li yettehize
|
: edinmeleri için
|
li ye'tû
|
: getirsinler
|
li yevmi
|
: gün için
|
li yevmi el hisâbi
|
: hesap günü için
|
li yevmi el kıyâmeti
|
: kıyâmet günü için
|
li yevmin
|
: o günde: o gün için
|
li yezdâdû
|
: artırmaları için
|
li yezere
|
: bırakır, terkeder
|
li yezkurû isme allâhi
|
: Allah'ın ismini zikretsinler
|
li yezûkû
|
: tatmaları için
|
li yezzekkerû
|
: tezekkür etmeleri için
|
li yubeyyine
|
: anlatması için, beyan etsin diye: açıklaması, bildirmesi için
|
lî yu'cize-hu
|
: onu aciz bırakacak
|
li yudhıdû
|
: gidermek için
|
li yudhıdû (edhada)
|
: boşa çıkarmaları için, iptal etmeleri için (iptal etti, boşa çıkardı)
|
li yudhile
|
: dahil etsin, koysun diye
|
li yudîa
|
: zayi edecek, boşa çıkaracak, yok edecek
|
li yudılle
|
: saptırmak için, dalâlete düşürmek için
|
li yudıllû
|
: saptırmak için
|
li yufside
|
: fesat çıkarmak için
|
li yufside
|
: fesat çıkarmak için
|
li yuhlike
|
: helâk edici
|
li yuhrice-kum
|
: sizi çıkarması için
|
li yuhricû-ke
|
: seni çıkarmak için
|
li yukarribûnâ
|
: bizi yaklaştırmaları için
|
li yukâtil
|
: savaşsınlar
|
li yukeffira
|
: örtsün, örter
|
li yukîmu es salâte
|
: (namazı ikame etmek için) namazı ikame etsinler
|
li yu'leme
|
: bilinsin diye
|
li yunzire
|
: uyarması için, haber vermesi için
|
li yurav
|
: gösterilmesi için
|
li yusebbite
|
: sağlamlaştırmak, sebat ettirmek için
|
li yûsufe
|
: Yusuf'u: Yusuf için
|
li yutfiû
|
: söndürmeyi
|
li yutlia-kum
|
: sizi muttali edecek, bildirecek
|
li yuzhibe
|
: gidermek
|
li yuzhire-hu
|
: onu zahir (güçlü, kuvvetli ve üstün) kılmak için
|
li yuzîka-hum
|
: onlara tattırmak için
|
li zenbi-ke
|
: kendi günahların için
|
li zenbi-ki
|
: senin suçun, günahın için (kadın için)
|
li zikrî
|
: benim zikrim için, beni zikretmek için
|
li zikri allâhi
|
: Allah'ın zikri için
|
li zunûbi-him
|
: kendi günahları için
|
libâse el cûi
|
: açlık elbisesi, açlığı
|
libâsen
|
: elbise, örtü
|
libâsun
|
: elbise
|
libni-hî
|
: oğluna
|
likâe
|
: karşılaşma, ulaşma
|
likâe allâhi
|
: Allah'a mülâki olmak, Allah'a ulaşmak
|
likâe-nâ
|
: bize kavuşmayı, ulaşmayı
|
likey
|
: için
|
lil insâni
|
: insan için
|
lil kâfirîne (li el kâfirîne)
|
: kâfirler için, kâfirlere
|
lil kâfirîne (li el kâfirîne)
|
: kâfirler için, kâfirlere
|
lil kavmi ez zâlimîne
|
: zalimler kavmi
|
lil melâiketiscudû
|
: meleklere secde edin
|
lilgaybi (li el gaybi)
|
: gaybı, gizli olanı
|
lillâhi (li allâhi)
|
: Allah için, Allah'a mahsus
|
lillâhil hakkı (li allâhi el hakkı)
|
: hak olan Allah'a aittir
|
lillezîne (li ellezîne)
|
: o kimseler için, onlar için, onlara
|
lillezînestecâbû
|
: icabet edenler için vardır
|
lillezînettekav
|
: takva sahibi olan kimseler için
|
limâ
|
: şeyleri: şey sebebiyle, ile: o şeyi, için
|
lime
|
: niçin, neden
|
lime tekfurûne
|
: niçin, inkâr ediyorsunuz
|
lime telbisûne
|
: niçin, karıştırıyorsunuz
|
li-men
|
: kimseyi
|
lin nâsi (li en nâsi)
|
: insanlar için, isanlara
|
linte
|
: yumuşak davrandın
|
lisâne
|
: lisan, dil: konuşulan,
|
lisânen
|
: dil, lisan bakımından
|
lisân-î
|
: benim dilim
|
lisânin
|
: dil, lisan
|
lisânin
|
: dil, lisan
|
lisânu
|
: lisan (konuşma dili)
|
lisânun
|
: lisan (konuşma dili)
|
livâzen
|
: bir şeyi siper ederek (görünmemeye çalışarak)
|
liye
|
: bana, ben: benim
|
liz zâlimîne (li ez zâlimîne)
|
: zalimler için
|
lizâmen
|
: elzem, lüzumlu
|
lubeden
|
: yığınla, pekçok
|
lucceten
|
: derin su
|
lucciyyin
|
: (çok) derin
|
ludden
|
: çok inatçı, direnen
|
lugûbun
|
: (açlık ve meşakkatten dolayı) bir bıkkınlık ve usanç
|
luhûmu-hâ (lahm)
|
: onların etleri (et)
|
luınû
|
: lânetlendiler
|
lukmân
|
: Lokman
|
lû'luun
|
: inciler
|
lumezetin
|
: kaş-göz hareketleriyle alay etme
|
lût (un)
|
: Lut
|
lûtan
|
: Lut
|
Mâ
|
: ne, şey, bir şey şey(ler)
|
mâ
|
: nedir yok, değil şeyi olmaz
|
mâ ... min şey'in
|
: herhangibir şey
|
mâ abed-nâ
|
: biz kul olmazdık
|
mâ abednâ-hum
|
: biz onlara tapmazdık
|
mâ abedtum
|
: sizin kul olduğunuz, sizin taptığınız şeyler
|
mâ a'budu
|
: benim kul olduğuma
|
mâ agnâ
|
: müstağni kılmadı, fayda vermedi
|
mâ agnâ
|
: fayda vermedi
|
mâ agnâ an-hu
|
: ona fayda vermedi, zenginlik sağlamadı
|
mâ agnâ an-hum
|
: onlara fayda vermez
|
mâ agnet
|
: gani olmadı, fayda vermedi
|
mâ âhedûllâhe
|
: Allah ile olan ahdleri
|
mâ ahlefnâ
|
: biz dönmedik, hilâf etmedik
|
mâ alâ
|
: ...'a olan şey
|
mâ aler resûli (alâ er resûli)
|
: resûlün üzerine değil
|
mâ alev
|
: ele geçirdikleri, üstün oldukları şeyler, üstünlükleri
|
mâ aleyhâ
|
: onun üzerinde olan şeyler
|
mâ aleyhim
|
: onların üzerine yoktur
|
mâ aleyke
|
: senin üzerinde bir sorumluluk yoktur
|
mâ alimnâ
|
: biz bilmedik
|
mâ alimtu
|
: ben bilmiyorum
|
mâ âmenet
|
: îmân etmedi
|
mâ âmentum
|
: sizin îmân ettiğiniz şey
|
mâ amilet
|
: ne yaptı ise, yaptığı şeyler,
|
mâ amilet
|
: yaptıkları şeyler
|
mâ amilû
|
: yaptıkları, amel ettikleri şeyler
|
mâ anittum
|
: size sıkıntı verecek şeyler
|
mâ arafû
|
: bildikleri şey
|
mâ asâbe
|
: isabet etmez
|
mâ asâbe-hum
|
: onlara isabet eden şey
|
mâ âtâ-hum
|
: onlara verdiği şeyi
|
mâ âtev
|
: verecekleri şey
|
mâ âteynâ-hum
|
: biz onlara vermedik
|
mâ âteynâ-kum
|
: size verdiğimiz şey
|
mâ âteytum
|
: (karar )verdiğiniz şey
|
mâ bahilû bi-hî
|
: onun ile cimrilik ettikleri şey
|
mâ bâlu
|
: durumu nedir (ne haldedirler)
|
mâ beket
|
: ağlamadı
|
mâ beyne eydî-kum
|
: elleriniz arasındaki, önünüzdeki şeyler
|
mâ beyne eydî-nâ
|
: önümüzdekiler (ellerimizin arasındakiler)
|
mâ bi enfusi-him
|
: nefslerinde olan şeyi
|
mâ buşşire
|
: müjdelenen şey
|
mâ câe-hum
|
: onlara gelen şey
|
mâ câe-ke
|
: sana gelen şey
|
mâ câet-hu
|
: ona gelen şey
|
mâ câet-hum
|
: onlara gelen şey
|
mâ ceale
|
: kılmadı, yapmadı
|
mâ ceale allâhu
|
: Allah kılmadı
|
mâ cezâu-hû
|
: onun cezası nedir
|
mâ ci'nâ
|
: biz gelmedik
|
mâ ci'te-nâ bi
|
: bize getirmedin
|
mâ dalle
|
: sapmadı
|
mâ dâmeti
|
: devam ettikçe, durduğu müddetçe
|
mâ darebû-hu
|
: onu örnek vermediler
|
mâ delle-hum
|
: onlara delâlet (delillik) etmedi, ortaya çıkarmadı
|
mâ dumtu hayyen
|
: hayatta kaldığım sürece
|
mâ dûne
|
: dışındak şeyler, başka
|
mâ duû
|
: davet edildikleri şey (şahitlik)
|
mâ emerallâhu (emre allâhu)
|
: Allah'ın emrettiği şeyi
|
mâ emere allâhu
|
: Allah'ın emrettiği şeyi
|
mâ enfaktum
|
: Allah için infâk ettiğiniz, verdiğiniz şey
|
mâ enfaktum
|
: Allah için infâk ettiğiniz, verdiğiniz şey
|
mâ enfeka
|
: harcadığı, sarfettiği şeyler (emek, para)
|
mâ enfekû
|
: infâk ettikleri şey, verdikleri şey
|
mâ ente
|
: sen değilsin
|
mâ entum
|
: siz değilsiniz
|
mâ enzele
|
: indirdiği şey, indirdiğine
|
mâ enzele allâhu
|
: Allah indirmedi
|
mâ enzel-nâ
|
: biz indirmedik
|
mâ enzel-nâ
|
: indirdiğimiz şey
|
mâ erâ
|
: benim gördüğüm şey, benim görüşüm
|
mâ erâ-kum
|
: size gösterdiği şey
|
mâ erselnâ
|
: ve biz göndermedik
|
mâ erselnâ
|
: biz göndermedik
|
mâ erselnâ-ke
|
: biz seni göndermedik
|
mâ es sâatu
|
: o saat nedir
|
mâ esâbe
|
: isabet eden şey
|
mâ esâbe-hum
|
: onlara isabet eden şeyler, musîbetler
|
mâ esâbe-ke
|
: sana isabet eden şey
|
mâ es'elu-kum
|
: sizden istemiyorum
|
mâ eşhedtu-hum
|
: onları şahit tutmadım
|
mâ etâ-hum
|
: onlara gelmedi
|
mâ etgaytu-hu
|
: onu ben azdırmadım
|
mâ ezunnu
|
: ben sanmıyorum
|
mâ faddala
|
: üstün kıldığı şeyleri
|
mâ faradnâ
|
: farz kıldığımız şeyi
|
mâ faradtum
|
: sizin farz kıldığınız miktar, mehir
|
mâ faradtum
|
: sizin farz kıldığınız miktar, mehir
|
mâ fealû-hu
|
: onu yapmadılar
|
mâ ferrattum
|
: yaptığınız kusur
|
mâ fî
|
: ne varsa, var olan şey(ler), olanlar
|
mâ fî batnî
|
: karnımda olanı
|
|