Edep
Türkçenin en güzel kelimelerinden biridir "edep." Bir başka dile
nasıl çevrilebileceğini sorsalar şöyle bir duraklarsınız. İngilizcede,
İspanyolcada, Fransızcada, Almancada... bire bir karşılık bulmakta
zorlanırsınız. Bulduğunuz hiçbir kelime onu tam olarak karşılayamaz,
kavrayamaz sanki. Aynı lezzeti vermez. Aynı sesi vermez. Başka hiçbir
söz ya da sözcük yerini dolduramaz. Bu dört harften ibaret kısacık
kelime, koskoca bir mana denizi barındırır içinde. Gözlerimizi kapayıp
bir kez fısıldamak bile yeter melodisini duymaya.
Sözlükteki pek çok kelimeyi yüksek sesle, hatta düpedüz bağırarak
telaffuz edebiliriz. Ama bir deneyin bakın, "edep" kelimesini haykırmak
ne mümkün! Harflerin dizilişi sesimizi yükseltmeye mânidir. Bu
kelimenin ses tonu adeta önceden ayarlanmıştır. Ancak fısıltıyla karışık
söyleyebiliriz. Ancak sakin bir edayla: Edep ya hu edep!
Peki nedir edep? Tasavvufun yüzyıllardır baş tacı ettiği bu kelime
nasıl oluyor da hem bu kadar göz önünde, aleni; hem de kapalı bir kutu,
adeta sır bize?
Haddini aşmamak, kalp kırmamaktır edep.
Sadece o değil; haddini aşıp, kalp kırmaktan ödünün patlaması
demektir. İstisnasız ayrımsız her insan, her canlı varlık, tıp tıp atan her
yürek, avuçlarımızın arasında tuttuğumuz billur bir kâsedir. Dışı nasıl
olursa olsun özü narin ve nazenindir. İçin titrer. Düşürmekten, düşürüp
de kırmaktan öyle korkarsın.
Dedikodudan, haksızlıktan ve ithamdan uzak durmaktır edep.
Sadece o değil. İnsan-hayvan, canlı-cansız veya önemli-önemsiz
ya da zengin-fakir ayrımı yapmadan etrafına hoş bir nazarla bakmak,
downloaded from KitabYurdu.org
232
"eyvallah" diyebilmek, "eyvallah" kelimesi üzerine kafa yormaktır.
Bilmediğin konuda susmak, bildiğin konuda ahkâm kesmemektir
edep.
Bilgi bir perdedir. Sen ne kadar bilirsen bil, nasıl bir âlim olursan
ol, en cahil görünen insandan bile öğrenecek bir şeyin vardır elbet. Edep
bunu unutmamaktır.
İnsan ayrımı yapmamaktır edep.
Sokaktaki bir berduşun yanında da, Karun kadar zengin ya da
Süleyman kadar muktedir görünenin yanında da aynı sakin idrakle
durabilmek; saydam ve şeffaf olabilmek; girdiğin mekâna ya da
konuştuğun adamın nabzına göre laf değiştirmemek, ince hesap
bilmemektir edep.
Aşırılığa gitmemektir edep.
Hileden, desiseden, yalandan ve zorbalıktan hazzetmemek;
kimseyi aptal yerine koymamak, aşağılamamaktır. Tek başınayken de
başkalarının yanındayken de şefkati elden bırakmamak; dış
görüntülerden,
parlak
kabuklardan,
unvanlardan,
payelerden
etkilenmemek; her işte her adımda yüreğe bakmak, yüreğin ibresine göre
yol almak... ve ha bire "ben" demekten vazgeçmektir edep.
Edep bir ahenk meselesidir. Akort edilmektir.
Akort edilmemiş müzik aletinden çıkan her ses uyumsuzdur. Edep
kâinatın müziğini yüreğinde duyma ve o müziğe uyma meselesidir. Edep
ahenk içinde olmak demektir. Tabiatla, kâinatla, yaradılışla, bütünle ve
katreyle sürekli uyum...
Gün içinde ha bire koşturmaktayız ya, edep kelimesi aklımızın
ucundan dahi geçmez. Yapacak daha acil, daha mühim işlerimiz vardır
hep. Birbirimizi ite kaka, koştura koştura, hep ama hep geç kalırız bir
yerlere. Derken tüm bu hengâme içinde, beklenmedik bir anda ve yerde
edep sahibi biri çıkar karşımıza. Duraklarız. Şaşırırız. Sahici olup
olmadığından hemen şüphe ederiz. Belki de yapmacıktır. Belki de rol
downloaded from KitabYurdu.org
233
yapıyordur. Kafamızın içinde bin bir tilki dolaşır. Çünkü biz hep şüphe
ederiz. Gerçek olup olmadığını anlamak için etrafında döner, gözlerimizi
kısar inceleriz. Ama ne vakit ki anlarız karşımızdaki hakikaten edep
sahibi, indiririz yelkenleri. Yumuşar yüreğimiz. Tanırız edebi aslında.
Görür görmez tanırız. Edep sahibi bir insanla karşı karşıya gelince biz de
kendimize çekidüzen veririz.
Bulaşıcıdır edep. Tebessümle bulaşır. Gülümseyen bir insan
karşısında biz de elde olmadan gülümseyiveririz. Gün boyu çatık kaşla
dolaşmaya alışkın yüzümüzün kasları gevşeyiverir. Bakmışız ki
dudaklarımız bizden evvel davranmış. Gülümsemeye gülümsemeyle
karşılık vermişiz de haberimiz yok. Edep insandan insana geçer.
Aynadan aynaya yansır. İnsanın şaşmaz tabiatıdır. Kibirlinin karşısında
kibirli, mütevazının karşısında mütevazı olasımız gelir. Diklenene
diklenerek karşılık veririz. Edepliye ise eğiliriz.
Geçenlerde bir yemek masasında bir arkadaşım tanıdık ve buruk
bir şaka yaptı: "Yahu ne zaman yurtdışından dönsem, bana da bir
nezaket geliyor. Tanımadığım insanlara kapıları açmak, trafikte
başkalarına yol vermek filan istiyorum. Bir incelik, bir terbiye geliyor
üstüme. En fazla bir gün sürüyor ama. Sonra bakıyorum herkes birbirine
kaba davranıyor, bana da bir kabalık geliyor... Dangul dungul yola
devam ediyorum."
Öyle kelimeler var ki, harf öbekleri olmaktan çıktı, gündelik
hayatımızın akışını şekillendirmeye başladı. "Hoyrat" bunlardan biri.
Hoyratız birbirimize karşı. Ve sağımız, solumuz, önümüz, arkamız...
hoyrat. Yolda yürürken birbirimize bakışımız, evlerimizin çatıları altında
birbirimizden söz edişimiz; konuşmalarımız, dedikodularımız,
ithamlarımız,
önyargılarımız,
zanlarımız,
yaftalamalarımız,
dışlamalarımız... hep ama hep hoyrat. O kadar çok hırpalıyoruz ki
birbirimizi, öylesine hırçın bir iklimdeyiz ki... Halbuki bu arada uzaktan
bir yerden sesleniyor eski mi eski bir öğreti. Tembihliyor usulca.
downloaded from KitabYurdu.org
234
"Edep ya hu edep!"
downloaded from KitabYurdu.org
235
downloaded from KitabYurdu.org
236
*
Aynı tavır, İngiliz kadın yazar George Eliot'da da vardı. 1856'da
kaleme aldığı bir yazıya "Hanım Romancıların Yazdığı Şapşal Eserler"
başlığını atacak kadar kendini onlardan ayırıyor, uzak görüyordu. Eliot
hep "erkek bir romancı gibi" yazmak istedi, kadın romancı olarak
anılmak değil.
downloaded from KitabYurdu.org
Dostları ilə paylaş: |