır. Çünkü daha önce bu ayetin herhangi bir ayeti neshetmediğini, bilakis, xüsusi bir hükmü genelleştirme niteliğinde olduğunu kanıtlamıştık.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde, "Onları bulduğunuz yerde öldürün." ayeti ilə ilgili olarak şöyle bir açıklamaya yer/yeyər veriliyor: "Bu ayə, haram ayda, bir kafiri öldüren bir sahabe hakkında inmiştir. Kafirler, müminleri bundan dolayı ayıpladılar. Bunun üzerine yüce Allah dinde fitne çıkarmanın (yani, şirkin egemenliği üçün, insanları tevhid dininden vazgeçirmeye çalışmanın) caiz olmasa bile haram ayda müşrikleri öldürmekten daha ağır bir cinayət/günah olduğunu açıkladı."
Mən deyərəm ki: Daha önce, "tefsirini sunduğumuz ayetler grubunun ifade tarzlarındaki ahəng, akışlarındaki uyğunlaşma, onların bir kerede indiklerini gösterir." diyerek, bu gerçeği vurgulamıştık (Neticede, ayetin nüzul sebebinin bu hadise olduğunu kabullenirsek, söz konusu bütün ayetler hakkında də bu nüzul sebebinin geçerli olduğunu söylemeliyiz.)
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, "Hiçbir fitne kalmayıncaya... kadar onlarla savaşın." ayeti ilə ilgili olarak, çeşitli kanallardan Katade'ye dayandırılan şöyle bir rivayete yer/yeyər verilir: "Hiçbir fitne," yani şirk kalmayıncaya və din Allah üçün oluncaya kadar onlarla savaşın." Yani; "la ilahe illallah (=Allah'tan başka ilah yoktur.)" deyinceye kadar. Resulullah (s. a. a) buna dayanarak savaştı. İnsanları buna davet etti. (Sonra Katade şunları ekler): Resulullah efendimiz (s. a. a) şöyle diyordu: Allah "La ilahə illallah" deyinceye kadar insanlarla savaşmanızı emretti. Əgər şirke son verip bu gerçeği kabul ederlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. (Katade) deyər ki: "Zalim, la ilahe illallah" demekten kaçınan kimseye denir. "La ilahə illallah" deyinceye kadar onunla savaşmak gerekir.
Mən deyərəm ki: "Zalim, 'La ilahe illallah' demekten kaçınan kimseye denir." şeklindeki söz Katede'nin sözü olub Resulullah'ın sözünden bir çıkarmasıdır, ki, oldukça isabetli bir görüştür. Benzeri bir görüş də İkrime'den rivayet edilmiştir.
Yine et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, Buhari, Ebu'ş-Şeyh və İbn Mürdeveyhin İbn Ömer'den bu sözleri naklettikleri yer almıştır: İbn Zübeyr kargaşası zamanında iki adam İbn Ömərin yanına gelir və ona şunu sorarlar: İnsanlar bir takım fitneler çıkarıyor. Sense Ömərin oğlu və Resulullah'ın (s. a. a) ashabısın, seni ortaya çıkmaktan və kıyam etmekten alıkoyan nedir? İbn Ömər deyər ki: "Allah, kardeşimin kanını dökmemi haram kılmıştır." Bunun üzerine adamlar: "Allah, 'Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın.' demiyor mu?" diye sorunca, İbn Ömər bu cevabı verir. "Fitne kalmayıncaya kadar savaştık. Din də Allah'ın oldu. Siz isə, fitne baş göstersin və din Allah'tan başkasının olsun diye savaşmak istiyorsunuz."
Mən deyərəm ki: İbn Ömər və soruyu soranlar fitne kavramına yükledikleri anlam hususunda yanılmışlardır. Daha önce bu kavrama ilişkin açıklamalarda bulunduk. Oysa onların konumları fitneden çox, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakla veya haksız yere savaşmakla ilgilidir. Böyle durumlarda isə, bir müminin səs çıkarmadan köşesine çekilmesi caiz değildir.
Mecma'ul-Beyan təfsirində "Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın." ayeti ilə ilgili olarak şöyle deniyor: Fitneden maksat şirktir. Bu görüş İmam Cəfər Sadiqdən (ə.s) də rivayet edilmiştir.
Tefsir'ul-Ayyaşi'de, "Haram ay haram aya karşılıktır." ayetine ilişkin olarak AL/GÖTÜRə b. Fuzayl'dan şöyle rivayet edilir. "Ona müşrikler hakkında sordum; Müslümanlar haram ayda onlara karşı savaş başlatabilir mi?" Dedi ki "Müşrikler, haram ayın kutsallığını çiğneyerek savaş başlatırsa və Müslümanlar də bu ayda onlara üstünlük sağlayacaklarını öngörüyorsa, olar. Çünkü yüce Allah, 'Haram ay, haram aya karşılıktır və hürmetler də karşılıklıdır.' buyuruyor."[53]
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, Ahmed, İbn Cerir və Nuhas "Nasih" adlı əsərində Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet ederler: "Karşı taraf savaşmadıkça Resulullah (s. a. a) haram ayda savaşmazdı. Resulullah savaşırdı, ancak haram ay girdiğinde, savaştan vazgeçer və haram ay tamamlanınca yeniden savaşa başlardı."
əl-Kafi adlı eserde, Muaviye b. Ammar'dan şöyle rivayet edilir. İ-mam Cəfər Sadiğə (s. a.) şöyle bir soru sordum: "Bir adam serbest bölgede birini öldürse, sonra Harem'e girse, nasıl davranmak gerekir?" Dedi ki: "Öldürülmez, bunun yanında yiyecek və içecek də verilmez, kendisi ilə alış-veriş yapılmaz Harem bölgesinden çıkana kadar beklenir. Çıkınca də kendisine adam öldürmenin cezası uygulanır." Bu sefer, "Haram bölgede adam öldüren veya hırsızlık yapan kimse üçün nə dersin?" diye sordum. Buyurdu ki: "Ona haram bölgede gerekli olan ceza uygulanır. Çünkü o haram bölgenin kutsallığını, dokunulmazlığını gözetmemiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor. 'Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz də ona saldırın.' İşte bu hüküm haram bölge ilə ilgilidir. Çünkü Allah, 'Zulmedenlerden başkasına karşı də düşmanlık yoktur.' buyurmuştur."[54]
əl-Kafi adlı eserde İmam Cəfər Sadiğin (s. a.) "Ellerinizi tehlikeye atmayın." ayetine ilişkin olarak şöyle dediği rivayet edilir. "Bir adam, elinde avucunda nə varsa hepsini Allah yolunda infak etse, bu güzel olmaz, uygun və olumlu karşılanmaz. Yüce Allah, 'Ellerinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin/əldə et. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.' buyurmuyor mu? İşte bu, iyilik edenlerden maksat, orta yolu tutanlardır."[55]
Şeyx Saduk, Sabit b. Ənəsin şöyle dediğini rivayet edər: Resulullah (s. a. a) buyurdu ki: "Sultana (yönetime) itaat vaciptir. Sultana itaati tərk edən, Allah'a itaəti tərk etmiş olar. Allah'ın 'Ellerinizi tehlikeye atmayın.' ayetinde açıklamış olduğu yasağını çiğnemiş olar. [56]
et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, çeşitli kanallardan Əbu İmran Eslemə dayandırılan şöyle bir rivayete yer/yeyər verilir: "Kostantiniyye (İstanbul) kentini kuşatmış bulunuyorduk. Mısır'dan gelen askerlerin başında Ukbe b. Komandir bulunuyordu. Şamlı askerlerin komutanı isə Fuzale b. Ubeyd idi. Bizans ordusundan muazzam bir saf karşımıza çıktı. Biz də onlara karşı savaş düzenini aldık. Bu sırada Müsəlman bir asker Bizans ordusunun saflarına doğru saldırıya geçti və aralarına daldı. Bunu gören diğer askerler: 'Suphanallah, kendi elleriyle kendini tehlikeye atıyor.' dediler. O sırada aramızda bulunan, Resulullah'ın sahabesi Əbu Eyyub oturduğu yerden kalktı və şöyle dedi: Ey insanlar, siz bu ayeti böyle yorumluyorsunuz; amma ayə biz ensar topluluğu hakkında inmiştir. Yüce Allah dinini üstün kılınca və dine yardım edecek insanların sayısı də artınca, birbirimize Resulullah'tan habersiz şöyle demeye başladık: 'Şüphesiz, mallarımız zayi oldu. Yüce Allah İslamı üstün kılmıştır. Bu gün İslama yardım edecek insanlar də çoğalmıştır. Artık mallarımızın başına dönsek və zayi olanları yeniden toparlasak nasıl olar?' Bunun üzerine yüce Allah, 'Ellerinizi tehlikeye atmayın...' ayetini indirdi. Ayetin işaret ettiği tehlike, mallarımızın başına dönmemiz, zayi olanları islah etmemiz və savaşı terk etmemizdi."
Mən deyərəm ki: Ayetin ifade ettiği anlamla ilgili rivayetlerin farklılığı, bizim görüşümüzü pekiştirici niteliktedir: Ayəs(n)i kerime mutlaktır. İnfakla, hayır amaçlı harcama ilə ilgili hər iki aşırı ucu (ifrat-tefrit) də kapsamaktadır. Daha doğrusu ayə, həm infak konusu və həm də başka konularda yapılan ifrat və tefriti də kapsamaktadır.
ayələrin tərcüməs(n)i
196- Haccı və umreyi Allah üçün tamamlayın. Əgər alıkonulsanız, artık size kolay gelen kurbanı (gönderin). Kurban yerine varıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. Kim sizden hasta isə veya başından bir rahatsızlığı varsa (tıraş olar və karşılığında), oruc veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye verir. Güvene kavuştuğunuzda, hacca kadar umre ilə yararlanmak isteyene, kolayına gelen bir kurbanı kesmek gerekir. Bulamayana də, üç gün hacda, yedi gün də döndüğünüzde oruc vardır. İşte bu, tam on gündür. Bu da ailesi Mescid-i Haram'da olmayanlar içindir. Allah'tan korkun və bilin ki Allah, muhakkak cezası çox çetin olandır.
197- Həcc, (onun zamanı) bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı kendine fərz ederse, bilsin ki hacda kadına yaklaşmak, fısk yapmak və kavgaya girişmek yoktur. Siz hayır adına nə yaparsanız, Allah, onu bilir. Azuqə edinin. Şüphe yox ki azığın ən/en hayırlısı takvadır. Ey ağıl sahipleri, Benden korkup-sakının.
198- Rabbinizden bir fəzl istemenizde (ticaret yapmanızda) sizin üçün bir sakınca yoktur. Arafat'tan hamı/həmişə birlikte indiğinizde, Allah'ı Meşarı Haram'da anın. O, sizi nasıl doğru yola yöneltip-ilettiyse, siz də ONU anın. Şüphesiz siz daha önce sapıklardan idiniz.
199- Sonra insanların topluca axın ettiği yerden siz də axın edin/əldə et və Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
200- Həcc ibadetlerini bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan də kuvvetli bir anma ilə Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver." deyər; onun ahirette nasibi yoktur.
201- Onlardan öylesi də vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, ahirette də iyilik (ver) və bizi ateşin azabından koru" deyər.
202- İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı çox seri görendir.
203- Sayılı günlerde Allah'ı anın. Kim iki günde acele edib (Mina'dan Mekke'ye) dönmek isterse, onun bir günahı yoktur. Kim geri kalırsa, onun da bir günahı yoktur. Bu, sakınan içindir. Allah'tan korkup-sakının və gerçekten bilin ki, siz ONA döndürülüp-toplanacaksınız.