Gerçekte ırk kategorileri kültürel sterotipleri yansıtır ve bilimsel temelden neredeyse yoksun
dur. En geniş ırk sınıflandırmaları bile meselâ beyaz,
kahverengi, sarı, siyah gibi... deri rengine
dayanır, yanıltıcı ve belirsizdir. Nazilerinki gibi “daha” detaylı ve tutkulu ırksalcı teoriler anormal
likler yarattı ve bunun en büyük örneği olan Hitler, Nazi literatüründe Ari olarak tanımlanan uzun
boylu, geniş omuzlu, sarı saçlı, mavi gözlü sterotipe uymamaktadır. Herkesten daha
çok bu konuya
yoğunlaşan Naziler bile, üstün ırkın nasıl tanımlanacağı konusunda görüş birliğine varamamıştır.
Bazıları bunu Hindistan kökenlilerle Kuzey Avrupalılar arasında benzerlik bulunduğunu ima eden
“Ari” kelimesi ile bazıları da Almanları ve açık tenli Kuzey Avrupalıları birleştirip “Kuzey Avrupa”
(.
Nordic) kelimesi ile ifade etti. “Germen” kelimesi de kullanıldı ama ırkı dil, kültür ya da vatandaş
lık gibi tanımlamış olduğu için vazgeçildi.
Irksalcılığın temeli dünyadaki ırklar arasında doğuştan gelen temel farklardan, siyasî ve top
lumsal sonuçlara varılabileceği düşüncesidir. Kısacası genetik, politikayı belirler. Irksalcı politik
teoriler biyolojik varsayımlara dayanmaktadır. Gizli ırksalcılığın bir şekli muhafazakâr milliyetçi
likte ifade bulur. Muhafazakâr milliyetçilik, kalıcı ve başarılı toplumların ortak kültür ve değerlerle
birbirine bağlı olduğu inancım temel alır. Meselâ 1960’lardan beri İngiltere’de Enoch Powel ve
1980’ lerden beri Fransa’da Jean-Marie Le Pen beyaz yerli vatandaşlara
özgü gelenek ve kültürü
tehdit ettiği gerekçesiyle bu ülkelere beyaz olmayanların göç etmesine karşı çıkmaktadır. Bu tip
görüşler, ırksalcı önyargılarını millî bilincin doğal ve kaçınılmaz ifadesi olarak lanse ederler. Hâlbu
ki ırksalcılığın daha sistematik
gelişmiş şekilleri, farklı ırk gruplarının kapasiteleri, doğaları ve ka
derleri hakkında açık varsayımları temel alırlar. Bu varsayımların pek çoğu din kaynaklıdır. Örnek
olarak, 19. Yüzyıl Avrupa emperyalizmi, kısmen, Avrupa’nın üstün Hıristiyan halklarının Asyalı ve
Afrikalı ‘ günahkârlar” üzerindeki sözde üstünlüğüyle gerekçelendirildi. A B D ’de İç Savaş’tan sonra
Ku Klux Klan tarafından hazırlanan ırk ayrımları doktrini ve 1940’lardan 1993’e kadar Güney A f
rika’da faaliyet gösteren
apartheid (Afrikalılar arasında “ayrılık” anlamına gelir) sistemin kurucuları
İncil’i delil olarak kullanmışlardır. Nazi Almanyası’nda ise ırksalcılık (bkz. s. 226), biyolojik, yani
kısmen bilimsel varsayımlara dayanır. Kültür ve dine dayananlara karşı biyolojik temelli ırksalcı
teoriler, bilimsel inanan sözde objektifliği ve kesinliği bir halkın temel ve kaçınılmaz doğası hak
kında taleplerde bulunduğu için daha militan ve radikaldir.
Dostları ilə paylaş: