DOÇ. DR. TUĞBA YAVUZŞEN
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, İZMİR
46
PANEL - Meme Kanserinde Tedavi Seçimi
K19
Triple Negatif Meme KanserindeTedavi seçenekleri
Tripl negatif (TN) meme kanseri immünohistokiyasal olarak
estrojen reseptörü (ER), progesteron reseptörü (PR) ve insan
epidermal growth faktör reseptörü-2 (HER-2) aşırı ekspresyonun
yoksunluğu ile karakterize olmaktadır. Klinik ve biyolojik
özellikleri örtüşen bir grubu temsil ettiklerinden klinik pratikte
TN meme kanseri ve “basal like” meme kanseri biribirlerinin
yerine kullanılmaktadır. Ancak her ikisi de farklı sınıflamalara
göre ayrımlanmış farklı meme kanseri alt gruplarını temsil
etmektedirler. “Basal like” mem kanseri doku microarray
analizine göre ayrımlanan 5 alttipten birini oluşturmaktadır. ER
ve PR’lerinin ekspresyonun düşük olduğu ya da hiç olmadığı ve
HER-2 aşırı ekspresyonunun oldukça düşük olduğu heterojen
bir gruba karşılık gelmektedir. “Basal like” meme kanserindeki
bu gen ekspresyonları memenin bazal ya da myoepitelyal
hücrelerinde saptanır. Bu tümörler bazal hücre sitokeratinleri
(CK 5,6,17) için kuvvetli pozitif boyanırlar.
Tüm meme kanserlerinin yaklaşık %15-20’si TN meme
kanseridir. Erken evre TN meme kanseri diğer faktörler
göz önüne alındığında düşük riskli gruptaki hastalarda
bile agressif tedavilere rağmen yüksek rekürrens riski ile
birliktelik göstermektedir. Genç kadınlarda sık görülen
TN meme kanserlerinin BRCA1 mutasyonu ile ilişkili olma
olasılığı yüksektir. TN meme kanserinin preenopzal Afrika’lı ve
Hispanik kadınlarda ve düşük sosyoekonomik popülasyonda
sık görüldüğü gösterilmiştir. TN tümörlerin ana histopatolojik
özellikleri hüksek dereceli, yüksek Ki-67 proliferasyon indeksi
göstermeleri ve nekrozun sık görülmesidir. TN meme kanseri
lenfojen yoldan daha sıklıkla hematojen yol ile metastaz
yapmaktadır ve non-TN meme kanseri ile karşılaştırıldığında
daha az sıklıkla aksiller lenf nodu metastazı görülmektedir.
Erken evre TN meme kanseri olan hastaların rekürrens riski
yüksektir. İleri evrede progresyonsuz sağkalım ve genel
sağkalım süreleri de daha kısadır. Germline BRCA mutasyonu
olan kişilerde meme, ever, pankreas, prostat kanseri gelişme
riskleri artmıştır. BRCA gen ürünlerinin birçok görevi vardır ve
fonksiyonel olarak BRCA1 ve BRCA2 eksikliği olan hücrelerde
çift sarmal DNA kırıklarının tamirinde kusur olmaktadır. BRCA1
mutasyonu meme kanseri olan tüm kadınlarda %2 iken TN
meme kanseri olanlarda %10’a kadar çıkmaktadır. Diğer
taraftan BRCA1 mutasyonu olanlarda görülen en sık tümör
tipi TN meme kanseridir. TN meme kanseri ile BRCA-1 ilişkili
meme kanseri arasında birçok benzerlik vardır; BRCA-1 ilişkili
meme kanseri ve TN meme kanserinin seyri agresiftir, ortak
klinik ve patolojik özellikleri paylaşmaktadırlar ve histolojik
gradları yüksektir, hormon reseptörü ve HER-2 negatiftirler, Ki-
67 proliferasyon indeksleri yüksektir, epitelyal büyüme faktörü
reseptörü ve CK5/6 eksprese ederler ve p53 mutasyonu taşırlar.
TN meme kanseri ekspresyon özelliği nedeniyle hormon ve
trastuzumab tedavisi için uygun değildir. Bu nedenle tedavi
seçenekleri sitotoksik ajanlar ile sınırlıdır. TN meme kanserinin
temel tedavisi kemoterapidir. TN meme kanseri kemoterapiye
hormon reseptörü pozitif gruplara göre daha duyarlıdır.
Neoadjuvan kemoterapi çalışmalarında TN hasta grubunda
patolojik tam yanıt oranları daha yüksektir. Antrasiklinler,
taksanlar, ixabepilone, platin türevlerinin etkinliği erken ve ileri
evre TN meme kanserinde gösterilmiştir. Kemoterapi yanıtları
iyi olmasına rağmen TN olmayan alttipler ile karşılaştırıldığında
5 yıllık sağ kalım oranları daha kötüdür.
DR. KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, ANKARA
PANEL - Kanıta Dayalı Tıp
K20
FARMAKOEKONOMİ VE KANITA DAYALI TIP
Farmakoekonomide karar sürecinde kanıtlar temeldir ve bu
nedenle kanıta dayalı tıp kavramı birincil önemdedir.
Sağlık ekonomisi, sağlık alanında tedavi ve verilen
hizmetlerin sonuçları ile maliyetin değerlendirilmesidir. Sağlık
harcamalarının en yüksek düzeyde karşılığının alınmasını
amaçlar. Farmakoekonomi bunun bir dalıdır. Farmakoekonomi
ilaç tedavisinin maliyet ve yararları üzerinde odaklanmaktadır.
Farmakoekonomik değerlendirmeler kaynak oluşturulması
ve kullanım için temel oluşturmaktadır. Batılı ülkelerde
farmakoekonomi üniversitelerde değişik programlarda yer
almaktadır. Ülkemiz için bu konu çok yenidir.
Ülkenin, hatta yerkürenin kaynaklarının sınırlı olduğu açık bir
gerçektir.
Sağlık alanında, özellikle ilaçlarda giderek artan maliyetler,
günümüzde artık karşılanabilir olmaktan çıkmıştır. Ticaret
olarak sürdürülen ve dev bir endüstri halini alan ilaç ve sağlık
sektörü, ilaç geliştirme sürecinin çok masraflı olması ve büyük
ölçüde ilaç endüstrisi tarafından yürütülmesi gibi nedenler
aşırı maliyet artışını ortaya çıkarmaktadır. Yüksek maliyetlerin
biçimlendirdiği bu sağlık uygulamaları hastaların temel
hizmetlerden eşit yararlanamaması, parası kadar hizmet alması
gibi etik sorunların yanında, israf ve akılcı olmayan yaklaşımlar
gibi aşırılıkları da içermektedir. Var olan olanaklarla bunların
karşılanması ve gelecekte de karşılanmaya devamı edilebilecek
olması, artık mümkün olmaktan çıkmıştır. Sistem bu şekliyle
sürdürülebilir değildir. Bu aşamada, kaynakların verimli,
akılcı ve adaletli kullanılması ile bunu olanaklı kılabilecek
yaklaşımlardan biri olan sağlık ekonomisi ve farmakoekonomi
gündeme gelmektedir.
Farmakoekonomik değerlendirmelerde, yeni ve daha pahalı
olan bir ilacın ödenmesi hakkında şu sorulara yanıt aranır:
1-Daha yüksek etki hakkında kanıt var mıdır?
2-Maliyetler nedir?
3-Bu para ödenebilir, makul bir miktar mıdır?
İlaç geri ödeme karar sürecinde, etkinlik ve güvenliğe ilişkin
kanıtlar önemli yer alır. Kanıt olarak randomize klinik çalışmalar
ve metaanalizler kabul edilir. Kanıtlarda ilacın ek katkısının ne
olduğu, yararın hangi hasta gruplarında ne derecede olduğu
ve hastalar için risklerin tanımlanması gibi soruların yanıtları
aranır. Bu bilgilerin kanıtlanması sonrasında maliyet analizi
süreci başlar. İlacın sağladığı ek yararın bedeli hesaplanır.
Yararın kanıtlanmış tanımı (genel sağkalım, hastalıksız ya da
progresyonsuz sağkalım gibi), ek katkı ile elde edilen yaşamın
kalitesi ve yan etkilere ait ek harcamalar bu analizlerde yer
alan temel konulardır. Farmakoekonomide kanıta bakış, hasta
karşısında hekimin bakışından farklıdır. Bireysel düzeyde yararı
sorgulamak yerine, ilacın günlük uygulamaya girecek, bir anda
büyük sayılarda hasta tarafından kullanılacak ve geri ödemesi
yapılacak kadar değerli olup olmadığı değerlendirilir.
Farmakoekonomide randomize klinik çalışmalar şöyle okunur:
1-Hangi sorunun yanıtı araştırılıyor?
2-Gruplara dağılan hastaların özellikleri nasıldır? Randomizasyon
yöntemi nedir?
3-Kontrol grubunun özelliği ne? Günlük pratiğe, etiğe ve bilimsel
verilere uygun mu?
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
47
4-Çift kör mü?
5-Sonuçlar
nasıl
tanımlanmış?
Hastalıksız
sağkalım,
progresyonsuz sağkalım ya da genel sağkalım ya da yaşam kalitesi
tanımlarından hangileri seçilmiş? Çalışmanın primer sonlanım
ve ikincil sonlanım noktaları nedir? Yarar için kabul edilebilir ve
hedeflenen sonlanımlar hangileridir?
6-Çalışmayı tamamlamayanlarda durum nedir? ITT, LFU
gruplarının sonuçları bildirilmiş mi? Sağkalım sonuçları bu
hastalarda nasıldır?
7- İzlem süresi ne kadardır? Veriler, uzun dönem izlem sonuçlarını
yansıtabilir mi?
8-Alt grup analizleri yapılmış mıdır? İlacın etkisinin derecesini
etkileyen hasta özellikleri, en çok hangi grubun yarar göreceği
bilgisini verebilir mi?
9-İlaca bağlı yan etkiler nedir? Hasta riskleri ne düzeydedir?
Toksisiteye bağlı ek ilaç kullanımı ve hastanede yatış gerekli
midir?
Farmakoekonomide metanalizler şöyle okunur?
1-Heterojenite testi (Q) sonucu nedir? SED, p değeri ve randomize
çalışmaları ağırlıklandırması nasıl olmuştur?
2-Sonuçların metrik değerlendirmesi nasıl yapılmıştır? ARD, RR, OR ?
3-Yayın yanlılığı ne durumdadır? Sonucu olumlu olan çalışmalar
daha çok yayınlanır ve önceliği alır.
Sonuç olarak, farmakoekonomi çalışmaları ülkemizde yaygın
olarak yapılmalıdır. Maliyet analizine temel oluşturan kanıtlar
toplumsal bakışa uygun olarak değerlendirilmelidir. Bu
konuda klinisyenler ve ekonomistlerden oluşan ekip çalışması
zorunludur. Çalışma sonuçları günlük uygulamalara ve geri
ödeme programlarına uygun şekilde yansımalıdır.
DOÇ. DR. FİLİZ ÇAY ŞENLER
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
PANEL - Kanser Araştırmalarında Metodoloji
K21
KLİNİK ONKOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ
Bilim dünyasındaki baş döndürücü gelişme tanı ve tedavideki
yeniliklerle birlikte zaman zaman bilgi kirliliğini de beraberinde
getirmektedir. Bu bilgi kirliliğinden uzaklaşmak, en doğru sonucu
elde etmek ancak iyi planlanmış çalışmalarla sağlanabilir.
Kanıta dayalı bilgi kavramı da gerçekte iyi planlanmış, her
türlü yanlılıktan uzak bilimsel çalışmalar sayesinde ortaya
çıkmaktadır. En iyi kanıt iyi dizayn edilmiş ve sonuçlandırılmış
bilimsel çalışmalar elde edilebilir.
Klinik bir araştırmanın ilk aşaması bilimsel bir soruya cevap
arama isteğidir. Bu da iyi ve kapsamlı bir literatür taraması
gerektirmektedir. Neden, nasıl, niçin, gibi sorulara cevap aramak
adına yapılması gereken ikinci adım ise bu bilimsel soruya uygun
cevabı arayacak bir hipotez oluşturmaktır. Sonraki aşamada ise
bu hipotezin test edilmesine yönelik olarak yapılacak klinik
araştırmanın planlanmasıdır. Bu aşamada araştırmaya dahil
edilecek hasta sayısı, çalışmaya alınma ve dışlama kriterleri,
sonlandırma kriterleri ve hepsinden önemlisi birincil ve ikincil
sonlanım noktalarının belirlenmesi gerekmektedir. Çalışma
süresince ise veri toplama, elde edilen verilerin analizi ve
yorumlanması sonrasında sonuçların ortaya konması ve bu
sonuçlardan yapılacak çıkarımların bir rapor halinde sunulması
ile bilimsel çalışma tamamlanmış olur.
Klinik Onkoloji’de bilimsel araştırma yöntemlerinin tümü
kullanılabilir. Bu araştırma yöntemleri aşağıdaki şekilde
sınıflandırılabilir:
1.
Gözlemsel Araştırmalar
a.
Tanımlayıcı araştırmalar
b.
Analitik araştırmalar
i.
Vaka-kontrol araştırmaları
ii.
Prospektif veya retrospektif kohort
iii.
Kesitsel araştırmalar
2.
Deneysel Araştırmalar
a.
Klinik çalışmalar
b.
Topluma Müdahale (saha) çalışmaları
3.
Metodolojik Araştırmalar
a.
Tanı ve tarama yöntemlerinin geçerlilik ve güvenilirliği
çalışmaları
b.
Ölçüm yöntemlerinin güvenilirliliğini değerlendiren
çalışmalar
c.
Matematik modelleri ile yapılan çalışmalar
GÖZLEMSEL ÇALIŞMALAR
Gerçek hayatı olduğu gibi yansıtma özelliğine sahip olmasına
rağmen neden-sonuç ilişkisini her zaman yansıtamayabilir.
Tekrarı her zaman mümkün olmayabilir. İncelenen faktörlerin
çoğu araştırmacının kontrolü altında değildir. İncelenen durum
dışındaki değişkenler kontrol altında tutulamaz.
a.
Tanımlayıcı Araştırmalar
Bu araştırma tipinde hipotez kurulmamaktadır. Genellikle
bir toplumdaki demografik özelliklerin, hastalara ait klinik
verilerin tanımlandığı çalışmalardır. Sağlık sorunlarının
tanımlanmasında, belirli bir hastalık için verilerin sistematik
olarak toplanması, değerlendirilmesi amacıyla kullanılan
çalışmalardır. Hastalık sürveyans çalışmaları ve vaka serileri bu
grupta değerlendirilmektedir.
b.
Analitik Araştırmalar
Bir sağlık sorununun nedenine yönelik yapılan çalışmalar olup,
48
neden-sonuç ilişkisinin ortaya koymaya çalışan araştırmalar
olarak sınıflandırılabilir.
Vaka-Kontrol Çalışmaları
Vaka grubundaki etkene maruz kalanların, kontrol
grubundakilerle karşılaştırıldığı çalışmalardır. Retrospektif
veya prospektif olarak yapılabilir. Tek bir hastalıkta birden
çok etkenin araştırılması yapılabilir. Ucuz, kısa sürede ve az
sayıda hasta ile yapılabiliyor olmasına karşın yanlılık olasılığı
yüksektir. Vaka grubu ile kontrol grubundaki bireylerin benzer
özellikte seçilmesi gerekmektedir. Nadir görülen hastalıklarda
etken-sonuç ilişkisinin araştırılması, bu çalışma tipi için Etkenin
neden-sonuç ilişkisi Odds oranı olarak sunulur. Sonuçların
yorumlanması sürecinde karıştırıcı faktörlerin de göz önüne
alınması gerekmektedir.
Kohort Çalışmaları
Kohort, tanım olarak ortak bir özelliği paylaşan ve belirli bir
süre izlenen grup (aynı yıl doğanlar gibi) olarak adlandırılır.
Çalışmanın başlangıç noktası etkene maruziyettir. Neden-
sonuç ilişkisi incelenirken etkene maruz kalan grup ve bu
gruba benzer özellikteki sağlıklı grup sonuç ortaya çıkana kadar
izlenir. Genellikle prospektif olarak planlanan bu çalışmaları
retrospektif olarak ta yapmak mümkündür. Uzun bir zaman
gerektirmesi en önemli dezavantajıdır. Zahmetli, pahalı ve
ciddi emek ve iş gücü gerektirmesi diğer dezavantajlarıdır.
Taraf tutmanın en az olduğu, etken-sonuç ilişkisinin en iyi
değerlendirildiği çalışmalardır. Çalışma sonunda bir hastalığın
kontrol grubuna göre görülme oranları karşılaştırılır (Rölatif
risk).
Kesitsel Çalışmalar
Prevalans çalışmalarıdır. Belirli bir zaman diliminde belli bir
hastalık için risk altındaki bireylerin tümünün veya bu bireyleri
temsil edebilecek büyüklükteki bir kısmının değerlendirildiği
araştırma tipidir. Bir toplumda bir hastalığın ne oranda
görüldüğü ve hangi özellikleri taşıdığının belirlenmeye çalışıldığı
bir araştırma yöntemidir. Etken-sonuç ilişkisi genellikle tam
olarak ortaya konamaz.
DENEYSEL ÇALIŞMALAR
Bu tür çalışmalarda genellikle bir hastalığın önlenmesi, daha iyi
tedavi yöntemlerinin bulunması ve hastalığa bağlı diğer morbid
durumların azaltılması hedeflenmektedir. Özellikle klinik
çalışmalar hayvan çalışmalarından elde edilen sonuçlardan,
standart tedaviye üstünlüğün değerlendirildiği çalışmalara
kadar uzana bir yelpazede yapılabilir. Araştırılan olay dışındaki
diğer değişkenler kontrol altında tutulabilir. Randomizasyon
yapılarak çalışma daha güvenilir bir hale getirilebilir. Randomize
çalışmalarda tüm şartlar araştırıcının kontrolü altındadır.
Plasebo veya etkinliği kanıtlanmış bir diğer ilaçla karşılaştırma
amaçlanır. Ancak unutulmamalıdır ki elde edilen sonuçlar her
zaman gerçek hayatı yansıtmayabilir.
•
Klinik Çalışmalar:
Faz I Çalışmalar: Az sayıda sağlıklı gönüllülerde yapılan ve
genellikle doz saptanması, toksisite, ilacın insan vücudundaki
dağılımının belirlenmesi amacıyla yapılan çalışmalardır.
Faz II Çalışmalar: FazI’de saptanan dozlarda ilacın etkinlik ve
güvenliliğinin değerlendirildiği, kısaca etkin dozun ve yan
etkilerin saptanmaya çalışıldığı çalışmalardır.
Faz III Çalışmalar: Daha fazla sayıda hastada ilacın standart
tedavi ile karşılaştırıldığı, endikasyon ve kontrendikasyonların,
yan etkilerin tam olarak ortaya konduğu randomize
çalışmalardır. Bu çalışma sonucuna göre ruhsatlandırma
yapılmaktadır.
Faz IV Çalışmalar: Ruhsat almış bir ilacın güvenlilik, tolerabilite,
diğer ilaçlarla etkileşimi, maliyet gibi araştırmaların yapıldığı
çalışmalardır.
•
Topluma Müdahale (saha) çalışmaları:
Aşı uygulamaları, gebelik izlemi gibi toplum tabanlı müdahale
çalışmaları bu grupta incelenebilir.
METODOLOJİK ARAŞTIRMALAR
Yeni geliştirilen bir tanı yönteminin standart yöntemlerle
karşılaştırıldığı veya kullanılan bu yöntemlerin duyarlılık,
özgüllük ve doğruluk değerinin hesaplanmaya çalışıldığı
çalışma türleridir. Matematik modelleme yöntemleri de bu
grup altında sınıflanmaktadır.
SİSTEMATİK DERLEME-METAANALİZ
Bir konuda yapılmış benzer çalışmaların sonuçlarının
kantitatif olarak değerlendirildiği ve özetlendiği çalışmalardır.
Çalışmaların kalite skorlaması, alınma ve çıkarılma kriterlerinin
açıkça belirlenmesi ve literatürlerin nasıl tarandığının ve hangi
kriterlerin gözetildiğinin açıkça belirlenmesi gerekir. Farklı
tedavi stratejilerinin hangisinin daha etkin ve optimal olduğunu
ortaya koymayı amaçlar. Elde edilen sonuçlar değerlendirilen
çalışmaların kalitesi ile doğru orantılıdır.
DOÇ. DR. SAADETTİN KILIÇKAP
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIBBİ ONKOLOJİ BD, SİVAS
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
49
PANEL - Akciğer Kanserinde Güncel Tedavi Yaklaşımları
K22
METASTATİK KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE
GÜNCEL TEDAVİLER
Akciğer kanseri halen dünyada, her iki cinste de kanser nedenli
ölümler arasında ilk sırada yer almakta ve her yıl yaklaşık 1.2
milyon yeni akciğer kanseri tanısı konulmaktadır. Bu olguların
yaklaşık %80’ini küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK)
oluşturmaktadır. Maalesef olguların yarıdan fazlası tanı anında
evre IIIB ve IV hastalığa sahip olup bu olgularda prognoz oldukça
kötü seyretmektedir. Erken evrede yakalanan hastaların ise
yaklaşık %40 ile 70’inde küratif cerrahiye rağmen, hastalığın
seyri sırasında uzak metastazlar meydana gelmektedir.
İleri evre KHDAK’ inde temel tedavi yaklaşımı sistemik tedavi
olup, gerekli olgularda radyoterapi ve bazı seçilmiş olgularda
cerrahi uygulanabilmektedir. Sistemik tedavi kapsamında
kemoterapi yaygın olarak kullanılmakta ve uygun olgularda
hedefe yönelik tedaviler de önemli bir tedavi seçeneği olarak
yer almaktadır. Bu yaklaşımlarla hem sağkalım uzamakta
hem de yaşam kalitesi artmaktadır. İleri evre KHDAK’de
tedavi planı belirlenmeden önce histolojik tipin belirlenmesi
büyük önem taşımaktadır. Non-skuamöz histolojide olan
olgularda EGFR mutasyon analizinin yapılması önerilmektedir.
EGFR mutasyonu saptanan olgularda Erlotinib tedavisi
önemli bir tedavi seçeneğini oluşturmaktadır. Mutasyon
saptanmayanlarda ise olgunun performans durumu ve tümörün
histolojik tipi dikkate alınarak sistemik KT planlanmaktadır.
Bugün için ileri evre hastalıkta kullanılan sistemik tedavi
seçenekleri kemoterapötik ajanlar [platin bileşikleri (sisplatin,
karboplatin), taksanlar (dosetaksel, paklitaksel), gemsitabin,
vinorelbin, etoposid ve pemetrexed’dir] ve hedefe yönelik
ajanlar [bevasizumab, setuksimab, erlotinib ve gefitinib]’dan
oluşmaktadır. İlk sıra KT olarak, iyi performans durumuna sahip
(0-1) olgularda platin bazlı KT kombinasyonları önerilirken,
performans durumu daha düşük olgularda monoterapi şeklinde
tedavi uygulanabilmektedir. Non-skuamöz histolojiye sahip
olgularda sisplatin/pemetrexed ve bevasizumab/kemoterapi
kombinasyonları en uygun seçenekleri oluşturmaktadır.
Bunların dışında daha az oranda önerilmekle birlikte sisplatin/
vinorelbin/setuksimab kombinasyonu da alternatif tedavi
seçeneğidir. Skuamöz histolojiye sahip olgularda ise platin
temelli ikili kombinasyon kemoterapisi öncelikle önerilmekte,
bunun dışında bir anti-EGFR monoklonal antikor olan
setuksimabın
eklendiği
sisplatin/vinorelbin/setuksimab
kombinasyonu da alternatif tedavi seçeneğini oluşturmaktadır.
Yakın zamanda hedefe yönelik tedavi alanındaki bir başka
gelişme de ALK yolağı ile ilgili olmuştur. ALK-pozitif KHDAK’li
hastalarda bir ALK ve c-MET dual inhibitörü olan Crizotinib
ile ümit veren sonuçlar elde edilmiş ve hedefe yönelik tedavi
alanında yeni bir tedavi seçeneği olarak yerini almıştır.
İlk sıra tedavi sonrası progrese olan metastatik KHDAK’li
olgularda tümörün histolojik tipi, hastanın performans durumu,
fenotipik ve genotipik özellikleri ile ilk sıra tedavide aldığı tedavi
ajanları dikkate alınarak ikinci sıra tedavi (dosetaksel, erlotinib
ve pemetreksed gibi) planlanmaktadır. Tedavide amaç olgunun
yaşam kalitesini arttırmak, semptomların azalmasını sağlamak
ve yaşam süresini uzatmak olmalıdır.
Son yıllarda dikkati çeken bir başka tedavi yaklaşımı da idame
tedavi olup, 4-6 siklus KT sonrası yanıt elde edilenlere ya
da stabil kalan olgulara, hastalıkta ilerleme görülünceye ya
da belirgin yan etki ortaya çıkıncaya kadar tedaviye devam
edilmesidir. İdame tedavi başlangıç kombinasyon rejimindeki
ajanlardan biri ile yapılan “devam idame tedavisi” ya da
başka bir ajanla yapılan “switch idame tedavi” şeklinde
yapılabilmektedir. Bunlardan özellikle non-skuamöz histolojide
PARAMOUNT çalışmasındaki pemetrexed ile idame tedavi
ile SATURN çalışmasındaki erlotinib ile idame tedavi en fazla
ümit vadeden ajanlar olarak dikkati çekmiştir. Beklendiği üzere
SATURN çalışmasındaki erlotinib ile idame tedavide en fazla
yarar EGFR mutasyonu olan olgularda gözlenmiştir. Bunun
dışında gemsitabin ve dosetaksel ile yapılan idame tedavi
çalışmaları da olumlu sonuçlar sağlamıştır.
PROF. DR. İLHAN ÖZTOP
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, İZMİR.
50
PANEL - Kemik Metastazlarının Tedavisi
K23
KEMİK METASTAZLARININ MEDİKAL TEDAVİSİ
Kemik metastazı kanserli olgularda en sık görülen
komplikasyonlardan birisini oluşturmaktadır. Kemik metastazı
genel sıklığı tam olarak bilinmemekle birlikte Amerika Birleşik
devletlerinde Kanser ölümlerinin yaklaşık yarısında tespit
edilmektedir. Kemik metastazı geniş bir semptom yelpazesine
sahiptir. Yaşam kalitesini azaltmasının yanı sıra sağ kalımı
da olumsuz olarak etkiler. Ağrı, patolojik kırık , spinal kord
kompresyonu sık görülen lokal etkilerini oluşturur. Hiperkalsemi
gibi yaşamı tehdit eden metabolik bazı bozukluklara da neden
olmaktadır.
Kemik metastazı tıbbi tedavisini doğru yönetebilmek için kemik
metastazı fizyopatolojisine hâkim olmak gereklidir. Kemik
metastazları litik ve blastik olmak üzere 2 ye ayrılmaktadır.
Litik metastazlar normal kemik dokusunun destruksiyonu
ile karakterizedir. Bu ayırım mutlak değildir pek çok hastada
osteolitik ve osteoblastik lezyonlar birlikte görülür. Normal
kemik formasyonu ve döngüsü osteoblastlarca yeni kemik
oluşumu ile osteoklastlarca eski kemik dokunun yıkılımının
dengede olması ile sağlanır.kanser hücreleri kemik yüzeyine
yerleştiğinde lokal destruksiyona neden olur. Tümöral
hücrelerden salınan parathormon ilintili peptid, transforme
edici büyüme faktörü Beta gibi mediyatörler osteoklastların
aktivasyonunu arttırır. VEGF(vasküler endotelyal grovt faktör),
PDGF (platelet derive GF) ET1 (endotelin 1 ) gibi mediatörler
de Osteoblast aktivasyonunu arttırır. Altta yatan tümörün
natürü kemik metastazının şiddetini ve tipini belirler.
Antineoplastik tedavi ve kemik destekleyici tedavi medikal
tedavinin temelini oluşturur. Antineoplastik tedavinin ( kemoter
api,hormonoterapi,immünoterapi vb) etkin kullanımı morbidite
ve mortalitede önemli azalmalara neden olur. Analjezikler ve
bifosfonat gibi destek tedaviler ise iskelet komplikasyonlarının
azaltılması ve hiper kalsemiyi kontrol altına almada son derece
etkindir. Bifosfonatlar kemik mikroçevresini değiştirerek kısır
döngüyü tersine çevirirler. Osteoklastik aktiviteyi inhibe ederek
osteoklast apoptozisini arttırırlar.
Kemik metastazlarının tedavisinde sorun yaratan diğer bir
konuda yanıt değerlendirmesidir. Tüm görüntüleme metodları
kemikteki düzelmeyi indirek belirteçlerle ortaya koyar ve
direk azalan tümör yükünü göstermezler. Kemik sintigrafisi
osteoblastik lezyonları ortaya koymada etkindir. Multiple
myeloma gibi pur litik lezyonlarla seyirli hastalıklarda tanı
koyma ve tedavi değerlendirmede etkisizdir. Direk radyolojik
grafilerde litik lezyonlar ve blastik lezyonlar gözlenebilir.
Litik lezyonlar tedaviden fayda gördüğünde lezyon etrafında
skleroz halkası belirir ardından kalsifikasyon başlar ve blastik
sklerotik değişiklik gösterir kemiğin rezorbsiyonu ile lezyon
düzelir. Serolojik belirteçlerde kemik metastazlarının yanıtını
değerlendirmede kullanılabilir. Kemik mikroçevresinini
bozulması (metastaza bağlı) pek çok kimyasal kemik belirtecinin
yapım ya da yıkımını arttırır. Literatürde çalışmalaraın büyük
kısmı kemik rezorbsiyon belirteçleri ile ilntilidir. Tip 1 ve 2
kollajen, pridonilin, deoksiprinolidin gibi belirteçlerin idrar
ya da serum düzeyleri ölçülebilir. Kemik rezorbsiyon belirteç
artışının progresyon azalmasının yanıtla ilintili olduğunu
gösteren çok sayıda çalışma mevcuttur.
Dostları ilə paylaş: |