EPİSTEMOLOJİK DÖNÜŞ VE BİLİM FELSEFESİNİN ONTOLOJİSİ
-BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI’NDAN ELEŞTİREL REALİZME ONTOLOJİNİN EPİSTEMOLOJİ İLE TEMELLENDİRİLMESİ-
745
doğması demek”se
(Russell, 1996, s. 77),
bu, kuramsal / teorik bir terime bağlı olarak yapılan
bir öngörünün doğrulanmasını da kapsayacaktır. O halde, öngörülen bir empirik verinin açığa
çıkması, kuramsal / teorik terimlerden oluşan bir önermeyi doğrulayacaktır. Bu da ontolojik
olarak o terimin gönderimde bulunduğu şeyin var olduğuna dair ‘kanı’yı güçlendirecektir.
Ancak ontolojik temele ilişkin, epistemolojik kesinlik olanaklı değildir. Arada daima bir
‘kanı’ geçişkenliği var olacaktır. Esas soru
“katı verilerimiz dışındaki herhangi bir şeyin
varlığı bu verilerden çıkarımla öne sürülebilir mi?” sorusu olduğunda yanıt, ‘öne sürmemek
için bir nedenin olmadığı’ ifadesiyle epistemolojik olarak savuşturulur.
Örneğin, Hempel bağlamında neo-pozitivizmin yanıtı, kuramsal açıklama ile ontolojik
gerçeklik-görünüş ayrımının temellendirilemeyeceği ya da bilimsel açıklama modeliyle
böylesi bir ontolojik görüşün karıştırılmaması gerektiğidir. Kuramsal açıklama ne tanıdık
şeylerin (empirik gerçekliğin) ‘gerçekten orada olmadığını’ göstermeye çalışır ne de böyle bir
sonuç doğurur. Atom teorisi, makro düzeydeki özelliklere neden olan mikro süreçleri açığa
çıkarmaya çalışır. İçerdiği köprü ilkelerle, esas olarak açıklamaya çalıştığı
makro düzeyle
bağını korumaya devam eder (Hempel, 1966, s. 78).
Bağın koptuğu noktada metafizik
başlayacaktır ki bu esasında epistemolojinin sustuğu (ya da konuşamadığı) alan anlamındadır.
Neo-pozitivist ‘terapi’nin dile uygulanması ile bilgi kuramsal olarak sınırlandırma ayracının
belirlenmesi aynı şey olduğu için bu süreç Wittgensteincı sonuca varmaktadır: “Üzerine
konuşulamayan konusunda susmalı” (Wittgenstein, 2006, s. 173).
Bilgi kuramsal girişim böylece ontolojik gerilimi derinlere bastırsa da gözlemlenebilir
fenomen düzeyinde kalındıkça açıklayıcı genel yasaların formüle edilebilmesinin
olanaksızlaştığının farkındadır.
Bilim ve ona bağlı olarak da bilimsel açıklama ilerlemesine
devam edebilmek için gözlemlenebilir fenomen düzeyiyle bağını koparmadan, bu düzeyin
derinliklerine inmiştir ve inmek de zorundadır.
6
Carnap, sorunu “tekabüliyet kurallarının”
kuramsal terimlerin tanımları olarak alınıp alınamayacağı tartışması üzerinden irdeler.
Görüleceği üzere tartışma odağı halen epistemolojiyle çerçevelenmiş dildir.
Carnap’a göre, her ne kadar bu tür kuralları kuramsal terimlerin tanımları olarak kabul
etmek ‘ayartıcı’ olsa da kuramsal terimlerle gözlemlenebilirlere ilişkin terimler arasındaki
ilişki bu kabulün tam tersi yönündedir. Gözlemlenebilirlere ilişkin terimler, kuramsal terimler
üzerinden tanımlanırlar: “Örneğin, ‘demir’, belirli tür partiküllerin konfigürasyonundan
oluşmuş belirli tür atomların belirli bir düzenlenişinin meydana
getirdiği küçük kristalize
parçalardan meydana gelen bir cisim”dir (Carnap, 1966, s. 234). Buna karşın filozofların
bilim insanlarına yönelttiği “bir elektron tam olarak nedir?” sorusu Carnap’a göre yanlış
düzenlenmiş bir sorudur. Çünkü bir filin ne olduğunu bilmeyen bir çocuğa, filin büyük
kulakları ve bir hortumu olan devasa bir hayvan olduğunu söylemek ve ardından da filin bir
resmini göstermek gibi, elektronu tanıdık terimler ile ‘betimlemek’ ve ‘resmini göstermek’,
bu terimin doğası gereği olanaksızdır. (Carnap, 1966, s. 234) Yapılabilecek tek şey,
‘operasyonel tanımlar’ (operational definitions) vermektir. Aynı fenomen alanını konu edinen
farklı kuram sayısı kadar sayıda kavramsallaştırma olanaklıdır. Fakat bu büyüklüğün
niceliksel ölçümüne ilişkin işlemler fizikçilere operasyonel tanımlar sağlar. Ölçülebilirlik,
gözlemlenebilir olan ile bağın korunmasından başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle,
Hempel’in ifadesi ile örtüşecek biçimde, bilimin her aşamasında makro-düzeyle (pozitivizmin
daimî çıkış ve varış noktası) bağ korunmaktadır. Fizikçiler, kuramsal terimleri ‘betimlemek’
yerine, onların operasyonel tanımlarını vermeye çalışırlar. Böylelikle filozofların
geleneksel
ontolojik sorusu olan ‘nedir?” (
ti estin) sorusu, operasyonel tanımlar ile kendilerini sınırlayan
6
Bu bir başka boyutta ideografik bilimler – nomotetik bilimle tartışmasına evrilen bir tespittir.
746
GAUN JSS
fizikçiler (bilim insanları) için bağlam dışı bir soru halini almaktadır.
7
Ancak bu problemi
bağlam dışında tutan çerçevenin sınırları, bilimin dinamikleri karşısında sabitliğini
koruyamamaktadır.
İnsanlar temsil ederler. İnsan olmanın bir kısmı budur. En başta temsil etmek etrafımızdaki şeye
benzeyen bir nesne yapmaktı. Benzerlik sorunsal değildi. Sonra farklı tür temsiller mümkün oldu.
Benzer neydi, hangisi gerçekti? Bilim ve onun felsefesinde bu sorun Demokritos ve onun atomları
yüzünden en başından beri vardı. Bilim modern dünyanın tutuculuğuna dönüştüğünde, bir süreliğine de
olsa, hedeflediğimiz tek doğruya ulaşma hayalimiz vardı. Bu hedef dünyanın doğru temsiliydi. Ama
alternatif temsillerin tohumları da çevremizdeydi (Hacking, 2016, s. 181, 182).
Esasında alternatif temsillerin tohumları tam da bilimin içerisindeydi.
Temsil teorilerle
ilgilidir ve ana akım bilgi teorisi odağını buraya yerleştirmiştir. Oysa bilim söz konusu
olduğunda gerçeklik ya da ontoloji
müdahaleye ilişkindir.
Bilginin temelleri olduğunun öne sürülmesiyle, doğrulamanın öne çıkarılması
arasındaki paralellik, neo-pozitivizmin orijinal pozitivizmle aynı ontolojik temele
dayandırıldığını göstermektedir. Doğrulama yöntemi zeminden tepeye doğruysa, yani hassas
gözlemlerle tespit edilen olgulardan elde edilen deneysel sonuçların dürüstçe kaydedilmesi ve
bunlardan genellemeler yaparak analojiler kurulması ve nihayetinde varsayımlar ve kuramlara
ulaşılması söz konusudur. Başlangıç noktası, protokol önermelerin gönderme yaptığı ‘sıfır
noktası’ ontolojik zemindir. Ancak bu ontoloji problemi demektir. Bu problemi aşmanın
epistemolojik yolu, ‘bilimsel araştırmada zemin yoktur’ demekten geçer: “Bilim kayaların
üzerine hiçbir şey kurmaz. Aslında üzerinde bilimin kuramlarının cüretkâr yapısının
yükseldiği yer adeta bir bataklıktır; bilim kazıklar üzerine dikilmiş bir yapıya benzer; kazıklar
yukarıdan aşağıya doğru bataklığa sarkar –ama ‘var olan’ doğal bir tabana dayanmaz”
(Popper, 2012, s. 136).
Bu kazıklar hipotetik temsillerdir (bilimsel hipotezler). Gerçeklikle
temas noktaları, onların problem çözücü gücüne görelidir. Nihayetinde, bu hipotezler
problemlerin somutlaştırılmış örnekleri üzerinden sınanırlar. Çözüm, yani yanlışlanmadan
sınamadan çıkmak, geçici bir epistemolojik başarıdır. Böylece ontolojik temelin ne olduğuna
dair soru, bir teorinin veya açıklamanın gerçeklikle temas noktalarına dair soruya dönüşür.
Bu bağlamda Popper için epistemoloji odağa daha yakındır
ve ontoloji fondaki bir
koşuldur. Teoriler arası seçim ya da karşılaştırma yapabilmenin olanağını veren
doğruluğa
Dostları ilə paylaş: