|
|
səhifə | 13/100 | tarix | 24.05.2020 | ölçüsü | 1,08 Mb. | | #31493 |
| Arab Azer1
ecnihatin
: cenahlar, kanatlar
|
ecr
|
: bir ecir, ücret
|
ecramû
|
: suçlular, günahkârlar
|
ecran
|
: ecir, karşılık, mükâfat
|
ecre
|
: ecir, ücret, karşılık, bedel
|
ecre el muhsinîne
|
: muhsinlerin ücretini, ecrini, karşılığını, mükâfatını
|
ecre-hâ
|
: onun ecrini
|
ecre-hu
|
: onun ecrini
|
ecre-hum
|
: onların ecirleri, mükâfatları, yaptıklarının karşılığı
|
ecremnâ
|
: biz cürüm yaptık, suç işledik
|
ecren
|
: ecir, ücret, mükâfat
|
ecren kebîren
|
: büyük bir ecir, mükâfat
|
ecrin
|
: ecir, ücret
|
ecriye
|
: benim ecrim, benim ücretim
|
ecru
|
: ecir, ücret, mükâfat, karşılık
|
ecru-hu
|
: onun karşılığı, ecri, ücreti, mükâfatı
|
ecru-hum
|
: onların karşılıkları, mükâfatları
|
ecrun
|
: ecir, mükâfat, karşılık
|
ecsâmu-hum
|
: onların cisimleri, bedenleri, vücut yapıları
|
ectenibû
|
: çekinin, sakının
|
ecûzun
|
: yaşlı, ihtiyarım
|
ed dâi
|
: çağırıcı, davetçi
|
ed dâi
|
: davet eden, dua eden
|
ed dâıye
|
: çağıran, davet eden
|
ed dalâlete
|
: dalâleti, sapıklığı
|
ed dalâletu
|
: dalâlet
|
ed dalâlu
|
: dalâlet
|
ed dâllîne
|
: dalâlettte kalanlar, dalâlette olanlar, sapıklar
|
ed darari
|
: darlık, sıkıntı, özür
|
ed dâre
|
: yurt
|
ed dâre
|
: dar, diyar
|
ed dâre el âhırete
|
: ahiret yurdu
|
ed dârı
|
: diyar, yurt
|
ed dâru el âhiretu
|
: ahiret diyarı, ahiret yurdu
|
ed dâru el âhiretu
|
: ahiret yurdu
|
ed dâru el âhiretu
|
: ahiret yurdu
|
ed derecâtu
|
: dereceler
|
ed dı'fi
|
: kat kat
|
ed dimâe
|
: kan
|
ed dîn
|
: dîn
|
ed dine
|
: dîn (hesap, ceza)
|
ed dîni
|
: dîn
|
ed dînu
|
: dîn
|
ed dînu el kayyimu
|
: kayyum (Âdem (A.S)'dan kıyâmete kadar devam edecek olan) dîn
|
ed duâe
|
: dua, çağrı, davet
|
ed duafâu
|
: zayıflar, güçsüzler
|
ed dubura
|
: arkaları
|
ed duhâ
|
: kuşluk vaktine
|
ed dunya
|
: dünya
|
ed durri
|
: darlık, sıkıntı
|
ed durru
|
: bir zarar, bir sıkıntı, bir tehlike
|
edâe
|
: aydınlattı
|
edâet
|
: aydınlattı
|
ed'âfen
|
: kat kat
|
edallâ-nâ
|
: bizi saptırdı
|
edalle
|
: dalâlette bıraktı, saptırdı
|
edalle
|
: boşa çıkardı
|
edalle allâhu
|
: Allah dalâlette bıraktı
|
edalle-nâ
|
: bizi dalâlette bıraktı
|
edalle-nî
|
: beni saptırdı
|
edallu
|
: daha dalâlette: daha çok sapma
|
edallûne
|
: saptırdılar
|
edâu es salâte
|
: namazı ihmal (zayi) ettiler
|
edbâre
|
: arka, geri
|
edbâre-hum
|
: onların arkasından
|
edbâri-hâ
|
: onun arkası, arkasına
|
edbâri-him
|
: arkalarına
|
edbere
|
: arkasını döndü
|
eddâreke
|
: yetişti, erişti, tamamlandı
|
edhâ
|
: daha korkunç
|
edhıl-ni
|
: beni dahil et
|
edıllu
|
: sapmış olurum
|
ed'ıyâe-kum
|
: sizin evlâtlıklarınız
|
ed'îyâi-him
|
: onların evlâtlıkları
|
ednâ
|
: çok yakın, daha yakın, daha uygun
|
edrâ-ke
|
: sana bildirdi
|
ed'û
|
: davet ediyor
|
ed'û-kum
|
: sizi çağırıyorum, davet ediyorum
|
ed'û-kum
|
: sizi çağırıyorum
|
edullu-kum
|
: size delâlet edeyim, yardım edeyim
|
efâallâhu (efâe allâhu)
|
: Allah ganimet olarak verdi
|
efâda
|
: topluca, akın akın dönüp geldi
|
efadtum
|
: siz daldığınız
|
efadtum
|
: topluca geldiniz, akın akın geldiniz
|
efâe
|
: fey verdi, savaşsız elde edilen ganimetten verdi
|
efdâ
|
: birleşip kaynaşdı
|
efere
|
: gördün mü
|
effâkin
|
: (ağır) iftira edenler, yalan söyleyenler
|
effâkin (ifk)
|
: (çok) yalancı (yalan)
|
ef'ideten
|
: gönüller
|
efîdû
|
: topluca, akın akın dönüp gelin
|
efleha
|
: felâha, zafere ulaştı
|
efleha
|
: felâha, kurtuluşa erdi
|
efnânin
|
: fenler, çeşitli bilimsel (sanatsal) güzellikler, çeşitli ağaçlar
|
efrig
|
: boşalt, yağdır, indir (ver)
|
efsahu
|
: (dili) daha fasih, daha düzgün
|
efsedû-hâ
|
: onu ifsad ettiler, bozguna uğrattılar
|
efterâ
|
: iftira etti, uyduruyor
|
efti-nâ
|
: bize açıkla, tabir et, yorumla
|
eftû-ni (eftâ)
|
: bana açıklayın, tabir edin, fetva verin (açıkladı, tabir etti, fetva verdi)
|
efûze
|
: fevz (kurtuluş ve ganimet) kazanırım
|
efvâcen
|
: fevc fevc, bölük bölük
|
efvâcen
|
: grup grup
|
efvâhi-him
|
: onların ağızları, ağızları
|
ehâ
|
: kardeşini
|
ehabbu
|
: daha sevgili
|
ehabbu
|
: daha sevimlidir
|
ehade aşere
|
: on bir
|
ehade- hum
|
: onların birine, kendilerine
|
ehade-hum
|
: onlardan biri
|
ehade-kum
|
: sizden birisi
|
ehade-kum(u)
|
: sizden birisi: sizden biriniz
|
ehaden
|
: bir kişi, bir kimse, bir şey
|
ehade-nâ
|
: bizden birisi
|
ehadi-him
|
: onlardan biri, herbiri
|
ehadin
|
: biri, birisi, bir kimse
|
ehâdîse
|
: hadîs, nesilden nesile anlatılan sözler (efsane)
|
ehadu-hum
|
: onların herbiri
|
ehadu-hum
|
: onlardan birisi
|
ehadu-humâ
|
: onlardan biri
|
ehadu-kum
|
: sizden biriniz
|
ehadun
|
: bir kimse, bir başkası
|
ehâfu
|
: korkarım: korkuyorum
|
ehâfu allâhe
|
: Allah'tan korkarım
|
ehâ-hu
|
: onun kardeşi
|
ehâ-hu
|
: kardeşini
|
ehâ-hum
|
: onların kardeşi
|
ehakku
|
: daha çok hak sahibi
|
ehalle-nâ
|
: bizi yerleştirdi
|
ehâ-nâ
|
: kardeşimiz
|
ehâne-ni
|
: bana ihanet etti
|
ehassa îsâ
|
: Hz Îsâ hissetti
|
ehassû
|
: hissettiler
|
ehâta
|
: ihata etti, sardı, kapladı
|
ehâta
|
: kuşattı, kapsadı
|
ehâta allâhu
|
: Allah ihata etti, kuşattı
|
ehatnâ
|
: biz ihata ettik
|
ehattu
|
: ihata ettim (öğrendim)
|
ehavâti-hinne
|
: onların kız kardeşleri
|
ehavâti-kum
|
: sizin kız kardeşleriniz
|
ehavey-kum
|
: kardeşleriniz
|
ehaze
|
: aldı, yakaladı
|
ehaze-hu allâhu
|
: Allah onu ahzetti, yakalayıp helâk etti
|
ehaze-hum
|
: onları aldı (yakaladı)
|
ehaze-hum allâhu
|
: Allah onları aldı, yakaladı
|
ehazet-hu
|
: onu alır, tutar (mani olur)
|
ehazethum
|
: onları aldı, yakaladı
|
ehazet-hum
|
: onları aldı (yakaladı)
|
ehazet-kum(u)
|
: sizi aldı, yakaladı
|
ehaznâ
|
: aldık, ahzettik
|
ehaznâ
|
: almıştık: aldık
|
ehaznâ-hu
|
: onu aldık, yakaladık
|
ehaznâ-hum
|
: onları aldık, yakaladık
|
ehaztu
|
: aldım, yakaladım
|
ehaztu-hâ
|
: onu aldım (yakaladım)
|
ehaztu-hum
|
: onları helâk ettim, aldım, yakaladım
|
ehdâ
|
: en çok hidayete eren
|
ehdi-ke
|
: seni hidayet edeyim (ulaştırayım)
|
ehdi-kum
|
: sizi hidayet edeyim, ulaştırayım
|
ehî-hi
|
: kardeşi
|
ehle
|
: şehir halkı: ehil, sahip
|
ehle el beyti
|
: ehli beyt, ev halkı
|
ehle el kitâbi
|
: kitap ehli
|
ehle ez zikri
|
: zikir ehli (daimî zikrin sahibi)
|
ehle-hâ
|
: onun ehlini (ahalisini, içinde bulunanları)
|
ehle-ke
|
: senin ehlin, ailen, etrafındakiler
|
ehleknâ
|
: biz helâk ettik
|
ehleknâ-hâ
|
: onu helâk ettik
|
ehleknâ-hum
|
: biz onları helâk ettik
|
ehlektu
|
: helâk ettim, tükettim
|
ehle-nâ
|
: ailemize
|
ehli
|
: halk, şehir ehli: benim ailem
|
ehli el kitâbi
|
: kitap ehli
|
ehli en nâri
|
: cehennem ehli, cehennem halkı
|
ehlihâ
|
: onun halkı
|
ehli-hî
|
: onun ehli, kendi ehli, ailesi, yakınları
|
ehli-him
|
: onların aileleri
|
ehli-hinne
|
: onların sahipleri, aileleri
|
ehli-ke
|
: senin ailen
|
ehlu el kitâbi
|
: kitap ehli, kitap sahipleri
|
ehlu el kitâbi
|
: Kitap ehli
|
ehlu el medîneti
|
: şehir halkı
|
ehlu-hâ
|
: onun ahalisi, halkı
|
ehlu-hu
|
: onun ailesi
|
ehû-hum
|
: onların kardeşi
|
ehû-ke
|
: senin kardeşin
|
ehun
|
: kardeşi
|
ehvâ
|
: hevalar, hevesler
|
ehvâ
|
: düşürdü, yerin dibine geçirdi
|
ehvâe-hum
|
: onların hevaları, nefslerinin arzuları, istekleri
|
ehvenu
|
: daha kolay, çok kolay
|
Dostları ilə paylaş: |
|
|