bi-mâ ta'melûne
: sizin yaptıklarınız şeylere yaptıklarınıza
|
bimâ unzile
|
: indirilen şeye
|
bime
|
: ne ile, nasıl
|
binâ
|
: bizi
|
bi-nâ
|
: bize
|
binâen
|
: bina olarak (kubbe şeklinde)
|
binâen
|
: bina olarak (oluşturdu)
|
bir rahmâni
|
: Rahmân'ı
|
bir rahmâni (bi er rahmâni)
|
: Rahmân'a
|
bis sûı
|
: kötülüğü, kötülük ile
|
bi'se
|
: (ne) kötü
|
bi'se eş şarâbu
|
: ne kötü içecek
|
bi'se mâ
|
: ne kötü şey
|
bi-sîmâ-hum
|
: simalarından
|
bismillâhi (bi ismi allâhi)
|
: Allah'ın adıyla
|
bitâneten
|
: sırdaş
|
bu'de
|
: uzaklık
|
bu'den
|
: uzaklık, uzak oldu, uzak kaldı
|
bugıye
|
: azgınlık yapıldı, haksızlık yapıldı (haklarına tecavüz edildi)
|
buhtânen
|
: iftira ederek
|
buhtânun
|
: uydurulmuş iftira
|
bukmun
|
: dilsiz
|
bukreten
|
: sabah: erkenden
|
buneyye
|
: oğlum, oğulcuğum, yavrum
|
bunyâne-hum
|
: onların binaları
|
bunyânen
|
: binalar, üst üste inşa edilen şeyler, mancınık
|
bunyânun
|
: binalar
|
bureâu
|
: uzak
|
bûren
|
: helâk olan: helâk olucu
|
burhânâni
|
: iki burhan, iki mucize, iki delil
|
burhâne
|
: delilik: kanıt, delil
|
burhâne-kum
|
: sizin burhanlarınız, sizin delilleriniz
|
burhânun
|
: kesin delil
|
burûcen
|
: burçlar, takım yıldızlar, yıldız kümeleri
|
bu'siret
|
: çevrildi, alt üst edildi
|
buşrâ-kum
|
: sizin müjdeniz
|
buşren
|
: müjdeleyici olarak
|
buşşire
|
: müjdelendi
|
butûni
|
: batınlar, karınlar
|
butûni-hâ
|
: onun karnı (karınları)
|
butûni-him
|
: onların karınları, karınlarına
|
buyûte
|
: evler
|
buyûte-hum
|
: onların evleri, kendi evleri
|
buyûte-nâ
|
: evlerimiz
|
buyûti
|
: evler
|
buyûti-kum
|
: sizin evleriniz
|
buyûti-kunne
|
: sizin (bayanların) evleriniz
|
buyûtin
|
: evler
|
buyûtu-hum
|
: onların evleri
|
câbû
|
: oyanlar
|
câdelte-nâ
|
: sen bizimle çekiştin, mücâdele ettin
|
câdeltum an
|
: siz mücadele ettiniz
|
câdelû-ke
|
: seninle mücâdele ettiler
|
câe
|
: geldi
|
câe (cae bi)
|
: geldi (getirdi)
|
câe bi
|
: getirdi
|
câe emru-nâ
|
: emrimiz geldi
|
câe-hâ
|
: oraya geldi
|
câe-hu
|
: ona, kendisine geldi: o geldi: ona geldi
|
câe-hu er resûlu
|
: ona elçi geldi
|
câe-hum
|
: onlar geldi: onlara geldi
|
câe-hum bi
|
: onlara getirdi
|
câe-hum(u)
|
: onlara geldi
|
câe-ke
|
: sana geldi
|
câe-kum
|
: size geldi
|
câe-kum bi-hi
|
: onu size getirdi
|
câe-kum(u)
|
: size geldi
|
câe-nâ
|
: bize geldi
|
câeniye
|
: bana geldi
|
câet
|
: geldi: ay'ı gördü
|
câet (i)
|
: geldi
|
câet-hum
|
: onlara geldi
|
câet-hum ... (bi)
|
: onlara getirdiler
|
câet-ke
|
: sana geldi
|
câhedâ-ke
|
: ikisi seninle cihad etti, mücâdele etti
|
câhede
|
: cihad etti
|
câhedû
|
: cihad ettiler
|
câhilûne
|
: cahiller
|
cahîmin
|
: alevli ateş, cehennem
|
câili
|
: kılan
|
câilu-ke
|
: (ben seni kılanım) ben seni kılacağım
|
câilun
|
: kılan, yapan, yapacak olan
|
câlûte
|
: Calut
|
câlûte
|
: Calut
|
câmideten
|
: cansız, hareketsiz
|
câmiın
|
: toplu olarak, toplanmış olarak
|
câmiu
|
: toplayan, toplayacak olan
|
cânibe
|
: yan tarafında: yan, taraf
|
cânibin
|
: yanlar, taraflar
|
cânnun
|
: cinler: yılan
|
cânnun
|
: cinler
|
câriyetun
|
: cereyan eden, devamlı akan
|
câsimîne
|
: diz üstü çöküp kaldılar
|
câsiyeten
|
: diz çökmüş olarak
|
câsû
|
: aradılar
|
câû
|
: geldiler
|
câû bi
|
: getirdiler
|
câu-hâ
|
: ona geldiler
|
câû-hum bi
|
: onlara getirdiler
|
câû-ke
|
: sana geldiler
|
câû-kum
|
: size geldiler
|
câvezâ
|
: ikisi mesafe katettiler (bir yerden bir yere geçtiler, gittiler)
|
câveze-hu
|
: onu(karşıdan karşıya) geçtiler
|
câzin
|
: karşılığını veren
|
cealallâhu (ceale allâhu)
|
: Allah kıldı (yaptı)
|
ceale
|
: kıldı, yaptı yarattı
|
ceale (ceale fî)
|
: kıldı, yaptı (yerleştirdi)
|
ceale-hu
|
: onu kıldı, yaptı
|
ceale-hum
|
: onları kıldı, yaptı
|
cealet-hu
|
: onu kıldı, yaptı
|
cealnâ
|
: kıldık, yaptık
|
cealnâ-hu
|
: onu kıldık, yaptık
|
cealnâ-hum
|
: onları kıldık
|
cealnâ-ke
|
: seni kıldık
|
cealnâ-kum
|
: biz sizi kıldık, yaptık
|
cealtum
|
: siz kıldınız (yaptınız)
|
cealû
|
: kıldılar, yaptılar
|
cebbâren
|
: cebbar, zorba, zorlayıcı
|
cebbârin
|
: zorba, zorlayıcı
|
cebbârîne
|
: cebirle, zorbalıkla
|
cebelin
|
: dağ
|
cedelen
|
: cedelleşen, münakaşa edici, kavga edici
|
cedelen
|
: mücâdele, tartışma
|
cedîden
|
: yeni, yeniden
|
cedîdin
|
: yeni
|
cehadû
|
: bilerek inkâr ettiler
|
cehde
|
: güç, kuvvet: en kuvvetli şekilde
|
cehennem
|
: cehennem
|
cehheze-hum
|
: onları hazırladı
|
cehraten
|
: açıkça
|
cehri
|
: cehren, bağırarak
|
celdetin
|
: yalnız cilde tesir edecek şekilde vurulan sopa
|
cellâ-hâ
|
: onu açığa çıkardı, izhar etti
|
cemâlun
|
: güzellik
|
cem'an
|
: hepsini: toplayarak
|
cema'nâ-hum
|
: onları topladık
|
cemea
|
: biraraya getirdi, topladı
|
cemîan
|
: hepsi, bütün, tamamı, tamamen
|
cemîan
|
: hepsini, tümünü
|
cemîun
|
: birlik, topluluk, toplum
|
cemmen
|
: pekçok, aşırı
|
cenâha
|
: evvelkiler (kadim olanlar, öncekiler) : kanat
|
cenâha-ke
|
: senin kanatların (kolların)
|
cenbillâhi (cenbi allâhi)
|
: Allah'tan uzaklaşma
|
cenefen
|
: haktan uzaklaşarak
|
ceniyyen
|
: toplanarak, devşirilerek
|
cennâti adnin
|
: adn cennetleri
|
cennâtin
|
: cennetler, (ağaçlı) bahçeler
|
cennâtin
|
: cennetler
|
cennâtu adnin
|
: adn cennetleri
|
cennâtu el firdevsi
|
: firdevs cennetleri
|
cennâtun
|
: cennetler
|
cennetâni
|
: iki cennet
|
cennete-hu
|
: onun bahçesi
|
cennete-ke
|
: senin bahçen
|
cenneteyni
|
: iki bahçe
|
cenneti
|
: cennet
|
cennetin
|
: cennet, bahçe
|
cennetin âliyetin
|
: âli cennet, yüce cennet
|
cennetu
|
: cennet
|
cennetu el me'vâ
|
: Cennet'ul Meva
|
cennetun
|
: cennet, ağaçlı bahçe
|
cerâdun
|
: çekirgeler
|
ceseden
|
: ceset, heykel
|
cevâbe
|
: cevap
|
cevfi-hî
|
: onun (göğüs) boşluğu
|
ceybi-ke
|
: senin koynun
|
cezâen
|
: karşılığı olarak, mükâfatı olarak: ceza olarak
|
cezâu
|
: karşılık (ceza veya mükâfat)
|
cezâu-hu
|
: onun cezası
|
cezâu-hum
|
: onların cezası, karşılığ?, mükâfatı
|
cezvetin
|
: alevli kor
|
cibâlu
|
: dağlar
|
cibillen
|
: insanlar, halk, cemaat
|
cidâle-nâ
|
: bizimle çekişmede, mücâdelede
|
cidâren
|
: bir duvar
|
cihâden
|
: cihad
|
ci'nâ bi
|
: getireceğiz, derleyip toplayacağız
|
ci'nâ bi
|
: getirdik
|
ci'nâ-ke
|
: sana getirdik, geldik
|
ci'nâ-ke bi
|
: sana getirdik
|
ci'nâ-kum bi
|
: size getirdik
|
cinnetin
|
: cinnet, delilik
|
cinnetun
|
: cinnet getirmiş
|
cinnetun
|
: bir delilik
|
cisiyyen
|
: diz üstü çökmüş olarak
|
ci'te
|
: sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin: sen geldin
|
ci'te-hum bi
|
: onlara getirdin
|
ci'ti
|
: sen geldin, sen yaptın
|
ci'tu-ke
|
: sana getirdim
|
ci'tu-kum
|
: size getirdim
|
ci'tum
|
: geldiniz, yaptınız
|
ci'tumû-nâ
|
: bize geldiniz
|
cudedun
|
: dağlar arasındaki yol, yol
|
cudurin
|
: duvarlar
|
|