İbritumomab(Zevalin
Ò
): Relaps ve refrakter non-Hodgkin lenfoma
tedavisinde endikedir.
•
Radyofarmasötik hazırlama için soğuk kit 4 flakon
içerir. [90Yitrium-
90
Y] ile işaretlenmiş ibritumomab, sadece
radyonükleidlerin kullanımı ve manipulasyonuna izin veren
lisanslı personel tarafından hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.
Hazırlanması, kullanılması, taşınması, depolanması ve imha
edilmesi yerel resmi organizasyonların kurallarına / uygun
lisanslarına tabidir.
•
Hematolojik reaksiyonlar, enfekiyöz olaylar ve ikincil
maligniteler görülebilir. Asteni, ürperme, ateş, baş ağrısı,
soğuk algınlığı, boğaz irritasyonu, abdominal ağrı, sırt ağrısı,
bulantı, kusma, diyare, anoreksi, trombositopeni, anemi,
lökositopeni, ekimoz, artralji, baş dönmesi, öksürük, dispne,
kaşıntı görülebilir.
DERYA KAYA
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
41
KAHVALTI SEMİNERİ I - Özofagus Kanseri
K15
Konu: Özofagus Kanseri, Vaka Sunumu
77 yaşında, Yutma güçlüğü nedeniyle hastanemiz
gastroenteroloji kliniğine başvuran hastaya yapılan
endoskopisinde dişlerden itibaren 25.cm’de toplam 8 cm’lik
segmenti tutan kısmı obstrüksiyona yol açan kitlesel lezyon
saptandı. Alınan biyopsi sonucu yassı hücreli karsinoma olarak
gelen hasta ileri tetkik ve tedavi amaçlı Tıbbi Onkoloji kliniğine
yönlendirildi.
Özgeçmiş / Soy Geçmiş: Sistemik hastalık öyküsü yok, aile
öyküsü yok
Sistem Sorgulama: Son 2 ayda 9 kg/kayıp
Fizik Muayene: ECOG performansı:1
Değerlendirme/Evresini belirleme:
Bilgisayarlı Tomografi: Özofagusta karina düzeyinden
aşağıya doğru 8 cm’lik bir segment boyunca diffüz duvar
kalınlaşmasına neden olan, daha çok intraluminal kitlesel
lezyon oluşturan ancak özofagus etrafında yağlı dokuda
minimal kirlenmeye(invazyon?) neden olan kitlesel lezyon.
PET/CT: PET BT: Torakal kesitlerde; torasik özofagusta karinanın
hemen süperiyoru düzeyinden başlayarak yaklaşık 9 cm’lik
bir segmenti tutan, yoğun FDG tutulumu gösteren (SUVmax:
16.4), en geniş yerinde yaklaşık 35 x 25 mm çapa ulaşan
hipermetabolik kitlesel lezyon mevcuttur. Kitle proksimalindeki
özofagusta dilatasyon izlenmiştir. Diğer vücut bölgelerinde
metastaz saptanmadı.
Konsey Kararı: Küratif Kemoradyoterapi
Radyoterapi: Özofagusa 200 cGy / Fr. 30 Fr =>Toplam: 60 Gy, 5
alanlı, IMRT planlı, küratif RT planlandı.
Kemoterapi: Cisplatin/5-FU kemoterapinin 1-4.günü ve 21-25.
günlerinde radyoterapi ile birlikte, sonrasında 2 kür adjuvan
olarak 21 günde bir uygulanması planlandı.
Konsey Kararı:
(Filmlerin açıklamalı raporları)
TORAKS ABDOMEN BT: Özefagusta karina düzeyinden
inferiora doğru 8 cm’lik bir segment boyunca diffüz duvar
kalınlaşmasına neden olan, daha çok intraluminal kitlesel
lezyon oluşturan ancak periözafagial yağlı dokudadad minimal
kirlenmeye(invazyon?) neden olan özefagus tm olgusu. -
Karaciğer sol lobda segment 2’de basit kistik lezyon.- Ilımlı BPH
bulguları
PET BT: Torakal kesitlerde; torasik özefagusta karinanın hemen
süperioru düzeyinden başlayarak yaklaşık 9 cm’lik bir segmenti
tutan, yoğun FDG tutulumu gösteren (SUVmax: 16.4), en geniş
yerinde yaklaşık 35 x 25 mm çapa ulaşan hipermetabolik kitlesel
lezyon mevcuttur. Kitle proksimalindeki özefagusta dilatasyon
izlenmiştir. Mediastende, sağ hiler bölgede ve subkarinal
alanda belirgin FDG tutulumu göstermeyen çoğunluğu kalsifiye
lenf noduları mevcuttur.Her iki akciğer apeksinde belirgin FDG
tutulumu göstermeyen sekel fibrotik değişiklikler gözlenmiştir.
Sağ akciğer üst lob posterior segmentte ve alt lob süperior
segmentte FDG tutulumu göstermeyen milimetrik kalsifiye
nodüller mevcuttur. Vücudun görüntüleme alanına giren diğer
bölgelerinde FDG dağılımı fizyolojik sınırlardadır. Hastaya
cisplatin-5-fu ile radyoterapi küratif uygulandı.
RT Başlama Tarihi: 21/12/2011. RT Bitiş Tarihi: 02/02/2012.
Radyoterapi Bilgisi: Özofagusa
200 cGy / Fr. 30 Fr =>Topl: 60 Gy, 5 alanlı, IMRT planlı, küratif
RT uygulandı.
Hasta trimodalite (cerrahi) tedavi gerekliliği için tartışılacaktır.
DR. FATİH KÖSE
İÇ HASTALIKLARI VE TIBBİ ONKOLOJI UZMANI
ŞANLIURFA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ŞANLIURFA
42
K16
ÖZEFAGUS KANSERİ; OLGU SUNUMU
43 yaş bayan
Artvin/Yusufeli
Şikâyetleri; Yutma Güçlüğü, Kilo Kaybı
Klinik Seyir/Takip/Tedavi;
-4 aydır giderek artan yutma güçlüğü
-Endoskopi( 04.06.2007): 25 cm endoskopun geçişine izin
vermeyen kitle lezyon
-Biyopsi ile Yassı Epitel Hücreli Karsinom
-Toraks BT(21.06.2007): Proksimal özefagusta dilatasyon,
Distal özefagusta 8 cm’lik segmentte duvarda diffüz kitlesel
kalınlaşma, lümende darlama, sol pulmoner venle yakın
komşuluk söz konusudur (invazyon ?)
-Toraks-mediasten MRI: Özefagus distal uçta karina
düzeyinden başlayıp pulmoner venler düzeyinde sonlanan
pulmoner veni, sol ana bronşu, torasik aorta ile yakın komşuluk
gösteren lezyon, lezyon sol atrum içine protrüzyonu mevcuttur.
Dinamik görüntülerde lezyon rijit karakterde olup kalp ve
bronş hareketlerinden etkilenmemektedir. Torasik aorta ve sol
pulmoner veni yakın komşuluk ve belirli bir alanda sardığı için
öncelikle invaze olarak düşünülmüştür. Periözefagialde bir iki
adet len nodu izlendi.
-Göğüs cerrahisi tarafından inoperabl
-Kemoradyoterapi: Primer tm + Lenfatikler: 180 cGyx25 frk
4500 cGy/toplam, MS koruma 180cGyx3 frk540 cGy/toplam,
RT ile eş zamanlı 1. ve 5. hafta olmak üzere 75 mg/m
2
‘den
total 100 mg Cİsplatin D1 ve 750 mg/m
2
den 1000 mg D1-D4
şeklinde 2 kür) uygulandı. KRT 26.08.2007’de tamamlandı.
-Sonrasında 6 kür Cisplatin + 5-FU kemoterapisi aldı (Son
tedavi 25.04.2008).
-25.01.2008’de yutma güçlüğü şikayetiyle gelen hastaya yapılan
endoskopide; 28. cm de düzgün yüzeyli özefagusta distal uçta
daralma gözlendi, buji dilatasyon yapıldı. KT sonrası yutma
güçlüğü olan hastaya çekilen Toraks+Batın CT’de Özefagus
karina düzeyinden başlayıp distale doğru 6 cm’lik segmentte
diffüz duvar kalınlaşması, inf. pulmoner vene şüpheli invazyon
izlendi ( 08.05.2008). 31.07.2008’de özefagografide proksimal
dilatasyon, özefagus ca (dolma defekti, rijidite) izlendi.
-Yutma güçlüğü, yediklerinin geri gelmesi, kilo kaybı şikayetleri
artan hastaya 05.08.2008’yapılan PET-CT görüntüleme normal
olarak değerlendirildi.
-Ancak ileri derecede yutma güçlüğü, kilo kaybı, radyoterapiye
sekonder ileri derecede özefagial striktürü olduğu düşünülen
ve özefagial perforasyon riskinden dolayı daha fazla buji
dilatasyon yapılamayan hastanın her ne kadar PET-CT
görüntüleme normal olarak değerlendirilse de Tomografi +
Özefagografi ve hastanın kliniği birlikte değerlendirilerek lokal
nüks ihtimali de göz önünde bulundurularak hasta operasyona
gönderildi. 12.08.2008’ de opere (sağ torakotomi + Laparatomi +
Mide serbestleşmesi + Distal Özefajektomi + Proksimal Gastrektomi
+ Özefagogastrostomi + Omentoplasti ) edildi.
-Operasyon sonrası patalojik inceleme normal olarak geldi.
Patolojik tam yanıt olarak değerlendirilen hasta takibe alındı. 4.
yılı içinde halen hastalıksız olarak takiplerine devam edilmektedir.
MEHMET BİLİCİ
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM
DALI, ERZURUM
PANEL - Palyatif Bakım ve Destek Tedaviler
K17
KANSER AĞRISI
Ağrı kanser ile ilişkili en sık karşılaşılan semptomdur Çalışmalar
kanser hastalarının tanı aldıkları dönemde %30, ileri evrede
ise %60-90 oranında şiddetli derecede ağrı duyduğunu
göstermektedir. Kanser hastalarında analjezik tedavinin
amacı, palyatif bakımın önemli bir kısmını oluşturan analjeziyi
minimum yan etki ile optimize ederek yaşam kalitesini
arttırmaktır. Özellikle opioid tedavisi konusunda bilgi eksikliği,
opioid kullanımında yan etki ve bağımlılık korkusu, morfin
gibi analjeziklerin tıbbi kullanımlarının kanunlarla kısıtlanması
opioid tedavisinde yetersizliğe neden olmaktadır.
Kanser hastasında ağrının nedenleri:
Kansere bağlı ağrının nedenleri 3 grup altında incelenebilir:
1. Direkt tümöre bağlı (%60-80)
2. Kanser tedavisine bağlı (%20-30)
3. Kanser veya tedavisi ile ilişkili olmayan mekanizmalara bağlı
(%10-15)
Kanser ile ilişkili ağrı sendromları akut veya kronik olabilir.
Kanserin primer olarak kaynaklandığı bölge ağrının ortaya
çıkmasında en önemli faktördür. Primer tümör tipi, hastalığın
evresi, metastazların varlığı, tümörün nöral yapılara yakınlığı,
hastanın psikolojik durumu ağrı oluşumunda ve ağrının
derecesinde rol oynar.
Kanser ağrısının patofizyolojisi ve mekanizmaları:
Ağrı;
Nosiseptif (somatik veya visseral) veya nöropatik tipte olabilir.
Nosiseptörler sinir sistemi dışında tüm doku ve organlarda
bulunan reseptörlerdir. Nosiseptif ağrıda nosiseptörlerin
uyarılması ve süregelen doku patolojisi ile ilişkili mekanizmalar
sözkonusudur. Nöropatik ağrı periferik veya santral sinir
sisteminde gelişen hasar veya patofizyolojik değişiklikler
sonucu ortaya çıkar. Ağrı nedenleri şunlar olabilir:
1. Kapsüllü organların tümör invazyonu
2. Yumuşak dokuların tümör infiltrasyonu
3. Abdominal içi boş organların tümör infiltrasyonu
4. Seröz mukozanın tümör infiltrasyonu ve inflamasyonu
5. Solid organlarda tümöre bağlı nekroz
6. Sinirler, pleksus veya spinal kordun tümöral invazyonu
7. Kemiklerin tümör infiltrasyonu
8. Kan damarlarında tümöre bağlı oklüzyon
Kanser ağrısının değerlendirilmesi:
Ağrının klinik olarak değerlendirilmesi etiyolojiyi aydınlatmada
önemli bir yoldur. İlk olarak hastanın şikayetine inanılmalıdır.
Detaylı Dikkatli bir fizik muayene ile birlikte hastanın psikolojik
durumu değerlendirilmelidir. Tanı ve tedavi yaklaşımları
hastanın durumuna göre ayarlanmalı, hastanın fonksiyonel
düzeyi ve tahmini yaşam süresi göz önüne alınmalıdır. Hasta
ve ailesinin bu konuda bilgilendirilmesi ve düşüncelerinin
öğrenilmesi şarttır. Ağrının ve ilişkili semptomların kontrolü
yaşam kalitesini arttırır.
Kanser ağrısında analjezik kullanımı:
Ağrı kontrolü %75 ile %90 oranında basamak tedavisi ile
sağlanabilmiştir.
Basamak tedavi:
1. Basamakta kanser ağrısında önce hafif ağrılara yönelik
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
43
non-opioidler (parasetamol veya aspirin) gereğinde adjuvan
analjezikler kullanılır.
2. Basamakta non-opioidlerle kontrol altına alınamayan, orta
derecede ağrısı olan hastalarda 1. basamak tedaviye zayıf
opioidler (kodein, tramadol) eklenir.
3. Basamakta zayıf opioidlerle kontrol altına alınamayan
şiddetli ağrısı olan hastalar için güçlü
opioidlere (morfin, fentanil) geçilir.
4. basamakta ise spinal opioid veya diğer invaziv teknikleri
içeren bir merdiven sistemi söz konusudur.
Kanser ağrısında hangi ilaç veya yöntem kullanılırsa kullanılsın,
dikkat edilmesi gereken nokta etki süresi dikkate alınarak
analjezinin sürekli ve yeterli olmasını sağlamak üzere ilacın
hastanın isteği dışında belli aralıklarla uygulanmasıdır. Her ilacın
bir yarı ömrü ve etki süresi vardır. “Saatinde ilaç” uygulaması
kanser ağrısının medikal tedavisinde benimsenmesi gereken
ilk kural olmalıdır. Her hastada tedavi bireyselleştirilmeli, ilaç
seçimi, dozu ve veriliş yolu belirlenmelidir.
Kanser ağrısının medikal tedavisinde kullanılan analjezikler:
I. Non-Opioidler:
Non-opioid analjezikler hafif ve orta şiddetteki ağrılarda tek
başına yararlıdır, ayrıca daha şiddetli ağrılarda opioidlerle
kombine edildiğinde additif analjezi sağlar. Opioid analjeziklerin
aksine, non-opioid ilaçlarda analjezi için bir tavan etkisi
sözkonusudur. Tolerans veya fiziksel bağımlılık potansiyeli yoktur.
(Parasetamol, Aspirin, Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar)
Non-opioidlerin kullanımında minimal etkin ve minimal
toksik dozlar bilinmedir. Optimal dozda uygulanmasına karşın
uygun analjezik etkinin elde edilememesi, kısa süre içinde ilaç
değiştirmeyi ya da başka bir zayıf opioid ilacın eklenmesini
gerektirir.
II.Opioidler:
Opioidler orta şiddette veya şiddetli ağrıların tedavisinde
çok yararlı ilaçlardır. Non-opioide eklenen zayıf opioid ile
ağrı giderilemediğinde güçlü bir opioide geçilmelidir. Farklı
reseptör subtipleri ile olan etkileşimlerine göre opioid bileşikler
agonist, agonist-antagonist ve antagonist şeklinde sınıflanır.
Saf agonistler (morfin, kodein, meperidin, fentanil) klinik ağrı
tedavisinde en sık kullanılanlardır. Mikst agonist-antagonist
opioidler (pentazosin, nalbufin, butorfanol, dezosin) ve parsiyel
agonist opioidler (buprenorfın) kanser ağrı tedavisinde daha az
rol oynar.
Zayıf opioidler içinde ülkemizde mevcut olan kodein doğal
bir afyon alkaloidi olarak uygulanan dozun %10’unu morfine
dönüştüren bir opioiddir. Genellikle aspirin veya parsetamol ile
kombine uygulanır.
Tramadol, Fentanil, Meperidin, Morfin arasında bugün için
etkinliği ve güvenliği açısından en çok tercih edilen opioid
morfindir. Özellikle son zamanlarda üretilen değişik farmasötik
şekilleri uygulama kolaylığı sağlamaktadır. Morfinin kendisi
dışında aktif metaboliti morfin-6-glukuronid de, μ reseptörüne
bağlanması ve kolaylıkla kan beyin engelini geçmesi ile analjezik
etkinlikte yardımcı olmaktadır. Yavaş salınımlı preparatlar 8-12
saatte bir uygulanır. Düzenli bir kinetik profıl gösterir. Uygun
dozlarda oral yol, yan etkileri en aza indirerek kıyaslanabilir
bir analjezik etkinlik sağlayabilir. Farklı uygulama yollarında
eşdeğer dozlar dikkate alınmalıdır.
III. basamak aşamasında ilk başvurulacak yol, oral opioid
uygulaması olmalıdır. Kullanım kolaylığı olan güvenli,
ekonomik bir yaklaşımdır. Yutma güçlüğü veya gastrointestinal
disfonksiyonu olan, analjezinin hızlı başlaması gereken, oral
yol ile ilgili yan etkileri tolere edemiyecek hastalarda alternatif
uygulama yolları gerekmektedir.
Noninvaziv alternatifler: Rektal, transdermal ve sublingual
uygulamalardır. Yavaş salınan morfin tabletlerinin oral doz
ile aynı dozda rektal yol ile uygulanabileceği bildirilmektedir.
Transdermal yol için yalnızca fentanil kullanılabilir. Morfinin
sublingual absorbsiyonu azdır. Uygun formülasyonların
bulunmayışı, çoğu ilacın absorbsiyon azlığı, yüksek dozları
vermede yetersizlik sublingual yol kullanımını kısıtlamaktadır.
İnvaziv alternatifler: Belli bir sabit dozun belli aralıklarla
veya gereksinim duyulduğunda subkutan veya intramuskuler
uygulanması uzun süre opioidler için en çok tercih edilen
kullanım yoludur. İntravenöz yol, subkutan uygulama tolere
edilemediğinde şiddetli ağrının akut olarak kontrol altına
alınması için infüzyon veya bolus şeklinde uygulanabilir. Gerekli
dozun hızlı ve kesin olarak ayarlanmasına olanak verir ancak
solunum depresyonu ve olası hipotansiyon açısından dikkatli
olmalıdır. Uygulama zorluğu nedeni uzun süreli kullanım için
uygun değildir.
Opioid kullanımında tolerans ve psişik veya fıziksel bağımlılık:
Morfin ve diğer opioidlere karşı sürekli kullanımda tolerans
gelişmektedir. Tolerans gelişiminin ‘basamak yöntemi’
uygulandığı takdirde yavaşladığı kabul edilmektedir. Tolerans
ve fıziksel bağımlılık, bu hastalarda geriye dönebilen olaylardır.
Psişik bağımlılık genelde tolerans ile birlikte gelişir ancak
farklı olaylardır. Psişik bağımlılık, bir davranış biçimidir ve ilacı
bulmak ve kullanmak için karşı konulmaz bir istek duyulmasıdır.
Ancak doğrudan pozitif pekiştiriye bağlı olan psişik bağımlılığın,
kronik ağrılı kişide çok ender olarak geliştiği belirlenmiştir.
Fiziksel bağımlılık ise, tedavinin aniden kesildiğinde hastanın
yoksunluk belirtileri göstermesi olayıdır. Fiziksel bağımlılık da
toleransa paralel olarak gelişir.Yoksunluk belirtilerinin şiddeti;
uygulama yolu, günlük doz, dozlararası aralık, tedavi süresi
gibi birçok faktörden etkilenir. Genelde 3-4 haftalık opioid
kullanımından sonra böyle bir fıziksel bağımlılığın oluşması
beklenir. Terminal dönemdeki hastalarda bu sorun önemli
değildir. Diğer hastalar için ise ağrı kaybolmuş ise opioidlerin
yavaş yavaş azaltılması ile bu sorun çözümlenebilir.
III. Adjuvan analjezikler:
Kanser ağrısında adjuvan analjezikler üç grupta incelenebilir.
1. Çok-amaçlı adjuvan medikasyonlar:
Kortikosteroidler: En çok kullanılan adjuvan analjeziklerdir.
Ağrıyı azalttığı, iştahı açtığı, bulantı, huzursuzluk gibi belirtileri
ortadan kaldırdığı, yaşam kalitesini arttırdığı gösterilmiştir.
Nöroleptikler: Kanser ağrısında kullanımları kısıtlıdır.
Anksiyete, huzursuzluk, bulantı yakınması olan hastalarda
sedatif, anksiyolitik, antiemetik etkileri nedeniyle kullanılabilir.
Anthistaminikler: Anksiyete, bulantı, kaşıntı yakınmalarında
kullanılabilir. Ağız kuruluğu, sedasyon önemli yan etkileridir.
Benzodiazepinler: Kansere bağlı anksiyete ve kas spamını
gidermede kullanılabilir. Nöropatik
ağrıda en sık kullanılan benzodiazepin klonazepamdır.
2. Nöropatik ağrı için kullanılan adjuvan medikasyonlar:
Nöropatik ağrılar nosiseptif ağrılara göre opioid tedavisine
daha az yanıt vermektedir. Adjuvan medikasyonların tedaviye
eklenmesi analjezik yanıtı arttırmaktadır.
Antidepresanlar: Nöropatik ağrıda sık kullanılan ajanlardır.
Amitriptilin gibi tersiyer amin trisiklik antidepresanların
analjezik etkisinin en çok olduğu bildirilmektedir.
Oral lokal anestezikler: Nöropatik ağrıda intravenöz lidokain
44
infüzyonundan yarar gören hastalarda meksiletin kullanılabilir.
Oral lokal anestezikler içinde en güvenli olan ajan meksiletindir.
Alfa-2 adenerjik agonistler: Klonidinin analjezik etkinliği
gösterilmiştir. Diğer adjuvanlara refrakter nöropatik ağrıda
transdermal veya oral yol ile kullanılabilir.
Antikonvülzanlar: Şimşek çakar tarzda dizesteziler ile
karekterize nöropatik ağrıda etkili ajanlardır. Kemik iliği
depresyonu yaptığı için kemoterapi alan, trombositopeni,
lökopenisi olan hastalarda dikkatle kullanılmalıdır.
3. Kemik ağrısı için kullanılan adjuvan medikasyonlar:
Bifosfonatlar: Osteoklast aktiviteyi inhibe ederek kemik
rezorbsiyonunu azaltırlar. İntravenöz
Pamidronat, zoledronik asid, ibandronat uygulanımları ile
düzenli kullanım ile ağrı oluşumu ve patolojik fraktür riskinin
azaldığı yönünde veriler mevcuttur.
Kalsitonin: Refrakter ağrılarda subkutan veya intranazal yol ile
kullanılabilir.
Kanser ağrısında invaziv analjezik teknikler:
Kanser ağrısında %10 ile %30 oranında sistemik opioid kullanımı
ile yeterli ağrı tedavisi sağlanamamaktadır. Uygun hastalarda
invaziv girişimler sistemik opioid gereksinimini azaltmakta veya
ortadan kaldırmaktadır.
Spinal opioidler:
Spinal opioid (en yaygın olarak morfin) uygulaması oral
yolla verilen opioidler etkisiz kaldığında veya sistemik opioid
kulanımında tolere edilemeyen yan etkiler ile karşılaşıldığında
denenmelidir.
1-) kateter epidural aralığa yerleştirilerek,
2-) kateter epidural veya subaraknoid aralığa yerleştirilerek,
veya
3-) yarı otomatik veya tam otomatik pompaların yerleştirilmesi
yoluyla yapılabilir. Seçilecek yönteme hastanın beklenen yaşam
süresi göz önüne alınarak karar verilir.
Sempatik sinir ve ganglion blokları:
Nörolitik ajanlarla yapılan nörolitik bloklar kansere bağlı
ağrıyı uzun bir süre fakat geçici giderebilir (etil alkol ve fenol).
Nörolitik bloklara bağlı komplikasyonlar uzun süreli veya kalıcı
olabilir. Bu nedenle kısa bir yaşam süresi beklenen ve ağrısını
iyi lokalize edebilen hastalarda uygundur. Radyofrekans
termokoagülasyon (RF) yönteminde ise yüksek frekansta
elektrik akımı ile oluşturulmuş ısı kullanılmaktadır. En büyük
avantajı kontrollü ve sınırlı sinir hasarı oluşturmasıdır.
Komplikasyon oranı nörolitik bloklarda lokal anestezik veya
nörolitik ajanlara bağlı ortaya çıkan komplikasyonlara kıyasla
çok daha düşüktür.
Nörolitik bloklar şöyle sayılabilir: stellar ganglion bloğu,
torakal sempatik blok, splanknik sinir bloğu, çölyak pleksus
bloğu, superior hipogastrik pleksus bloğu, Walter ganglion
bloğu, perkütan kordotomi.
DOÇ. DR. ASLI SELMİN ATAERGİN
GATA TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
K18
DİSPNEYE YAKLAŞIM
Dispne kelime anlamı olarak Yunan alfabesinden ‘’dys’’ zorlu
ve ‘’pnea’’ pnömoniden türeyen nefes darlığı anlamına
gelen iki kelimeden türemiştir. Tanımı kişinin rahat nefes alıp
verememe algısı yani solunum distresidir. Dispne semptomu
primer hastalığına, uygulanan tedavilere veya eşlik eden
diğer hastalıkları ile ilgili olabilir. Kanser hastalarında sıklıkla
da yukarıdaki tüm nedenler birlikte bu semptoma katkıda
bulunabilir. Dispne, kanser başta olmak üzere; kronik, hayatı
tehdit eden ve/veya sınırlayan hastalığı olan hastaların en fazla
deneyim sahibi oldukları yaygın bir semptomdur.
Kanser populasyonunda %21-90 oranında sıklıkla evreye bağlı
olarak geniş bir sıklıkta görmekteyiz. Hospis hastalarında
ise bu oran yapılan çalışmalarda %71 olarak gösterilmiştir.
Palyatif bakım servislerinde yatan hastalar ile yapılan bir
çalışmada dispne ve anoraksiya semptomunun zaman zaman
artan ve azalan bir şiddette hayatın sonuna kadar devam
eden 2 semptom olduğu gösterilmiştir. Dispne akut olarak
başlayabileceği gibi, kronik olarak da şiddetlenebilir. İstirahat
esnasında veya eforla gözlenebilir. Klinik olarak; sürekli, kaçak
(breakthrough), aralıklı olarak 3 şekilde ayırabiliriz. Fizik
incelemede ise hastalarımızda öne eğik pozisyonda, siyanotik,
burun kanatlarının ve yardımcı solunum kaslarının solunuma
katıldığı gözlenir. Taşikardik ve/veya takipneik olabilirler ve
oskültasyonda akciğerlerde patolojik bulgular saptayabiliriz.
Dispne subjektif bir semptomdur. Tanı ve ayırıcı tanısı esnasında,
öncelikle ‘’solunum sıkıntım var’’ şikayeti olan tüm hastalara
inanmakla başlamalıyız. Tedavi yönetiminde değerlendirme
metotları olarak görsel veya nümerik derecelendirme ölçekleri
en yaygın kullanılan yöntemlerdir. Kanser hastalarındaki dispne
nedenleri diğer hasta gruplarına göre oldukça fazldır. Derin
anemiler, bronkospazm, plevral effüzyon, pnömoni, pulmoner
ödem ve emboli, solunum yolu obstrüksiyonları, yoğunlaşmış
sekresyonlar, anksiyete gibi psikolojik sorunlar, asit, metabolik
bozukluklar ve nörolojik hastalıklar en önemli olanlar arasında
sayabiliriz. Özellikle tedavi edilebilir, geri dönüştürülebilir veya
akut müdahalesi gereken problemler için dispnenin ayırıcı
tanısı kanser hastalarında çok önemlidir. Kanser hastalarında
diğer unutulmaması gereken bir nokta da; dispne çoğu zaman
tek bir semptomdan ziyade semptom kümeleri ile karşımıza
gelir. Bu nedenle diğer katkıda bulunan veya eşlik eden
faktörleri de kaçırmamamız gerekmektedir. Literatürde de
fiziksel, psikolojik, sosyal ve spritüel (ruhsal,dini vb.) faktörler,
biyo-psiko-sosyal modelin parçaları olarak tanımlanmıştır ve
total dispne yaklaşımı olarak adlandırılmıştır (Figür 1).
Figür 1: ‘’Total Dispne’’- Biyopsikososyal Modelinin Parçaları
Dispne tedavisini farmakolojik ve farmakolojik olmayan
yöntemler olarak ikiye ayırabiliriz. Farmakolojik olmayan
yöntemleri emosyonel veya bilişsel ve fizyolojik faktörler olarak
ikiye ayırabiliriz. Kanser hastalarında özellikle terminal dönem
veya ileri evre hastalığın semptomatik dispne tedavisinde
farmakolojik yöntemler kadar önemlidirler. Emosyonel veya
bilişsel faktörler başlıklar halinde manevi danışmanlık destek,
açık hava, relaksasyon, distraksiyon, psikoterapi, integratif tıp
yaklaşımları olarak; fizyolojik faktörleri ise; kas güçlendirme,
göğüs duvar vibrasyonu, pozisyon verme, enerji koruma
yöntemleri, solunum egzersizleri, akupunktur, akupres ve
soğuk hava üfleyen mekanizmalar olarak değerlendirebiliriz.
Farmakolojik tedaviler; opioidler, ansiyolitikler, inhale
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
45
furosemid, oksijen tedavisi olarak literatürde sunulmaktadır.
Opioidler dispne tedavisinde en çok kullanılan ve güvenilirlik,
etkinliği çalışılan farmakolojik ajan grubudur. Yapılan
çalışmalarda solunum sayısı, solunum eforu, O2 satürasyonu
değerlerinde önemli azalma olmaksızın dispnede iyileşme
gözlenmektedir. Terminal dönemde kanserli hastalarda
dispne üzerinde subkütan morfinin etkisini değerlendiren
bir çalışmada, hastaların %95’inin solunum sayısı, eforu, O2
satürasyonunu kapsayan solunum fonksiyonlarında önemli
bir azalma olmaksızın semptomatik iyileşme gözlendiği
belirtilmiştir. Daha sonra gerçekleştirilen kontrol çalışmasında
da, solunum depresyonu olmaksızın subkütan morfinin yararlı
etkilerini destekleyen sonuçlar elde edilmiştir. Ayrıca hayvan
çalışmalarında pulmoner vasküler damarlarda vazodilatasyon
yaparak basıncı azalttığı gösterilmiştir. Yine anksiyeteyi azaltıcı
etkisi psikolojik açıdan da hastada rahatlama sağlamaktadır.
Opioidler ile ilgili yapılan çalışmaların değerlendirildiği
metaanaliz ve derlemelerde oral ve parenteral kullanımlarının
etkin olduğu gösterildi. Bruera ve arkadaşlarının yaptığı küçük
çalışmada nebülize ve subkütan morfin karşılaştırıldığında
benzer olduğu gösterilmiştir. Diğer çalışmalarda bu
gösterilememiştir. Abernethy ve arkadaşlarının 2003 yılındaki
çift kör randomize klinik çalışmasında bir kol morfin 20 mg/
gün 4 gün boyunca diğer kol plasebo ve takip eden 4 gün
her iki kolda beraberinde devam eden alternatif tedavilerle
gidilmiştir. Çalışma sonucunda morfin kolunda dispnede
anlamlı düzelme gözlenmiştir. Opioidlerin dispne tedavisinde
kullanımı ile ilgili en önemli bariyerler solunum depresyonu ve
ölümü hızlandırma korkularıdır. Bu endişelerin asılsız olduğu
artık yapılan çalışmalarda günümüzde gösterilmiştir. Bazı
solunumsal parametrelerde değişiklikler, örneğin dispnenin
rahatlaması ile olan solunum hızındaki azalma olabilmektedir,
fakat bunun dışında daha farklı ciddi değişiklikler veya solunum
depresyonu gözlenmemiştir. Dispne tedavisinde diğer bir
çalışılan farmakolojik ajan grubu anksiyolitikler olmuştur.
Benzodiazepinler ve seratonin geri alım inhibitörleri en çok
anksiyete bozuklukları, depresyonda kullanılan ve dispnede
rahatlamaya yol açan tedavi ajanlarıdır. Benzodiazepinleri
takiben klorezepat, alprozalam ve diazepam ile yapılan
çalışmalarda plasebo ile karşılaştırıldığında anlamlı sonuçlar
alınmamıştır. Bir çalışmada morfine midazolamın eklendiği
3 kollu çalışmada kombinasyon kolunda ılımlı oranda dispne
semptomunda düzelme gösterilmiştir. Oral midazolam ile
opioid karşılaştırıldığı diğer bir çalışmada ise hem kaçak hem
de bazal dispnenin rahatlamasında opioide üstün olduğu
gösterilmiştir fakat henüz daha anksiyolitiklerin kullanım
süreleri ve dozlar ile ilgili yanıtlanmayan birçok soru vardır.
İnhale furosemid tedavisinin dispne tedavisindeki rasyonelleri;
öksürük refleksini baskılaması, bronkospazmı özellikle astımda
önlemesi, olası havayolu epitelindeki duysal sinir uçlarına
indirek etkisi olarak söylenebilir. Kanser ve kronik obstruktif
akciğer hastalarında yapılan çalışmalarda etkinliğini gösteren
kanıtlar günümüzde yeterli değildir. Son olarak kanser
hastalarında dispnenin semptomatik yönetiminde oksijen
tedavisi ile ilgili oldukça fazla randomize çalışma yapılmıştır. Bu
çalışmaların değerlendirildiği sistematik derlemelerde, kanserli
hastalarda oksijen tedavisinin yararı sadece ciddi hipoksemisi
olan hastalarda gösterilmiştir. Yapılan çalışmalar oksijen
tedavisinin opioidler ve oda havası ile birebir karşılaştırmalı
çalışmalarıdır. Sonuç olarak söylenen; oksijen tedavisinin hafif
hipoksemik veya normal oksijen konsantrasyonu olan kanser
hastalarında ek bir yararı ciddi hipoksemisi olan hastalar hariç
ispatlanamamıştır.
Sonuç olarak dispne kanser hastalarında her evresinde
karşımıza çıkan ve yaşam kalitesini ciddi oranda kötü etkileyen
önemli bir semptomdur. Dikkatli değerlendirilmesi ve tedavi
edilebilir nedenlerinin ayırıcı tanısı önemlidir. Kanıta dayalı
olarak oral ve parenteral opioidler dispnenin farmakolojij
tedavisinde temeldir. Farmakolojik olmayan yöntemlerden
pulmoner rehabilitasyon ve akupunktur, etkinliği gösterilen
önemli yaklaşımlardır. Yine özellikle terminal dönem kanser
hastalarında aile açısından minimal yük, maliyet ve hasta
açısından potansiyel yararı olduğu gösterilen basit fan-
vantilatör ile yaklaşımlar günümüzde dispne tedavisinde
araştırılmaya açık olan konulardır.
Dostları ilə paylaş: |