Osteoklast inhibitörlerine genel bakış: Kanser hücreleri
kemiğe yerleştiğinde direk lokal etki ve osteoklast aktive edici
mediatörler sayesinde kemik rezorbsiyonuna neden olurlar.
Bifosfonat grubu ilaçlar matür osteoklastları etkileyerek
rezorbsionu engellerler. Nitrojen içeren bifosfonatlar (klinikte
en sık kullanılan grubu oluşturur) mevalonat yolağını inhibe
ederek farnesil ve geranil-geranil izoprenoid gruplarının
prenilasyonunu engellerler. Preklinik çalışmalar anti tümöral
etkinlikleri olduğunu göstermektedir. Bifosfonatlar klinikte
tümörle indüklenen hiperkalsemi, kemik ağrılarının önlenmesi
kemik ilintili komplikasyonların önlenmesi, kemik metasızlarının
engellenmesi gibi endikasyonlarda kullanılmaktadır.
DOÇ. DR. MURAT DİNÇER
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
51
KAHVALTI SEMİNERİ - Gastrointestinal Stromal Tümörler
K24
Olgu: AÜ, 69 yaşında erkek hasta. Konya’da yaşıyor. Haziran
2010: Karında şişlik ve ağrı, kabızlık 08/06/10 Laparatomi:
Eksplorasyonda omentum kaynaklı 20 cm çapta kistik tümöral
kitle saptanmış. Omentektomi ile beraber total eksizyon
yapılmış. Karın duvarı ve duedonum 3. kısım duvarına yapışık
2 adet 5 cm implant rezeke edilmiş. Karın duvarı ve visseral
peritonda milimetrik tümöral yayılım saptanmış.
Patoloji: (iki ayrı merkez tarafından incelendi)
Makroskopi: 18x17x10 cm kapsüllü lobuler tümöral doku.
Tümör peritona yapışık özellikte peritona serpilmiş çeşitli
çaplarda nodüler tümör dokuları mevcut. Ayrıca ayrı parça
halinde 10 cm tümör kitlesi izlendi.
Mikroskopi: Gastrointestinal stromal tümör, omentum.
Hücre Tipi: miks (Epiteloid ve spindl)
Tm boyutu: 18x17x10 cm. Büyüme paterni: Ekspansif Nekroz
ve kanama mevcut.
Ülserasyon: Yok Atipi hafif. CD117:>%50 (+++) CD34 :>%50 (+)
Desmin:- Vimentin:+++ S-100:>%50 (+) EMA:- NSE:- CK:- Mitoz:
14/50 HPF (50 BB alanı) ki67:>%10. Olgu yüksek riskli GIST
olarak yorumlanmış.
Fizik Muayene: Genel durum iyi, ECOG PS: 2 Ateş 37 VA:102 kg
Kb:150/90 Nb:82/dk Akciğer ve kardiyak muayene doğal.
Abdomen: Geçirilmiş operasyona ait skar dokusu.
Özgeçmiş: Tip 2DM, HT. OAD kulanıyor.
Sigara: 30 yıl günde 2-3 paket sigara kulanmış 10 yıldır bırakmış.
Alkol: Yok
Soygeçmiş: Erkek kardeşi kolon Ca.
Labaratuvar: Hb: 11.4 gr/dL. Glukoz:151 mg/dL
Hepatit Marker: Negatif
EKG: NSR Eko: LVEF:60 TY PAB:40 mmHg
Toraks-Abdomen BT(23/06/10): Mediastinal 1 cm den küçük
Laplar. Sol akciğer üst lobda 5 mm’den küçük pulmoner nodül.
Karaciğer boyutu 16 mm hafif artmış. İnsizyon hattı inferior
kesimde 3x2 cm fokal yumuşak doku görünümü (postop skar?)
PET-BT (21/07/10): Patolojik tutulum saptanmadı.
Klinik Seyir: Temmuz 2010: İmatinib 400 mg başlandı.
06/12/10: Karın ağrısı bulantı kusma yakınmaları ile başvurdu.
FM: İnsizyon skarı etrafına endurasyon, kitle? saptandı.
Abd USG: Karaciğerde büyüğü 9 mm çapında 2 adet hipoekoik
nodül (metastaz?)
Toraks-abdomen BT (01/12/10): Mediastinal 1 cm altında
Laplar. Sol akc üst lob lingulada 5 mm’den küçük nodül. Karaciğer
parankimde sağ lobda yer yer sınır vermeyen 1 cmden küçük
lezyonlar (met?). Perihepatik, perisplenik alanlarda belirgin
olmak üzere batında serbest sıvı. Karın ön duvarda insizyon
hattı komşuluğunda 5.5x4.5 cm yumuşak doku lezyonu (rezidü-
nüks?)
Yorum: Radyolojik Progresyon. İmatinib 2x400 mg’a çıkıldı.
Ocak 2011: İmatinib tedavisi altında batında yaygın asit ve ileus
tablosu ile hastaneye yatırıldı. Acil parasentez yapıldı 6-7 litre
hemorajik mayi aspire edildi. Hastaya peritoneal kateter ile
günlük 5000 cc hemorajik vasıfta asit drenajı oldu.
Periton Sıvı Sitoloji: malign geldi. Takibinde ileus tablosu
düzeldi. Sunitinib 50 mg/gün başlandı. Sunitinib altında genel
durumu stabil seyretti, tedaviyi iyi tolere etti. Drenajı azalınca
periton kateter çekildi.
Toraks-abdomen BT (29/03/12): Akciğer stabil. Karaciğer
lezyonlarının sayı ve boyutunda artış. Perihepatik perisplenik
mayi (12/11’e göre artış. Peritoneal kalınlaşmalar. Umblikus
düzeyinde karın ön duvarına ve barsak anslarından ayırt
edilemeyen kitle, sol alt kadranda barsak anları arasında
11x5 cm kitle. Sorafenib 2x400 mg başlandı. Sorafenib altında
semptomatik olarak rahattı ve parasentez ihtiyacı olmadı.
Karındaki kitlede küçülme oldu.
Abd USG (17/05/11): Karaciğerde büyüğü 18 mm metastazlar.
Batında serbest sıvı ve peritoneal implantlar. İnsizyon hattı
inferior kesimde büyüğü 66x35 mm kitlesel lezyonlar.
Sorafenib devam edildi.
Abdomen BT (07/10/12): Karaciğerde her 2 lobda büyüğü 16
mm çok sayıda metastaz (03/12’e göre artış). Batında yaygın
asit.Batında büyüğü orta hatta alt kesimde 11x7 cm çok sayıda
kistik görünüm. Peritoneal kalınlaşmalar. Pelvik kitle izlenmedi.
PET-BT (07/10/12): Batında peritonda yaygın kalınlaşmalar
ve nodüler görünümler izlenen alanlarda orta dercede
hipermetabolik görünümler (SUVmax:3.5-6.8) ve en büyüğü
orta hatta 10x8 cm multipl hipometabolik kistik lezyonlar.
Karaciğerde metabolik aktivite artışı saptanmayan hipodens
lezyonlar. Mediastinal lenf nodlarında düşük tutulum (reaktif)
Sorafenib devam edildi. Hasta halen hayatta. (son kontrol;
29/12/12)
DR. BANU ÖZTÜRK
TOKAT GAZİOSMANPAŞA ÜNV. TIP FAK. T. ONKOLOJİ
52
K25
Olgu: 64 yaşında erkek hasta Mart 2005’te karın ağrısı
ve bulantı şikayeti ile doktora başvurmuştu. Abdomen
ultrasonografisinde duodenum periampuller bölgede kitle
saptanmıştı. Genel cerrahi bölümünde pankreas koruyucu
duodenektomi uygulanmıştı. Patoloji sonucu duodenum
kökenli gastrointestinal stromal tümör olarak rapor edilmişti.
Tümör çapı; 4.5 X 3.5 X 2.5 cm, c-kit pozitif ve mitotik indeks 50
büyük büyütme alanında 9 olarak rapor edilmişti. Eylül 2005’te
abdomen bilgisayarlı tomografisi (BT)’nde karaciğerde multipl
metastatik kitleler saptandı. Imatinib 400 mg/gün başlandı ve
önce 600 mg/gün daha sonra 800 mg/gün dozuna arttırıldı.
Nisan 2007’de abdomen BT’nde karaciğer metastazlarında
progresyon saptandı ve imatinib kesildi. Suntinib 37.5 mg/
gün başlandı. Mart 2008’de perihepatik abse gelişti. Abse
girişimsel radyoloji tarafından drene edildi, antibiyotik
tedavisi uygulandı. Bu sırada sunitinib tedavisine devam
edildi. Suntinib tedavisi altında parsiyel yanıt alındı. Mart
2009’da abdomen BT’nde karaciğerde multipl metastazlar
mevcuttu ve Mayıs 2009’da metastatik lezyonlarda progresyon
saptandı. Sunitinib kesilerek nilotinib başlandı. Şubat 2010’da
abdomen BT’nde karaciğerdeki metastatik lezyonlar tamamen
kaybolmuştu. Nilotinib tedavisine devam edildi. Mayıs 2011’de
abdomen BT’nde karaciğer segment 6’de 4 cm çapında yeni
bir metastaz saptandı. Karaciğerdeki tek lezyona radyofrekans
ablasyon uygulandı. Nilotinib kesilerek imatinib 600 mg/gün
başlandı. Ekim 2011’de abdomen BT’nde hastalığa ilişkin bulgu
saptanmadı. Hasta halen imatinib 600 mg/gün tedavisi altında,
remisyonda takip edilmektedir.
DR. ÇAĞATAY ARSLAN
PANEL - Kanser Tedavisinde Stratejiler
K26
BRCA Mutasyonlu Meme Kanserlerinde Tedavi Yaklasimlari
Profilaktik Ooforektomi (PO):
Bircok calisma profilaktik oophorektominin BRCA mutasyonlu
hastalarda meme ve over kanseri riskini azalttigini gostermistir.
Genel mortalite, meme kanseri ve over kanseri spesifik
mortalite riskinin de PO sonrasinda, hem BRCA1 hem de BRCA2
tasiyicilarinda azaldigi gosterilmistir
1
. Bu sonuclar isinginda
BRCA tasiyicilarinda, PO standard kabul edilmelidir.
BRCA Tasiyicilarinda Lumpektominin Rolu:
BRCA tasiyicilarinda artan lokal rekurens riski aslinda 2. primer
tumor olusumundan kaynaklanir. Hicbir calisma, radyoterapinin
2. meme kanseri riskini azaltmada mastektomiye oranla daha
az etkili oldugunu gostermemistir. Ayni sekilde, lumpektomi
ile tedavi edilen hastalarda sistemik rekurens riskinin arttigi
gosterilmemistir
2
. Ayni calismada, lumpektomiden sonra
adjuvan kemoterapi almayanlarda alanlara oranla daha cok
ipsilateral lokal rekurens saptanmistir.
Profilaktik Mastektomi (PM):
BRCA tasiyicilarinda kontralateral meme kanseri riski, ozellikle
BRCA1-mutasyonlu hastalarda, artmistir. 40 yasinda PO
yaptiranlar ama PM tercih etmeyenler, onun yerine MRI
ile meme kanseri taramasina devam etmek isteyenlerle,
yine ayni yas grubunda hem PO hem de PM tercih edenler
karsilastirildiginda, 70 yasina gelmeden sagkalim oranindaki
fark BRCA1 tasiyicilarinda sadece 3%, BRCA2 tasiyicilarinda ise
2% olarak gozlemlendi
3
. Dolayisiyla, PM zorunlu kabul edilmese
bile, meme kanseri riskini azaltmak icin cok makul bir tercihtir.
BRCA-iliskili Meme Kanserlerinde Konvensiyonel
Kemoterapiye Cevap:
Bir calismada, BRCA-iliskili metastatik meme kanseri vakalarinda
antrasiklin-bazli kemoterapiye cevap ve sagkalim orani, BRCA-
iliskili olmayan vakalara gore daha fazla bulunmustur
4
. Ote
yandan, MD Anderson’da yapilan calismada, 3 senelik bir takip
sonucunda, BRCA1 tasiyicilarinin BRCA2 tasiyicilarina ve BRCA
tasiyicisi olmayanlara oranla TTP ve OS daha kisa bulundu
5
.
BRCA1 grubunda medyan progresyona kadar gecen sure (TTP)
0.7 yil iken, BRCA2 grubunda 0.9, BRCA(-) grupta ise 1.3 yildi.
Ayni sekilde, BRCA1 grubunda medyan genel sagkalim (OS)
1.3 yil iken BRCA2 ve BRCA(-) gruplarinda 4.9 yildi. MDACC’da
yapilan baska bir calismada ise, BRCA iliskili meme kanserli
vakalar, antrasiklin ve taksan bazli neoadjuvan kemoterapiler
ile tedavi edildikten sonra pCR oranlari BRCA1, BRCA2 ve BRCA-
negatif gruplarda sirasiyla: 46%, 13% ve 22% bulunmustur
6
.
Bu datalar, BRCA-delesyonlu meme kanserlerinin en az
sporadik kanserler kadar, belki de daha fazla konvensiyonel
kemoterapilere hassas olduklarini gostermistir.
PARP Inhibitorleri:
Oral PARP inhibitorlerinin etkinligini ve guvenligini arastiran ilk
faz 2 calismasi 2009 ASCO’da sunuldu. Bu tek kollu internasyonel
ve multicenter calismada, onceden en az 1 kemoterapiye
cevap vermemis BRCA-mutasyonlu ileri-evre meme kanseri
vakalari alindi. 1 kolda olaparib 400 mg oral gunde 2 kez, diger
cohorta da 100 mg gunde 2 kez verildi ve kur 28 gunde bir
tekrarlandi
7
. Yuksek doz olaparib alan grupta genel cevap orani
41% iken, dusuk doz alan grupta 22% idi. Ayrica, PFS’de de
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
53
inkremental artis izlendi. Diger faz 2 calismasinda ise, gemzar
ve karboplatinum intravenoz PARP inhibitoru ile birlestirildi
karsilastirdilar. Bu calismaya en az 2 tane kemoterapi almis
metastatik meme kanserli hastalar alindi. PARP inhibitorunun,
iniparibin kemoterapiye eklenmesi objektif cevap orani, klinik
yarar orani, medyan OS ve PFS’I onemli olcude arttirdi. Medyan
PFS 3.3 aydan 6.9 aya, OS ise 7.7 aydan 12.3 aya cikmistir
8
.
Referanslar:
1. Bilateral prophylactic mastectomy reduces breast cancer
risk in BRCA1 and BRCA2 mutation carriers: the PROSE Study
Group. Rebbeck TR, Friebel T, Lynch HT, et al. J Clin Oncol. 2004.
2. Local therapy in BRCA1 and BRCA2 mutation carriers with
operable breast cancer: comparison of breast conservation
and mastectomy. Pierce J, Philips KA, Griffith KA, et al. Breast
Can Res Treat 2010.
3. Survival analysis of cancer risk reduction strategies for
BRCA1/2 mutation carriers. Kurian AW, Sigal BM, Plevritis K.
JCO 2010.
4. Sensitivity to first-line chemotherapy for metastatic breast
cancer in BRCA1 and BRCA2 mutation carriers. Kriege M,
Seynaeve C, et al. JCO 2009.
5. Outcome of Metastatic Breast Cancer in Patients with or
without Deleterious BRCA Mutations. Bayraktar S, Gutierrez-
Barrera A, et al. (in submission)
6. Response to neoadjuvant systemic therapy for breast cancer
in BRCA mutation carriers and noncarriers: a single-institution
experience. Arun B, Bayraktar S, et al. JCO 2011.
7. Oral poly(ADP-ribose) polymerase inhibitor olaparib in
patients with BRCA1 or BRCA2 mutations and advanced breast
cancer: a proof-of-concept trial. tutt A, Robson M, et al. Lancet
2010.
8. Iniparib plus chemotherapy in metastatic triple-negative
breast cancer. O’Shaughnessy J, et al. NEJM 2011.
DR. SOLEY BAYRAKTAR
PANEL - Onkolojide Güncel Konular
K27
Kanser Tedavisinde Fertilite Korunması
Prof. Dr. Semra Kahraman
1
, Dr. Murat Çetinkaya, PhD
2
1
Şişli Memorial Hastanesi, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp
Bebek Merkezi Başkanı,
2
Şişli Memorial Hastanesi, Tüp Bebek Merkezi ArGe Laboratuvar
Sorumlusu
Son yıllarda kanser erken tanı ve tedavisindeki dramatik
gelişmeler sonucunda sağkalım ve hatta tam kür oranları önemli
bir artış göstermiştir. 15-45 yaş arası her 250 kişiden biri kanser
survivor olarak hayatına devam etmektedir (Lee et al., 2006).
Bu iki gerçeği birlikte değerlendirdiğimizde kanser survivor
birçok hastanın çocukluk ya da üreme döneminde olduğunu
ve tedavi sonrasında çocuk sahibi olabilme beklentilerinin göz
önüne alınmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Kanser tedavisine
bağlı olarak sterilite riski ile karşı karşıya olan çocuk ve yetişkin
hastalarda fertilite koruyucu teknikler hakkında bilgilendirme
günümüzde giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Amerikan Kanser Topluluğu’nun geçtiğimiz yıllarda açıkladığı
istatistiklere göre dünyada her yıl yaklaşık 10,8 milyon kişi
kanser tanısı almaktadır ve bu hastaların %10’u reprodüktif
çağdadır. İnvazif kanser teşhisi konan 600.000 kadının yaklaşık
%8’i 40 yaş altındadır. Her yıl 180.000 yeni göğüs kanseri
vakasının 25.000’i 45 yaş altındadır. Ayrıca her yıl yaklaşık
10.700 çocukluk çağı kanser olgusunun %40’ından fazlası
gonadotoksik kanser tedavisine maruz kalmaktadır (Jemal et
al., 2010). Bu istatistikler kanser hastalarının büyük bir kısmının
sterilite riski ile karşı karşıya olduğunu ve tedavi öncesi fertilite
koruyucu teknikler hakkında bilgilendirilmeleri gerekliliğini
ortaya koymaktadır.
Reprodüktif fonksiyonları etkileyen ve tedavi sonrası
kalıcı amenore gelişmesine yol açabilecek risk faktörleri
olarak, özellikle alkilleyici ajanların eşlik ettiği kemoterapi
kombinasyonları ve radyasyon over dokusundaki primordial
foliküllere ciddi olarak zarar vermektedir. Yaş ile kemoterapi
ilişkilendirildiğinde, genç hastalarda sayısal olarak primordial
folikül kaybı, yani normal over fonksiyonundaki azalma
beklentisi ilerlemiş yaştaki olgulardan daha fazladır. Ancak
yaş faktörü olgularında over rezervi çoğunlukla azalmış
olduğundan tedavi süresince ve sonrasında kalıcı amenore
veya over yetmezliği riski daha yüksektir (Stroud et al., 2009).
Çocuk ve yetişkinlerde fertilitenin korunması endikasyonları;
over ve testis fonksiyonlarını ve rezervini etkileyen onkolojik
ve non-onkolojik hastalıklar olarak tanımlanmaktadır (Jemal
et al., 2010). Çocukluk çağında lenfoma ve lösemi, yetişkinlerde
ise meme kanseri nedeni ile kemoterapi/radyoterapi ve pelvik
radyasyon gerektiren durumlar fertilite koruyucu tekniklerin
en sık başvurulduğu endikasyonları oluşturmaktadır. Onkolojik
olmayan otoimmün ve hematolojik hastalıkların tedavisinde
radyasyon ve kemoterapi gerekebilmektedir. Bu durumlar
arasında kemik iliği transplantasyonu gerektirebilecek talasemi
majör gibi hematopoetik hastalıklar, SLE, glomerulonefrit, lupus
carditis ve Behçet hastalığı sayılabilir. Bunların yanı sıra fertilite
korunmasının düşünülmesi gereken durumlar cerrahi tedavi
gerektiren benign over-testis hastalıkları ve meme kanseri
olgularında profilaktik ooforektomidir. Onkolojik ve non-
54
onkolojik tüm endikasyonlarda tedavi öncesinde hasta ve ailesi
ile mutlaka fertilite koruyucu seçenekler değerlendirilmelidir.
Kemoterapi, radyoterapi ajanlarının kalıcı amonereye yol
açma riskleri yüksek, orta, düşük, risksiz ve bilinmeyen
olarak bildirilmektedir (Tablo 1) (Lee et al., 2006). İnfertilite
riskinin değerlendirilmesi ve hastanın bilgilendirilmesi bu risk
gruplarına göre değerlendirilmelidir.
Tablo 1. Kemoterapi ve Radyoterapi sonrası kalıcı amenore
gelişme riski
Risk derecesi
Tedavi Modaliteleri
Yüksek risk
(>80%)
•
Cyclophosphamide /total body irradiation
veya cyclophosphamide/Busulfan ile hema-
topoetik kök hücre transplantasyonu (spon-
tan gebelik %0.6)
•
Overleri içine alacak şekilde external beam
radiation
•
40 yaş ve üstü kadınlarda 6 kür CMF, CEF,
CAF
Orta risk
•
30-39 yaşları arasında 6 kür CMF, CEF, CAF
•
40 yaş ve üstü kadınlarda 4 kür AC
Düşük risk
(<20%)
•
4-6 kür CHOP
•
CVP
•
AML tedavisi (anthracycline/cytarabine)
•
ALL tedavisi (multi-agent)
•
30 yaş altında 6 kür CMF, CEF, CAF
Çok düşük risk
veya risksiz
•
Vincristine
•
Methotrexate
•
5-fluorouracil
Riskleri tam
bilinemeyen
•
Taxanes
•
Oxaliplatin
•
Irinotecan
•
Monoclonal antibodies
•
Tyrosine kinase inhibitors
Fertilite koruyucu teknikler olarak en sık başvurulan yöntemler;
puberte sonrasında erkeklerde sperm kriyoprezervasyonu,
kadınlarda embriyo kriyoprezervasyonu veya partneri olmayan
olgularda oosit kriyoprezervasyonudur. Uzun zamandır güvenle
kullanılmakta olan sperm ve embriyo dondurulmasının yanı
sıra, oosit dondurulmasının başarısı son yıllarda dramatik
bir şekilde artmıştır. Ergenlik öncesi kız çocuklarında fertilite
korunması seçenekleri günümüzde deneysel olmakla
birlikte yakın geleceğe ait çok büyük umutlar vermektedir;
over doku kriyoprezervasyonu ve daha sonra dondurulup
çözülen over dokusunun transplantasyonu, ya da over doku
kriyoprezervasyon sonrası çözülen overdeki primordial
foliküllerin kültürü. Puberte öncesi erkek çocuklarda ise
günümüzde deneysel olmakla birlikte testis dokusunun
dondurularak saklanması ve daha sonra çözülerek in-vitro
matürasyon yapılması tek seçenektir.
Fertilite koruyucu yöntemlerden embriyo dondurma
tekniği puberte sonrasında ve bir partneri olan kadınlar için
uygulanabilmektedir. Oosit kriyoprezervasyonu ise puberte
sonrasında fakat partneri olmayan kadınlar için en sık
başvurulan seçenektir. Deneysel teknikler ise hem puberte
öncesi ve hem de sonrasında kullanılabilmekte ve bir partnere
ihtiyaç bulunmamaktadır. Sperm kriyoprezervasyonu ise
günümüzde sadece puberte sonrası olgular için geçerli bir
yöntemdir (Tablo 2).
Tablo 2. Fertilite koruyucu teknikler.
Fertilite Koruyucu Teknikler
Kullanıldığı Durumlar
Etkinliği Kanıtlanmış
Embriyo kriyoprezervasyonu
Postpubertal
Partneri olan olgularda
Oosit kriyoprezervasyonu
Postpubertal
Partneri olmayan olgularda
Over transpozisyonu
Pelvik radyoterapi uygulanan
olgularda
Sperm Kriyoprezervasyonu
Postpubertal dönemde
Deneysel
Over doku kriyoprezervasyonu
Prepubertal veya post-pubertal
olgularda
In-vitro primordial folikül
kültürü
Prepubertal veya post-pubertal
olgularda
Antral foliküllerin IVM yapılarak
dondurulması
Prepubertal veya post-pubertal
olgularda
İmmatür oosit
kriyoprezervasyonu
Postpubertal olgularda
Testis doku kriyoprezervasyonu
Prepubertal olgularda
Fertilite koruyucu tekniklerden embriyo kriyoprezervasyonu
tüm dünyada uygulanan, güvenilirliği kanıtlanmış, transfer
başına başarı oranı %50’lerde olan bir yöntemdir. Oosit
toplanması öncesi 10-14 günlük bir hormonal tedavi süreci
gerekmektedir. Embriyo ve oosit dondurulması öncelikle
hormonal olarak multipl folikül gelişimini gerektirmektedir.
Geleneksel over stimülasyon protokolleri hormon duyarlı
tümörü bulunmayan ve kanser tedavisinin acil başlatılması
gerekmeyen hastalarda kullanılabilmektedir. Kemoterapinin
2-3 hafta gecikmesi hem hasta hem de doktor açısından strese
yol açabilir. Kanser tedavisinin kısa sürede başlatılması gereken
olgularda ise siklus gününe bağlı olmaksızın kısa stimülasyon
protokolleri günümüzde başarıyla uygulanabilmektedir.
Hormonal tedavi kanser tedavisini geciktirmeyecek şekilde
siklusun herhangi bir döneminde kısa süreli (3 gün) antagonist
enjeksiyonu sonrası oluşturulan menses ile başlatılır ve
toplamda 2 hafta sürer. Östrojene duyarlı tümörlerde letrozol
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
55
kullanımı iyi bir seçenek olabilir, ancak bu vakalarda elde edilen
oosit sayısı çoğunlukla dondurma işlemi için yeterli değildir. Bu
nedenle günümüzde en çok benimsenen protokol kısa protokol
olarak düşük dozda gonadotropin hormonların kullanımıdır.
Embriyo veya oosit hızlı dondurma tekniği (vitrifikasyon)
yüksek konsantrasyonda kriyoprotektanlar kullanılarak hücre
içinde ve çevresinde buz kristalleri oluşmasının önlenmesi
ile gerçekleştirilir. Kriyoprotektanın su molekülleri ile yer
değiştirmesini takiben -196 ºC’de saklanan embriyolar,
çözülme işleminde kriyoprotektanın uzaklaştırılması ile
Dostları ilə paylaş: |