See discussions, stats, and author profiles for this publication at


Epistemolojik Uğrak 1: Temsil ve Müdahalenin Çakışması



Yüklə 0,82 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/12
tarix25.11.2022
ölçüsü0,82 Mb.
#70473
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12
Epistemological Turn and The Ontology of Philosoph

Epistemolojik Uğrak 1: Temsil ve Müdahalenin Çakışması 
Ontolojinin devreye girmesi, epistemoloji tarafından bir dayanak olarak kullanılmasını 
aşan bir harekettir. Yoksa örtük bir dayanak olarak ontoloji, epistemolojik hale getirilmiş 
biçimiyle her daim bilgi teorisinin parçasıdır. Bu parça, bilgi nesnesinin ya da 19. yüzyıldan 
sonrası için bilimin nesnesinin belirlenmesinden ibarettir. Tam da bu bağlamda, Kant’ın 
bilginin sınırlarını daraltması (kendisine göre, bilgiyi gerçek sınırlarına çekmesi) ile daha 
sonra pozitivizmin “gerçek sınırlarına indirgenmiş olgular” üzerinden olanaklı bilgiyi 
belirlemesi arasındaki benzerlik (ve hatta devamlılık) bu kırılgan ontolojik belirlemeyi de 
içerir. Bu anlamda pozitivizmin ontolojisi, empirik realizmdir.
Auguste Comte’un hem genel düşünce tarihinde hem de tek tek bilimlerin tarihinde 
tespit ettiği ilerleme, gerçekliğe uygun yöntemin geliştirilmesinin tarihidir. Bu, “gerçek 
sınırlarına indirgenmiş olguları”, yani “olguların bizzat kendilerinin incelenmesinden geçen 
ve artık kendilikler tasarlamaya dayanmayan sınırlar” içerisinde verili oldukları haliyle 
olguları açıklamasını verebilen yöntemdir. Bu yöntem insanın iki temel ihtiyacı, düzen ve 
ilerlemeye duyduğu eşzamanlı ihtiyacı somut biçimde karşılayabilecek olan pozitif anlayışın 
açık göstergesidir (Comte, 2015, s. 19, 191, 192). O halde, bu epistemolojik tarih, aynı 
zamanda yöntemle bilginin konu edinebileceği yegâne gerçekliğin çakışmasının ontolojik 
gizil tarihidir. Yani, bilginin (ve bilgiyi konu almakla çerçevelenmek anlamında felsefenin) 
gerçek sınırlarına çekilmesi, epistemolojik olduğu denli felsefi bir disiplin olarak ontolojiden 
vaz geçen (çekilen) ‘ontolojik’ bir hamledir de.
4
Fakat pozitivizmin metafizik karşıtlığı (katı 
anti-metafizik tutumu), kolaylıkla ontoloji-karşıtlığına ve kuramsal / teorik nesnelerin var 
olduklarını varsaymaktan öte bunların varlığının gösterilmesinin umutsuz bir metafiziksel 
girişim olduğu fikrine dönüşür. 
Diğer taraftan neo-pozitivizm içerisinde, dilsel dönüşünü yaşamış olan pozitivizm için 
kuramsal / teorik terimlerin karşılık geldiği şeylerin ontolojik statüsü
5
daima problemin bir 
parçası olmuştur. Orijinal pozitivizm, düzenliliğin ifadesi olarak bilimsel yasalara ve onları 
içeren teorilere mümkün olduğunca nedenleri katmamaya çalışırken, olguların gerçek 
sınırlarını duyu algısıyla çerçevelemişti. Buna bağlı olarak, orijinal pozitivizm için de 
kuramsal / teorik terimlerin karşılık geldiği şeyler gayet problemliydi ve bir pozitivist 
bunların ontolojik olarak var olduklarını öne sürmekten sürekli kaçınmaktaydı. Bu nedenle 
şöyle bir soru sıklıkla epistemolojiye sızmaktaydı: ‘Atom adı verilen teorik nesneler doğada 
aktüel varlığa sahip midirler?’ sorusunun olumlu yanıtı atom teorisinin başarılarına dayalı 
olarak verilebilir mi?
Bertrand Russell’ın aynı bağlamda katı veriler olarak adlandırdığı ve eleştirici 
düşüncenin eritici etkisine dayanabilen veriler olarak tanımladığı duyunun tikel olgularından, 
onların dışında bir şeyin varoluşunun çıkarsanabilir olup olmadığını sorgulaması bu tartışma 
dâhilindedir.
Epistemolojik olarak
“doğrulama, her zaman, beklenen bir duyu-verisinin 
4
Bununla beraber bilim tarihi içerisinde özellikle büyük değişim dönemlerinde ‘gerçeklik’ epistemolojik 
kavgaların asli cephelerinden biridir. Kopernik Teorisi’nin gerçekliğin bir ifadesi olmasıyla bir hesaplama aracı 
olması arasındaki fark, bizzat astronomlar arasında bir ikilik yaratmıştır. Diğer taraftan sosyal bilimler bu 
tartışmanın daha da ateşli geçtiği mecradır. Sosyoloji teorilerinin öne sürdüğü gibi, gerçek, ama asla tam olarak 
görünmeyen toplumsal süreçler var mıdır? ‘Libido’, ‘süper-ego’ gerçek midir? En güçlü soru ise şudur: 
“Herhangi biri tutarlı bir şekilde sosyoloji konusunda gerçekçi ve fizik konusunda geçekçilik karşıtı veya bunun 
tam tersi olabilir mi?” (Hacking, 2016, s. 44). Bu çalışma açısından bu soru(lar), ontoloji – epistemoloji ilişkisi 
dâhilinde yeniden formüle edilebilir sorulardır. 
5
‘Kuark’, ‘üst-ego’, ‘geç kapitalizm’ ve benzerlerinin gerçek olup olmadığı problemi. 


EPİSTEMOLOJİK DÖNÜŞ VE BİLİM FELSEFESİNİN ONTOLOJİSİ 
-BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI’NDAN ELEŞTİREL REALİZME ONTOLOJİNİN EPİSTEMOLOJİ İLE TEMELLENDİRİLMESİ- 
745 
doğması demek”se
(Russell, 1996, s. 77),
bu, kuramsal / teorik bir terime bağlı olarak yapılan 
bir öngörünün doğrulanmasını da kapsayacaktır. O halde, öngörülen bir empirik verinin açığa 
çıkması, kuramsal / teorik terimlerden oluşan bir önermeyi doğrulayacaktır. Bu da ontolojik 
olarak o terimin gönderimde bulunduğu şeyin var olduğuna dair ‘kanı’yı güçlendirecektir. 
Ancak ontolojik temele ilişkin, epistemolojik kesinlik olanaklı değildir. Arada daima bir 
‘kanı’ geçişkenliği var olacaktır. Esas soru
“katı verilerimiz dışındaki herhangi bir şeyin 
varlığı bu verilerden çıkarımla öne sürülebilir mi?” sorusu olduğunda yanıt, ‘öne sürmemek 
için bir nedenin olmadığı’ ifadesiyle epistemolojik olarak savuşturulur.
Örneğin, Hempel bağlamında neo-pozitivizmin yanıtı, kuramsal açıklama ile ontolojik 
gerçeklik-görünüş ayrımının temellendirilemeyeceği ya da bilimsel açıklama modeliyle 
böylesi bir ontolojik görüşün karıştırılmaması gerektiğidir. Kuramsal açıklama ne tanıdık 
şeylerin (empirik gerçekliğin) ‘gerçekten orada olmadığını’ göstermeye çalışır ne de böyle bir 
sonuç doğurur. Atom teorisi, makro düzeydeki özelliklere neden olan mikro süreçleri açığa 
çıkarmaya çalışır. İçerdiği köprü ilkelerle, esas olarak açıklamaya çalıştığı makro düzeyle 
bağını korumaya devam eder (Hempel, 1966, s. 78).
Bağın koptuğu noktada metafizik 
başlayacaktır ki bu esasında epistemolojinin sustuğu (ya da konuşamadığı) alan anlamındadır. 
Neo-pozitivist ‘terapi’nin dile uygulanması ile bilgi kuramsal olarak sınırlandırma ayracının 
belirlenmesi aynı şey olduğu için bu süreç Wittgensteincı sonuca varmaktadır: “Üzerine 
konuşulamayan konusunda susmalı” (Wittgenstein, 2006, s. 173). 
Bilgi kuramsal girişim böylece ontolojik gerilimi derinlere bastırsa da gözlemlenebilir 
fenomen düzeyinde kalındıkça açıklayıcı genel yasaların formüle edilebilmesinin 
olanaksızlaştığının farkındadır.
Bilim ve ona bağlı olarak da bilimsel açıklama ilerlemesine 
devam edebilmek için gözlemlenebilir fenomen düzeyiyle bağını koparmadan, bu düzeyin 
derinliklerine inmiştir ve inmek de zorundadır.
6
Carnap, sorunu “tekabüliyet kurallarının” 
kuramsal terimlerin tanımları olarak alınıp alınamayacağı tartışması üzerinden irdeler. 
Görüleceği üzere tartışma odağı halen epistemolojiyle çerçevelenmiş dildir.
Carnap’a göre, her ne kadar bu tür kuralları kuramsal terimlerin tanımları olarak kabul 
etmek ‘ayartıcı’ olsa da kuramsal terimlerle gözlemlenebilirlere ilişkin terimler arasındaki 
ilişki bu kabulün tam tersi yönündedir. Gözlemlenebilirlere ilişkin terimler, kuramsal terimler 
üzerinden tanımlanırlar: “Örneğin, ‘demir’, belirli tür partiküllerin konfigürasyonundan 
oluşmuş belirli tür atomların belirli bir düzenlenişinin meydana getirdiği küçük kristalize 
parçalardan meydana gelen bir cisim”dir (Carnap, 1966, s. 234). Buna karşın filozofların 
bilim insanlarına yönelttiği “bir elektron tam olarak nedir?” sorusu Carnap’a göre yanlış 
düzenlenmiş bir sorudur. Çünkü bir filin ne olduğunu bilmeyen bir çocuğa, filin büyük 
kulakları ve bir hortumu olan devasa bir hayvan olduğunu söylemek ve ardından da filin bir 
resmini göstermek gibi, elektronu tanıdık terimler ile ‘betimlemek’ ve ‘resmini göstermek’, 
bu terimin doğası gereği olanaksızdır. (Carnap, 1966, s. 234) Yapılabilecek tek şey, 
‘operasyonel tanımlar’ (operational definitions) vermektir. Aynı fenomen alanını konu edinen 
farklı kuram sayısı kadar sayıda kavramsallaştırma olanaklıdır. Fakat bu büyüklüğün 
niceliksel ölçümüne ilişkin işlemler fizikçilere operasyonel tanımlar sağlar. Ölçülebilirlik, 
gözlemlenebilir olan ile bağın korunmasından başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, 
Hempel’in ifadesi ile örtüşecek biçimde, bilimin her aşamasında makro-düzeyle (pozitivizmin 
daimî çıkış ve varış noktası) bağ korunmaktadır. Fizikçiler, kuramsal terimleri ‘betimlemek’ 
yerine, onların operasyonel tanımlarını vermeye çalışırlar. Böylelikle filozofların geleneksel 
ontolojik sorusu olan ‘nedir?” (ti estin) sorusu, operasyonel tanımlar ile kendilerini sınırlayan 
6
Bu bir başka boyutta ideografik bilimler – nomotetik bilimle tartışmasına evrilen bir tespittir. 


746
GAUN JSS 
fizikçiler (bilim insanları) için bağlam dışı bir soru halini almaktadır.
7
Ancak bu problemi 
bağlam dışında tutan çerçevenin sınırları, bilimin dinamikleri karşısında sabitliğini 
koruyamamaktadır. 
İnsanlar temsil ederler. İnsan olmanın bir kısmı budur. En başta temsil etmek etrafımızdaki şeye 
benzeyen bir nesne yapmaktı. Benzerlik sorunsal değildi. Sonra farklı tür temsiller mümkün oldu. 
Benzer neydi, hangisi gerçekti? Bilim ve onun felsefesinde bu sorun Demokritos ve onun atomları 
yüzünden en başından beri vardı. Bilim modern dünyanın tutuculuğuna dönüştüğünde, bir süreliğine de 
olsa, hedeflediğimiz tek doğruya ulaşma hayalimiz vardı. Bu hedef dünyanın doğru temsiliydi. Ama 
alternatif temsillerin tohumları da çevremizdeydi (Hacking, 2016, s. 181, 182). 
Esasında alternatif temsillerin tohumları tam da bilimin içerisindeydi. Temsil teorilerle 
ilgilidir ve ana akım bilgi teorisi odağını buraya yerleştirmiştir. Oysa bilim söz konusu 
olduğunda gerçeklik ya da ontoloji müdahaleye ilişkindir.
Bilginin temelleri olduğunun öne sürülmesiyle, doğrulamanın öne çıkarılması 
arasındaki paralellik, neo-pozitivizmin orijinal pozitivizmle aynı ontolojik temele 
dayandırıldığını göstermektedir. Doğrulama yöntemi zeminden tepeye doğruysa, yani hassas 
gözlemlerle tespit edilen olgulardan elde edilen deneysel sonuçların dürüstçe kaydedilmesi ve 
bunlardan genellemeler yaparak analojiler kurulması ve nihayetinde varsayımlar ve kuramlara 
ulaşılması söz konusudur. Başlangıç noktası, protokol önermelerin gönderme yaptığı ‘sıfır 
noktası’ ontolojik zemindir. Ancak bu ontoloji problemi demektir. Bu problemi aşmanın 
epistemolojik yolu, ‘bilimsel araştırmada zemin yoktur’ demekten geçer: “Bilim kayaların 
üzerine hiçbir şey kurmaz. Aslında üzerinde bilimin kuramlarının cüretkâr yapısının 
yükseldiği yer adeta bir bataklıktır; bilim kazıklar üzerine dikilmiş bir yapıya benzer; kazıklar 
yukarıdan aşağıya doğru bataklığa sarkar –ama ‘var olan’ doğal bir tabana dayanmaz” 
(Popper, 2012, s. 136).
Bu kazıklar hipotetik temsillerdir (bilimsel hipotezler). Gerçeklikle 
temas noktaları, onların problem çözücü gücüne görelidir. Nihayetinde, bu hipotezler 
problemlerin somutlaştırılmış örnekleri üzerinden sınanırlar. Çözüm, yani yanlışlanmadan 
sınamadan çıkmak, geçici bir epistemolojik başarıdır. Böylece ontolojik temelin ne olduğuna 
dair soru, bir teorinin veya açıklamanın gerçeklikle temas noktalarına dair soruya dönüşür. 
Bu bağlamda Popper için epistemoloji odağa daha yakındır ve ontoloji fondaki bir 
koşuldur. Teoriler arası seçim ya da karşılaştırma yapabilmenin olanağını veren doğruluğa 

Yüklə 0,82 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin